süpürdüm geceleri
bağrı kanlı topraktan
güneşin gözüne soktum
yerde yatan babamı!
sesim onsekize yeni basmıştı
bağırdım kara bir ağıtı
—kan!... kan!...
—canı yaradandan önce alınır mı, can?...
onsekizinde bedenimi
dinelttim elinde tüfek ile
öfkem baldan tatlı
yaradan korkusu yürekten kalktı
—kana kan!... kana kan!...
vardım tüfek ile
vurdum tüfek ile
babamın kanı yerden kalktı!
herkes ayakda,
─ karar : idam!...
sözcükler havada,
─canı yaratandan önce alınmaz can!...
─mekanı olsun zindan!…
─belasını verdi yaradan!...
bu nokta, kırılma noktası
hikâyemi yaşamaktan ala koyan bitiş, tükeniş…
hiçbir şey, hiçbir şeyi geri getiremez
her şey için çok geç
çaresizlikten yakaranı tanrı duymaz!
artık yolun sonundayım
pişmanım yaptıklarımdan
ve hala cahilim…
yaşamak isteyip de
yaşayamadığım şeylerden sonra,
çaresizlik içinde çırpınmak,
duyuramadan kimseye
haykırmak,
arkamdan ağlamayacakları,
hatta gülecekleri tanıyarak
ölmek istemiyorum!
oysa imkânlarım olsaydı
değerimi kanıtlayabilirdim
Atatürk’ün, Muhammet’in adı da neymiş;
adımın gölgesinde
tüm adları silebilirdim...
son sözü sen söyleyeceksin,
biliyorsun,
tanrım,
onun için buradayım.
yanlış korkulara bezenmiş,
deforme olmuş,
şu sevimsiz yaratık
asılmadan önce
kızıla çalan sefil darağacında;
yak yıldızları,
yak!...