Sesimi çıkarmadım, sesim de çıkmadı zaten. Sadece iyileşmeleri ne kadar sürecek acaba diye sordum kendime, incecik kan sızarken yaralardan. Canımı yakıyorlar belki, tamam!, ama, sızlanmaya da gerek yok hani...
Bir kaçının izi de kalacak muhtemelen,,, olsun ben değil miydim ki yaraları seven, için için yaralanmayı bekleyen, özleyen,,, yaralı vücutları, onların uyandırdığı 'yaşamışlık, yaşanmışlık' hissini ballandıra ballandıra anlatan...
Oldum olası, severim yaraları. Yaralı dizler, dirsekler merak uyandırır. Yaralıların ne maceralardan geçtiklerini merak ederdim hep, için için. Çocukluktan mı? Taze bitmiş bir yara mı? O iz kalıcı mı, geçici mi? Sanki, dikiş izi mi var birinde? Tedavi mi gerekti acaba, yoksa kendi kendine mi iyileşti? Kimden kaldı peki o yara? Kendi mi açmış yoksa???
Benim yaralarım yüzümde... Bir maceradan değil, bir kazadan kalma... Birinin rüyasında, yaptığımız yolculuktan kalma. Ben yaptım kazayı, dur demişti ama, ama işte...
Benim yaralarım yüzümde... Kendimi en çok gördüğüm yerde, insanların ilk baktığı yerde, en saklanamayacak yerde... Yakından bakanlar görüyor. Bir derdim yok yaralarımla, seviyorum yaraları ama benim yaralarım yüzümde,,, merakı dürtükleyip uyandırmaktan çok iç burkuyorlar.
Hem, geç iyileşir yüzde yara. İnsanın eline takılır durmadan... "unutmamalı" der gibi!, o kör olası el istemsiz hep yarada... Bir yoklar,,, iki yoklar,,, dayanamaz üçüncüde yolar atar, o zor tutmuş kahverengi kabuğu,,, acıya rağmen... Sonra? Yine kanar yara. İnatçıdır! Yine kabuk bağlar ne kadar sökülse de yerinden. Hep aynı şey tekrar, tekrar.
Benim yaralarım yüzümde ama yara bu sonuçta, sabır ister. Kurcalanmayı, hatırlanmayı sevmez, unutulana kadar iyileşmez. Biliyorum...