Yaşadığımız Kaos Türklerin İdrakini Gösterecek

Eskiden gizlilik denilince sadece Sabataycılar hatırlanırdı. Şimdi Ermeniler de eklendi. Yeni ihtimalleri göz önünde bulundurarak Gizli Gayr-i Müslimler demenin daha uygun olabileceğini düşünürken, hayalim ergenlik dönemlerime götürdü beni

yazı resimYZ

Etrâki bîidrak (anlayışsız Türkler) Osmanlı Devletinin son döneminde kullanılan meşhur bir istihfaf cümlesiydi. Türkleri aşağılamak maksadıyla telaffuz edilen bu söz, gayr-i Müslimler tarafından kullanılırdı. Müslüman olup da Türk olmayan Osmanlı vatandaşları aynı medeniyet içinde mütalaa edildiğinden anlayışsızlık babında ayrıca zikirlerine gerek görülmezdi.

O günleri, elimizdeki bilgilerin aydınlattığı kadarıyla yorumlamaktan başka çare yok. Neyse ki, yeni gelişmeler görüntünün biraz daha netleşmesine yardım edeceğe benziyor. Mesela, bazı Ermeni vatandaşlarımızın yazdığı kitaplar ve internet siteleri üzerinden yaptığı yayınlarla gündeme getirilen Gizli Ermeniler meselesi gibi. Halbuki 1800lerin başında aynı Ermeniler millet-i sâdıka namıyla anılırdı.

Eskiden gizlilik denilince sadece Sabataycılar hatırlanırdı. Şimdi Ermeniler de eklendi. Yeni ihtimalleri göz önünde bulundurarak Gizli Gayr-i Müslimler demenin daha uygun olabileceğini düşünürken, hayalim ergenlik dönemlerime götürdü beni

Ortaokullu yıllarım da oturduğumuz mahallede Ermeni vatandaşlarımız da yaşardı. Yaşıtlarımız arasında tabii olarak Ermeni akranlarımız da vardı. Arpiarle kafam çok iyi tutardı. Sessiz, sakin bir o kadar da cömert bir çocuktu. Bu yüzden yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Annesi Ohanna teyze çok becerikli bir kadındı ve dikiş makinasını çok iyi kullanırdı. Adeta mahalledeki tüm gömleklerin yakasını o diker, dikiş nakış öğrenmek isteyen Müslüman Türk kızlarına da yanına çırak gibi alır evinde iş yapmasını öğretirdi. Hususiyle Anadoludan göç etmiş çoğu ailelerin çocukları Ohanna teyzeden dikiş öğrenen kızlarını bir Singer makineyle ödüllendirerek, fason işlerle geçimlerini rahatlatmaya çalışırlardı. Ve kimsenin aklına kötülük denilen o sinsi duygu gelmez, hayat insanca gelişen ilişkilerin sıcaklığında su gibi yatağında akar giderdi. Elinden düşmeyen sazıyla mahallenin neşesini tamamlayan Yervant abiyi unutmam mümkün değil. Açık sözlü, edepli, terbiyeli ve açık yürekli bu abinin çocuklarına verdiği isimler yadırganınca, Fransaya gitmek istiyorum da daha kolay kabul etsinler diye orada bulunan iki nehrin adını verdim demişti.

Avrupaya kapağı atabilmek için İşçi Bulma Kurumunun kapısında bekleyen binlerce vatandaşın hayali gibi gelirdi Yervant Terziyanın sözleri bana. Fransanın Ermeni meselesine ve Güneydoğuya ilgisini fark edecek yaşta değildik tabii o zamanlar.

Ortaokul birin birinci döneminin sonlarına doğru şaşırtıcı bir bilgiye ulaştım. Yıllardır aynı sıraları paylaştığım Hayri de Ermeniymiş. Sonra içime bir soğukluk düştü ve acayip bir şekilde Hayriden soğuduğumu hissettim. Bütün duygularım karmakarışık olmuştu. Arpiara duyduğum yakınlığı Hayriye karşı duyamıyor, hissedemiyordum artık. Daha sonra Adanaya taşınınca Müslüman isimleriyle anılan pek çok tüccar gördüm. Yazıhanelerinde ayetler ve İslam sanatlarının şaheserlerinden seçilmiş tablolar duvarların başköşelerinde asılı dururdu. Ermeni, Yahudi, Rum ya da Süryani tüccarların bu davranışı ticaretin bir cilvesinden başka bir şey değildi.

***

Şimdi elimdeki bilgilere bakıyorum ve hayatın tabii akışında kurulan sıcak ilişkilerle ona farklı açılardan müdahale edenlerin kurgusundan doğan kabalığı ayırt etmeye çalışıyorum. En azından gizlice çocuklarını dedelerimize emanet eden komşuların güveni ile Müslümanları ahırlara doldurup yakanların vahşetini karıştırmamak için uğraşıyorum. Önümde Kemal Yamak Paşanın anıları var. Gözüm şu cümleye takılıyor: Psikolojik harekât bir destek harekâtıdır. Eğer desteklenecek bir harekât yoksa daha ileri gitmek bazı kozları yok eder.

İyi de desteklenecek bir harekât yoksa ne yapmak lazım? Yamak Paşanın teklifi tam olarak şöyle: Faaliyet sürdürülecek, ulaşılan seviye korunup geliştirilecek ve emre hazır tutulacak.

Anlayışsız Türkler sözüne tekrar dönüyorum O günlerde İngilizler batıdan, Ruslar da doğudan üzerimize geliyor. Fransa ve İtalya güneyden topraklarımıza girmiş. Balkanlardan inen eski tebaa ile Yeşilköyde anlaşmalar yapmışız. Aynı medeniyetin farklı milliyetlerden oluşan parçaları elde ettikleri maddi üstünlükle bizim medeniyetimizi tasfiye etmek ve topraklarımızı paylaşmak için harekâtı çoktan başlatmış. Bu harekâtı desteklemek üzere psikolojik boyutlar da devreye alınarak maksuda erilmiş

Milliyetçilik propagandası içimizdeki farklı etnik yapıların ayrılık isteğini tetikliyor. Rumlar İngilizlerin yedeğinde Batıdan ilerlerken, Ermeniler de Rusların yedeğinde doğuda olmadık mezalime imza atıyor. Mazlumlarsa Türküyle, Kürtüyle, Çerkeziyle bütün Müslümanlar

Yani anlayışsızlar

Başkalarının inisiyatifinde ortaya çıkan gelişmeleri takip edebilmek için kah sağa kah sola dönmekten kurtulup da yol almayı beceremeyenler

Allahtan Rusyanın yaşadığı ihtilalle, İngilizlerin de başka sebeplerle ileri harekâtı durma noktasına gelmiş. Arkalarındaki kuvvet çekilince bize idraksiz diyenler Müslüman görünerek kendilerini gizlemiş. Biz de fırsatı iyi değerlendirip, bağımsızlığımızı yeniden perçinlemişiz. Kurtuluş Savaşı ile de onların durmaya yüz tutmuş olan ileri harekâtlarının baskısını kırmışız. Ama nedense 30 Ağustosla gelen zaferin, bizim ileri harekâtımızı tetiklemesi sağlanamamış. Düşmanlarımızın tersyüz olmuş durumlarına rağmen psikolojik harekât hamlelerinin vehmi altında ezilmeye devam etmişiz! Şeyh Said isyanını da Menemen olayını da İngiliz piyonlarına bağlayarak açıklamaktan kendimizi alamamışız

Yedi düvel karşısında kazanılan zaferin, milleti daha büyük hedefler doğrultusunda coşturmak için neden kullanılamadığı araştırmaya değer bir konu olarak duruyor. Hem de Kurtuluş Savaşından kısa bir süre sonra her taşın altında aradığımız İngilizlerin ve onlara ilaveten Fransız ve Rusların başı, Hitler ve Mussolini ile belaya girmiş olmasına rağmen!..

İşin acı tarafı, gayr-i Müslimlerin ağzından düşürmediği Etrak-ı bîidrak sözü kendi elitlerimiz tarafından kendi milletimize reva görülmeye başlanmıştır artık. Nerede hata yapıyoruz? sorusu ise asla sorulmamaktadır. Aksine millet, yenilikleri algılamaktan aciz görülmekte ve mürteci, mandacı, gerici, bölücü kavramları üzerinden kendisine kesilen faturaları ödemek zorunda bırakılmaktadır. (*) Bu yaklaşımın, ülkemizin aleyhinde sürdürülen psikolojik harekâta yaptığı katkı da araştırılmamış konulardan biridir.

***

Birinci Körfez Savaşının ardından yeni bir dönem yaşanıyor. ABD hem Doğu Blokundan boşalan alanlarda hem de Ortadoğu coğrafyasında yeniden yapılandırma faaliyetlerini başlattı. Brzezinskinin dediği gibi gerekirse aynı anda iki veya daha fazla cephede birden savaşarak gücünü gösterme tarzını siyaset olarak benimsedi. Uygulamasını da Irak ve Afganistana girerek yaptı. Tabii ki, psikolojik harekât da bütün unsurlarıyla çalışmaya başladı. Tezkere, çuval ve kırmızı çizgiler gibi olaylarla, gelişmelerin etkisini biz de ülke olarak derinlemesine hissettik.

Aslında 90lı yılların sonuna doğru ABDdeki düşünce kuruluşlarında Türkiyeye dair düşük yoğunluklu savaş senaryolarının tartışıldığı medyada yer almıştı. Aynı yıllarda Türkiyede ise bölücü terörün belinin kırıldığı açıklanarak, irtica tehdidi üzerinde yoğunlaşılıyordu.

Terör örgütünün beli kırıldığı açıklandıktan sonra örgütün etkilediği insanları kazanmaya yönelik tatmin edici çalışmalar yapılmış mıydı?

Bu soruya rahatlıkla evet demek mümkün değil.

Diğer taraftan 28 Şubat kararlarıyla irticaa yönelik bir dizi tedbir alınıp uygulamaya da konuldu.

Peki problem bitti mi?

Maalesef!

Terörün üstesinden gelindiğini söyleyenler şimdi Filistin vakasının benzeriyle karşı karşıya bırakılmak istendiğimizi açıklıyor. Yani daha dün Kıbrısta aynı devlet, aynı vatan ve aynı mukaddesat için omuz omuza çarpıştığımız kardeşlerimizi kanlı örgüt bize karşı ayaklandıracak!

Beli kırılan, elebaşı yakalanan örgüt bunu nasıl başardı?

(!..)

İlginç olan taraf, şimdi dikkatler örgüte değil, halka çekilerek Türk-Kürt kavgası kızıştırılıyor. Halk yapar mı ki, diyorsanız, Yamak Paşanın naklettiği psikolojik harekâtla ilgili şu cümleye bir göz atalım: Onlara ne yapmaları gerektiğini söylemek gerekmez. Nasırın dediği gibi, halk yığınlarını gerekli davranışlara itecek psikolojik şartları oluşturmak yeter.

Bu arada gizlenen gayr-i Müslimlerden kimi bıktığı için, kimi de Ortadoğuya inen kuvveti gördüğünden kimliklerini açıklamaya başladı. Bazıları da gerçekten Müslüman oldu.

Bazı Türkler bu durumu hızla Hıristiyanlaştırıldığımıza yorarak bağırıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sigortası olan Devlet Bahçelinin açıklamasından sonra aklıma bir sürü konu ve düşünce geldi. Notlarımı derledim ve sizlerle bunu gönül gönüle paylaşmak istedim.

Zira, bugün o bazı Türklerin düşman haline gelmiş anasırı, millet-i sadıka yapan ruhun peşinde Ortadoğuyu yeniden Binbir Gece Masallarının Ülkesi yapabilmek için harıl harıl çalışıyor.

Misyonerlerin emperyal amaçlarla yaptığı faaliyetlerin etkisini, objektif olarak araştırmak da gene bana düşüyor

Kalın Sağlıcakla

(*) Kemal Yamak Paşanın babasının 1940 yılında oğlunu askerî okula gönderirken verdiği nasihat milletin vicdanından yükselen sesin tercümanı olarak anılmalıdır. (Gölgede Kalan İzler, Kemal Yamak, Doğan Kitap, s.34)

Başa Dön