Menkıbe Kitapları din büyüklerinin hayat hikâyelerinden kesitler sunan bir nevi biyografi kitaplarıdır .Bu kitapları diğer biyografilerden bizim için daha dikkat edilesi kılansa, onların içeriğindeki olağanüstü olayların gerçekçi bir anlatımla okuyucuya sunulmasıdır.Zâten okuyucunun da o olayların gerçekliğini sorgulama gibi bir derdi yoktur.Bu hikâyeleri okuyan okuyucular daha çok, dine olan bağlılıklarını arttırmak gayesiyle ve aşkıyla bu tür eserleri okurlar.Bu tür eserlerdeki olağan üstü hallere de İslâmi literatürde Keramet dendiğini biliyoruz.
Peki özelde kendi edebiyatımız genelde de dünya edebiyatı için bu gibi kerametlerle dolu hikâyeler ne ifâde eder?Elbette bu tür olayların gerçekten vukua geldiğine inanmak vicdâni bir iştir ve kimse bu olayların gerçekliğine inanmaya zorlanamaz.Ancak insan denen meçhulün gizli ve daha keşfedilmemiş binlerce kâbiliyeti düşünüldüğünde, bu tür kerametlerin gerçekten de yaşanmış olabileceği ihtimal dahilindedir.Bu nedenle bu tür olağan üstü olaylara inanan insanlarımızın bu samimi inançları, Harici zihniyeti dediğimiz İslam dışı bir zihniyetin ruhsuzluğuna, estetikten yoksun basmakalıplığına kurban edilemez.Tabii ki biz işin akaide dönük yönünü açıklamaktan ziyade, bu tür hikâyelerin edebiyatımıza nasıl kaynaklık edebileceği sorgulamasına bir cevap bulmaya çalışacağız.
Bildiğimiz gibi insanoğlu tüm hassalarıyla, tam ve mükemmel bir türdür.Onun cevheri diyebileceğimiz öze müteallik bir özelliğinin eksikliği demek, insan denen varlığın insan dışı bir varlığa dönüşmesi demektir.Bir insan, kulaksız, gözsüz, elsiz ve hatta ayaksız olabilir; o bu özürleriyle yine insandır, hatta çoğu zaman mükemmel bir insandır.Ancak bir insan düşüncesiz, hayalsiz asla olamaz.İşte bu gibi özellikler doğrudan doğruya ruhla alakalı meselelerdir ve cevherden kabul edilirler.Yani bu özellikler insanın özelde de onun ruhunun zâti özellikleridirler ârizi değillerdir.Temelde insan tohumundan sümbüllenmiş toplumların, yine kendi öz çekirdeklerinden (insan şahsiyetinden) miras aldıkları olmazsa olmaz özellikleri vardır.Her toplumda o toplumun hayal ve düşünce gücü olarak niteleyebileceğimiz, destanlar, mitoslar, hatta saçmalıklar bâzen de hurafeler bulunur.Bu hikâyeler çeşitli söylencelerle kuşaktan kuşağa aktarılırlar.Bu aktarılanların bir çoğu gerçek birer olaya da dayanıyor olabilir.Ancak bu hikâyelerin bir ortak özelliği vardır ki bu özellik toplumlar için hava ve su gibi lüzumludur.Bu tür olağanüstü kurgularla ya da anlaşılması güç gerçeklerle yüklü hikâyeler, toplumların hayal midesini tıka basa doyururlar.Eğer bu mide doyurulmazsa insanlar gibi toplumlar da çeşitli sıkıntılarla, bunalımlarla karşı karşıya kalacaklardır.Hayal gücünden yoksun toplumlarda ise gelişme, ilerleme diye bir kavramdan söz etmek mümkün değildir.Elbette bu hayal gücü akıl ve bilim yönetiminde kullanılacaktır.Günümüzün batı uygarlığı kendi ürettiği hayal mahsulü kahramanlarıyla, romanlarıyla ve sinemalarıyla bu açlığını doyurmakta; gelişme için gerekli fantezi gücünü elde etmektedir.Ancak bu durumun yapay bir durum olduğu, bu yapaylığın da yapay bir medeniyet doğurduğu herkesçe malumdur.İleride bu mevzuya da değinmeye çalışacağız.
Menkıbelerde geçen din büyüklerinin hikâyeleri, günümüzde Fantastik Kurgu başlığı altında da açıklayabileceğimiz örnekler.Fakat bu örnekler, gerçeklikle hayalin etle tırnak gibi bitiştiği örnekler olarak günümüz Fantastik Kurgu geleneğinden ayrılıyor.Yani Fantastik Kurgu okuyucusu/izleyicisi okuduğu/izlediği kurgunun gerçek olmadığının, gerçekte vukua gelmediğinin bilincindedir.Ancak bir menkıbe okuyucusu, samimi bir dindar olmaya çalıştığı için ve Fıkh-ul Ekber yazarı Ebu Hanife gibi din büyüklerinin Evliyânın kerâmeti haktır hükmünü vermesine istinaden, Menkıbe kitaplarını farklı bir bakış açısıyla okur.Onun için bu okuma fiili, aynı zamanda bir ibadettir de.İnsanlarımızın büyük bir çoğunluğu da bu kabul ve inanış içindedir.
Menkıbe Kitaplarında geçen, kerametlere, olağan üstülüklere dayanan kıssalar, aslında Fantastik Kurgu edebiyatına kaynaklık edebilecek çok değerli hazinelerdir.Bu tür hikâyeleri görünce de Batının yapay Fantastik dünyasının köklerinin kendisinde değil de aslında Doğuda yani bizde olduğunu anlamak çok kolay oluyor.Bir Süpermen ya da bir Örümcek Adam gibi batının gurur kaynağı, gerçekliği olmayan, hayal ürünü ve yapay kahramanların olağanüstü özellikleri bizim Evliya Menkıbelerimizin gerçek kahramanlarından ilham alınarak oluşturulmuş olabilir.Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi Fantastik Kurgu ürünleri de aynı ilham mazhar olmuşlar gibi gözüküyor.Tabii ki bir farkla..Harry Potter ve benzeri kahramanların sihir olarak tabir ettikleri olağan üstü olaylar, bizim geleneklerimizce reddedilmiş, onlara istidraç denilmiş.Bir de şu gerçeği anlamak gerekiyor.Menkıbelerde geçen kerametler laf olsun diye ortaya konulmamışlardır.O kerametler gösterenleri açısından fazlaca da bir değer ifade etmezler.Ancak izleyiciler için bu olağan üstü olaylar bir tezahürat, bir inkişaf sebebidir.Bu kitaplarda evliyaların gösterdikleri olağan üstülüklerin temel amacı ise Allahın büyüklüğünü insanlara göstermek olarak ortaya konur.Yoksa bu harikulade halleri onların bizatihi amaçları değildir.Üstelik onlar bu gücü bir İrade Sahibinde aldıklarının bilincindedir.Batının Fantastik kahramanının gücü ise tesadüflerle ortaya çıkar.Önemli olan bu olağan üstülüklerin bizatihi kendisidir.Üstelik o kahramanlar, akıl/bilim dışı, tüm soyut ve inançla açıklanabilecek olağan üstü özelliklerine rağmen sekülerdirler. Bu yönüyle bu dünya iki yüzlü bir dünyadır da.Maneviyattan uzak ama maneviyatla açıklanabilecek bir dünya..
Çocuklarımızın, insanlarımızın hayal midelerini doyurmak adına, bizim kaynaklarımızdan çalıntı ama dünyamızın temel felsefesinden uzaklaştırılmış kurgularla oyalanmaya ne zamana kadar devam edeceğiz?Bizim olan Menâkıbnâmeler benzeri Hayal Dünyası hazinelerinden ne zaman istifade etmeye başlayacağız?Ben bu konuda kendime düşeni birkaç roman denemesiyle bir nebze gerçekleştirmeye çalıştığımı sanıyorum.Elbette bu tarza yakın pek çok çalışma da kaleme alınmıştır yazarlarımızca.Ancak bu uzun soluklu bir mücadeledir.Hatta diyebilirim ki Divan Edebiyatı ürünleri de bu bakış açısıyla incelenirse önümüze zengin bir Fantastik dünya çıkacaktır.Şeyh Gâlibin Hüsn ü Aşkı, bunlardan sadece biri.
Bu yazının ardından şöyle bir teklifim olacak Fantastik Kurgu dünyasının mimarlarına.Gelin kaynaklarımıza dönelim.Oradaki engin zenginliği fark edelim.Bizim için tarihimiz, kültürümüz için bir anlam ifade etmeyen terimler, kavramlar, isimler ve hatta hayallerle dolu bir dünya inşâsını artık terk edelim.Bu yapay dünyaya koyduğumuz her tuğla, her kum tanesi Batı Edebiyatının hanesine geçecek, yaptıklarımız Batı tarzı Fantastik Kurgu dünyasını zenginleştirmekten öteye gitmeyecek.Ancak kendi Menkıbe Kurgu edebiyatımızı oluşturursak, o zaman kendi hayal dünyamızı yeniden inşa etmiş olacağız.Elbette her alanda olduğu gibi bu alanda da bütün dünya ile etkileşimlerde bulunacağız ancak temelde bizim geleneklerimiz, bizim öz kültürümüz olacak.
Biz, bu büyük ve geniş temele küçük bir kum tanesi taşıdık.Şimdi sizin harçlarınızı, demirlerinizi, tuğlalarınızı bekliyoruz.Menkıbe-Kurgu Dünyası inşaatımız tüm dünyaya hayırlı olsun..