dünyanın bütün yükü üzerindeymişçesine yorgun perdeleri araladı. sanki taşıması zorunluymuş gibi o yükü götürüp nereye atsın kimlere versin düşünemiyordu bile... perdelerin arasından biraz ay kırıntısı, bolca karanlık ve biraz da ağır çekim bir şehir çarptı yüzüne... bu çarpmanın etkisiyle yanan gözlerini güçlükle, yorgun, yumarak serinletmeye çalıştı, göz pınarlarının derinleklerinde gizlenen, yeniden şekillenmiş bir gözyaşında. sendeleyerek düşünmeye başladı o muazzam yükün altında. çıplak ayaklarla, heybesi boş; hava kadar hafif, gezindiği herhangi bir sabah ayazını düşündü. ve ardından aynı sabahın, dünyanın bütün yükünü omuzlayıp altında titreyerek yürüdüğü; yıldızı az, bulutu çok, ışığı paramparça olmuş aylı gecesini geçirdi aklından...
gün, azar azar sindiriyordu ağırlığını saniyelere. gündüz ile gece arasında meydana gelebilecek herhangi bir şey eksiltiyordu onu hayattan....
saniyelerin toplam yorgunluğuyla bıraktı kendini yatağa. yığınla şey geçti gözlerinin önünden, sayısız cümleler çınladı kulaklarında. uykusuzluğun derin sarhoşluğunda boğuldu bir süre. üzerindeki o yükü kimselere yıkamadan, bir yerlere atamadan, yorgun, parçaları dağıldı uykuda. yüzünde, perdelerin arasından sızan ağır çekim şehir görüntüsüyle...
Yorgun
sadece yorgun...