Çocukluğuma ait anımsadıklarım içinde yayla zamanları var birde!..Her yıl mayıs başlarında köyümüz boşalırdı bu yüzden.Yürüyerek altı saat süren uzaklıkta bulunan yaylaya göçerdi köy halkı.Kedimiz,köpeğimiz,ineğimiz,tavuğumuz,hindimiz,mandamız..her şeyimizle yani.Köy çevresinde otlakların az olması mı,ekinler daha rahat büyüsün diye mi,yoksa göç etme içgüdüsü mü neden oluyordu bu yolculuğa bilmiyorum.
Yine köyden yaylaya doğru yol aldığımız bir mayıs ayıydı.Öküz arabasının ön ve arka kısmına kullanılacak eşyalar yerleştirilmiş,orta bölümü boş bırakılmıştı.Bu kısımda evin küçük çocukları ve kedisi yolculuk yapardı.Tekir adındaki kedimizi kucağımıza verip bindirdiler arabaya.En büyük ablam,babam,annem yürüyecek;ben,benim bir büyüğüm ve bir küçüğüm, bize ayrılan yerde yapacaktık yolculuğu.Tabii Tekir de..Beyaz üstüne siyah lekeleri olan,oldukça kocaman bir kediydi Tekir.Yavru doğurmadığına göre erkekti sanırım.Hiç ayrılmazdı bizden.Her gece yatağımıza girer,koynumuzda uyurdu.Onunla yatağımızı,
evimizi,hatta oyunlarımızı paylaşmak çok doğal gelirdi bize...Ne tüylerinin ciğerlerimizde yapacağı hasardan,ne de pisliğinin kanımızdaki mikrobik etkisinden yoktu haberimiz.Onu seviyorduk kısacası.Hem üşüdüğümüz gecelerde ısıtıyordu bizi Tekir...Bize neydi zararlarından...
Birkaç komşu arabası ile çıkıldı yolculuğa yatsı namazından sonra.Gecenin karanlığında ağır ağır yol almaya başladık.Arabanın sarsıntısı salıncak,gece kuşlarının sesi ninni gibi gelmişti;sarılıp uyuduk,Uyandığımda yaylada olacaktım.İçim sevinçle doluyordu bunu düşününce.Ama uyandığımda hala gelmemiştik yaylaya...
Araba bir yokuşu tırmanıyor,iyice yavaş gidiyordu.Üzerimizdeki örtüyü aralayıp,dışarıya baktım.Babam öküzlerin önünde yürüyor,onları yularlarından çekiyordu.Ablam arabanın okunda oturmuştu ve öküzlere öğrendenin ucu ile dokunuyor,sözde yürümelerini hızlandırıyordu.Babam ikide bir “kızım!..uyuma sakın,düşersin”diyordu ablama..Annem ise öteki hayvanları yürütmeye çalışıyordu arabanın hemen arkasından..Tavuk ve civcivler delikli kafeslerinde uykuya dalmıştı çoktan.’Abla!..Daha gelmedik mi?diye seslendim.”Hayır!..dedi,az kaldı.”Demek az kalmıştı ha!..Demek şafakla beraber kavuşacaktık yaylamıza...
Başımı yastığa koyup,yolun bitmesini bekledim.
Kulağıma gelen çok hoş bir sesi dinledim durdum.Öylesine güzeldi ki o ses!...Yeniden duyabilmek için neler vermezdim ki!...Bir bülbülün,bir puhu kuşunun,bir yarasanın ;belki de bir cırcırböceğinin sesiydi,kim bilir!..Neyin sesi olursa olsun;ben,çoktan koymuştum adını:ŞAFAK YIRTAN!...
(Devam edecek)