Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
“…Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır. “-HZ. MUHAMMED- “…Her halde dünyada bir hak vardır. Ve hak kuvvetin üstündedir. ( 1919 )”-M.Kemal Atatürk- Video Linki: http://edebiyatgalerisi.net/edebiyat/turk-edebiyati/elestiri/ee-bal-tutan-parmak-yalarmis.html Yukarıdaki izlediğim video ile bir sene önceki izlediğim video arasındaki farkı sizler de izleyince fark edeceksiniz. Ülkemde yeni gelişen olumsuzluklar karşısında şaşırmamak için olağan üstü sabırlı ve sakin olmaya çalışıyorum. Bizler madalyonun görünen yüzüne bakıp yorum yazıyor, önyargılarımızı hemen eleştiri namlusuna sürüyor, çekinmeden ateş ediyoruz.Acaba gerçek görüntü nasıl?Madaolyanın diğer yüzünde hangi görüntü var? Bizler bu soruların yanıtını bilmeden veryansın edip, boş boş yorumlar yapmaktayız. Ülkemde gelişen son askeri-siyasi-ekonomik spekülasyonlar; ülkem insanını, özellikle Atatürkçü çağdaş düşünen demokrasi savunucularını, oldukça incitmiş, acıtmış, üzmüş ve tedirgin etmiştir.Her insan, sanki “şöyle şöyle olmuş, haberin var mı?” gibilerinden adeta birer felaket tellalı rolünü üstlenmiş durumda. Buna asıl etken de görsel yayınların, özellikle de basın sebep olmuştur.Her birimiz artık septik düşünür olduk. Ve halkımız da sonunda doğal olarak “paranoya” illetine tutulmuştur. Bu yaşananlar,Türk Halkının güven duygularını da zedelemiş olduğu giğbi, artık kime güveneceğini de şaşırmıştır. “Denizfeneri, Silivri, Hasdal, Balyoz, vb” darbelerle de sivil halk ve askeri irade, neyin doğru/yanlış sorgusunu da beraberinde getirmiş olup, yediden-yetmişe insanımıza “duygu depremleri” yaşatmıştır. Sonrasında da artçı şoklar süregelmiş, ciddi anlamda “korku kültürü” ekilmesine neden olmuştur. Sonuçta da suskun ve tepkisiz bir halk olup çıkmışız, işte… Bir sene önce bir video izlemiştim. Gurur duymuştum. Çünkü, yaşadığım doğa harikası, yeşil ve mavinin buluştuğu Edremit Körfezinde de Yaşar Büyükerşen’in imzasını görünce çok sevinmiştim. Eskişehir neree, Akçay-Zeytinli nereydi.. Nere de mi? Edremit-Zeytinli Belediyesinin bahçesinde Atatürk Büstü dikilmişti. Her denize veya sahile yürüyen insan o heykelin altındaki imzayı okur.Diken kişi Eskişehir Belediye Başkanıdır. Ne güzel, değil mi? Bu çağdaş ve demokratik bir Türkiye için sivil ve resmi kitleleri bir araya getirmeye çalışan insan, Eskişehir’i yenilemiş, modern bir Paris havası estirmişti. İzleyince videoyu, hem gurur duymuş, hemde başkanımızı eleştirenlere tepkimiz öfkeyle vermiştik. Tabi biz yazarlar da hemen kalem kuşanmıştık. “Vay efendim o insanlar ne nankörmüş, vb” diye. Ama işin aslını inanın öğrenince de “Vay beee, bal tutan parmak yalarmış, demek” diye söylenmeden edemiyor insan. Ee, bir solcu başkan da “hep bana rabbena” derse, sağcı başkanlarımız da “ne var canım, alt tarafı oğluma gemicik aldım” demez mi? Aziz Nesin’in “Uşakların Hikayesi” adlı bir hikayesi vardı. Rahmetli yaşarken sanki bugünleri görmüş gibi yazmış. Sizden bu hikayeyi sabırla okumanızı rica edeceğim: “… Bir varmış bir yokmuş. Memleketin birinde çok zengin olduğu kadar da cimri bir karı koca varmış. Saray kadar geniş bir evde, kendileri gibi cimri bir uşaklarından başka kimseleri yokmuş. Uşak, su katılmamış halis bir uşak olduğu için, efendisi ve hamım ne buyurursa, onun doğru mu, yanlış mı olduğunu düşünmeden yaparmış. Günlerden bigün efendisi uşağına, – Git pazardan bir tas bal al!.. demiş. Yüzde yüz halis, hilesiz uşak yerlere kadar eğilmiş: – Başüstüne efendim. Hemen pazara koşmuş. Zengin efendisini kazandırmak için, yoksul balcılara kazık atmanın yollarını aramış. Çekişe çekişe pazarlık etmiş. Sonunda o gün hiç satış yapamamış ihtiyar bir balcıdan, görülmemiş ucuzlukta bal alıp kocaman tası doldurmuş. İhtiyar balcı, o gün eline bikaç kuruş geçirebilmek için, uşağa balı, sermayesinden daha ucuza vermek zorunda kalmış. Uşak, su katılmamış, halis bir uşak olduğundan zengin efendisini kazandırıp yoksul balcıyı kazıkladığından sevinç içinde yolda giderken, üstü başı, yırtık zavallı bir kadın, – Elindeki tastan, ne olur bana bir tadımlık bal versene… çocuğum hasta, hekimler bir kaşık bal yemezse öleceğini söylediler… diye yalvarmaya başlamış, Hilesiz, hurdasız uşak, zavallı yoksul kadınla, – Pırt, pırt!… diye alay etmiş, dilini çıkarmış. Hasta yavrusunun acısıyla yüreği yanan zavallı kadın şöyle demiş: – Bütün efendiler, kendilerinden daha büyük efendilerinin uşaklarıdır. O tastaki baldan yiyen bütün uşaklar, dilerim, senin gibi pırtlasın… Uşak, kahkahalarla gülerek yine, – Pırt, pırt!… diye kadınla alay etmiş. Eve gelince uşak, efendilerinden önce tadına bakmak için tastan bir parmak bal alıp yemiş. Sonra sofrada bekleyen efendisi ile hanımımn önüne bal tasım koymuş. Hanım sormuş: – Pahalı almadın ya balı? Katıksız uşak cevap vermiş: – Hayır pırt… Pahalı pırt, almadım pırt… Çok pırt, ucuza pırt, aldım pırt… Efendisi pırtlayan uşağına şaşmış, – Ne oldu sana? demiş, neden böyle pırtlayıp duruyorsun? Uşak da, demiş ki: – Ben pırt, baldan pırt, aldıktan pırt, sonra pırt, böyle pırt oldum pırt… Hanım, tastaki baldan bir parmak almış sonra, – Nesi var pırt, bu balın pırt, pekala bal pırt… demiş. Efendi kızmış, – Ne oluyor size, pırtlayıp duruyorsunuz?… diye bağırmış. O da baldan bir parmak alınca, – Balın pırt, nesi var pırt, pekala pırt, bal işte pırt… demiş. Efendi, hanım, uşak her kelimenin sonunda pırtlamadan konuşamaz olmuşlar. – Haydi pırt, bunu pırt, belediye pırt, reisine pırt, götürelim pırt… Balı aldıkları gibi belediye reisine gidip, pırtlaya pırtlaya başlarına geleni anlatmışlar. Belediye Reisi, – Allah Allah!… diye şaşmış, o da baldan bir parmak almış, – Bu balın pırt, nesi var pırt, pekala pırt, bal işte pırt… demiş. Sonra hep birden, – Haydi pırt, bir kere de pırt, kadıya pırt, gidelim pırt… demişler. Kadıya gidip başlarına geleni anlatmışlar. Kadı, lahavle çekmiş, bir parmak da o ağzına alınca, – Allah Allah pırt, bu nasıl pırt, iş pırt?… Basbayağı pırt, bal işte pırt… Bu balı pırt, vali pırt, paşaya pırt, götürelim pırt… demiş. Vali Paşa, karşısında pırtlayıp duran bir sürü insan görünce şaşırmış. O da baldan bir parmak alıp denemiş. – Pekala pırt, güzel, pırt, bal pırt… İş gittikçe büyümüş, Şeyhülislam, Kazasker, bütün vezirler hepsi baldan birer parmak ağızlarına alınca pırtlamaya başlamışlar. Sonunda sadrazama gidip başvurmuşlar: – Şu balın pırt, esrarını pırt, çözünüz pırt… Sadrazam da baldan bir lokma alıp o da pırtlayınca, efendilerin en büyüğü Padişaha gitmiş: – Aman pırt, padişahımız pırt, efendimiz pırt, şu baldan pırt, lütfen pırt, bir parmak pırt, alınız pırt. Padişah büyük bir hayret içinde, insanları pırtlatan baldan bir parmak almış ve her kelimesinde o da pırtlamaya başlamış: – Bu balın pırt, nesi var, pırt, pekala pırt, bal işte pırt… Balın esrarını çözmek için tahkikata girişmişler. Sonunda gide gide işin ucu, hilesiz hurdasız, halis uşağa kadar gitmiş. Su katılmamış uşak, pırtlayarak başından geçenleri anlatınca, araya araya beddua eden yoksul kadını bulmuşlar. Padişahın huzuruna getirmişler. Padişah: – Ey pırt, hatun pırt, bizi pırt, bu dertten pırt, kurtar pırt, sana pırt, emir pırt ediyorum pırt!… demiş. Kadın da padişaha şöyle demiş: – Kendini efendi sanan, ezilene efendilik, ezene uşaklık eden, balsızlara bal vermeyip, balı yalnız kendileri yiyen uşakların uşakları pırtlamadan laf edemesinler. Bakmışlar ki, çocuğunu ölümden kurtarmak için hasta kadına bir parmak bal vermekten başka çare yok. Bunu iyice anlamışlar. Anlamışlar ama, acaba o bir tadımlık balı vermişler mi? Hayır. Şöyle demişler: – Bal tutan pırt, parmağını pırt, yalar pırt… Öbürleri pırt, avucunu pırt, yalar pırt… Ağzımızın pırt, tadı pırt, bozulmaktansa pırt, böyle pırt, pırtlayalım pırt, daha iyi pırt… O gün bugün, insanların bir kısmı pırtlar durur. İnanmazsanız nutukları dinleyin. Her kelime arasındaki öksürük, aksırık, tıksırık, eski zamandaki pırtlamanın bugünkü modern şeklidir.”-Aziz Nesin- Ee, demek eskiler çok doğru söylemiş. Kim gelirse gelsin başa, devletin hazinesine daldırıyor koca kepçeyi ve ma-ailesine dağıtıyor serveti. Lütfen, kimse şimdiki AK PARTİ yok efendim PAK PARTİ imiş- miş- miş miş, efendim “falanca Siyasi Parti yedi-yandaşlarına yedirdi, halkı köle etti, Amerikan Uşağı oldu, vs’lerle” halka gazel okumasınlar. Demek ki sol parti de olsun, sağ parti de olsun, başa geçince Hz. Ömer’in adaletini uygulamıyor. Hazinenin anahtarını elinde tutan BAŞKAN, hazineye ulaşıyor, gözleri kamaşınca da tümüne sahip olmak istiyor. Ee, demek ki, “Bal tutan parmak yalarmış.” Aklıma gelen bir başka atasözle yazımı öfke biçerek nokta koyacağım: Yiyin efendiler yiyin, devletin malı deniz yemeyen domuzmuş… Sevgi ve aydınlık dolsun yüreklerinize… Emine PİŞİREN/Edremit 27.07.2011 BİR SENE ÖNCEKİ VİDEO VE ÖVGÜ YAZIMIN LİNKİ: http://edebiyatgalerisi.net/edebiyat/turk-edebiyati/deneme/hisleriniz-ve-dusunceleriniz/ne-geregi-vardi-denir-mi-ya.html
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |