Bir Peri Masalı

bir masal denemesi

yazı resimYZ

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, ve saman içindeyken kalburun... ebedi ve ezeli zaman kılığına girmişken şeytan, işlerken günah üstüne günah, ve günah üstüne günah işletirken tanrının zavallı akıllı insan adındaki yaratığına... işte o zamanın her hangi küçük bir kesitinde bir peri kızı yaşarmış. Ucu bucağı ve derinliği belli olmayan bir gölün ortasında evrenin bilinmez bir köşesinden dünyaya inmiş garip bir taştan yapılmış kule. O kadar parlakmış ki, toplarmış gün boyunca gelen tüm gün ışığını ve gece o gölü ışığın renkleriyle boyarmış. Pırıl pırıl olurmuş o kocaman gölün her yeri. Ve sihirliymiş kule. Camları ve kapıları yokmuş; sadece o peri kızının iradesiyle var olur ve yok olurmuş. Görmesini bilenler kulenin içini görürmüş. Fakat kuleyi ve kulenin içini görmek kimseye nasip olmamış. Çünkü gölü açmak imkansızmış. Hem derinmiş göl, hemde genişmiş. Hem de büyülü güçler ve korkunç muhafızlar tarafından korunurmuş göl. Ne o gölde yüzmek, ne de balık tutmak mümkünmüş. Ancak izlemekle yetinirmiş o çevrede yaşayan insanlar. Işıldayan göl dermiş insanlar o göle. Çünkü her gece aydan daha parlak olurmuş. Gölün üç yanı bitimsiz ormanlarla kaplıymuş. Öyle heybetliymiş ki ormanlardaki ağaçlar, en küçüğünün ucu bile bulutlara dokunurmuş.

Çok güzelmiş peri kızı. Görenin gözlerini kör edecek kadar güzelmiş. Up uzun saçları varmış. O kadar uzunmuş ki saçları, saçlarını saldığında kanatlarını örtüp saklarmış. Saçları simsiyahmış. Gece gibi siyah, ancak elmas gibi ışıl ışılmış. Saçlarının telleri kalınmış. Kaşları yay, kirpikleri ok. Nokta burun, mim dudakmış. Yüzü pürüzsüz ve ışıl ışılmış. Her iki Elmacık kemiğinin hemen altında birer gamze oluşurmuş güldüğünde. Rivayet odur ki, o gamzeye bakan gecenin gizemine, evrenin derinliklerine karışırmış. Aklı olmadık diyarlara gidermiş de bir daha gelmezmiş geri. Uzun boylu denecek kadar uzunmuş. Elleri ince, parmakları uzunmuş. Kendini bildi bileli yapa yalnız yaşarmış okocaman kulede. Ne kendisi gölün sınırlarını aşmak istemiş ne de dışarıdaki fanilerden brii aşmayı denemiş gölün sınırlarını.

Rivayet edilir ki, belzar adında bir cin varmış zamanın çarklarına sıkışmış minik bir zamanda yaşayıp sevdiği için can vermiş. İfrit ordularında üst düzey bir subaymış Belzar. İyiliği hiç yokmuş, kötülüğü çokmuş. Genç bakirelerin korkulu düşüymüş belzar. Gece düşlerine girer, gündüz olmadık yerlerde karşılarına olmadık kılıklarda çıkarmış. Ya korkudan akıllarını yitirirmiş genç bakireler. Ya da oracıkta ifal edilirmiş belzar tarafından. Gücü çokmuş belzarın. İfrit orduları komutanı mûra’ya yakınmış gücü. Nefesi ölüm, dokunuşu zulümmüş. Bir kusurcuğu varmış belzarın. İnsan dişilerine fazla meyledermiş. Hani demiştik ya, korkulu rüyasıymış bakirelerin.

Günlerden bir günmüş. Belzar kanatlarını sonuna kadar açıp akbaba donunda göklerde uçarken bir çoban kız görmüş. Görür görmez de vurulmuş. Hemen inmemiş gökyüzünden ürkütmemek için o güzel kızı. Gök yüzünde dönmüş, dönmüş, dönmüş. Uzun uzun izlemiş kızı. Nihayet yanına inmeye karar vermiş. Ormana doğru uçup ağaçların arasına inmiş. Yakışıklı ve genç bir delikanlıya dönüştürmüş kendini. Dudaklarında hoş bir melodi ıslığıyla çıkıp yürümüş kızın yanına doğru. Ve yüzünü hoş bir büyüyle kaplamış görenin görür görmez aşık olacağı bir etkisi varmış. Ve nihayet kızla göz göze gelmişler. Ve kız oracıkta kara sevdaya tutulmuş büyünün etkisiyle.

Başa Dön