"Bilmezlik ile ne hoştum; hayalimde ne güzellik, ne de aşk vardı." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Din insana ait bir özelliktir. Kişiye özeldir. Devletin din karşısında tarafsız ve nötr olması, kişiler arasında gerçek inanç özgürlüğünü sağlar. O zaman herkes hiçbir baskı altında kalmaksızın istediği şeye inanma, ya da inanmama özgürlüğüne sahip olur. Evet, hiçbir şeye inanmamak da bir özgürlüktür. Laiklik ilkesine göre yönetilen bir devlette bu durum sorun yaratmaz. Çünkü önemli olan kişinin inancı değil, devlet ve ülke yararına çalışıp çalışmadığıdır. Ama dini devlet işine karıştıran, ya da dahası, dini esas alan bir devlet için bir kişinin yalnız inançsız olması değil, başka dinden olması da çok önemli bir eksik sayılır. O kişiler doğru dinden olan kişiler karşısında ikinci sınıf vatandaş muamelesi görürler. Osmanlı Devletinin temeli din olduğu için vatandaşlar –eski dilde Osmanlı tebaası – Müslim ve Gayrı Müslim olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Gayrı Müslimlerden iki kat fazla vergi alınmıştır. Din kişisel bir özellik olduğu için, devlet söz konusu olduğu zaman, her kişisel özellikte olduğu gibi kişilerin dinsel eğilimleri de önemsiz olmalıdır. Örneğin bir yargıç bir sanığın yargılandığı bir davada kişisel bir eğilim sahibi olabilir ve onun gerçekten katil olduğunu düşünebilir. Üstelik yargıç öldürülen kişiye herhangi bir şekilde sempati duyuyor olabilir. Bunlar onun duygularıdır. Ancak kararını verirken sanık hakkında elde edilen delilleri, ilgili yasaları göz önüne almak zorundadır. Duygular da din gibi, kişiseldir. Adil bir yargıç, baktığı davalara duygularını karıştırmamalıdır. Türkiye, Müslümanların, Müslümanlar içinde de Sünnilerin çoğunlukta olduğu bir ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, anayasasında açıkça belirtilmiş olmasına karşın gerçek anlamda laik bir devlet değildir. Bu yargıya varmak için uygulamaya bakmamız gerekiyor. Bir devlet kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı vardır. Bu kurumun yönetimi Müslüman-Sünnilerin elindedir. Bu kurumun 6 bakanlığın toplam bütçesinden daha büyük bir bütçesi vardır ve devlet tarafından, yani halktan toplanan vergilerle karşılanmaktadır. Ancak Türkiye halkının tamamı Müslüman ve Sünni değildir. Yani Türkiye’de devletin dinlere karşı nötr olma özelliği yalnız bu nedenle bile geçerli değildir. Bu düşünceye karşılık olarak şöyle bir savunma yapılmaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti din temelli olan Osmanlı Devletinden gelmektedir. O nedenle dini, devlet eliyle kontrol altında tutmak zorundadır. Diyanet İşleri bu yüzden vardır.” Bu savunma, kurum içinde yalnızca Müslüman Sünnilerin olması nedeni ile geçerli değildir. Amaç kontrol etmek ise her din ve mezhepten grup olmalı idi. Bir süre öncesine kadar okullarda, Müslüman olmayan öğrenciler bile din derslerine girmeye mecbur tutuluyordu. Ondan inanmadığı bir dinin gereklerini öğrenmesi isteniyordu. Kendinizi o kişilerin yerine koyun. Diyelim ki çocuğunuz Hollanda’da doğmuş ve Hıristiyanlığı öğrenmek zorunda tutuluyor. Ne düşünürdünüz? Buna karşılık, Türkiye şeriat yasaları ile yönetilmemektedir. Yani en uç örneklerle açıklayacak olursam, hırsızlık yapanın kolu kesilmez. Zina yapan kadın taşlanarak öldürülmez. Cinayet işleyen kişinin başı kesilmez. (kişisel görüşüm, ömür boyu hapis cezası, idam cezasından daha ağır bir cezadır; ancak bu ayrı bir konu) Kölelik yoktur. Devlet köleliği, normal karşılamaz. Böyle eğilimleri olanlara hoşgörü ile bakmaz. Türkiye’de bunların hepsi geçmişte kalmıştır ve bir daha yaşanmayacaktır. Ancak yasalarda olmasa bile çok kadınla evlilik vardır. Yasalara rağmen ilgili kurumlar imam nikahlı çok eşliliğe göz yummaktadırlar. Türkiye halkı, laiklik ilkesini tam olarak özümsememiştir. Laiklik halk arasında, bazı kesimlerde dinsizlik olarak görülmektedir. Millet Meclisinde neden türban takılmaması gerektiğini tam olarak anlamamıştır. Bir araştırmaya göre Türkiye halkının %75i şeriatı istememekte, ancak %67si türbanın – devlet kurumlarında da – serbest bırakılmasını istemektedir. Yasalar öyle söylemese de, zina yapan bir kadın, ailesi tarafından ölüm cezasına çarptırılabilmektedir. Bazı boş inançlar (bunların bir kısmı Müslümanlık ve Hıristiyanlık öncesi dinlere dayanır) din adına uygulanmaktadır. Bazı kesimler laikliğin tümüyle kaldırılmasını istemektedirler. Sonuç olarak Türkiye’de Laiklik ilkesi ne tam olarak uygulanmaktadır, ne de tümüyle olmadığı söylenebilir. Türkiye, ikisinin ortasında bir yerde bulunmaktadır (Hiçbir şey tam olarak siyah ya da tam olarak beyaz değildir). Devlet yönetiminde eğilim laiklikten yana olmakla birlikte var olan durum laiklik ile din kuralları arasında gerginliğe yol açmaktadır. Bu gerginlik kadınların türban takma, takmama tartışması ile somutlaşmıştır. Bu konuyu biraz açmak istiyorum. Dinin gereklerine göre giyinmek kişisel bir karardır. İnsanlar kendilerini bir parçası olarak gördükleri dinin gerektirdiği gibi giyinmeyi istemekte haklıdırlar ve özgür olmalıdırlar. Ancak bir devlet kurumunda mensup oldukları dinin özelliklerini gösteren kıyafetleri giymemeleri, işaretleri takmamaları gerekir. Memurların, öğrencilerin bir kısmı türbanlı, bir kısmı cüppeli ve bir kısmının saçı açık, takım elbiseli olursa, herkes kişiler hakkında, önce giysilerine bakarak yargılama yapmaya başlar. Daha sonra da bu özelliklerine göre ayırıma başlar. Örneğin türban takan daha çabuk terfi eder. Başı açık olanın terfisi –nedense- bir türlü gerçekleşmez. İleride bu eğilim artarsa kişiler istemedikleri halde başlarını örtmek veya cüppe giymek zorunda kalabilirler. Bunların içinde o dine mensup olmayan kişiler de olabilir. Çünkü Türkiye’deki herkes Müslüman değildir. Bunun gibi, örneğin Hıristiyan olan bir kişi, devlet dairesindeki işine geldiğinde dininin özelliklerini gösteren işaretleri taşımaması gerekir. Gerçekten laik olan bir ülkede, bu işler kişiler arasında ayırım yapmayacak biçimde, yönetmeliklerin öngördüğü gibi yürütülmelidir. Bilindiği gibi devlet dairelerinde 8 saat mesai vardır. Okullarda da bütün gün ders yapılır. Bu süre içinde namaz saatleri bulunur. Yılda bir ay oruç tutulur. Oruç açma saati mesai saatine, ya da derse denk gelebilir. Ayrıca oruç tutanlar aç oldukları için günlük çalışma verimleri düşer, beyne fazla oksijen gitmediği için okuduklarını, dinlediklerini anlamayabilirler. Gerçek laik bir ülkede çalışanlara, öğrencilere bu nedenle hoşgörü gösterilmez. Yani orucunu açacak diye işyerini, okulunu erken terk edemez. Abdest almaya, namaz kılmaya gidemez. Mesai ve ders saatleri bunlara göre ayarlanmaz. Ancak Türkiye’de bunlar yapılmaktadır. Suudi Arabistan’da namaz saatleri geldiğinde yalnız devlet daireleri değil, işyerleri de kapatılmak zorundadır. Kapatılmazsa din polisleri işyeri sahibini tutuklarlar (Namaz saatinde sokakta dolaşmak bile yasaktır). Ancak birçok kere din polislerinin kendilerinin yasayı çiğnedikleri tarafımdan görülmüştür. Ramazan ayında mesai sabah saat 11’de biter. Ondan sonra herkes evlerine çekilip akşama kadar uyur. Yani yıl 12 ay değil 11 ay yaşanır. Bu da 1 aylık iş kaybı demektir. Laik bir ülke bu iş kaybına razı olmaz. Sahura kalkıp uyumaları gereken bir saatte uyanık olmak da verim kaybının bir başka nedenidir. Uyku konusuna birazdan değineceğim. Ülkemizde oruç tutmak yasal olarak zorunlu olmadığı halde oruç tutmadığı için dayak yiyenler, hatta öldürülenler olmuştur. Cami mahyalarında ‘Oruca Saygı’ yazıları görülmüştür. Bunun anlamı “oruç tutmuyorsanız bile dışarıda yemek yemeyin, herkes oruç tutuyormuş gibi görünsün”dür. Halbuki tansiyonu çabuk düşenler, midesinden rahatsız olanlar oruç tutamaz. Söylendiği gibi dinde zorlama olmadığı halde uygulama söylendiği gibi olmamaktadır. Yine Müslüman olmayanlar ve farklı mezheplerden olanlar da vardır. Laik bir ülkede, laikliği benimsemiş bir toplumda, oruç tutmak veya tutmamak sorun olmaz. Tersini de düşünelim. Gerçek laik bir devlet oruç tutanları baskı altına almaz. Oruç tutanların sayısını azaltmaya çalışmaz. Çünkü isteyen istediği gibi ibadetini yapmakta özgürdür. Laiklik ile din gelenekleri arasındaki en önemli sorunlardan biri de haftalık tatil günü sorunudur. Arap ülkelerinde tatil günü Cuma günüdür. Oysa ülkemizde Pazar günüdür. Ülkemizdeki dindar kesim bu duruma itiraz ediyor görünmekle birlikte, aslında bu durumdan çok hoşnut olmalıdır. Çünkü herkes iki gün tatil yaparken, onlar Cuma namazına gittikleri için, haftada en az iki buçuk gün tatil yapmaktadırlar. Fakat bu durum Türkiye’de iş kaybına neden olmaktadır. Yine aynı maaşı aldıkları halde bazı kişiler çok çalışmakta, bazı kişiler az çalışmaktadırlar. Yahudiler Cumartesi, Hıristiyanlar Pazar günü çalışmaz ve ibadetlerini yaparlar. Tatil günü dine göre belirlenmeyebilir; ancak açıkça görünmektedir ki, ülkemizde haftalık tatil günü Cuma olursa iş verimi artacaktır. Daha doğrusu normale yaklaşacaktır. Dünyada birçok ülkede çoğunluğun işgünü ve ibadet günü aynıdır. Belki yalnız Türkiye’de, - iki arada bir derede kaldığı için – farklıdır. İş verimin düşüren en önemli şeylerden biri de her sabah hoparlörle okunan ezanıdır. Elektriğin olmadığı zamanlarda insanlar hava kararınca uyur, güneşle birlikte uyanırlardı. Sabah namazını işlerine gitmeden hemen önce kılarlardı. Ancak elektriğin keşfinden sonra bu düzen iki kere bozuldu. Birincisi, insanlar – öncekine göre – geç saatlere kadar uyanık kalabilmeye başladılar. İkincisi ezan elektrik gücü ve hoparlör ile okunmaya başladı. Mesai ya da okul saat dokuzda başlasa, bunun için bir saat erken, yani sekizde kalkılsa, güneşin doğuşu olan saati beşte yani gerektiğinden üç saat önce – kişi namaz kılsın veya kılmasın – uyanıp yeniden uyumak günün verimini oldukça düşürecektir. Yapılan araştırmalara göre uyku gece içinde düzgün bir çizgi izlememekte, belli aralıklara ağırlaşmakta, yoğunlaşmakta ve hafiflemektedir. İnsanın ertesi gün uykusunu almış ve zinde bir kişi olarak uyanabilmesi için derin uyku periyotlarını tam olarak uyuması gerekir. Bu gerçekleşmezse gün iyi ve verimli geçmez. Zihin iyi çalışmaz, sinirler gergin olur. Demek ezan okunan ülkelerde insanlar sürekli olarak bu etki altındadırlar (Ayrıca bazı kişiler günümüz şartlarında gece yarısı okunan ezan sesine karşı bağışıklık kazandıkları için hiç uyanmamaktadırlar. Yani dinin gereği yerine gelmemektedir). Sürekli uykusuzluk durumu aynı zamanda insan yaşamının kısalmasına da neden olur. Aslında bu sorunun çözümü vardır. Kuzey ülkelerinde namaz saatlerini güneşe göre ayarlamak olanaksız olduğu için (kutuplarda 6 ay gündüz 6 ay gece vardır, ekvatordan kutuplara gidildikçe gece-gündüz arasındaki süre farkı artar), ancak belli saatlere göre düzenlenebilir. Bu da günlük yaşama saatlerine uyabilir. İyi niyetle düşünülürse, yukarıda saydığım sakıncalı durumları ortadan kaldırmak üzere aynı şey ülkemizde de yapılabilir. Halbuki, gelenekleri bozmamak düşüncesi ile şimdiki durum sürdürülmektedir. Laik bir ülke böyle şeylere hiçbir şekilde razı olmaz. Türban konusunun bir oyun olduğu, o alet edilerek dinin istismar edildiği söyleniyor. Birçok kişi de öne dini nedenler sürerek türbana karşı çıkmaya çalışıyorlar. Kanımca böyle değildir. Türban dinin bir parçasıdır. Uygar kuralların değil, dini kuralların geçerli olmasını isteyenler her yolu, bu arada türbanı da kullanarak laiklik yanlıları ile savaşırlar. Devlet kurumlarına (buna Türkiye Büyük Millet Meclisi de dahildir) türbanla girmek dini nedenlerle değil laiklik ilkesi nedeniyle, insanlar arasında ayırıma yol açması nedeniyle yanlıştır. Din içinde türbanın yeri var mıdır? O bu yazının konusu değildir. 31.Ekim.2002
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |