Herkes aynı notayı söylediğinde uyum elde edilmiş olunmuyor. -Doug Floyd |
|
||||||||||
|
HAKAN YOZCU Deselerdi ki “Artist olacaksın”, “Bir filmde oynayacaksın” güler geçerdim. “Artist olmak kim biz kim?” derdim. Ama Kaderde bunu yaşamak da varmış. Deyim yerinde ise artist olmak da varmış. Salı gecesi evimde oturuyorum. Telefonum çalıyor. Numarayı bilmiyorum. Ama arayan kişiyi son derece iyi tanıyorum. Telefondaki ses Harun’dan başkası değil. Harun Korkmaz, Kuzey Kıbrıs’ta çekimine başlanan “Kod Adı Venüs” adlı filmin koordinatörlerinden biri. Filmin cast’ından sorumlu kişi. “Hocam, filmde bir çocuğa ihtiyacımız var. Senin çocuk deneyimli. Onu düşünüyoruz. Okey dersen yarın saat ikide sete gel. Bu arada size de ihtiyacımız olacak. Küçük bir rol. Evet derseniz sizi düşünüyoruz. Yardımcı olursanız, memnun olurum” Çocuk tamam da ben nasıl olurum bilemiyorum. İzin almam gerekli. İzin almadan cevap veremem. Ertesi gün izni de alıyorum. Kızım öğleye doğru Lefkoşa’ya geliyor. Birlikte Taşkent Köyü’nde kurulan sete gidiyoruz. Taşkent, Beşparmak Dağları’nın tepesindeki KKTC Bayrağı’nın hemen eteklerindeki köy. Set, getto olarak düzenlenmiş. “Getto” bir bölgenin, bir şehrin belirli bir bölgesinde zor şartlarda yaşayan insanların bulundukları bölgelere deniyor. İbranice kökenli bir sözcük. Önceden Doğu Avrupa ve Almanya’da yaşayan Yahudiler için kullanılırdı. Bu gün ise kötü şartlar içinde yaşayan insanlar için kullanılıyor. 1963’lerde Kıbrıs Türkleri gettolarda yaşamaya mahkûm edilmişti. Dağlarda çadırlar kurulmuş ve insanlar, aç susuz burada günlerce, aylarca zor şartlar altında yaşamaya mecbur edilmişlerdi. İşte oynayacağımız filmin bu bölümü, Beşparmak Dağlarındaki gettoların yaşam öyküsünü anlatıyordu. Gerçekçi olması için mekân olarak Beşparmaklar seçilmişti. KKTC Bayrağının bulunduğu yerin hemen az ilerisindeki düzlüğe çadırlar kurulmuştu. Tam saat ikide bölgeye vardık. Ekipler hummalı bir şekilde çalışıyorlardı. Dekor önceden kurulmuştu. Çadırlar dikilmişti. Tabii yüzlerce çadırın olması gerekiyordu. Ama bu durum on çadırla verilecekti. Meydan tankerle getirilen sularla çamur deryası haline getirildi. Çadırlar kirletildi. Ateşler yakıldı. Her şeyin aslına uygun olması gerekiyordu. Ve buna çok büyük itina gösteriliyordu. “Kod Adı Venüs” o yıllarda Kıbrıs’ta bulunan genç bir İngiliz kızın başından geçen olayları ele alıyor. Başka bir deyimle Kıbrıs olayları bir İngiliz kızın bakış açısıyla anlatılıyor. Başrolde İngiltere’den özel olarak getirtilen sanatçı Jolie M. oynuyor. Filmin yönetmeni Tamer Garip. Bu film, Tamer Garip’in ilk uzun metrajlı filmi oluyor. Tamer Garip, işi son derece titizlikle yapan bir yönetmen. Film için son derece modern cihazlar ve kameralar kullanılıyor. Öğrendiğime göre kullanılan bu kameralar daha Türkiye’de dahi kullanılmamış. Kameramanlar da İngiltere’den gelen uzman kişiler. Yönetmen, oyuncuları etrafına topluyor, önce neler yapılacağını anlatıyor, arkasından bir deneme alıyor ve en sonunda da gerçek sahneleri çekiyordu. Doğrusu oyuncuları çok iyi hazırlıyordu. Neşe ile başlanan provalar çok kısa bir süre sonra büyük bir ciddiyete dönüşüyordu. Herkes işini dikkatle yapıyordu. Oyuncuların hemen hepsi figürandı. Ve herhangi bir sinema deneyimleri de yoktu. Ben, kuşçu rolünü oynayacaktım. Bu nedenle bütün gün elimde tuttuğum ve çekimler bitene kadar elimden bırakmadığım kafesimle, içinde çırpınan kuşumla yarenlik kurmuştum. İnsanlar en umutsuz, en kötü anlarında bile içlerindeki sevgiyi atmazlar. Bu sevgiyi zor şartlarda kendilerine yakın bir canlıda bulurlar. Bir köpek, bir kedi, bir kuş… Zaten o dönemlerde Kıbrıslı Türklerde kafeslerde kuş besleme alışkanlığı vardır. Ya bir güvercin, ya da bir bülbül beslerlermiş. İşte filmdeki kuşçu da bülbül besleyen biri. Bülbülünü elinden hiç bırakmıyor. Bütün gün onunla ilgileniyor, onunla konuşuyor, onunla dertleşiyor. Yarenlik kuruyor. İçini, derdini, duygularını, düşüncelerini ona anlatıyor. Öyle ki kuşçu, kuşu ile bütünleşmiş, onunla bir olmuş. O sevinirse kendisi de seviniyor. Mutlu oluyor. Bülbül, özgürlüğün sembolü. Burada da bu özelliği yansıtıyor. Çünkü o dönemde yaşayan Türkler özgürlüğe hasretler. Sıkıntı içindeler. Yarınlara umutla bakamıyorlar. Bu nedenle bülbül, filmde kuşçunun nezdinde tüm Kıbrıs Türkünün umutlarını temsil ediyor. Bu umut özgürlük umududur. Kuşçu bülbülü ile dertleşiyor. Yanında oturan genç kıza şunları söylüyor: “Bak, görüyor musun? Nasıl da çırpınıyor? Nasıl da yırtınıyor? Özgür kalabilmek için kendini harcıyor. Ölümüne tellere vuruyor kendini. Tek istediği şey özgürce uçabilmek. Gökyüzünde istediği gibi kanat çırpabilmek. Peki, bizim bu kuştan farkımız ne? O, kafes içinde hapis, biz burada, dağın eteklerinde, çadırların içinde. Bülbülü, altın kafese koymuşlar illa da vatanım demiş.” Bu arada gettoda çok az bulunan erkeklerden diğeri geliyor. Kuşçunun sırtını sıvazlayarak: “Üzülme bitecek. Bu günler de geçecek.” diyor. Genç kız duygulanıyor. Gözlerinden akan yaşlara hakim olamıyor. Gerçekten ağlamaya başlıyor. Oysa bu sahnenin tamamı doğaçlama oldu. “İstediğiniz gibi davranın” denmişti. “İçinizden nasıl geliyorsa öyle oynayın” denmişti. Doğrusu bu kadar olacağını ben de beklemiyordum. Çektiğimiz sahneler çok gerçekçi olmuştu. Çekimler gece de devam etti. Bu sahneler de oldukça güzel geçti. Kızım da kendine bir rol arkadaşı bulmuştu. Film boyunca çamur deryasında oyun oynayan çocukları canlandırıyorlardı. Kadın oyunculardan biri çocuğa “Mustafa” diye çağırmıştı. Tabii dolayısıyla hep Mustafa diye çağırıldı. Öyle ki filmin yönetmeni de bu olaya kendini kaptırmış olacak: “Mustafa, şuraya geç” dedi. Çocuktan öyle bir cevap geldi ki oradaki herkesi kahkahaya boğdu: “ Benim adım Mustafa değil!” Şimdi heyecanla filmin gösterime girmesini bekliyorum. Kader de artist olmak da varmış. Soruyorlar: “Çekimler nasıldı?” “Valla bunun sonu artık Hollywood’a kadar gider. Kimse tutamaz beni. Ne kadar Oscar varsa hepsini toplar gelirim.” diye cevap veriyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |