Her devrim yokolup gidiyor ve peşinden yalnızca yeni bir bürokrasinin artıklarını bırakıyor. -Kafka |
|
||||||||||
|
HEMPA Gece olmuştu. Karanlığa gömülmüş loş ışıklı ampuller içindeki dev beton yığınları arasında cadde upuzun bir koridoru andırıyordu. Maçka yolu üzerindeki köşe apartmanının karanlık duvarları göz göz sızan pencere ışıklarıyla aydınlanıyordu. Bedir ve Dilber, perdelerini kapattıkları karanlık salonu birkaç mumla ışıtmıştılar. Salon oldukça iyi döşenmişti. Bedir, altında baksırıyla, dalgın halde yer minderinde oturuyordu. Vücudundaki yara bereler bu loş ortamda dahi belli oluyordu. Dilber, başını onun kucağına koyarak dekolte bir tişörtle uzanmış, içilen uyuşturucu etkisinde, minyatür dünyalarını şenlendiren bu yapay eylemin sonucu ortaya çıkan rehavet içinde; yattığı yerden, Bedir’in asık ve dalgın yüzüne baka baka bir şiir mırıldanmaya başladı: “Bak şu surata, endişeli, gergin... Soğuktan mı, güneşsizlikten mi elemin… Yoksulluktan mı, yoksa zonklayarak ağrıyan dişinden mi gerginliğin… Tasanın ve intikamın yakıp dağladığı yerde ki acıdan mı kederin… Hüzünden mi, hasretten mi, ızdıraptan mı sitemin… Alzheimer mi sevdiğin insan, bundan mı endişelerin… Yoksa ölmek mi derdin?... Ölüm düşünülecek en son şey... Sen varsay ki, ölümsüzsün! Unutma, mezarlıklar ölecek kadar aptal insanlarla dolu… Şimdi, yaşamak vakti… Nedir farkımız, yanındaki koyun boğazlanırken, otlayan koyundan? Eğer kendi ölümünden gayri bir dert ise çektiğin, boş ver, unut gitsin! Her koyun kendi bacağından asılır, bilirsin.” Özenle okuduğu şiirine hiçbir tepki göstermediğini gördüğü Bedir’i dürterek, “Bedir, aşkım, uyuyor musun?” diye sordu. Gene bir tepki alamadı. Doğruldu, Bedir’in dudaklarına kocaman bir öpücük kondurdu. Tepkisizliğin sürdüğünü görerek ayağa kalktı, ortadaki sehpa üzerindeki sürahiden bir bardak su alıp geldi. Oğlana son bir şans vermek için bir kez daha seslendi. “Hayatım, kalk artık ya... Karnım acıktı.” Bedir uyumuyordu, emindi bundan, kıyak kafasıyla uçuştaydı o... Dindarların peygamberinin miraca çıkması gibi o da kendi tanrısının huzurunda yeni bir dinin ayetlerini ezberliyordu. Onu çıktığı yerden indirip sahte peygamberlikten kurtarmak gerekti. Elindeki suyu yüzüne serpti. Bedir, suratına çarpan suyun şokuyla yerinden fırladı. Karşısındaki kızın neşeyle gülmeye başlamasına bozularak, “ne yapıyorsun sen ya! Manyak mısın?” diyerek kızdı. Dilber, gülmeyi sürdürerek, “O kadar bağırdım, dürttüm, öptüm... Kalkmadın. N’apsaydım ya...” dedi. Bedir, orta sehpası üzerinden sürahiyi aldı, kızın üzerine yürüdü. Dilber, onun suyu serpmesine fırsat vermeden salondan kaçtı. Bedir, elindeki sürahiyle onun peşi sıra salondan çıkmayı denedi ama kapıyı açamadı. Dilber, dışarıdan hem kapıyı açmasını engelleyerek çekiyor, hem de yalvarıyordu. “Aşkım, n’olur yapma... Bak, tamam, özür dilerim...” Bedir kapıyı açmak için zorlarken, “ özür dilermiş, yok ya... Bu suyu yemekten kurtulamayacaksınız, küçükhanım!” diye tehdit ediyordu. “N’olur yapma... Bak ne istersen yaparım.” Bedir ikna olmuş gibi davranarak, “ne istersem yapacak mısın?” diye sordu. “Söz yapacağım.” “Tamam bıraktım. Gel buraya, bu saatten sonra kölemsin. Ne istersem yapacaksın...” “Tamam, yapacağım. Açıyorum kapıyı, bak, bıraktın d’imi suyu?” “Heralde bıraktım. Bu fırsatı kaçırır mıyım? Geyşa yapacağım seni...” Dilber güvenerek kapı kolunu gevşetti; gevşetir gevşetmez de hızla açılan kapının aralığında beliren sürahideki su tepesinden aşağı boca edildi. “Ay!” diye bir çığlık attı. “Allah kahretsin, pis yalancı! Hayvansın sen... Yalancısın... Söz vermiştin.” Görüntü komikti, her ikisi de katılarak gülüşmeye başladı. Dilber gülerken sitem etmeyi sürdürüyordu. “Ben seni uyandırmak için döktüm suyu, sadist şey!” Bedir, çektiği karamsarlık üzerine gelen bu neşeden memnundu. “Valla bana ne verdinse hala kendimde diilim. Ne kadar kuvvetli bi malmış bu.” Perdeyi aralayarak dışarı baktı. “E, heralde yani... Benden boş çıkar mı hiç...” “Oo, saat baya geç olmuş olmalı. Acıkmadın mı sen?” “Seni neden kaldırdım sanıyorsun? Acıktık ta herhalde... Şurdan birer dürüm yiyelim.” “İyi olur. Haydi, al da gel.” “Dışarı çıkıp yiyelim.” “Yok, sen al da gel. Çıkmayalım...” “Eve kapanmayalım diyordun hani? Ne oldu?” “Seninle eve kapanmamız iyi geldi. İlaç gibi geldin bana...” Dilber, “O zaman dürümleri sen alıp geleceksin tatlım. Ben tuvalete giriyorum...” diyerek, tuvaletlerin bulunduğu antreye doğru hareketlendi. Bedir, “Hayır! Tuvalete benim girmem gerekiyor, yoksa donuma kaçırırım,” diye itişerek ondan önce koşturdu, tuvalet kapısından içeri daldı. “Bebek misin sen ya... Çık ha’di, al, gel şu dürümleri!” İçerden “ı-ıh!” diye bir ıkınma sesi geldi. Bedir, “oo, çok fenayım. Çıkmam, dürümler gelene kadar sürer benim.” diye seslendi. Dilber, onun şımarıklığına gülümseyerek salona gitti. Bedir, tuvalet kapısını hafif aralayarak, “Rakı da al,” diye seslendi. Kızın, üstünde eşofmanlarını giyinmiş olarak evden çıkıp gittiğini gördü. O da tuvaletten çıkarak pencerenin önüne geldi. Dilber’in, apartmandan çıkıp, caddeden karşı tarafa geçtiğini ve oradaki kebapçının kapısından girdiğini gördü. Mutfağa geçip buzdolabında bulduğu birkaç meyve çeşidi, soğuk meze tabağı ve bardaklarla geri döndü. Dilber’in getireceklerine hazırlık olarak masayı düzenlemeye başladı. Oldukça hoş görünüşlü bir masa hazırlıyordu. Sonunda salonu aydınlattıkları o birkaç mumu da masaya taşıyıp romantik bir ortam oluşturdu. Az sonra Dilber elindeki poşetle geldi. Oturdular. Poşetteki hazır yiyecekleri açtılar. Kadehleri içkiyle doldurdular. Kâh yiyip içerek, kâh müzik setine koyulan hafif şarkı eşliğinde sarmaş dolaş dans ederek, masadakileri tükettiler. Törenin sonuna gelindiğinde Dilber, masadan kalkarak, yatak odasına yöneldi. “Ben sarhoş oldum, biraz uzanacağım, arkadaş!” Bedir, “Birlikte uzanalım mı?” diye sırnaşarak onun peşi sıra yatak odasının kapısına geldi. Dilber, Bedir’i ittirerek odaya girmesini engellemek istedi. “Ama ben uyuyacağım. Sen uslu durmazsın şimdi…” Bedir, mukavemet gösterirken yatak odasının kapı koluna uzandı. “Bişi yapmam…” Dilber oğlanı iteklemekte ısrar ederek, “Git, salonda kanepeye uzan sen de,” dedi. “Yanımda olmaz.” Bedir kızı yatak odasından içeri ittirerek, “Olur,” diye üsteledi. Dilber direnerek, “Saçmalama yahu, olmaz dedim...” diye itirazını sürdürdü. Bedir, kızı yatak odasından içeri soktu. “Olur.” Dilber çaresiz girdi odaya. “Eğer uslu durmazsan atarım odadan... Ona göre!” Bedir yatak odasından girerlerken, “Olur,” diye güldü. Dilber, üstündeki eşofmanlarla kendini sırt üstü yatağa attı. Bedir, nevresimi onun üstüne örttükten sonra kendisi de nevresim altına girerek kızın yanına uzandı. Yüzünü kıza yanaştırıp sırnaştı. “Sen var ya, sen…” Dilber, onun sözünü, “Sen refiksin…” diyerek tamamladı. Bedir, “Sen nedimesin…” diyerek fısıldadı. “Sen hempasın…” Hempa, Bedir’in anlamını bilmediği bir sözcüktü. “O ne?” Dilber, “Dost…” diye açıkladı sözcüğü. “Sen yarensin…” “Sen yârsin…” “Değilim…” “Değilsin…” “Çünkü, sen yarsin…” “Ama, sen beni almıyorsun…” “Hayır…Sen bana varmıyorsun…” “Alsan varırım…” “Varsan alırım…” Dilber, bir an önce uykuya dalmak ihtiyacındaydı. Uykulu, “Al o zaman!…” diye mırıldandı. “Alayım…” “Ne zaman?” Bedir de uyumak üzereydi. “ Yarın… “ Dilber, uykuya dalarken, “Söz mü?” diye inledi. Bedir esneyerek: “Hı hı...” diye fısıldadı. Dilber uyku içinden seslenir gibi, anlaşılır anlaşılmaz, “Hadi, uyu madem,” diye söylendi. “İyi uykular…” Bedir, onun yüzüne sevimli mimiklerle bir baktıktan sonra uyumak üzere daldı. * Sabah olmuştu. Maçka yolu geceki görünümünün tersine kalabalık ve gürültülüydü. Etajerin üstündeki telefon çaldı. Dilber ve Bedir derin uykularında telefonun sesini duymuyorlardı. Zil sesi dört-beş defa tekrarladı. Dilber nihayet uykulu halini sürdürerek kolunu uzattı, bir iki denemeden sonra telefonu eline aldı, kulağına yapıştırdı. Uykulu bir sesle; “Alo?” diye sordu. Öbür taraftaki ses, babası Hakkı beyindi. “Merhaba Dilber! Uyuyor muydun?” Dilber, uykulu, “Günaydın, babacık! Sayende uyanmış oldum…” diye cevap verdi. Baba Hakkı neşeli bir sesle sitem ederek, “Okulun bitmedi mi? Gel haydi artık. Hala niye gelmiyorsun?” dedi. “Geleceğim babacık. Sonra…” Adam, gecikeceğini duyunca, kulaklarına inanamadı. Öfkeyle sesini yükseltti. “Nee! Ne sonrası? Bizim niye haberimiz yok bundan? Saçmalama! Okulun kapalıyken ne işin var orada?” Dilber, uyku mahmurluğundan çıkamadan, esneyerek, “yaa, bunun için mi uyandırdın şimdi,” diye sitem etti. “Ben azcık daha uyuyayım da, uyanınca arayıp açıklayım, n’olur, babacık.” “Annen merakından duramadı. Almaya gitti seni, ona açıklarsın artık…” Dilber, şaşırarak, “Anneciğe mi?” diye haykırdı. “Gece birde trene bindiydi. Yanında yok mu? Gelmedi mi daha?” Dilber iyice şaşırarak, “Annecik filan yok babacık! Nerden çıkarttın şimdi bunu?” diye sordu. “Bu saate kadar varmıştır diye hesaplamıştım.” Dilber başını yastığından kaldırıp yan tarafa çevirdi. İnleyerek, “Aman Tanrım!” diye bağırdı. İsteyeceği en son şey, annesine, Bedir ile aynı yatakta yakalanmaktı. Telefonun öbür tarafındaki Hakkı Bey meraklanarak, “Dilber, neyin var? Bir şey mi oldu?” diye sordu. Dilber, ne söyleyeceğini bilemeden gevelemeye başladı: “E… Şey… A… Annecik… Yok…” “Yok mu?” Hakkı Bey bir şeyler daha söylemeye çalışırken Dilber telaşlı, “Hayır, hayır, henüz gelmedi, ben kapatıyorum, çıkıp karşılayayım onu…” diye söylenerek telefonu babasının yüzüne kapattı. * Dilber, annesinin gelmek üzere olduğunun kaygısıyla fırladı yataktan, telaşla örtündükleri nevresimi Bedir’in üstünden çekip alarak oğlanın uyanmasını sağlamaya çalıştı. Bedir ayağında baksırıyla açıkta kalmış vaziyette uykusunu sürdürmekteydi. Korku ve telaşla bacağından çekiştirerek oğlanı uyandırdı. “Bedir!... Bedir!...” Bedir uyanarak, uyku mahmurluğunda gülümsedi. “Günaydın!” Dilber, telaşını sürdürerek, “E… Şey… Dinle… Hemen gitmen gerekiyor!” diye inledi. Bedir, olanı biteni anlayamadan, “Bak, ne olduğunu söyler misin lütfen!” diyerek hafifçe doğruldu. Dilber, “Yanlış anlama… Ama, senin hemen gitmem gerekiyor,” dedi. Bedir gamsız, gerisin geriye uzanıp başını yastığına yerleştirerek uyumayı sürdürmek istedi. “Tamam… Giderim… Sonra…” Dilber derdini anlatma telaşındaydı. “Annecik buraya geliyormuş!” Bedir, birden ayağa fırladı. “Neee!... Annen mi geliyormuş?...” “Evet! Seni burada bulursa…” Bedir, “Tamam! Tamam! Allah, kahretsin! Kendimi, zina yaparken yakalanma korkusu yaşayan bir hovarda gibi hissettirdin bana!... “ diyerek sinirli hareketlerle ayaklandı. Dilber, “Bak… Evet… Sus da bir an önce git, ne olursun!” diye çıkıştı. Bedir, salona geçerek bulabildiği kıyafetlerini toparladı, banyoya yöneldi. “Sabahın bu saatinde nereye giderim ben, şimdi?” Onun peşi sıra dolaşmakta olan Dilber, “Şimdi banyo yapmanın sırası değil! Giyin şurada işte!” diyerek onun önünü kesti. Bedir, “Saçmalama! Bir elimi yüzümü yıkamadan da sokağa çıkamam ya!” diyerek onun yanından sıyrılmaya çalıştı. Dilber oğlanın önüne çıkıp tişörtünü elinden alıp zorla giydirmeye başladı. “Anneme mi yakalanmaya çalışıyorsun? Giyin, git!” Tişörtün cebine bir kâğıt para sokuşturdu. “Bir çeşme başı bulup yıka yüzünü!” Bedir, çaresiz kıyafetlerini giyinirken, “Cumartesi günü akşamı orkestrayla düğünde çalacağız. Oradan alacağım parayla öderim sana borçlarımı,” diyerek parayı pantolonunun cebine aktardı. “Sıkma kendini. Boş ver.” Dilber telaşlı hareketlerle yatağı düzeltti, ortalıkta görünen dağınıklıkları yerlerine koymaya çalıştı. Bedir, sağa sola çoraplarına bakındı. “Çoraplarımı bulamıyorum!” Bedir, gamsızca araştırmayı sürdürmeye devam edince Dilber onun elinden tutup kapıya doğru çekiştirmeye başladı. “Tamam… Ben, arar bulurum, saklarım, sonra sana vermek için… Şimdi, acele et lütfen!” Bedir, “Hey! Yavaş ol!” diyerek direnmek istedi. Dilber, onu umursamadan, itişe kakışa çıkışa götürdü. “Çabuk ol biraz! Annecik seni burada yakalarsa, ikimizi de öldürür.” Evin kapısını açan Dilber, oğlanı itiş kakış kapı önüne çıkardı. Bedir, ayakkabılarını ayağına geçirirken öfkeli söylenmekteydi. “Gizli aşığını evden yollayan evli kadınlar gibi davranıp durma! Bırak beni… Bırak!” Dilber, yan taraftaki asansör kapısından, asansörün katta durduğunu görerek, korkuyla, oğlanı merdivenlere doğru adeta düşürecek gibi ittirdi. Bedir, düşmek üzereyken zor toparlandı. Dilber, “Geldi! Çabuk! İn şuradan! Kaybol!” diye inledi. Asansörün kapısı açıldı. Bitişik dairede oturan aile indi. Kendi kapılarına yönelmişken, Dilber’in çekiştirerek merdivenlerden indirmeye çalıştığı oğlanı fark ederek başlarını çevirip baktılar. Dilber, asansörden inenin annesi olmadığını görünce, durumunu kurtarmak ister gibi, bıraktı oğlanı, aileye doğru bir şeyler geveledi. “E, şey, ben…” Aile şaşkın bakışlarla onları seyrederken, aile reisi anahtarıyla kendi kapılarını açarak karısını ve oğlunu içeri iteklemeye başladı. “Hadi girin… Hadi dedim… Öğrenciye ev vermeyin dedim elli kere. Ama, dinlemediler ki… İçeri!” Onlar kendi evlerine girip kapılarını örterken, Dilber, asansöre yönelen Bedir’in kolunu yakaladı, asansöre binmesini önledi. “Oradan değil… Merdivenleri kullan…” Bedir, onun çekiştirmesine direnerek asansöre binmekte ısrar etti. “Beş kat merdiven inemem şimdi. Bırak beni! Bırak!” Dilber adeta yalvararak, sempatisini kullanmaya çalıştı. “Ya çocuk gibi davranmasana! Annemle asansör kapısında karşılaşmak mı istiyorsun? İn şuradan!..” Bedir inatlaşmaktan vaz geçip merdivenlere doğru yürüdü. “Asıl çocuk gibi davranan sensin! Sanki asansör kapısında görürse, annen anlar senin evinden çıkıp indiğimi…” Dilber merdivenlerden aşağı yönlendirdi oğlanı. “Anlar, o cin gibidir…” Bedir aşağı inmeye başlayıncaya kadar arkasından baktı. Sonra hemen evine girdi. Kapıyı örttü. Bedir, sessizce merdivenlerden gerisin geriye çıkarak asansörün başına geldi. Asansör hala kattaydı, içine daldı. Asansörün kapısı kapandı, aşağı doğru inmeye başladı. Dilber, eve girer girmez salondaki masa üstünden akşamdan kalan artıkları ve diğer her şeyi toparlayıp mutfağa taşımaya başladı. Masanın üstünü hallettikten sonra Bedir’e ait çorapları ve diğer izleri bulmak için her yeri alt üst etti, en sonunda kanepe üstündeki küçük yastığın altından çorabın teki çıktı. Yerlerde gazete ve mecmualar serpişliydi, öteki çorabın bir ucu yerdeki mecmualardan birinin altından görünmekteydi ama o göremedi. Aramayı bıraktı, bu defa da bulduğu çorabı saklayabileceği bir yer aramaya başladı: Yatak odasındaki komedinin çekmecesine soktu, çıktı yatak odasından, az sonra geri geldi, komedindekini aldı. Banyoya gelip, bir yer bakındı. Çamaşır sepetine, diğer kirlilerin arasına sokuşturdu. Dilber’in annesi Beyiye Hanım asansörün kapısı önünde beklemekteydi. Asansörün ışıklarından beşinci kattan başlayarak inmeye başladığını gördü. Asansör indi, durdu, kapısı açıldı, içinden Bedir çıktı. O inerken Beyiye Hanım bindi. İkisi de, birbirlerine göz ucuyla bir baktılar. Bedir, dış kapıya doğru yürürken, asansör kapısı kapanıp yukarı doğru hareket edince geri geldi, asansörün kat ışıklarına bakmaya başladı. Işığın, beşinci kat düğmesinde durduğunu görerek asansöre binen kadının Dilber’in annesi olduğunu anladı. Başını, eyvah, der gibi sallayarak oradan ayrıldı. Evin kapı zili çaldığında Dilber, kapıda ki delikten dışarı bakarak annesini gördü. İçeri koşturdu. Ortalığı son bir kez kolaçan etti. Mutfakta set üstündeki boş rakı şişesini çöp kutusuna attı. “Geliyorum!” diye bağırarak kapıya koşturup, açtı. “Annecik! Bu ne sürpriz?” “Niye geç açtın?” “Beni, klozetin üzerinde uyuklayarak tuvaletimi yaparken yakaladın, hayatım.” Beyiye, “Benim de, hemen o işi yapmam gerekiyor! Sıkıştım,” diyerek aceleyle ayakkabılarını çıkarttı. Elinde tuttuğu siyah deri çantasını, ceketini, portmanto üzerine bırakıp terlik giyerek, banyoya doğru hareketlendi. “Niye hoş geldin öpücüğü vermiyorsun? Özlemedin mi yoksa beni?” diyerek kızını öpmeye uzandı. Dilber, “Olur mu, aşkım?” diyerek annesinin boynundan sarılıp yanaklarından öptü. “Hem de çok özledim.” “Tamam. Bu kadar sevişme yeter… Gerisini, ben tuvaletten çıkınca tamamlarız…” Beyiye kızından ayrılıp, banyoya yöneldi. Az sonra banyodaki çamaşır makinesinin sesi kaplamıştı ortalığı. Dilber, salondan koşturarak hole geldi, banyo kapısına doğru gitti, kulağını içeri verdi. Korku ve telaşla, “Annecik! Sen ne yapıyorsun içeride?” diye seslendi. “Burada bi sürü kirli biriktirmişin! Onları yıkamadan mı dönecektin Eskişehir’e?” “Ne Eskişehir’i? Kim dedi döneceğimi?” Dilber, kapıyı açmaya çalıştıysa da içerden kapatıldığı için açamadı. “Ya bırak sen onları, gelir gelmez! Çık da biraz sohbet edelim önce, Eskişehir’e dönüp dönmeyeceğimi konuşalım bi… Rüyanda mı gördün şimdi, çamaşırı?” “Makineye atıvereyim de, çıkayım… Akşama kadar kurusunlar da Eskişehir’e götüreceğin valizlerine temiz temiz koyalım.” Dilber kendi kendine; “Bu beni götürmeden gitmez valla. Ayvayı yedik!” diye mırıldandı. Beyiye’nin eline, çamaşır sepetinde ki kirli çamaşırları tasnif ederek çamaşır makinesinin haznesine doldururken tek erkek çorabı geçti. Bir anlam veremeden elinde bir iki çevirdi. “Dilber! Bu erkek çorabı kimin?” Dilber, aklına ilk gelen yalanı söyledi. “Bir arkadaşımın o. Çamaşır makinesinde yıkayıver diye getirdiydi de…” “Bi tek çorabını mı? Sakın, orta boylu, kara kuru, saçları tepesinden doğru dökülmüş, yirmibeş yaşlarında bir oğlan olmasın o arkadaş?” Dilber, boş bulunarak “Sen nereden biliyorsun?” diye seslendi. Gafil avlanmıştı. “Demek ki, oymuş!...” Dilber, toparlayamadan: “Kim, oymuş?” diye sordu. Beyiye sinirli: “Koynundan çıkartıp, palas pandıras evden kaçırdığın şu kel kafadan bahsediyorum!” diye söylendi. Banyodan hole gelerek elinde tuttuğu tek çorabı kızının gözüne doğru sallamaya başladı. “Leş gibi de kokuyor. Iğ!...” Dilber annesinin elindeki çorabı kaparak banyoya doğru sinirle fırlattı.”Aferin! Tek bir çorapla, erkeklerin koynunda sabahladığımı ortaya çıkartıverdin… Dedektif Beyiye!” Beyiye kızının sinirlendiğini görerek, aşağıdan almaya başladı. “Sen, her sırrını paylaşırdın annecik ile… Bunu ne diye paylaşmıyoruz?” Dilber, “Ya yirmi üç yaşından sonra da, sırdaşınım ayaklarıyla hayatımı didikleme, ne olur!” diye çıkıştı. Beyiye, Dilber’e sokulup, “Gel, bir sarılayım…” diyerek öpmeye başladı kızını. Öpmeyi bıraktı, ellerini tuttu, “Hadi söyle! O kel kafa sevgilin mi?...” Dilber hemen de yumuşamıştı, “Evet!” Annesinin yüzüne dikkatle bakmaya başladı. Beyiye muzip mimiklerle, “Ben gelirken, buradan çıktı, değil mi, o kel kafa?” diye sordu. Dilber, annesinin içtenliğinden şüphelenerek, ellerini çekmek istedi, inkar etmek için, “Buradan çıktığını da nereden çıkarttın?” dedi. Beyiye, kızının ellerini bırakmadı. “Nereden olacak? Aşağıda asansörü beklemeye başladığım an, asansör beşinci kattan hareket ederek indi zemin kata. İçinden de o kel kafa çıktı…” Dilber, ellerini zorlayıp çekti annesinin avuçlarından, ona sırtını dönerek salona doğru gitmek için davrandı. “Atıyorsun. O, asansörle inmedi ki! Merdivenlerden indi.” Beyiye kızın omzundan yakalayıp durdurdu. “Yani, buradan indiğini kabul ediyorsun. Öyle mi?” Dilber, çaresizlik içinde yalanını sürdürmeye çalıştı. “Ooofff!...Of!... Bunaltıyorsun beni! Gelir gelmez… Evet! Bir uğrayıp gitti. Geceyi burada geçirmedi…” “Geçirdi!” “Geçirmedi!” “Geçirdi!” Dilber silkinip salonun kapısından girerken, resti çekti. “İyi, tamam, geçirdi!…” Beyiye bu ani itirafa kızıp kızının arkasından sesini yükselterek bağırmaya başladı. “Böyle bi şeye nasıl cesaret edersin! Biz kızımızı sevgili bulsun, onunla düşüp kalksın diye mi gönderdik buralara? Hiç utanmadın mı? Babana ne diyeceksin, nasıl bakacaksın onun yüzüne!” Söylenerek mutfak kapısından girdi. Lavabo kenarında ki birkaç bulaşık tabağa, çatal kaşığa el attı. Onları lavabonun içine topladı. “Adı ne onun?” Bir kaba su doldurdu, ocağı yakarak üstüne koydu. Dilber, “Bedir. Bedir Kaya,” diye seslendi. Beyiye muslukta ıslattığı bir bez ile çay lekeleri olan ocağın emayesini silerken, “Bedir... Kürt mü?” diye sordu. Dilber, şaşırarak, “Nereden çıkarttın şimdi onu da?” diye söylendi. “Ne bileyim. Tipi öyle bir çağrışım yaptı da... Kara kuru bişi…” “Kürt filan değil. Doğma büyüme İstanbullu. Babası da Ayvalıklı…” Annesi Kürt, Bedir’in tipi ona çekmiş demek istemedi. “Çorabını yıkamaklar, evde yatırmaklar. Kim şu şanslı serseri, yakından bi tanıyım bari, gelmişken…” Dilber mutfak kapısına geldi. “Hah şöyle be annecik!.. Telefon edip çağırayım da, tanıştırayım...” Birden tereddütle kala kaldı, “Ama… Gel deyince, senden utanıp, gelmeyebilir de, şapşal!” “Annem, seni asansör çıkışında görüp, anlamış evimden çıktığını, kızdı, gitti, Ben de üzüntüden hastalandım, kötü durumdayım, filan dersen, ben yokum diye gelir.” “Merdivenlerden inmişti… Pis herif! Demek ki, ben içeri girince, dönüp binmiş asansöre. Dur bir gelsin de, sorarım ona!” Beyiye ocak üzerindeki suya serçe parmağını sokup ılınıp ılınmadığını kontrol etti. Su ılınmıştı. Ocağı kapatıp suyu aldı, lavabonun yanında, içine biraz sıvı deterjan akıtarak, lavabo içinde birkaç parça bulaşığı yıkamaya başladı. “Kahvaltı da yapmadan geldim ben. Bir şeyler hazırlayalım da, karnımızı doyuralım.” Dilber, “markete gidip, kahvaltı için bişeyler alayım mı? Yoksa, hemen aşağıda bi kafeterya var, oraya mı ineriz?” diye sordu. Beyiye “kafeteryada peynir bulaşığı mı yedireceksin bana?” diye çıkıştı. “Şu bulaşığı yıkayım da gidip ben bir şeyler alayım.” “Ben alırım canım...” “Üç kuruş paranı harcama şimdi sen. Buzdolabın tamtakır kalmış, ben alayım bir şeyler...” Bulaşıkları durulamaya başladı. “O kel kafayı benden kaçırırken, geldiğimi nereden bildin?…” Dilber, mutfaktaki masaya geçip oturdu, “Of, anne, taktın yani!... Dedektif olan sensin, bul onu da!” Beyiye, kısa süren bir sessizlik sonrasında; “Ne iş yapıyor senin şu kel kafalı oğlan? Akıllı bişey mi bari?” diye sordu. Dilber, “Konservatuarda okuyoruz birlikte,” diyerek yalan söyledi. “O da benim gibi oyuncu olacak…” “İyi halt edeceksiniz!” Telefon çalmaya başlayınca Dilber yerinden kalkıp mutfaktan çıkıp koşturarak salona giderek telefonu açtı. “Alo? Evet, geldi babacık... Tamam. Vereyim…” Beyiye telefonun kendisiyle ilgili olduğunu anlayarak salona geldi. “Baban mı?” Dilber, “Evet… Gel, seni istiyor,” diyerek ahizeyi annesine uzattı. “Bedir’i babama müzevirle, emi!” “Şimdiye kadar, yaptım mı öyle bir şey?” Beyiye, yerdeki gazete ve mecmuaların üstünden geçerken, “Hala pasaklısın!” diye söylendi. Kızın elinden telefonu alıp konuşmaya başladı. “Efendim Hakkı? Geldim. Daha yeni geldim hayatım, arayacaktım. … Öyle mi? …” Dilber’e anlamlı baktı. Dilber, geçip koltuklardan birine oturdu. “Öyle mi? Toparlamaya başladım bile. Bu gece döneceğiz… Tamam. Görüşürüz.” Kadın telefonu kapattı, gelip, koltuğun koluna, kızının yanına ilişerek öptü onu. Öpüştükten sonra, “Geleceğimi öğrendin de, niye geldiğim zaman şaşırmış gibi yaptın öyle?” diye sordu. “Şey… Numara yaptım…” İkisi de gülmeye başladılar. “Deli kız!” Dilber kalkarken ayağı yerdeki mecmualara dokununca Bedir’in öteki çorabı iyice ortaya çıktı. Beyiye o arada yerdeki çorabı gördü, eğilip alarak, “Beyzadenin çorabı tek değilmiş meğer,” dedi. Dilber, eğilip, yerdeki gazete ve mecmuaları toparlamaya başladı. “Eskişehir’e dönemem ben,” dedikten sonra annesinin tepkisini beklemeye başladı. Beyiye, kızının lafını duymazlıktan gelerek kalktı, salondan çıktı, çok geçmeden ayakkabılarını ve ceketini giyinmiş ve çantasını eline almış olarak kapıda göründü; dikilip, içeri seslendi.“Ben kahvaltılık almaya iniyorum.” “Hemen caddenin karşısında bir süper market var.” “Gelirken görmüştüm. Sen de boş durma da bir çay suyu koy ocağa! Şu gence de telefon edip çağır da tanışalım.” Dilber toparladığı mecmualarla yerden doğrulurken, “Olur,” dedi. “Eskişehir’e gelemem deyince neden bi cevap vermedin?” Beyiye’nin cevabı yerine, örttüğü çıkış kapısının sesi duyuldu. Telefon etmek için, kendi telefonunu almaya gittiğinde, eski telefonunun da oralarda olduğunu gördü. “Şapşalın sim kartını buna takacaktık güya; unuttuk,” diye söylenerek telefon etmekten vazgeçti.. Bedir lokantada kasiyere yediği çorbanın parasını verirken, apartmanın kapısından Beyiye’nin çıktığını görerek tanıdı. Parayı verdi, Beyiye’yi gözleriyle takip etmeye başladı. Beyiye tam karşısından caddeyi geçmeye başlayacakken kaçıp gitmek için lokantanın çıkışına yöneldiğinde kasiyerin sesini duydu. Kasiyer, “Beyefendi! Para üstü ile fişinizi alır mısınız!” diye sesleniyordu. Bedir, “Tamam,” diyerek kasiyerin verdiklerini alıp cebine sokuşturarak çıktı lokantadan. Caddeyi karşıdan karşıya geçerek kaldırıma ulaşan Beyiye ile bir an göz göze geldiğinde lokantadan uzaklaşmağa başlamıştı ki, Beyiye’nin sesini duyarak irkildi. Beyiye, “Delikanlı! Bakar mısın!” diye seslenerek hızla Bedir’e doğru gelmeye başlamıştı. Bedir duralayıp, kadına döndü. “Buyurun efendim!” Beyiye, oğlanın önüne gelip dikildi. Caddenin karşısındaki apartmanı göstererek, “Sizinle az önce şu apartmanın asansörü önünde karşılaşmıştık. O apartmanda mı oturuyorsunuz?” diye sordu. Bedir şaşkınlıkla, “Yo,” dedi. Beyiye oğlanı ti’ye alarak: “E? Hırsızlık yapmak için mi girmiştiniz o apartmana?” diye devam etti. Bedir şaşkınlığı had safhaya çıkarak, “Yok. Tabii ki...” diye söylendi. Beyiye, pişkin, “Yoksa kızımın evinden mi çıkmıştın?” diye sordu. Bedir suçlanarak ne diyeceğini bilemez hale geldi. “Kızınızın mı?” Beyiye, oğlanın şapşallığı karşısında muziplikle gülümseye-rek, “Dilber’in...”diyerek tamamladı. “Heyecan yapmayı bırak, kızım senden söz etti… Adının Bedir olduğunu, ben geldiğim zaman, bana yakalanmaman için seni evden kaçırdığını… Ve, daha önemlisi birlikte konservatuar okuduğunuzu, o söyledi.” “Bütün bunları Dilber mi açıkladı?” Kızın, hem apar topar evden kovup, hem de bu itirafları yapmış olması çok şaşırtıcıydı. Kendi doğrularıyla yaşayan ve doğrularından taviz vermeyi sevmeyen Bedir, bu tutarsızlıktan daha çok Dilber ile birlikte konservatuar okudukları konusunda söylenen yalandan rahatsızlık duydu. Kadını öyle kandırmıştı kız, demek ki… Bu yalanı düzeltmesini kızın kendisinden istemek üzere bu defalık susmaya karar verdi. Beyiye, oğlanı rahatlatacak şekilde sıcak bir temasla markete doğru çekiştirdi. “Dilber açıklamadı; zoraki itiraf etti. Seni yakından tanımak istiyorum. Hadi, benimle gel de, biraz muhabbet edelim seninle.” Bedir kadının çekiştirmesine ayak uydurarak marketten içeri girdi. Bir süre kadının hızlı hareketlerle sepetine yumurta, peynir, sucuk gibi kahvaltılıkları dolduruşunu seyretti. Kadın, yeniden yanına geldiğinde sepeti atar gibi oğlanın kucağına tutuşturdu. “Gel, şunların paralarını ödeyeyim de, beraber Dilber’in yanına gidip bi sürpriz yapalım ona.” Bedir, “Ben sizi rahatsız...” diye konuşmaya çabaladı. Beyiye, oğlanın lafını ağzına tıktı. “Saçmalama be oğlum! Yakanı bırakacağımı mı sanıyorsun? Yürü...” Kasiyerin yanında, Bedir, kasiyerin optik okuyucudan geçirdiği paketleri poşet torbaya doldururken, “Beni tanımış olabilmeniz çok ilginç...” dedi. Beyiye, “Asansör beşinci kattan gelip de içinden sen çıkınca, şüphelenmiştim,” diyerek, hafif eğilip oğlanın pantolonunun paçalarını sıyırıp çorapsız ayaklarına baktı. “Sonra çoraplarını buldum. Dilber’e, o çorapların, asansör kapısında karşılaştığım yakışıklı delikanlıya ait olduğunu itiraf ettirmem zor olmadı.” Bedir, “Dilber, annem seni asansörden inerken görürse, buradan çıktığını anlar, o cin gibidir, demişti de, ben hiç ihtimal vermemiştim. Haklıymış...” diyerek gülümsedi. Beyiye, “Sözünü dinlemeliydin,” diyerek onunla birlikte gülümsedi. “Sen de benim Beyiye olduğumu bildin değil mi? Caddeden geçerken pek de dikkatle baktın...” Bedir, böbürlenerek, “Evet” dedi. “Ben de asansör önünde görünce anladım sizin Dilber’in annesi olduğunuzu. Asansörle beşinci katta indiğiniz de…” Beyiye, sözünü keserek, “ben asansöre binerken çıkmıştın apartmandan,” dedi. Hangi katta ineceğimi görmek için geri mi döndün?” “Evet.” “Babasından telefon gelmeseydi, evde yakalanacaktın. Neyse, bırakalım bunları... Okul bitince artist mi olacaksın sen de?” Bedir, şaşkın, “Artist mi? Yok…” diye mırıldandı. Dilber’in yalanına daha fazla ortak olmak istemiyordu. “Ben fizik mühendisliği okuyordum…” Şaşırma sırası Beyiye’deydi. “Fizik mühendisliği mi?” “Evet. ODTÜ’de…” “Konservatuarda okumuyorsun yani?” “Yok.” “Neden yalan söyledi o kız ki?” “Geçen yıl girdim mülakata ama, kazanamadım. Bu yıl da deneyeceğim. Konservatuar sınavlarına hazırlanabilmek için bir yıllığına dondurdum öğrenciliğimi. Dilber’den ders alıyorum sınavlar için. Kazanabilirsem kaydolacağım. Yoksa, mecburen kendi okuluma döneceğim.” “Bizim kızın Eskişehir’e neden dönmek istemediği anlaşılıyor.” Marketin kapısından çıktıklarında Beyiye kişiliğinden kaygılanarak oğlanı şüpheyle gözden geçirdi. Onu sınamak için, “ODTÜ’de Fizik mühendisliği okumaktan daha mı iyi konservatuar?” diye sordu. “Kesin olan bişi var; o da, konservatuarı kazanmak daha zor…” Beyiye kızgınlığını göstererek, “Hadi canım sen de…” diye çıkıştı. Önünden ardından geçen araç trafiğini umursamadan karşı kaldırıma ulaştı. Dikilip Bedir’in yanına gelmesini bekledi. Bedir, sıkışık trafikte sakına sakına caddeden geçti geldi. Beyiye kızgın söylenmeyi sürdürerek apartmanın girişine yöneldi. “Dilber konservatuarı kazandığı sene üniversite seçme sınavlarından tutturduğu puanla açık öğretimden başka hiçbir yere kayıt olamıyordu. Konservatuarın sözlü sınavlarını kazandı da açıkta kalmaktan kurtulmuş oldu.” Kadının Dilber’i böyle aşağılamasına bozulan Bedir, onu savunmak isteyerek, “Biliyorum. O, konservatuara ön kayıt yaptırmasına yetecek taban puanı kadar puan kazanmak istediği için… Yoksa çok daha yüksek puan kazanırdı,” diyerek ona yanıldığını anlatmaya çalıştı. Kadında sanki her şeyi itiraf ettirmeye zorlayan bir tılsım vardı da, karşısında yalan söyleyemiyordun. “Yani, daha yüksek puan tutturursa konservatuara girmesini engellemenizden korktu.” “Sen niye öyle yapmadın? İkinizde anormalsiniz madem…” “O sizin düşünceniz…” “Herkesin kazanmak için can atıp kazanamadığı bir okulu bırakıp konservatuar okumak isteyen biri normal biri değildir herhalde… Deli filan mısın? Hoş, deli olsaydın, ODTÜ’yü kazanamazdın. Zekân fazla gelmiş demek ki… Öylelerine de deli derler!” Beyiye dış kapıyı açıp içeri girerken, “Ama şimdilik bu kadar sohbet yeter,” diyerek kapıyı tutup oğlanın geçmesini bekledi.“Hadi gel içeri.” Dilber, çay suyunun kaynadığını görerek kalkıp çayı demlemeye koyuldu. Kapı zili çaldığında, çaydanlığı ateşin üstüne yerleştirerek açmaya gitti. Kapıyı açtığında, karşısında annesini ve Bedir’i yan yana görünce heyecanlandı. “Siz…” Beyiye, kızını da şaşırtmış olmanın keyfiyle kapıyı ittirip Bedir’i içeri yönlendirdi. “Evet, biz... Ne olmuş? Sen kaçırırsın da ben bulup getiremez miyim, sanıyordun?” Dilber fal taşı gibi açılmış gözlerle bakarken Beyiye kapıyı örttü. “Hadi, şapşal şapşal bakıp durma da, çayı demlediysen kahvaltı yapalım.” Bedir, kızın donup kalmış gözlerinin önünde elini gezdirdi. Beyiye’ye, “Bu şoka girdi,” diyerek gülümsedi. Beyiye, “Al getir şaşkını,” diyerek mutfak kapısından girdi. Bedir, Dilber’in kolundan tutup yürüttü Dilber, toparlanarak annesinin elindeki poşetleri aldı, “Senden korkulur annecik! Nerede yakaladın bu şapşalı?” diyerek paketlerin ambalajlarını açmaya başladı. Beyiye, neşeli, mutfaktaki masaya otururken, “çorbacıdan çıkıyordu,” dedi. Dilber, Bedir’in alınganlık göstererek baktığını görerek, pakettekileri tabaklara boşaltmaya başladı.”Şapşalsın işte! Sana merdivenlerden in dediğim halde, ben eve girince, üşenmeden geri çıkıp asansöre binmenin âlemi var mıydı?” Bedir, “Özür dilerim! Beş kat inmeye üşenmiştim...” diyerek aşağıdan almak istedi. Beyiye, oğlanı fırça yemekten kurtarmak istedi. “Fena mı olmuş işte... Bu vesileyle bizi tanıştırma telaşın olmadı.” Dilber, kahvaltı tabaklarını masaya döşemeğe başladı. Bedir’e: “Özür dilermiş... Dua et annem var, yoksa saçını başını yolmuştum,” diye söylenmeyi sürdürdü. Beyiye, Bedir’in saçlarına baktı. “Yolunacak saç da yok...” diyerek güldü. Dilber, annesine kızarak, “Sen kendi kel kafalı kocana bak!” diye sataşırken çay bardaklarını çay ile doldurmaya başladı. Beyiye, ciddileşerek, gözlerini kızının yüzüne dikti. “Kendi kel kafalı kocama, kızının sevgilisini konservatuar sınavlarına hazırladığını, Eskişehir’e onu sınavlara soktuktan sonra geleceğini nasıl açıklayacağım?” Kızının Bedir’e çevirdiği kızgın bakışlarını görünce, “onu suçlamaya kalkışma! Birlikte konservatuarda okuyoruz diyerek bana yalan söyleyen sensin,” diye çıkıştı. “Hakkaten korkulur senden annecik... Yalanı onunla tanışacağınızı hesaba katmadığım için öylesine söyleyivermiştim. Neyse… Öğrenmiş oldun işte her şeyi…” Kendisi de oturdu.“Hadi, başlayın!” Hep birlikte kahvaltı yapmaya başladılar. Bedir, çorba ile doyduğu için pek bir şey yemeden, Beyiye ile karşılıklı oturup, rahat mimiklerle sohbet etmeye başladı. Dilber de oğlanın yanına oturmuş, annesine rağmen onunla samimi temaslar kurarak hem kendisi bir şeyler yiyor, hem de oğlana zorla bir şeyler yedirmeye çalışıyordu. Bu ortamda kahvaltının bitmesini bekleyen Dilber, asıl bombasını yeme içme bittiğinde patlatarak annesini şoke etti: “Annecik! Ben Eskişehir’e gelmeyeceğim; çünkü biz Bedir ile evleniyoruz!” Beyiye, kızının bir kez daha yalan söylediğine inanmak isteyerek, yalan söyleme huyu olmadığını öğrendiği Bedir’e sordu: “Öyle mi?” Dilber, oğlanın onu gene yalancı çıkartacağından kaygılanarak, “Akşam konuşmuştuk ya hayatım… Varacağım sana demiştim de sen de alacağım demiştin hani…” diye bir şeyler geveledi. Bu haber annesi kadar Bedir’i de şaşırtmıştı. Beyiye’ye, “evet, öyle efendim. Biz evlenmeyi düşünüyoruz. Tabii ki, sizler de uygun bulursanız…” dedi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |