"Bana ev hikayesinden söz açmayın. Artık benim oraya gideceğim yok!" Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Onu gördüğüne dair yemin edenler vardı. Güya midyeci şişko Raci onu görmüştü. Hırsızbaşı kasket Yaşar dayıda onu görmüştü. Görenler yemin ederken görmeyenler küfürleri saydırıyordu. Ertesi gün bu haber dahada çok konuşuldu. Sarıgölün dar sokaklarından yola çıkmıştı haber. Oradan Bozhane semtine sonra Dörtyola, Pazariçine, Yıldıztabya son durağa kadar yayıldı. Piyerloti mezarlığında esrar partisi yapan bir grup gencin sevinç çığlıkları da duyulmuştu. Mezarların üstünde çılgınca zıplamışlardı. Onlarca mezar taşı ters devrilmişti o gece. Peki, Yakup Turşunun daha yatması gereken onlarca yıl hapis cezasına ne olmuştu?.. Yoksa mapushaneden mi kaçmıştı? “Nerede onda o cesaret” dediler. Yakup Turşu iyi bir insandı ama bir o kadarda korkaktı.Yaşlı bir hırsızın söyledikleri inanılmazdı. ”Onu Abdullah abi affetti” diyordu. “Kimdi bu Abdullah” diye sorulduğunda ihtiyar hırsız çok kızmıştı.”Kim olacak cahil herifler, Cumhurbaşkanı” diyordu. Onlara haykırıyordu. ”Yeni yetmeler, hırsızlar, keşler, kardeşlerim sizin daha öğrenecek çok şeyiniz var" diyordu. İyi de neden, niçin affetmişti. “Yakup ölüyor ulan haberiniz yok mu sizin. Kanser olmuş. Boşuna adamı affederler mi?.. Üç aylık ömrü kalmış diye onu salmışlar” derken ağlıyordu. Doğduğu günden beri afyon çeken, esrar içen, hap yutan bir uyuşturucu satıcısı için gayet normal beklenen bir sondu. Ama o iyi insandı. Sarıgöl roman mahallesinin en sevilen en saygın torbacısıydı. Onun kapısını çalan bir insan ister parası olsun ister olmasın mutlaka ihtiyacı olan içeceğini alırdı. Bu yüzden çok sevilirdi ya…Paran yoksa kol saati de olurdu. Ya da fazla eski olmama şartı ile bir ceket, bir çift ayakkabı da fark etmezdi. Eper pezevenksen bir seanslık karı da olabilirdi. Hırsızsan eğer çaldığın herhangi bir mal çeşidi de olurdu. Ya hiçbir şeyin yoksa?.. O zamanda biraz yalakalık yapman gerekirdi. Kim övülmek istemezdi ki?.. Öyle veya böyle otuz küsur sene bu mahallede herkesin işini bir şekilde işini görmüştü. Onun bu ölümü bir bakıma mahalleninde ölümü sayılabilirdi. Yaşlı hırsıza ”Hiçbir çare yok mu” diye sormuşlardı. Acı çekercesine cevaplıyordu. ”Cumhurbaşkanı da Yakupun haline çok üzülmüş” diyordu. Üç ay da hani az bir zaman sayılmazdı. G.o.paşanın ara, dar sokaklarından insanlar Yakup Turşunun evine doğru koşuyordu. Onlarca hırsız, keş, bitirim, dolandırıcı evin önünde kuyruğa girmişti.Kapıyı açtığında elinde kiloluk bir kesekağıdı vardı.Yakup onlara bakarken gülümsüyordu. Görenler inanamadı. İşte aynı Yakup'tu. Çürük dişleri, patlak gözleri, kara kuru karga suratı ile bu Yakup'tu. Sadece biraz sesi kısılmıştı. Pili biten bir radyo gibi konuştukça sesi kısılıyordu. Ses parazit yapsa da konuştukları net duyuluyordu. “Arkadaşlar önce nakit çalışalım. Fişekler on lira.Eks de harbi Hollanda işi. Kafti arkadaşlar sizler de mallarınıza yengenize teslim edin. Hey rambo sen ne zaman çıktın?. Eyvallah sağol. Cumhurbaşkanı affetti. Harbi baba adammış.Evet beyler fazla tantana yapmayın. Akşam sekizde yeni derman gelecek. Haydi ilerleyin, sonra görüşürüz. Çıkışa dikkat beyler. Yunuslar, sivil zarbolar gene ortalıkta. Yakalananları aynen cebe indiriyorlar ona göre” diyordu. Kapı sertçe kapandığında onlarca müşteri inatla kuyrukta bekliyordu. Kısık ses yine duyulmuştu.” “Suyu kaynat, leğeni hazırla. z zamanım kaldı” diyordu. Akşam sekizde kapı açıldığında kuyruktakiler hala ona bakıyordu. Hiç kimse hiç bir yere ayrılmamıştı. “Evet beyler sıraya…Nakitler öne. Yeni bir ot geldi. Zehir mübarek. Derman biraz pahalı lütfen ibnelik yapmayın, ona göre.” diyordu. Ertesi günde aynı kişilere aynı şeyleri söyledi. Diğer günlerde onu takip etti. Bir ay, iki ay bitmek bilmedi. Üçüncü ay dahada zor geçti. Zamanla bir yarış söz konusuydu. Devir hesap kitap devriydi. Hırsızlar daha çok çaldı. Fahişeler daha çok çalıştı. Kapı kapandığında içeriden sürekli o ses duyuluyordu. “Suyu kaynat, leğeni hazırla” Her mahalleli gibi temel ihtiyaçlarını istiyordu. “Bir kadın, bir tavuk, bir şarap, sıcak su ve leğen” Nihayet beklenen o son haberde duyulmuştu. Üçüncü ayın son gününde Yakup Turşu ölmüştü. Hani söz vermişti. Hani ölmeyecekti?. Gopaşa meydanı tekrar ayağa kalkıyordu. Yine kalabalıklar eve doğru koşmuştu. Evin önünde bekleyen yaşlı hırsızın feryatları ortalığı inletiyordu. “Bir gün bile fazla yaşatmadılar. Adalet mi ulan bu?.” diye haykırırken ağlıyordu. Tabut camiye doğru götürülürken kalabalıkta azalıyordu. Yaşlı hırsızın dediğine göre camide kamera vardı. Sivil polisler her yeri sarmıştı. Cemaat tek tek aranacaktı. Hırsızlar, gaspçılar, hapçılar ortalıktan kayboluyordu. Koca kalabalıktan yirmi civarında adam kalmıştı. Geride kalan beş erkek çocuk Yakup Turşunun misyonunu devam ettirmek için cami avlusunda and içti…O özel bir adamdı. bu bizim mahalleden devletin en üst makamına ulaşabilen tek mahalle sakiniydi..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |