Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
Yazıma nereden başlayacağımı düşünürken; insanlık için yaşamlarını veren düşün ve sanat adamları bir bir aklımdan geçti. Hepsi birbirinden önemli; üstün kişilikli. Yazıma; insanlık savaşımının en büyük kahramanlarından biriyle; Ahmed Arif ile başlamak istedim. Onun ‘Ay Karanlık’ şiirinin o can alıcı dizeleriyle… AY KARANLIK (…) Dört yanım puşt zulası Dost yüzlü Dost gülücüklü Cigaramdan yanar. Alnım öperler Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş Etme gel Ay karanlık... Ahmed ARİF Toplumlar yüzyıllardan beri kendi iradeleri dışında, kendi içlerinde üstünlük kuranların anlayışına göre şekillendi ve çoğunlukla onların hukukuna, onların sistemlerine yani onların insafına tabii yönetildi. Yönetim değişikliklerinde ise; halkın büyük çoğunluğu varsıllara ve erk olanlara taraf oldu. Neden? Çünkü halklar tarihin her döneminde korku ve çaresizliği neredeyse bir yaşam biçimi olarak benimsemiş; güçlü ve haksız olanın düşüncelerine biat ettirilmiştir. Bu zalim egemenlik doğadan, insandan ve sanattan yana olana zulüm ederek; kendi ilkel statik dünya görüşünü dayatıyor ve zaman içinde bu yaşam biçimi gelenek ve töreye dönüşerek, değişim ve dönüşüme karşı bir hal alarak, kendinden farklı düşünene, kendini ileri taşıyacak olana karşı düşmanlık kavramını besliyor! Peki sonra? Tarihsel akışa göz attığımızda her zaman umutlu bekleyişleriyle halkları görüyoruz ve bu halkların, erklerin gücünden korkarak; her zaman kendine verilenle yetindiğini, ona dayatılan ırkçı politikalara ve bağnazlıkla şekillendirilmiş dinsel inançlara hapsedildiklerini ve kaderci yaşamlarına razı olarak daimi bir beklenti içinde tükendiklerini de görmekteyiz… Öyleyse aydın, düşün ve sanat insanları bu tükenişin içinde on bin kat daha tükenmeyi göze almış olmuyorlar mı? Çünkü “tükeniş” i anlatmak ve savaş vermek bu zorlu yolu baştan yüce bir bilinçle seçmek; yani bir anlamda ‘tüm dünya halklarının acısını yüklenmek’ tir. Ama yaşamımız boyunca gördük ki; büyük insan yığınları, iyilik ve güzelliklerin yaşanacağı bir dünya özlemiyle; yaşamını toplumsal sınıfların eşitliği düşüncesine adayan insanlara; erkin isteği doğrultusunda hor bakmıştır. İçinde yaşadıkları cehennemi yaratanlara karşı haklarını savunmak yerine, sanat ve düşün kahramanlarına karşı soğuk bakarak, onları yalnız bırakmıştır… Halkın kaderini değiştirecek düşün ve sanat adamlarını, içinde yaşadığımız dünyanın zalimleri ve onun uşakları düşman olarak göstermiş ve onlara karşı akla gelebilecek her türlü olumsuzluğu kullanmaktan geri kalmamışlardır. Kendi zalimliğine başkaldıran ozanlarını, yazarlarını, ressamlarını ve halkından yana olan kişileri etkisiz kılmanın yollarını aramış; onun adını anmak isteyenleri bile hapishanelere tıkmış, işkenceden geçirmiş, anlamsız yasaklar koymuş, yakmış, eşini, dostunu, akrabasını, tehdit etmiş ve daha ötesi kıyımını emretmiştir. Onun gölgesinden dahi korkar olduğundan, onu hep karalamış, kötülemiş hain olarak göstermiştir. Şeyh Bedreddin’in adını 600 yıl boyunca yasaklayan zihniyet, bugün yeni Bedreddin’lere de aynı bağnazlıkla yaklaşıyor. O günden bu güne ne değişmiş? Hiç bir şey! Sömürü düzeni, zulüm ve kıyım sürüyor. Bu körlük, sağırlık ve dilsizlik… Ancak tüm olumsuzluklara karşın halkın aydın kesimi; her tür zulme karşı kendinden yana olan kahramanını korumayı bilmiştir. Teknolojik gelişmelerin bugünkü geldiği noktada, artık dünyanın neresinde olursa olsun, insanlığın açlık ve yoksulluğu gizlenemiyor. Herkes gizli olan yaşamları görebiliyor. Bu durum, yoksulları örgütlerken, egemen güçleri de küresel düşünmeye yöneltiyor ve onlar da giderek ‘mobil yaşama’ geçiyor. Görünmez bir biçimde kölelerini mobil-organize ederek, halkların üzerine salıp, gerekirse kendisinden yana olmayan liderleri bile kendi halklarına linç ettirerek kurban ettirebiliyor! Libya’da olduğu gibi… Bütün iletişim kaynaklarını elinde tutan ve büyük insan yığınlarına ulaşan bu yalan imparatorları Adolf Hitler’in sözlerini haklı çıkarıyor adeta! '’Yalan ne kadar büyükse inanan o kadar çok olur.’’ Ama asıl can alıcı olan; görünmez sömürü düzeninin, demokrasi adı altında “sende düşünceni ortaya koy, sende varsın” diyerek; herkesi bir çeşit düşünce özgürlüğü yanılmasıyla kandırarak; asıl ‘düşünce üreten bilim ve sanat adamlarını’ saf dışı bırakarak; saygısız bir toplum yaratmış olmasıdır. Arada kalan kendi halinde olanlar ise, sistemin kötü emellerine katılıp; halk aydınlarının kızları ve oğullarını örgütleyip onları satın alarak, korkutarak, babalarının hatalarını yazdırıp, gösterip taraf olmaya zorlamaktadır! Bunu Slavoj Zizek’in sözü ne güzel ifade ediyor: “Demokrasi ile kapitalizm arasındaki evlilik bitti”. Lakin hiçbir zaman da gerçekleşmemişti. Hintli yazar ve küreselleşme karşıtı Arundhati Roy ile DieZeit gazetesinde Georg Blume tarafından yapılan röportajda; Roy’un öngörüsü bunu destekliyor: “Ya tamamen bir çöküş olacak ya da zenginlerin sadece silahlı koruma altında yaşayabildiği; silahlıdan barışçıla, militandan teröristliğe kadar her türlü direnişin savuşturulduğu militarist bölgeler oluşacak. Bu tür savaş Hindistan’da şimdiden yaşanıyor.” [1] Bu uzun girişten sonra yazımı son zamanlarda şaşkınlıkla okuduğum bir haber üzerine; Yılmaz Güney’in kızının babası ile ilgili açıklamalarıyla ilgili düşüncelerimle sürdürmek istiyorum. Yılmaz Güney, çok yönlü bir sanatçı: oyuncu, yönetmen, şair, yazar, senarist ve bir anarşist. Sanatçı olarak toplumsal çelişkileri görebilmiş olmanın ötesinde, sanatını sistemin haksızlıklarına karşı yok edici bir güç olarak kullanmayı seçmiş. Çeşitli ekonomik ve elbette siyasi zorluklarla var ettiği sinema eserlerinde kendi halkının acı gerçeklerini dünya halklarının izlenimine sunarak, tüm dünyaya ‘acı’ nın paylaşılabilir olduğunu ve çözümün ortak olduğunu göstermiştir. Dile getirme biçimiyle ödüllendirilerek; bu coğrafyanın sanat anlayışını dünya sanatları arasına koymuştur. Tüm dünya halklarının aydınları, Yılmaz Güney’i takdir ederek yaptığı filmleri dünya sinema tarihinde hak ettiği yere yerleştirmiş ve onu ödüllendirmiştir. ‘Her insanın bir bedeli vardır’. Kapitalizm mantığı budur. Kapitalizm, kendisine biat etmeyeni kendine köle etmek için, her yolu mubah sayar. Bu eğreti davranışı anlamayanlar babalarını suçlayarak; şöyle diyebiliyor; “Yılmaz Güney’in kızı olmak hayatımı mahvetti’’. O zamana kadar babam, evdeki ‘sert bakışlı ve tüfekli büyük fotoğraf’. “Baban bu!” diyorlar. ‘‘Belki de bugün babama karşı bu kadar sert olmamın nedeni, bunların hiçbirini babamla konuşamamış olmam. Belki babam hayatta olsaydı, böyle bir kitap yazmazdım. Çünkü onunla çatır çatır kavga ederdim.’’ “Baba, sen davanın bedelini bize ödettin!” derdim. “Sanatının bedelini biz ödedik. Hayatımız kaydı.’’ Çok tuhaf… “Baba, sen davanın bedelini bize ödettin!” diyor.. Oysa dava yalnızca Yılmaz Güney’in değildi; dava tüm insanlığın davasıydı. Kapitalist sistemde herkes, herkesin ve her şeyin düşmanıdır. Kızı, eşi, babası, annesi fark etmez. Buradaki söyleme baktığımızda, bu sözlerin hiçbiri bir insana yakışmayacak türden sözler. Bugün böyle suçlamalarda bulunan insanların; çocukların ve kadınların ne halde olduğunu bilmek istemediği ve düşünmediği kesin… Burada Nazım Hikmetin şiiri akla geliyor. ‘Anlamak’ üzerine. BEŞ SATIRLA Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı. 1946 Nâzım Hikmet Ran Peki Yılmaz Güney’in kızı Yılmaz Güney’i ‘anlıyor mu?’ Yılmaz Güney’in ‘dava’sının büyüklüğünü ve bu umudun tüm insanlığın kavgasını kapsayışını..ve bu büyük resimde aslında kendisinin de kimsesiz, aç, tecavüze uğrayan, savaşa maruz kalan genç kızlardan bir farkı olmadığını.. Ve aslında Yılmaz Güney’in, babasının aynı zamanda onun için de savaştığını..Yılmaz Güney’in bakış açısının bireyci değil ‘toplumsal’ olduğunu ve bunun ne demek olduğunu.. Zorluğu, dışlanmışlığı anlıyor belli ki kendinden yola çıkarak ancak kaçırdığı nokta zorluk ve dışlanmışlık, yalnızca Yılmaz Güney’in kızı demek değildi… Babasızlık sadece onun başına gelmedi. Bu anlamda Yılmaz Güney’in kızı hiçbir zaman yalnız değildi; belki yalnızlığı babasının davasına katılabilme şansını yakalamamış olmasından ötürü, belki Güney’in kızını korumak istemesi ve kendinden uzak tutmasındandı! Şöyle der Güney: “Ülkemden ayrılışım, özgür olmak, yaşamak istediğimden ötürü değil, özgürlük ve demokrasi kavgasına daha etkin ve aktif bir biçimde katılabilmek içindir.” Diğer bir örnek de Fidel Castro’nun kız kardeşidir. Onu suçlar ve terk ederek Amerika’ya yerleşir. İnsanlar; piyasa kanallarının haberleri aracılığıyla Fidel Castro’nun ne için, kimler için savaştığını, kimin için nasıl bir düzen kurduğunu ve bugün her türlü ambargoya karşın, iç ve dış düşmana karşı bütün gücüyle dimdik durduğunu ve bir mutluluk adası var ettiğini, bilmez! Ama kız kardeşi Juanita Castro’nun ABD’ye ‘sığındığını’, kardeşlerine karşı muhaliflerle birlikte Küba’daki düzene karşı olduğunu bilir ve sistem aile üyelerini kendi tarafına çeker; ‘aile’ tüm dünya için hassas bir konu değil midir! İşte sistem bunu kullanır. Kitaplar yazdırılır; röportajlar yapılır, beyanatlar kaydedilir. Ama ‘insan’... “(…) gocuklu celep kaldırınca sopasını” bir koyun gibi salhaneye koşan insan; Fidel Castro’nun topraklarını devrim sonrası topraksız köylülere paylaştırdığını bilmez. Aradan 50 yıldan fazla zaman geçmesine karşın hala o Batista diktatörlüğü zamanının özlemiyle, mafya çetelerini; Küba’yı yeniden ‘fuhuş, kumarhane ve zıvanadan çıkış adası’ haline getirmek isteyen o insan ve doğa düşmanlarını düşünemez! Buna inananlar, ya gerçeği anlayacak kadar okuryazar değil ya da düşmanın yalanlarıyla tıka basa beslenenlerdir. Fidel Castro’nun kız kardeşi Juanita Castro ya da Castro karşıtları, ancak kendi ‘bencil’ düşüncelerinden dolayı haklı olabilirler. Castro ailesi Küba zenginlerindendi. Şöyle yapsaydı: Küba’nın zenginliklerini kendi mal varlığına katsaydı, daha çok toprak, daha büyük kumarhane, daha çok köle ile çete ailesi olsaydı, daha mı iyi olurdu? Bu yüz karası tablonun Küba halkına ve insanlığa ne faydası olacaktı? Böyle çılgın yerler, çılgın sömürü ve zıvanadan çıkan çılgın insan yığınları hala var. Bu insanlığı sömürüp zıvanadan çıkan insanların insanlığa ve bize ne faydası var? Ve Josef Stalin'in kızı Svetlana, 1966 yılında ABD büyükelçiliğine giderek, babasını eleştiren sözler söylemiş, babasına diktatör demiş, kınamış, pasaportunu yırtmış ve siyasi sığınma hakkı istemişti. Svetlana, ABD’de öldü. O zamanlara gidip, zamanın sentezi ve analizini yaptığımızda: Stalin’i diktatör yapan güçler neydi, Stalin diktatördü de karşıtları nasıl bir diktatördü acaba? diye sormamız gerekir. ABD’de CIA ajanlarının aklına eseni komünist olarak damgalatıp yok ettiği unutuldu mu? Stalin’in kızı o zamanki soğuk savaş yıllarında nasıl ikna edildi? Zor kullanılmış olabilir mi? Bir ödül verilmiş olabilir mi? Ya da bu kutuplu, sıcak ve soğuk savaşın yaşandığı zamanda, kendisi orada yaşamak istemiş de olabilir ve onun bu isteği, Stalin karşıtlarının dillerine pelesenk olanın tersine; sosyalist toplum yaşamının iyi ya da kötü oluşunu gösteren bir ölçü olamaz! İnsan düşünür ve eninde sonunda şöyle der: Böylesi sınıflı bir toplumda, böylesine haksız işleyen sistemlerde ailenin kendi içinde bölünmesinden; çocuğun babasına, annenin oğluna vb. küskünlüğünden, kızgınlığından daha doğal ne olabilir. Bu küreselden toplumsala, toplumsaldan bireysele kadar her geçtiği yeri talan eden bir bozuk makinedir aslında: majörden minöre sıçrayan, sirayet eden yalandır. Asıl düşünülmesi, sorgulanması gereken kapitalist sistemin kendisi olmalı. Ve şu bilinmeli ki sömürü düzeninin sürmesi için: düzeni kuran ve sürdürenler her yolu mubah saymışlardır. Sömürü düzeninin varlığı için ‘insanlar ve doğa’ acımadan kirletilmiş, katledilmiştir ve ediliyor… İşte aydın, düşün ve sanat insanlarının anlatmak istediği budur. Ahmed Arif’in satırlarında olduğu gibi… HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM Seni, anlatabilmek seni İyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni Namussuza, halden bilmeze Kahpe yalana. (…) Ahmed Arif Ey halk, artık sana yıllarca söylenen yalanı tersine çevirip düşünme, sorgulama zamanın gelmedi mi? Kapitalistlerin acımasızlığı, insanın en yakın sırlarını bilen çocuklarına, kardeşlerine ya da eşlerine bile insanı vurdurtur. Onun felsefesinde insanın önemi yoktur. Kapitalizm: iktidardır, köleliktir, vicdansızlıktır, açlıktır, yoksulluktur, göçtür, depremdir, ilkelliktir, töredir, gelenektir, fuhuştur, uygar olmamaktır, cehalettir, kandır, kan davasıdır, katildir, hırsızlıktır, gasptır, tacirliktir, simsarlıktır, kârdır, yalandır, dolandırıcılıktır, düşmanlıktır, çoraklıktır, GDO’dur, kanserdir, ayrılıktır, gurbettir, ölümdür. İşkencedir, zulümdür, esarettir, sevgisizliktir, mahpusluktur. Hiçliktir, dilenciliktir, tinerciliktir, vandalisttir, terördür, savaştır, ihanettir! Tecavüzdür. Erkektir, magandadır, obezitedir, uzayda villa almaktır, tatminsizliktir, varoşlardır, kullan attır, deliliktir… Daha ne kaldı; kalanını siz tamamlayın sevgili okurlar… Yazımı Yılmaz Güney’in bir sözüyle bitirmek istiyorum. “Arkadaşlar! Dışarı da bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?”… Canip DOĞUTÜRK Kaynak: [1]. Selami İNCE, Sadece Marx değil Lenin de haklıymış, 10 Ocak 2012 tarihli Birgün Gazetesi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Canip Doğutürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |