3 Haziran 1963
Moskova
Nâzım Hikmet Ranın ceketi..
Cebinde bir kağıt
Kağıtta bir şiir:
Gelsene dedi bana..Kalsana dedi bana..Gülsene dedi bana..Ölsene dedi banaGeldim, kaldım, güldüm, öldüm.
Son şiir
Bu son dizeler bir itiraf gibi
Bir şairin yaşama, güzelliklere ve hüzne bakışının alçakgönüllü anlatımı Koskoca ve dopdolu bir hayatın hak ettiği en sade veda
Bir aşk..
Şairin insana, insanlığa ve tüm evrene duyduğu sevgi, tutku, acı ve saflık
Bilinçli bir yaşam, bilinçli bir veda
Bu veda Nâzım Hikmet Ranın son 5 dizesi..
Her yılın Haziran ayı, bende bir burukluk yaşatır; Haziran ayı üç büyük devrimci ustanın aramızdan ayrıldığı aydır: 2 Haziran'da Orhan Kemal (1970), Ahmed Arif (1991) ve 3 Haziran'da Nâzım Hikmet (1963) beni silkeler; zıtlıkları, çelişkileri anımsatır. Kırk yedi yıl önce; Nazım Hikmet Ran şairimizin dünyadan, büyük insanlıktan ayrıldığı gün bu gün!
Nâzım Hikmet şiirlerini gizli gizli korkarak, saklanarak okuduğumda çok şaşırmıştım; 1928 de mahpusluk zanaatına başlıyor ve 1951de bitiriyor. Bitirme belgesini alan Nâzım, o büyük beynini de alıp istemeyerek bu yurttan göç etmek zorunda kalıyor. J.S Perse, bir Fransız şair şöyle demiş: Ozan; insanın görünmez yüzü Nâzım bir ozandı. Büyük insanlığın ozanı: İnsanın, emeğin, doğanın değerini bilen bir sanat adamı. Nâzım Hikmet, yirminci yüzyılın, modern çağın çelişkileri, acıları içinde, sınıf çatışmalarının ve savaşların yoğun yaşandığı bir çağın şairiydi. Onu yaşadığı ve hiç durmadan şiirler ürettiği zamanda kendi ülkesi için tehlikeli (!) ve günümüzde ise onu bir Türk şairi olarak değerli kılan şey tam da buydu: Çağının şairi olması. Nâzımın çığlığı keskindi çünkü memleketine ve dünyaya baktığında gerçeği görebiliyordu. Yüzyıllar boyu büyük ozanların seçtiği şairlik mertebesini yani gerçekliğin taşıyıcılığı görevini yüklenmişti. Bu ne pahasına olursa olsun dilin, beynin ve kalbin sesini bağırmak anlamına gelir ki şairlerin işi bu yüzden hep zor olmuştur. İşte bu zorluk Nâzımı bu kadar okunası yapandır; çünkü gerçektir dizeleri; ama aynı zamanda Nâzımı memleketinden uzaklara gitmeye zorlayan ona hasretlik çektirendir de Ama onu büyük yapan yaşadığı çağın haksızlıklarını, en derinde yatan anlamlarını, olaylarını güçlü bir şiirsellikle üretirken dünyayla bütünleşmesi; evren ve insan birlikteliğini dilinin gücüyle verebilmesiydi. Bu yüzden Nâzım nereye giderse gitsin başka bir ülkede yaşanan acılara ya da dünyanın öbür ucundaki barışa hep hasrettiAngina Pektoris şiirinde doktora söylediği gibi: () Bakıyorum geceye demirlerden ve iman tahtamın üstündeki korkunç baskıya rağmen kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor ()
Nâzımın şiirlerinde yaşam belgesel gibidir. Başından sonuna izlenir, anlaşılır ve düşündürür her bir satırı Bu yüzden Nâzımın şiiri, bir tanıklıktır; tarihin sınıfsal çelişkilerini anlatan, acılarını ve mutluluklarını yansıtan ve en güzeli de gelecek yüzyıllara umut ve cesaret aşılayan
YİRMİNCİ ASRA DAİR
Uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...
Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
Yüz yıl sonra, sevgilim...
Hayr,her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem),
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır...
Nâzım Hikmet Ran
12.11.1941
İşte bu şiirde, önceki satırda sözünü ettiğim gibi; yüzyıl içindeki sınıfsal yapıyı ve onun çelişkilerini görebiliyoruz. Bir şairin, insanın, acısını ve umudunu görüyoruz. Bu şiirin gücü, hangi yüzyılda okunursa okunsun o hazin yaşamı, savaşı ve inancı dile getirmesinden gelir. Şiir, sınıf çelişkileri sürdüğü süreç içinde de hep güncel kalmanın ötesinde belgesel niteliğini de koruyacaktır. Nâzımın şiirleri tablo gibi izlenebilir, sinema olarak görselleştirilebilir; ses, ritim ve melodi her satırda birbirini takip eder. Nâzım konuşur siz dinlersiniz. Hikayeler: insanların, mahpushanedekilerin, kadınların, aşkların, yoksulluğun, Haydarpaşa Garının, kentin, ormanınkarlı kayın ormanının, yolculukların, savaşın. ve gelecek güzel günleri bir bir anlatır Nâzım.
Nâzım, bir insan, bir şair Gençlik çağında 1938 yılında şiirleri yüzünden 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 17 yılı aşkın kaldı. 1950 yılında bir af yasasıyla çıktı. Yeniden askerliğe çağrılması ve öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurdunu terk etmek zorunda kaldı. 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu Türkiye vatandaşlığından çıkarılmasına karar verdi. Sovyetler Birliği'nde Moskova yakınlarındaki yazarlar köyünde ve daha sonra da, eşi Vera Tulyakova (Hikmet) ile Moskova'da yaşadı ve orada öldü. Dünya emekçilerinin dilinde destanlaşan şairimizin mezarı ömrünün önemli bir kesitini yaşadığı ikinci vatanı olarak bilinen Moskovada, Novo-Deviçiy Mezarlığında gömülü. Siyah granitten bir mezar taşı üzerinde rüzgâra karşı yürüyen adam figürü ile görselleştirilen mezar dünyanın dört bir yanından gelen insanların çiçekleriyle anıtsallaştırılıyor.
Uzun bir zaman Türkiye bir hataya düştü. Kendi ozanına, kendi yurttaşına vatan haini damgası vurulmasına izin verdi. Birçok güzel insan, yetenekli ve değerli sanatçı, şair, tiyatro ve opera sanatçıları, sanat ve siyasi ideoloji arasında var olan o çelişkili yapı içinde haksızca cezalandırıldılar. O zamanın koşullarını ya da siyasi ideolojilerini şimdi burada tartışacak değiliz; ama artık Türkiye medyasında değerleri teslim edilen şairlerimizden biri Nâzım Hikmet Şiirleri oratoryolara, destanları müziklere dönüşüyor; Bursa Cezaevi günlerini anlatan Mavi Gözlü Dev adlı bir film sinemalarda yer aldı Peki, yetiyor mu? Nâzım dünyada bir Türk şairi Çünkü Nâzım memleketim der birçok şiirinde Vasiyet şiirini: 27 Nisan 1953de Barviha Sanatoryumunda hasta yatarken yazmış. Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, -öyle gibi de görünüyor- Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarına gelirse tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani.... der.
Nâzım Hikmetin burada sözünü ettiği, gömülme isteğinin nasıl olduğuna doğru bakmak gerek diye düşünüyorum. Ben Nâzım Hikmetin gömüleceği yeri seçtiği düşüncesinde değilim. Çünkü Nâzım Hikmet kendi mitini görmüş bir dünya şairi olarak, gömülmek istediği yerin mutlaka Anadoluda bir köy mezarlığı olması gibi bir zorunluluğu ifade etmiyor. Zaten Nâzımın bu dizeleri bildiğiniz gibi şiir dir. Vasiyet değil. Vasiyetse resmi bir evraktır. Şiirin yapısında metaforlar vardır. Anlatım, çağrışım ve dil oyunlarıyla zenginleştirilir. Bu, şairin ruhu ve kaleminin gücünün birleşimidir. O nedenle Nâzımı biraz anlamak demek; onun son yolculuğunu şiirin diliyle kurgularken; kendi memleketinde, Anadolu insanı ve çok sevdiği çınar ağaçlarıyla, alçakgönüllü bir buluşmayı hayal ettiğini anlayabilmek demektir. Hasretlik, sevgi, özlem, alçak gönüllülük, dostluk Ben sizden ayrıldığımda da yüreğim sizinle demek ister
Ama kırk dokuz yıldır orada başkaldırının dinginliği içinde duran anıt mezarı buraya getirmek istiyorlar. Değişecek olan ne?
Nâzım Hikmetin düşüncelerine inanan insanlara sözüm: Bırakın olduğu yerde kırılmadan, dökülmeden saygı görsün, dünya emekçileri adına rüzgâra karşı yürüsün. Materyalist ya da metafizik dünya görüşü yanlılarının her ikisi de: evrende her yerin aynı olduğunu düşünürler. Biri doğa adına, diğeri tanrı adına, bu iki görüşte de insanın bedeninin nerede gömülü olduğu o kadar önemli değildir. Önemli olan insanın düşüncelerinin aydınlığının ne kadarının insanlara ulaştığıdır.
Materyalist ya da metafizikçilerin dışında kalanları ve illa mezar buraya gelecek diyenleri önce Nâzımı doğru anlamaya çağırıyorum. Nâzım Hikmetin dünya görüşü Marksizm, savunduğu ideoloji eşitlikten yana, komünist bir sistemdi Ancak büyük anlatıların (Grand Narratives) son dönemecinde artık değerler sistemi değişti. Biraz dikkatli bakıldığında 21. yüzyılın her şeyi üretip tükettiğini ve bunun yüksek kapitalizmin en büyük stratejisi olduğu görülebilir. Kültürel değerler de artık bu acımasız döngüde yerlerini alırlar. Yani Nâzım da bu anlamda bir metadır kapitalizme göre. Bir aracıdır. O komünizmin, vatan hainliğinin değişen yüzünün bir simgesi olarak üretilir ve tüketilir.
Ancak gerçekte, Nâzımca ve bizce Nâzım yalnızca büyük insanlığın şairi Marksist oluşu tehlike unsuru olmaktan çıktı (!) ; geriye gerçekleri söylemişliği kaldı Ve bu sonsuza kadar kalacaktır da Bu anlamda ne Marksist kesim ne de onun karşısındaki Kapitalist Burjuva aydınları Nâzımın mezarının nerede olduğuyla ilgilenmeyecektir. Unutmayalım ki kültüre ve sanata bakış açısı var olan ve gelişen toplumlarda şairler ve sanatçılar, aydınlar ve ozanlar mezar gibi somut mimari yapılarla değil ruhları ve yapıtlarıyla insanlarla bütünleşirler. Gelecek nesillere aktarılacak olan da budur. Yoksa her tarafı, karşıt görüşlü lümpen bir topluluk tarafından kırılan, dökülen mezar taşları değildir aktarılacak olan... Nâzımın mezarının orada olmasının bir anlamı var; Nâzımın yaşamının önemli bir kısmını, ideolojisini ve hatta son aşkını ifade ediyor o bize uzak gömüt..
Kendimizi kandırmayalım. Bırakın Nâzımın kendisinin neler çektiğini; memleketimiz Nâzımın şiirlerini okuyanların sürgün edildiği, işinden atıldığı, işkence gördüğü, toplum dışına itildiği sancılı süreçlerden geçti. Bu günlerden bir günde: Bir hazin hürriyet uğruna olsa da beni korumaya çalışan babam, ben evden çıkıp gittiğimde Nâzım Hikmetin kitaplarını raflarda tersine dizerdi! Babam okuryazar bir kişiydi. Ama beni koruyabilmek duygusu ve endişesiyle Nâzımın adını gizlerdi.
Uzaklardan memleketine bakıp, insanların her öğünde yalanla beslendiğini gören Nâzım: 1949 da yazdığı elleriniz ve yalana dair şiirindeki kahramanlara: 1930 Mayısında yazdığı sen yanmasan ben yanmasam diye bağırarak, 28.7.1962 de yazdığı Vatan Haini şiiriyle vatan hainliğine devam ettiğini haykırıyordu karşı kıyıdan. İnsanlık uyansın diye. Yalanla doyanlar gerçeği görebilsin diye!
Gerçek gizlenemeyecek kadar büyük şimdi. Nâzım Hikmet yaşıyor!
Canip Doğutürk