"Bilmezlik ile ne hoştum; hayalimde ne güzellik, ne de aşk vardı." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Yavaşça adımını öne doğru attı. Aslında arena ya çıkana kadar her hangi bir tehlike nin olmadığını çok iyi bilen Khal-el , zafer yada mağlubiyet kavramlarının ikisinin de kendisini korktuğunu hissetti. Hani öyle anlar vardır ki insanın iki göğsünün tam ortasında yer alan boşluk sıkışır ya , işte Khal-el bu hissi hiç sevmediği için derin derin nefes alarak, göğsünü rahatlatmaya çalışıyordu. Arena nın tam ortasına geldiğinde tüm o coşkulu hastalıklı gürültünün bir anda yok olduğunu , kendisini izleyen binlerce seyircinin bakışları ile bedenini süzdüğünü hissetti. Sanki iğrenç bir böcek tenine değmiş gibi titreyerek geriye doğru çekildi. Karşısında duran yaşlı adama bakarak gözlerinde sevgi ve merhamet aradı . Yaşlı adamın yüzünde merhametten çok bir aslanın ,küçük bir ceylanı öldürmeden önce ,avına öldürücü darbeyi nereye vuracağına karar vermeye çalışmasına benzeyen bakışlar gördü. Derin ve hızlı nefes alıp vermesini kontrol etmek için elini kalbine götüren Khal-el , karşısında kendisini izleyen adama bakarak “ Biz bu hale nasıl geldik” diye iç geçirdi. Daha küçük bir çocuk iken bu adamın kucağından inmez, onun kokusunu içine çekmeden uyuyamazdı. “Şimdi ne değişti” diye düşündü. Khal-el’e her türlü entelektüel bilgisini veren , kılıç kullanma sanatını öğreten bu adam , şimdi Khal-el li öldürmek istiyor ,tüm emeğini yine kendisi yok etmek istiyordu. Genç prens “ İnsan yaptığı kumdan kaleyi bile bozmaya kıyamazken, sen beni öldürmek istiyorsun” diye bağırdı. Karşısında tepkisiz ce duran yaşlı adamdan ne beklediğini kendisi de bilmiyordu. Belki pişmanlık belirtisi , belki de hüzün, hatta karşısında duran bu adamın kızmasını bile kabul edebilirdi. Ancak savaşa hazır, dimdik omuzlarla karşısında duran yaşlı adamın, yüzünde herhangi bir mimik görmemesi Khal-el in acı gerçeği anlamasına yetti de arttı. Tıpkı karşısındaki ihtiyar gibi genç prens de omuzlarını dikleştirerek ifadesizce rakibine bakmaya başlamıştı. Gerilimin farkına varan kalabalık, tezahüratlar yaparak bağırmaya başladı. Başını seyircilere çeviren Khal-el, bir an için “ Karşınızda gladyatör yok. Bizler sizin tanrılarınız ve Firavunlarınızıs” diyerek bağırmayı düşündü. Kalabalığa kılıcın kabzasını tutan eli ni daha da çok sıkarak bakıyordu ki , kulağına gelen metal sesi ile başını önüne çevirdi. İhtiyar adamın nağralar atarak, kılıcını boynuna doğru savurduğunu gören Khal-el, hızla kendini yere atarak, başının boynundan ayrılmasını engellemeyi başardı. Bir kağbus dan uyanırmış gibi hızla başını ihtiyara çevirdiğinde ,üstüne gelen kılıcı gören genç prens, yerde yuvarlanarak ardı ardına üstüne bedenine saplanmak için ilerleyen, kılıç darbelerini savuşturdu. Geriye doğru sendeleyerek ayağa kalkan genç prens , öfke ile üstüne koşan adamın savurduğu kılıç darbelerini , yine aynı adamın kendisine öğrettiği teknikleri kullanarak savuşturdu. Mücadeleye ısınarak nefes alıp verişlerini en sonunda düzene sokabilen Khal-el , karşısında nefes nefese kalmış ve mücadelenin başındaki durumunun aksine, omuzlarını bile kaldıramayan yaşlı adama baktı. “Bu adil değil ki” diyerek iç geçirdi. Toplumun kendisinden istediği şeyi yapmak istemiyordu. Karşısında nefes nefese kalmış ihtiyara bakarak “buradan gidelim baba” diye bağırdı. Khal-el ilk defa ağzından çıkan bir cümlenin karşısındaki yaşlı adamın gözlerin de büyümeye ve dudaklarında gerilmeye neden olduğunu gördü. Bu tepkinin babası üstünde olumlumu, yoksa olumsuz bir etkiye mi yol açtığına emin olamamıştı ki ,ihtiyar adamın daha hızlı ve güçlü nağralar atarak üstüne saldırdığını gördü. Karnın da adeta daha önce hissetmediği bir gerilimin başladığını hisseden Khal-el , babasının kılıç darbelerini kendi kılıcı ile karşılar ken , bir yandan da gözlerinde süzülen yaşları hissediyordu. Bir yandan vahşete aç seyirciye Firavunlarını köle gibi dövüştürdükleri için kızıyor ,öte yandan karanlıkta her korktuğunda, yatağına girip kucakladığı babasının, kendisini öldürmeye çalışmasını hazmedemiyordu. Babasının kolunu yukarı gereğinden fazla kaldırmasını fırsat bilerek, sol eli ile babasının kılıç tutan sağ kolunu tutan Khal-el, kılıcını yaşlı adamın kalbine sapladı. Hayallerinde hep babasının ölmek üzereyken kendisine son bir nasihat daha vereceğini düşleyen genç prens, yaşlı adamın hızla kuma düşüp ölmesi ile olduğu yerde heykel gibi durmaya başladı. DÖRT GÜN SONRA Ağaçların bir çatı gibi üstlerini örttüğü ,farklı familyalardan gelen pek çok çiçeğin kokusunu taşıyan , mermer havuzlar ve işlemeli zemini ile göz dolduran saray bahçesinden, arkasında yüze yakın asker ve bir o kadar şak şakçı saray yalakası ile geçen Khal-el , çocukluğundan beri içinde oynadığı geniş salona girdi. Bir zamanlar babam dediği adamı öldürmüş ve artık bir firavun olmuş olsa da kendini farklı hissetmesine neden olacak her hangi bir duygu kırıntısına rastlamadığı için derince nefes aldı. Bir Firavun yalnızca kral değil , aynı zamanda tanrı sayılırdı. Dudağının altını ısırarak, çevresine hızla bakan genç firavun “Madem Tanrıyım, neden farklı hissetmiyorum” diyerek iç geçirdi. Derin derin nefes alarak arkasında gülüşen , eğelenen kalabalığa göz attı. Gözleri annesini aradı ama bir Firavun un yalnızca kız kardeşi ile evlene bileceğini, Tanrı kanının bozulmaması için Firavun ların ensest yolla evlilik yapabileceğini hatırladı. Annesini arayan gözleri bu gerçeği hatırladığı anda kapandı. “Benim kız kardeşim yok ki.” Diyerek iç geçirdi. Bu gece yalnızca kaderin ona eş olarak sunduğu tek kadının, annesinin koynuna gireceğini anladı. İşlemeli, devasa, ölçülerdeki, yüz kişilik,şık yemek masasına oturması ile saat yönünde ,önem sırasına göre tebası yanına oturdu. Yemek masasına su servisi yapan genç kızın sık kalçalarına bakıp “Acaba annem de benim Tanrı olduğum saçmalığına inanıyor mu” diyerek arkasına yaslandı. Şu bir gerçekti ki, bir Tanrı genç kızların kalçasına kaçamak bakış atmazdı. Gecenin sonunda şehrin önde gelen konuklarını saray dan uğurladığında, bir zamanlar babasına ait olan odasına doğru ilerlemeye başladı. Koridorda bulunan devasa işlemeli aynanın önüne geçerek “Acaba şimdi koşarak saray dan dışarı çıksam ve bir daha geri dönmesem” diye hayıflandı. Dudaklarını kısıp hafifçe tıslayarak “Ne Tanrı ama. Hadi Tanrı neyse de ne Kral ama” diyerek iç geçirdi. Eskiden annesi şimdi ise çiçeği burnunda karısı olan kadının, kendisini beklediğini biliyordu.Oda kapısının önüne geldiğinde elini kapı kolundan çekerek geriye doğru gitti.Daha küçük bir çocuk iken annesi ile oynadığı oyunları, birlikte paylaştıkları onca anıyı hatırladı. Hızla başını sağa sola sallamaya başladı. Derince nefes alarak hizmetçilerin olduğu odaya doğru yürümeye başladı. Belini dikleştirerek “Ben kral ım” diye bağırdı. Yemek boyunca kalçaları aklından çıkmayan o kız neden onun olamazdı ki. Gülerek elini havaya kaldırıp “Ben Tanrıyım” diyerek bağırdı. Genç kızın odasına girdiğinde kendisini izleyen askerlerin bakışlarını hissedip, dudağını seyirdi. Göz ucu ile genç kızın odasının kapısını kapayarak yanlızca askerleri değil , tüm toplumsal kuralları , dayatmaları ve insanları korkutan dini saçmalıkları da dışarıda bıraktı. Geceliği ile kendisine bakan genç kızı gördüğünde zorlukla yutkundu. Özür dileyip genç kızın odasından çıkmayı düşünse de “Bakalım Tanrı olarak ne kadar güçlüyüm” diye iç geçirdi. Korkmuş halde duran kıza doğru ilerlemeye başladı. Acaba kızın bir nişanlısı yada seveni varmıydı. Belki de Khal-el bu genç kızın tipi değildi.Genç adam kendisini bildi bileli ,gönülsüz bir kadınla yatma fikrine pek sıcak bakmamıştı. Önünde sudan çıkmış bir kedi gibi ,tirtir tireyen kıza bakarak “Bu gece annemle yatmaktan iyidir” diyerek kızın yüzünü okşamaya başladı.Tanrıcılık oynamaktan zevk aldığını hisseden Firavun ilk emrini önünde çaresizlikten ne yapacağını şaşırmış genç kıza verdi. -Soyun Gün ışığı ile gözlerini açan genç Firavun yanında yatan çıplak kadına bakarak gülümsedi. Eli ile kızın saçlarını “Adın ne senenin” diyerek okşamaya başladı. Saçlarını, Khal-el in okşamasından hoşlandığını göstermek için gözlerini yumarak, eli ile Khal-el in elini tutan genç kız “Niru” diye cevap verdi. Khal-el genç kızın yüzüne baktığında , kızın yaptığı tüm eylemlerden hoşlandığını görse de , aynı kızın gözlerine baktığında mutluluk bulamadı. Elini kızın saçlarından çekerek “Firavunu olduğum için numara yapıyor” diye iç geçirdi. Ayağa kalkıp giyinmeye başladı. Odanın içinde bulunan kirli aynaya baktığında gülümsediğini hissetti. Eğer gerçekten bir tanrı ise, kızın ne hissettiğinin ya da toplumun ondan ne istediğinin ne önemi vardı ki .İçinde hayatının muhteşem olacağına dair bir his vardı. Kendisine tahsis edilen oda yerine, tüm gençliğinin geçtiği odaya giderek banyosunu yaptı. Resmi olmayan ,gündelik bir kıyafet giyerek ,kendisini kahvaltı masasında bekleyen tebasına doğru ilerledi. Altın işlemeli ,büyük perdeler ile aydınlatılan odanın tam ortasında bulunan, büyük yemek masası nın önüne geldi.Firavunları nın üstündeki kıyafete pür dikkat ,ağızları sonuna kadar açık bir şekilde bakan kalabalığı süzen Khal-el , “Yalnız başıma kahvaltı yapmak istiyorum” diyerek , sol eli ile kalabalığa kapıyı gösterdi. İçlerinde vezirler ve önemli iş adamlarının olduğu guruptan fısıltılar ve sesler çıkmaya başlayınca ,sesini sanki bir Tanrıymış gibi sertleştiren Khal-el “Duymadınız galiba” diyerek kükredi. Birbirlerine durmadan bakınıp, kulaktan kulağa fısıldaşarak, dışarı çıkan kalabalığı bekleyen genç Firavun yemek masasına oturdu. Kendi cüssesinin neredeyse iki katı olan bir askerin kendisine yanaşması ile başını çevirerek “Bir şey mi diyeceksin” diye sordu. Asker çekinerek “Kralım onlar toplumumuzda ileri gelen insanlardı.Onları bu şekilde kovmanız politik gücünüz açısından hiç iyi olamadı” diyerek titremeye başladı. Gözleri büyüyerek hızla ayağa kalkan Khal-el , askere okkalı bir tokat patlattı. Genç Firavun ,titreyerek ve gözlerinden akan yaşlarla kendisine bakan askere “Ben Tanrıyım. Ne istersem onu yaparım” diyerek. Hızla salondan dışarı çıktı. Koşar adımlarla sarayda hizmetli olarak çalışan kızların olduğu odaya girdi. En genç ve en güzel kızı seçerek “Odama gel” diye bağırdı. Tam odadan ayrılacaktı ki ,hizmetçilerden sorumlu olan asker yavaşça Khal-el in yanına gelerek “Kralım isterseniz hareminizi hazırlatayım” diyerek esas duruşa geçti. Gülümseyerek askere dönen genç Firavun “Benim canım bu kızı istiyor” diyerek cevap verdi. Bacakları zangır zangır titreyen asker yavaşça “Halktan birileri ile birlikte olursanız, insanlar sizin Tanrı olmadığınızı düşünür .Buda bizim saltanatımızı sarsar” diyerek yeniden esas duruşa geçti. Khal-el askere bile bakmadan odasına doğru yürürken bağırdı. -O zaman halkıda odama getir. Çıplak vaziyette odasında beklerken , kapının çalması ile yatağından kalkan genç Firavun , ağlamaktan kan çanağı gibi şişmiş gözlerle,titreyerek yanına gelen genç kıza son emrini verdi. -Soyun Derler ki “Tanrı bile Dünya yı dokuz günde yarattı” Bu kadim efsanenin gerçekten ne derece doğru olduğunu asla bilemeyecek olsak da ,insanlar için bu efsane doğruluğundan çok ,Tanrı nın dahi bir takım kurallara uyduğunun , kuralsız her eylemin kaos la sonuçlanacağının sembolüdür. İşte çiçeği burnunda Firavun Khal-el , bu sözü çok tan unutmuş olarak uyandı. Geniş , önünde boydan boya balkonu olan , gün ışığının içeri rahatça girebilmesi için tasarlanmış odasında, yanında genç körpe hizmetçisinin sperm kokan kalçasını öperek doğruldu. Esneyerek ayağa kalktı. Balkonuna doğru yürüyerek sarayın güzel bahçesini izleyecekti ki , bahçede daha dün sabah masadan kovduğu tebasının da bulunduğu pek çok saygın insanın toplandığı ve bir törene hazırlandıklarını fark etti. Başını geriye doğru atarak “Sabah sabah ne diye gülüşüyorlar” diyerek kapıya doğru yöneldi. Oda kapısını açtığında, karşısında kendisine nazaran çok daha iri iki askeri görünce duraklayan Khal-el, sesini bir Tanrı ya yakışır şekilde sertleştirerek “Bahçede neler oluyor” diye bağırdı. Askerler birbirine bakıp gülümseyerek “Anneniz evleniyor” deyip Khal-el in kolunu sıkıca tuttu. Koluna uzun uzun baktıktan sonra askere dönerek “ Küstah sen beni nasıl tutarsın. Annem benimle evli” diye bağıran genç adam kolunu kurtarmaya çalıştıysa da ,askerin Khal-el in kolunu bırakmaya hiç niyeti yoktu. İkinci askerin de kolunu tutması ile ağzı açık kollarına ve askerlere bakan Khal-el , iri asker in “Anneniz yeğeni ile evlenerek Firavun ve Tanrımız oldu” demesi üzerine çırpınmaya başladı. Askerlere bakarak “Ben Tanrıyım aptal. Ben ölmem” diyerek bağıran genç adamın tüm umutları, askerin verdiği cevapla yerle bir oldu. -Sen bir aptalsın İdam odasına götürülen genç adam hafifçe gülümsedi. Firavun olmak onu Tanrı değil yalnızca bozuk sistemin bir kölesi yapmıştı. İri kıyım askerin saçını tutarak başını suya bastırması ile nefesi kesilen Khal-el ölmeden önce son kez iç geçirdi. -Annemle yatmaktan iyidir. MEHMET BURAK YÜKSEL
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mehmet burak yüksel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |