Matematiğe, yalnızca yaratıcı bir sanat olduğu sürece ilgi duyarım. -Godfrey Hardy |
|
||||||||||
|
Bu yazıda ise 1990 kuşağının lokomotif işlevi gördüğü, kendiliğindenlikle başlayan, yaygınlaşan bu olağanüstü direnişle (Ayaklanma, isyan değil) ülkemizde, toplumumuzda nelerin aşıldığını, nelerin gönderildiğini irdelemeye çalışacağız. Elbette dillendirilen bu saptamalar, şimdilik kurgusal varsayımlar ya da öngörüler olmaktan öteye geçmeyecek. Ancak, akademik formasyon olmasa da kısa sayılmayacak bir ömürde yaşananlara, biriktirilenlere dayanarak ve tarihe sıradan bir yurttaşın notunu düşmek adına yazmayı görev sayıyorum. Giden Olarak Fark Ettiklerimiz . 12 Eylül faşist darbesinin, on yıllar boyunca toplumda oluşturduğu yılgınlık, korku, sinme, politikadan uzaklaşma, o yapışkan vurdum duymazlık aşıldı. Bu direnişle halk, kendi gücünü gösterdiğinde korku sırasının yönetici güçlere geldiğini ve bu nedenle şiddete sarıldığını fark etti ve direnişi sürdürme gücünü buradan aldı. . Toplum, on yıllar boyunca, sömürücü emperyalist güçler ve işbirlikçilerinin yarattığı öcüleri, düşmanlaştırmaları, bölüp vuruşturma taktiklerini artık yutmadığını gösterdi. Bundan böyle, vatansever-komünist, sünni-alevi, vatansever-bölücü, vatansever-terörist biçimde yıllarca gençliği ve halkı birbirine düşüren, kardeş kavgasına iten yapay ayrıştırmaların özgürlük, demokrasi ve her türlü hak arayışının önünü kesmeye, sömürüyü gizlemeye yönelik olduğunu kavradı. Bu taktikler asla eskisi kadar etkili olmayacak. Çünkü bu silahların en güçlüsü, dinsel argümanlardı, onun da bu iktidar sayesinde cılkı çıktı. . Yukarda söz ettiğimiz “böl-çarpıştır-güçten düşür-yönet” taktiğinin özellikle halkın değer verdiği sembol ve inançlar üzerinden yapıldığı da toplumsal bilince çıktı. Bayrağın, ulusal marşın, bir değer olmaktan nasıl çıkartıldığı, insanları ayrıştırmada bir dayatma öğesi, hatta halkları birbirine düşürmek için bir zorbalık sembolü olarak kullanıldığı, özellikle direnişin lokomotifi olan genç kuşaklar tarafından fark edildi. Dayatanların da reddedenlerin de aynı kulvarda bilerek ya da bilmeyerek nasıl buluştuklarını sezdi gençlik. Hititler, kaç koldan Hattuşa’ya Anadolu’nun ilk büyük devletini kurmak için gelirlerken her kabile, kendi Tanrısını da alıp gelmişti. Farklı Hitit boyları birleşip Tanrılarıyla birlikte bir güç oluşturmuşlar, o çağda Anadolu’da uygar bir devlet kurmuşlardı. Gezi direnişlerinde de İstanbul’da ve ülkenin pek çok yerinde, sembollerin kardeşçe kullanımını gördük. Tomalardan ve gazdan, elinde Atatürk portresi taşıyan genç bir Türk kızıyla, BDP bayrağı taşıyan Kürt delikanlısının el ele kaçarken çekilmiş fotoğrafı ve benzeri fotoğraflar, sosyal paylaşım sitelerinde olağanüstü bir sevgi ve heyecan yarattı. Futbol endüstrisi yoluyla insanları fanatikleştirip kanlı bıçaklı hale getirenlerin de foyası meydana çıktı. En fanatik taraftarlar amigolar kolkola girdi diktatörlüğe tepki ve özgürlük için. Mutluluk göz yaşlarıyla alkışladı yüreğimiz hepsini. Gençler, hem ders verdiler hem örnek oldular. Namaz kılanları, namaz kılmayan, ateist, agnostik, sosyalist, komünist, demokrat ya da başka inançlardan gençler kolladı. Onlar da diğerlerinin bira içmesine, davranışlarına karışmadı. Tesettürlülerle tesettürsüzler kaynaştı. Sığ bir laiklik anlayışı aşıldığı gibi direnişe katılan dindarlarca da Tanrı’yla ilişkinin giyim kuşamla ölçülemeyeceği anlaşıldı. İnançların ve sembollerin de gerçek değerlerine kavuşacağı günleri muştuladı gençler bize. Artık kimse, eskisi gibi kandıramayacak onları. Darısı büyüklerin başına diyelim. Aslında büyükler, gölge etmesin, gençler başka ihsan istemez diyorum ben. . Çevreye çok duyarlı, rant için talana karşı bir gençlik geliyor. Ülkeyi babalarının çiftliği sanmak, eskisi gibi gözü kapalı tarumar ve talan etmek de gidici. . Gençler, yaşamın her alanında özgürlük ve kendilerine saygı bekliyor. Kendi kararlarını vermek istiyorlar. Kişi, sembol, inanç… Her konuda… “Bize güzellikle anlatmanıza itirazımız yok. Ama dünya öyle küçüldü ki… Bizim de bilgilenme olanaklarımız var. Toplumsal bellekte yer etmiş nice acıyı, tam bilmesek de çoğunu fark ediyoruz. Yaşamımıza nasıl yön vereceğimizi, neye nasıl inanacağımızı, neyi ne kadar seveceğimizi bize dikte etmeyin, bize dayatmayın, bize buyurmayın, bize zor kullanmayın” diyorlar. Böylece, “Yaşamın her alanında, diktatörce eğilimler de gidiş yoluna girdi” dersem neden yanılayım? . Kaç kuşağın, darbelerle sindirildiği, umutsuzluğa gark edildiği bu ülkede, işkencehanelerde, hapisanelerde çile çekmiş milyonlarca insanda, onların çocuklarında ve yakınlarında oluşmuş “Bu millet adam olmaz çekilen bunca acı boşa gitti, çekenler enayi yerine kondu.” yargısı, gençlerin içine düştüğü nihilizm(Hiççilik) de gidenler arasında. On yıllarca en dinamik güçlerinden yoksun bırakılmamıza, kuşaklar arası bağın koparılmasına rağmen. Halk, “Üç ağaç için kıyamet kopartılıyor” propagandasına karşın, bir kıvılcımla toplumsal belleğin, kötülüklerin yanısıra, özveriyi, çıkar gütmeksizin savaşım vermiş nice insanın kahramanlığının, özverisinin, yurtseverliğinin unutulmadığını, verilen emeğin boşa gitmediğini gördü. Ve bütün bunların on yıllarca yıl, bin bir çeşit toplumsal mühendislik oyunuyla toplumun belleğinden kazınması çabasına karşın. Bu olağanüstü toplumsal bir moraldir. Toplumsal moralsizlik, çöküntü de gidenler arasında. Çıkar gütmeksizin, yurt sevgisi ve üretenlerin emeğine saygı adına yaşamını hiçe sayanlara bir kez daha selam ve sevgimizi yollayalım. Bu direnişlerde diktatörce zorbalık nedeniyle canını veren beş canımıza, yaralılarımıza, nerede olduğu belli olmayan kayıplarımıza da selam ve sevgilerimizi yollayalım, kayıplarımızın aramıza dönmeleri için gücümüzü kullanalım. Çünkü diktatörler ve diktatörlükler de gidici. Gidişi hızlandıralım. . Kollektif yönetimlerin oluşturulmaya çalışıldığını gözlediğimiz yazmıştık daha önce. Katı merkeziyetçiliğin, demokratikliğe zarar verdiğini de öğrenmiş genç kuşaklar. Şeflere biat edildiği, şeflerin çıkar ve hırslarına göre soran, sorgulayan bireylerin harcandığı örgütlenme modelleri de gidiyor bana göre. . Buna bağlı olarak, dar gruplarla, paramparça yapılarla sürdürülen devrimci mücadele tarzı, yığınların peşlerinden sürükleyeceğini sanan bu tür örgütlenme modelleri de gidici. Bunların yerine ne gelecek? Bunu, savaşımın içeriği, niteliği, evrileceği yön belirleyecek. Gideni ve geleni görebilen, değişimi doğru çözümleyen parti, hareket, örgüt, bireylerin çokluğu ya da azlığı ise en belirleyici etkenler arasında. Bu yapılabilirse, kuşaklar arası açıklık kapanacak, deneyim alışverişi yapılacak, halk hareketi doğru yönde ivme kazanacaktır. . Yandaş medyanın, kurum ve kuruluşların güce tapınma alışkanlığını, saygınlığını da gidenler arasında görüyorum. Böyle sürerse ya yok olacaklar ya da kendilerine çekidüzen verecekler. Onlar da demokratik bir düzeni kendileri için yaşamsal saymak zorundalar. Örneğin, tüm darbelerin destekçisi Koç Holding, kaz gelecek yerden tavuğu onun için esirgemiyor bence. Benden daha vicanlı olmadığına eminim Koç’un. Onun elindeki verilerin ya da öngörülerinin benden daha güçsüz olduğunu düşünmek ise olanaksız. Elbette onun istediği demokrasi, ile bizim istediğimiz demokrasi arasında fark var. Hedeflenecek demokrasinin halkın çıkarlarına mı hizmet edeceği yoksa yine dünya egemenlerinin ve onlarla bağlı Türk, Kürt kapitalistlerinin demokrasisi mi olacağını da dinsel, mezhepsel ayrılıkların, Kürt-Kürt çatışmasının aşılması belirleyecek. Tıpkı barış sürecinin kimin barışı olacağındaki ikilem gibi. Sevgili okur, gidiş yoluna koyulanlardan ilk gözüme çarpanlar bunlar. Elbette, toplumsal olgular, şıppadak oluşmuyor. Kendi kısacık ömrümüzü ölçüt alıp ivecen beklentiler içine giriyoruz. Çok mu iyimserim? Bilmiyorum. En başta belirttiğim gibi yazdıklarım şimdilik kurgusal varsayım ya da en fazla öngörü. Ama ben de diyorum ki yüzdeki bu çizgiler altmış yıldır boşuna çizilmedi, saçlar boşuna ağarıp dökülmedi. Bunların da bir anlamı vardır herhalde. Kuşkum yok, ben göremezsem de gençlerimiz yaratacak ve görecek güzel günleri… Çocuklarımız, torunlarımız görecek… İnsanlık tarihini, her zaman, yine insanlığın kadim erdemleri, özlemleri çağırdı. Çağırıyor… çağıracak… Ulaşamasa da henüz insanlık, hep özledi özgürlüğü, eşitliği, adil ve güvenli bir dünyayı… Hep özledi… Canlar pahasına, kanlar pahasına özledi… Hep oraya koştu, koşuyor , koşacak… Düşe kalka, öle dirile… Ama hep oraya koştu, koşuyor, koşacak… Zorbalar ergeç yenildi, yeniliyor, yenilecek… Tarih başka bir yol bilmiyor ki.. 04.07.2013 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |