Topal Kedi

İç ses, kontrol edilebilir değildir bazen.

yazı resimYZ

Ah, bu benim aklım, hiç yerinde durmaz. Alır adımını önüne, yürür sevdiği yolları.

Yine çıkmış, bedenimin gölgesini sırtına düşürmüş, yürüyor. En sevdiği sokaklarda, günün ışığı henüz sönmemişken. Sağından, solundan, gölgesinin içinden, kapıların arasından, binaların altından, insanlar geçiyor. Kulağında sevdiği de bir müzik çalıyorsa eğer, hemen kuruyor onlara birer hikaye. Dökülüyor öyküler aklına. Akıl da bu akıl ha, birini bitirmeden, diğerini yazmaya koyuluyor. Bir hikayenin nefesini tüketmeden, hevesle bir diğerine sokuluyor.

Kadıköyde heykele çıkan Kuşdili Caddesini adımlıyorum. Güneş akşam vaktinde yüzümü kucaklıyor. İşten çıkalı bir saat bile olmamış, güneş gölgemi sırtıma düşürüyor diye seviniyorum. İnsanın içine işliyor ışık, hava aydınlıkken güneşin neşesini tüm adımlarımda hissediyorum. Caddede yürüyüş yönümün aksi yönünde giden araçların içindeki insanlar, bana bakıp niye gülümsüyor bu deli diye düşünüyorlar mı acaba? diye düşünüyorum. Birisinin ne düşündüğünü düşünürken, benim ne düşündüğümü düşünen insanların olup olmadığını düşündüğümü bir başkası düşünse, içine düştüğüm bu sarmal düşünce baloncuklarını patlatmaya hangi düşünce kuvvetlerini tazyikli sözlerle üzerime salarlar diye düşünüp, bu düşüce gücümü boşa harcadığımı fark edip son kez de bunun için üzünçlü sayıklıyorum, bi sus içim, bi sus.

Susmuyor.

Kalabalığı hiç sevmiyorum aslında. Olabildiğince insanlardan uzaklaşabileceğim yolları tercih etmem, senelerdir bir ritüel haline ne zaman dönüşmüş, hangi ara insanların olmadığı sokakları keşfetmişim, bu süreci inanın hatırlamıyorum. Sessiz sokakları keşfetmek gibisi yoktur. Ve bu sokaklarda gördüğünüz insanların kendinize benzediğini bir süre sonra fark etmeye başlarsınız. İnsanlardan, kalabalıktan, sesten, gürültüden, koşuşturmacadan kaçan insanlar bunlar. Bana benzeyen insanlar. Birisine bir gün selam versem diye düşünürüm bazen ama sonra bu sokağa niye girdiğimi düşünüp onların yalnızlıklarının başladığı yerde benim yalnızlığımın bittiğini hatırlarım. Yutarım cümleleri. İçim böyle zamanlarda neden insanlardan kaçtığımı sorar durur bana. Acaba der, insanlardan bu denli uzaklaşmanın sebebi, içinde bir yerlerde kendine karşı hissettiğin özgüven probleminin istemsiz bir şekilde dışavurumunun gerçek hali mi? Yok derim, saçmalama, oldukça kendime güvenen bir yapım var benim, hatırla. Yapma! der iç sesim, hala saçlarını tarama konusunda kararsızlık yaşadığını, üç ayda bir şekil değiştirmekten saçlarının psikolojisinin bozulduğunu, 27 yıldır seninle beraber olmalarına rağmen bir nizami sıraya girmeyi öğrenemediklerini hatırlatır bana. Sus derim bi sus, bak sessiz sokakta bir topal kedi, keman çalıyor. Dinle. Hı-hım der, çalıyor, üstelik topal kedi. Uykusunda da bale yapıyor üstelik.

Serasker Caddesinin arnavut kaldırımlarında yürüyorum. Ah diyorum, işte denize çıkan bir sokak. Bir insan oturacaksa denize çıkan bir sokakta oturmalı diyor içim. Her sokak illaki denize çıkar diye tersliyorum içimi. Sus bi sus! Solumdaki bir sokağa sapıyorum onun konuşmasına fırsat vermeden. Solu çok seviyorum. Sokakta ahşap kahverengi cumbalı bir evin önünden geçerken kahvenin falına bakan bir teyzeyi görüyorum, karşısında ondan medet uman bir genç kadın. Yetmiş iki adımda, sokağın sonuna ulaşıyorum. Fal bakan kadının yoğunlaşmış gözlerini unutuyorum. Dikkat kesilen kızın yüzüne düşen saç tellerini de. Önüme düşen yolda güneşin hala gözümü alabiliyor olduğunu fark edince, anlamsız bir sevinç tekrardan dolandı içimde. Hala saat erkendi, güneş batmamıştı, bir şeyler yapmak için, mesela yürümek için, bir şeyler içip bir şeyler okumak için hayli vaktim var demekti. Vaktin kendime kalmasına neden bu kadar seviniyorum? dedim kendime. Çünkü kendini yeterince yalnız hissetmiyorsun, sürekli insanlarla olma çaban var, aslında böyle bir hayat istemiyorsun diye cevapladı beni içim. İlk defa hak verdim içime. Sarraf Ali Sokaka hangi ara vardığımı ise hiç bilmiyorum. Yazıya mı otursam yoksa İlk Vapura mı? derken, ayaklarım devreye giriyor ve buraya kadar ezbere beni onların getirdiğini ispatlarcasına, Vapurun sokak masalarından birine kuruluyorum. Beni uzaktan görüp yüzüne gülümsemesini çoktan takınan Yakup Abiyi başımla selamlıyorum, yaklaşıyor masama, el sıkışıyoruz.

- Hoş geldin gözüm, nerede diğer çocuklar? diyor

- Hoş bulduk Abi, gelirler birazdan, diyorum.

- Haydar mı getiriyorum her zaman ki gibi? diyor, ritüele sokmaya çalışıyor beni, direniyorum, bu aralar çok seviyorum çünkü direnmeyi. Haydar ise bizim buraya oturduğumuzda genellikle söylediğimiz biraya taktığımız isim. Marjinal faydası en yüksek olanı.

- Yok Abi, sen bana bi şişe getir, olabildiğine soğuk olsun, diyorum.

- Çerezi söylemeye gerek yok zaten diye ekliyorum.

Gülerek uzaklaşıyor. Haydar Abi görüyor, biraya verdiğimiz ismi mekan sahibi Haydar Abiden aldığımızı söyleyeyim. Bizi seviyor, hesapta indirim yapıyor. Bir kere oturduğu yere bağlanan insanlar vardır ya, öyleyim ya da öyleyiz. Her insan alıştığını sürdürmekte ısrarcı galiba. Farklı şeylerden korkuyoruz her daim, yeni bir şeye alışmanın ürpertisini yaşıyoruz içimizde sanırım. Biram geliyor. Kapağını açtırmıyorum. Çerezim yanına konuyor. İki elimin arasında tutuyorum birayı, avuçlarımdan içime ilerleyen ferahlığı duyumsuyorum. Kapatıyorum bir süre gözlerimi, gözlerim kapalıyken sokağı dinliyorum. Bir darbuka sesi, bir çocuk ciğerini yırtıyor, insan sesleri birbirine girmiş halde bir şeyleri kovalıyormuşçasına hızlıca akıyorlar birbirinin içine, çınlayan çatal ve bıçak ve kadeh sesleri, bir köpek havlaması, bir karga sesi, bir martı isyanı İlk yudum akıyor içime, sanki içimden nehirler geçiyor. Ne zaman geldiniz diyorum çocuklara, çocuklar bana bakıyor. Biz hep buradayız diyorlar gözleriyle. Haydarlar öyle söylüyor hakikaten de, çoktan yarılanmış arjantin bardaklar. Terlemişçesine akıyor üzerinden damlaları, sıcak yaz günlerini hatırlıyorum, çocukluğum geliyor aklıma. Dostlarım gülüyor, ben de gülüyorum, arkadaşımın çürümüş dişi takılıyor gözüme. Diş ağrılarım geliyor aklıma çocukluğum kaçışıyor. Sokaktan bir kadın geçiyor, saçlarına rüzgarı iliştirmiş. Kıvırcık saçları gözlerimi söküyor yerinden, aklıma ulaşıyorlar kolayca. Gözlerim saçlarıyla beraber uzaklaşıyor, ben masada kalıyorum. Çerezi kim bitirdi diye serzenişte buluyorum kendimi, küfrediyorum. Ağzım dolu dolu, ciğerlerimi boşalta boşalta, gözlerimi unuta unuta. Gözlerim hala gidiyorlar. Saçları kıvırcık bir kadın, gözlerimi benden çalıyor.

Kaçıncı bira artık saymıyorum, Yakup Abi getirdikçe getiriyor, yorulmuyor Yakup Abi. Yakup Abinin üst dişleri takma, benim dişlerimden sadece birisi dolgu. Abi diyorum, bu dişler nasıl oldu? Anlatıyor. Ben giden gözlerimi düşünüyorum. Bir kahkaha kopuyor masada, seslere uyuyorum. Çocuklar diyorum, topal bir kedi nasıl keman çalar? Bir kahkaha daha. Ben diyorum, gördüm. Sen diyor, içim, görmedin, uyduruyorsun. Sen diyor, arkadaşım, çok içmişsin. Ben diyorum, bi sus, bi sus Allah aşkına!

Kıvırcık bir kadın, beni terk ediyor. Gözlerim onda kalıyor. Ben ve gözlerim ve O, ayrı yerlerdeyiz.

Kalkıyorum, Yakup Abi hesaplıyor, ödüyorum. Nakit parayı sevmiyorum ama hep üstümde taşıyorum. Üzerimde nakit para varken, nakit parayı sevmediğim için kartla hesabı ödüyorum. Slibin birini alıp sokağı adımlıyorum. Üşüyorum, içim üşüyor. Bir sigara olsaydı diye düşünüyorum. Tütün ve tütün mamullerini yasaklayan yasa tasarısını hatırlatıyor seçilmiş iç seslerim. Genel kabul görmüş düşünce taslaklarım üzerinde hallerimin oyuna sunulmamış faşist bir iktidarda yaşadığımı düşünüyorum. Kendi iç ülkemde savaş başlatıyorum, bir şahlanış bir direniş. Güneşli Bahçe Sokakın tam ortasında çatışmaya başlıyorum bir sigara için kendimle. Ağır yaralı hayaller, öksüz kalmış içsesler taşınıyor aklımın sokaklarına. Sokağın sonunda midyeci Ensarı görüyorum. Hangi ara önünde durup da kabukları tek tek açmaya başladığımı ve yediklerimi Ensarın hangi ara saydığını ve hangi ara otobüslere doğru yürümeye koyulduğumu ve hangi ara savaşı kazandığımı ve hangi ara sigara bulup da içmeye başladığımı hatırlamıyorum. İçemediğim sigarayı yarı yolda bırakıyorum, ellerimi cebime saklıyorum. Rıhtımda topal bir kedi görüyorum, yavaşlıyorum. Bir banka çöküyorum, kediyi seyrederken, kalk diyor, içimdeki sesim. Kalk. Bi sus, bi sus! Bak, kedi keman çalıyor.

Başa Dön