Bir dönem ülkedeki kültürel sistem, küçük yaşlardan itibaren insana mutlu olmanın ve bunu göstermenin kadere ve mutluluğu becerememiş kişilere karşı meydan okuyucu, şımarıkça bir cüretkarlık olduğunu kodladı. Acı dolu şarkılar, ağlak filmler ve dramatik dizilerle büyüdü çocuklar... Tüm bunlarla empoze edilen inanç; acının sevinçten daha üstün olduğu, kederin derinliği ve yüceliğiydi...
Çocuksu bir neşe hiçbir zaman gözyaşı kadar saygı uyandırmadı toplumda. Hatta içten bir gülümseme yerine gözyaşı dürüstlük kriteri sayıldı. Tehlikeliydi çok gülmek...ardından hep gözyaşı getirirdi...
Şimdi o çocukların bir kısmı, yaşamın mucizelerine kör ama aksaklıklarını gören, aşkın coşkusuna set çekip onu acıyla, hüzünbaz oyunlarla bulandıran ve tüketen, sevdiklerini histerik seven, sevilmeyi hazmedemeyip sevenlerini hırpalayan, şimdiyi yaşama yetisini yitirmiş, geçmiş hatıralarda ya da gelecekteki meçhul hayallerde dolanarak ömür tüketen birer yetişkin gamlı baykuş oldular... Her akşam hüzünkolik bir alışkanlıkla damardan birer doz dram dizisi almaya devam ediyorlar. Zihinleri çoğu zaman faydalı fikirler üretmek yerine öfkelerle, kırgınlıklarla, hatıralarla, özlemlerle meşgul...
Zaman, memnun olmadıkları gidişatı değiştirmek için kendilerince fazla geç... Mutluluk, her dem heba edilen ân kuşları ile uçup gitmekte... Ve sistem; duygusal gelgitlerinin aklına galebe çaldığı, sorgulayamayan, bîkarar hüzünkoliklerini sincap tekeri içinde gütmekten çok mutlu.