Bir insan bir kaplanı öldürmek istediğinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediğinde buna vahşet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Daima evin baş köşesinde oturur, sırtını da arkaya yaslardı. Hep konuşur, sürekli bişeyler anlatırdı. O bu halinden şikayetçi değildi. Tabi ona bakanlar da. Çünkü ciddi olarak pek bir şikayetlerini duymamıştım. Ben hariç evdeki herkes ona büyük saygı gösterirdi. Fakat benim içim bir türlü ısınmamıştı. Çok geveze ve terbiyesiz olduğunu düşünüyordum. Onu nasıl seveyim; sabah biz uyanır uyanmaz çenesi bir açılırdı ta uyuyana kadar! Gerçi haksızlık etmemek gerek, bazan annem de kızıyordu. Ama siniri çabuk geçerdi. Zira o anlattığı komik şeylerle gönül almasını iyi biliyordu. Bir gün dayanamayıp sordum, "Baba hep bizimle mi kalacak?". Babam pek oralı olmadı. Çünkü babama göre o çok bilgiliydi. Üstelik herşeyden de haberi oluyordu. Çoğu zaman lüzumsuz ve bizleri ilgilendirmeyen şeyler anlatsa da bir önemi yoktu. Çok iyi bir hatip olduğunu da kabul ediyorum. Zira yediden yetmişe herkese ağzı açık kendini dinletiyordu. Küçük kardeşime de, abime de, babama da mutlaka anlatacağı bir şeyler oluyordu. Bazan güldürür, bazan hüzünlendirir, çok nadir de olsa düşündürürdü... Ama ben hala onu sevmiyordum. Onun evimizden gitmesi gerektiğini düşünüyordum. O geldiğinden beri ailemle rahatça sohbet edemez hale gelmiştim. Küçük kardeşim onun başından ayrılmaz olmuştu. Hatta bazan komşular bile onun için bize geliyorlardı. Anlattığı suni aşk hikayeleriyle kimisi ağlıyor, kimisi "sonra n'olacak acaba?" diye heyecan ve merak içinde bekliyor, kimisi de anlatılan hikayedeki gencecik kızı terkedip giden vefasıza lanetler okuyordu. Bu yakın ilginin onun da hoşuna gittiği her halinden belliydi. Zamanla şımarmaya, laf aralarına terbiyesiz cümleler sıkıştırmaya başladı. Bazan da ahlaksız şeylere özendiriyordu. Belki babam da getirdiğine pişman olmuştu ama artık ne yapabilirdiki?.. Onu kapı dışarı edemez ya da mahzene atamazdı ya bu soğukta! Onun için ne zahmetler çekilmişti zamanında... Benim antipatim nefrete dönüşmüştü artık. Doğru düzgün ders bile çalışamıyordum. Artık mecbur kalmadıkça onun odasına girmemeye gayret ediyordum. Helede o konuşuyorken... Ama bu onun umrunda değildi. Artık yaşlılığı kendini iyice belli ediyordu misafirimizin; benzi solmuştu iyice. Bazan sesi kısılıyor ama o yine de dudaklarını oynatarak bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. Ne maharet ama! Zaten babam getirdiğinde ihtiyardı. Buna birde bizimle geçirdiği yıllar eklenince iyice ihtiyarlamış ve güçsüzleşmişti. Ama yıllara meydan okuyan bir yeri vardı ki orası tıkır tıkır bir saat gibi çalışıyordu: Çenesi! Bize pek mali külfeti yoktu. Ama bana göre manen büyük bir yüktü. Maalesef ailemde benim gibi düşünen yoktu. Fikirlerimi bilerek ya da bilmeyerek kabul etmiyorlar ve onun bize azar azar zarar verdiğini göremiyorlardı. Ve bir gün canıma tak etti! Sonu ne olursa olsun ondan kurtulmaya karar verdim. Zaten çok yaşlanmıştı. Bence ömrünü doldurmuştu çoktan. Evet, ondan kurtulacak ve onun gibilerini bir daha evimize almayacaktım bir şekilde. Bir gece herkes uyurken, sessizce odasına girdim. Uykudayken ne kadarda zararsız ve masumdu. Onu uyandırmadan tekerlekli sandalyesinden kucağıma aldım. Ruhu bile duymadı. Pencereyi açıp kenarına koydum. Zavallıcık diye düşündüm. Bir daha uyanamayacaktı; uyanamayacak ve içindekileri üzerimize kusamayacaktı... Ellerimi hafifçe gevşettim. Parmaklarımın arasından kaydı ve hızla baş aşağı beton kaldırıma çarptı. Herhalde onu sabah kaldırımda görenler, " Birgün olacağı buydu zaten!" diye düşünürlerdi. Tanıyanı çoktu ama bu haline üzülenin pek olacağını sanmıyordum. Bunu yaparken herşeyi göze almıştım. Sabahleyin onun odasına ilk giren annem oldu ve şaşkın bir çığlık attı, " Beeeyy!.. o.. o yook!.. " Babam hemen odaya koştu, sonra da küçük kardeşim. Baktılar, gerçekten de yoktu. En son odaya ben geldim ve şaşkın bakışlar arasında, " Onu gece camdan dışarı attım" dedim, " bunu çoktan haketmişti! ". Herkes koşarcasına pencereye gitti ve aşağıya baktıklarında parçalanmış cesedini gördüler. Önce korktular ve öfkelenir gibi oldular. Ancak hiçbiri bana birşey demedi. Sadece küçük kardeşim biraz ağladı o kadar. Anladım ki onlar da gizliden gizliye memnun olmuşlardı ve şimdi mutlu görünüyorlardı... Şimdiyse aradan altı ay geçti. Artık evde doyasıya sohbet edebiliyor, "onu" değil birbirimizi dinleyebiliyoruz. Rahatça ders de çalışabiliyorum. O gidince küllenen muhabbetimiz yeniden alevlendi sanki. Şimdi o günü hatırlıyorum da; eski televizyonumuzun kaldırıma saçılan mevtasını, sabahın o dondurucu ayazına rağmen, nasılda sevinçle toplayıp çöpe atmıştım...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Adem Yaşar GENCER, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |