Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Bu eşya, iki yumruğunu sıkıp üst üste koyduğunda kaplayacağı alan kadar bir alanı kaplıyordu. Porselen bir saksı… Kırılmamış olması senin için hayli iyiydi. Yoksa parça parça etine saplanması işten bile değildi. Daha bir inceledin saksıyı. İçerisindeki topraktan bir nebze olsun saçılmamıştı etrafa, çiçeğini arandın. Yoktu. Belki de henüz baş vermemiş bir tohumdu, bekliyordu. Kafanı salladın. Çizgi film kahramanları eğer bir yere düşse ve dalıp gitse, ayılmak için böyle yapardı. Tıpkı senin gibi… Yıldızlar ve arp çalarak uçuşan küçük, mavi elbiseli melekler kayboldu başının etrafından. Çiçeği arandın tekrar. Belki de hiç yoktu çiçeği, porselen saksının. Bir saksı varsa ve içerisi toprak doluysa çiçek olmak zorunda mıydı bu karışımın içerisinde? Düşüncelerinle oynaşmak için sabırsızlanıyordun fakat acıyı hissettin. Düşmüştün, şu hemen kenarında sapasağlam duran porselen saksının üzerine. Sinirli bir bakış attın ve saksıdan özür dilemesini bekler gibi söylendin. Epey bir sertti, üstelik içerisinde çiçeği dahi yoktu! Kalçandaki ağrıyla, kafandaki düşünceler arbede halindeydi. Nitekim acı önüne geçti bu karmaşanın. Bir ah çektin. Nitekim demeyi de ne çok severdin. Acıdın. Bir ah daha… Bayılmışsın, merdiven boşluğunda, beş numaranın önünde. Canını sıkan, sürekli gidip gelen elektrik, bu seferde canını yakmana neden oldu. Düştün. Beş numaradaki her kimse ve her ne hikmetse, saksıyı balkona değil de; üzerinde hoş geldiniz yazan, çok kirli ve açık kahverengi bir köpeğin tüyünün şeklini ve rengini andıran halının hemen yan tarafına koymuş. Birileri sana bu çiçeğin içeri çiçeği olduğunu, balkona koyulamayacağını söylüyor. Az önce kendi kendine söylendiğini düşündüğün sözcüklerini, boğazındaki ses tellerine çarptırarak düşünmüş olmalısın ki seni duymuş olmalılar. Cevap veriyorlar. Üstelik sinirli de bir halin var. Seni yatıştırmak istedikleri besbelli… Canın hala yanıyor. -Fakat ne çiçeği?- diyebildin. Sakinleşmiş görünüyorsun, karşındakilerin telaşı da bir nebze yumuşadı. -Ah işte oradaki çiçek canım! Bunu söyleyen, içlerinden en genç olanı. On dört, on beş yaşlarında, cinsiyetini anlayamadığın bir çocuk. Çocukluğun cinsiyeti mi olur dedin kendine. İçinde hala bu hayata dair ahlaklı ve üstün damarlar var. Hastaneye gitmek istememende haklı buldun kendini ve gitmedin. On bir numaralı dairene geldin. Daha da toparlandın sanıyorsun. Bu bayılmak da neyin nesiydi böyle. Ne kadar baygın kaldığını sormuştun, hatırlıyorsun fakat cevap uçup gitmiş zihninden. Sanki bir tam yüzyıl, iki de kısa on yıllık... Yaptığın benzetmen para üstlerine ve hayata dair. Benzetmeler sana göre değil. Çiçek ya çiçek? Evet, çiçek! Hatırlıyorsun. Ağlayan çiçekti senin göremediğin. Nasıl görememişim diyorsun koca çiçeği? Nasıl göresin. Çünkü sen porselen saksının üzerine düşerken, ağlayan çiçek -kaçmak istermiş gibi- kendini ta merdiven boşluğunun öbür ucuna fırlatmıştı. Kalçan hala acıyor. Uyuma isteğin bir hayli fazla. Tekrardan bayılmak ister gibisin. Televizyonda rastgele bir belgesel kanalı açtın. Korkunç derecede iyi sesli bir adam, kendisini bir kaplanın yerine koymuş, avıyla ilgili ingilizvari nükteler yapıyor. Saksı bir tek toprak parçası çıkarmadan nasıl fırlatıp çıkardı çiçeği içinden? Uyuyakalıyorsun. Rüyanda zilyon tane porselen saksı, düştüğünde başının etrafında şarkılar söyleyip arp çalan küçük mavi melekler gibi. Yerçekimi halt yesin, uçuşuyorlar. Yüksek bir dağın en tepe noktasında düz bir alan var. Bu alana birileri bir öğrenci sırası ve masası koymuş. Garipsiyorsun. Saksılardan bir tanesi hâlihazırda dönerken seni de alıyor içine. Yükseliyorsunuz. Okul sırasının karşısına geldiğinde, iki tane ağlayan çiçek görüyorsun. İkisi de porselen saksıların içinde. İkisi de önlüklü. Sırada oturuyorlar. Yakalıklarındaki A-B-C’yi seçebiliyorsun. Sırasından heyecanla kalkıyor çiçeklerden biri, güzelce bir şiir okuyor. Uyanıyorsun. Rüya öyle tesir etmiş ki gerçek hayatta mıyım diye yoklanıyorsun. Gerçek hayattasın. Bazen böyle bir rüya gördüğünde diğer insanlarda dönmek istemez hayata. Rüyaları ne kadar anlamsız olsa dahi. İnsanı anlamıyorsun. Kalçandaki ağrı kendisini tekrardan hatırlatıyor. Çizgi filmlerdeki ahmak karakterler gibi, altında bir eşofman -tek bacağı yukarıda, diğeri düzgün- , saçın başın dağınık bir halde, kalçandaki acıyı def etmek için tatlı tatlı kalçanı ufalıyorsun. Artık rüya ile gerçeğin arasındaki duvarı yıkabilirsin. İnsan oluyorsun. Tekrardan uyanıyorsun.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ekrem Naif Tek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |