Zamanı gelen bir düşüncenin gücüne hiçbir ordu karşı koyamaz. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Genç bir kadın, bir kum tümseğinin üstüne oturmuş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gecenin ilerlemiş saatinde bu ıssız sahilde yapa yalnız ağlayan kızı merak etmişti. Gidip önüne dikildi. Kız önünde dikilip duran Selim’i fark etmemişti bile. Hanım efendi, gecenin ilerlemiş bu saatinde üstelik ola bildiğince ıssız olan bu yerde ne yapıyorsunuz ve niye ağlıyorsunuz? Kız irkilerek anlamsız gözlerle uzun, uzun baktı kendisine. ........... Niye soruma yanıt vermiyorsunuz. .......... Hanım efendi lütfen konuşunuz benimle. Gecenin ilerlemiş saatinde burada yapa yalnızsınız ve üstelik te ağlıyorsunuz. Ne olur yanıt verin bana. Meraktan çatlatacaksınız beni. Lütfen rahat bırakın beni. Ben ölmek istiyorum. Peki ama neden? Nedenini sormayın lütfen. Yoksa ölmeye hakkım yok mu benim. Daha çok gençsiniz. Hatta daha çocuk denilecek bir yaştasınız. Olsa olsa yaşınız on yedi veya on sekiz. Doğruya yakın tahmininiz. On sekiz yaşımı doldurmama on gün kaldı.. On yedi veya on sekiz ne fark eder ki. Bu yaşta ölmek istemek çok anlamsız geldi bana. Sizinde benim gibi dayanılması olanaksız dertleriniz olsaydı, sizde benim gibi ölümü arardınız. Ne derdiniz var ki, size böyle ölümü aratıyor. Hangisini söyleyeyim size? Benim üvey annem var ve beni hiç sevmiyor, bana sürekli hakaret ediyor. Nedensiz olarak babama şikayet ediyor beni. Babam da onun her söylediğine inanıyor ve o da beni ola bildiğince hırpalıyor. Bıktım artık bu hayattan. Dayak, dayak hep dayak ve hep hakaret. Daha fazla dayanamadım. Evden kaçtım. İş aradım, bulamadım. Kötü önerilerle karşılaştım. Belli ki bu dünyada genç bir kızın namusuyla çalışması olası değil. Evime dönsem babam beni öldürür. Aç ve açıkta yaşanmaz. Söyler misiniz bana ölmekten başka çarem var mı? Var tabi. Nedir Benimle çalışırsınız. Siz kimsiniz ve ne iş yapıyorsunuz? Ben inşaat mühendisiyim ve kendime ait bir bürom var. Peki size nasıl güvenirim. Ya sizde ötekiler gibi iseniz? Ölmek hiçbir şeyin çaresi değildir. Yaşamaksa en güzel olgudur. Her şeye rağmen yaşamak çok güzeldir. Benim yaşlı bir annem var. Onu bir görsen çok seveceksin. Ben hiçbir zaman ötekiler dediklerin gibi olamam. Bak etraf ne kadar tenha. Sana kötülük yapmak gibi bir niyetim olsa, bunu çok rahat yaparım. Ne kadar bağırsan seni duyacak kimse yok çevremizde. Baksana sahil ne denli ıssız. ......... Hadi bakalım, sil gözündeki yaşları, beraberce benim eve gidelim. Annemi görünce çok seveceksin onu. Çok iyi anlaşacaksınız onunla. Deminden beri konuşuyoruz, adınızı bile söylemediniz bana. Sormadınız ki. Hem adım neyi değiştirir ki? Ha Kader olmuş, ha Keziban veya bir başkası. Halen güvenmiyor musunuz bana. Neden güveneyim ki? Ne inatçı bir kızsın sen. Hadi söyle bana gerçek adını. Kimsin? Gecenin bu ilerlemiş saatinde burada ne arıyorsun ve neden ağlıyorsun? Adımı öğrenmekte niye ısrar ediyorsun? Bir ay oldu evimden kaçalı. Bu bir ay bana öyle şeyler öğretti ki, en başta insanlara güvenmemeyi. Hele siz erkekler yok musunuz. Aklınız fikriniz, elinize geçirdiğiniz fırsatı değerlendirmektir. Hemen etimizden yararlanmak istersiniz. Siz beni anlamamakta direniyorsunuz. Bakın etrafınıza ne kadar tenha. Öyle bir niyetim olsa sizi kim savunacak. Gücün yeter mi elimden kurtulmaya. Çok, hem de çok güzel bir kızsın. Her erkeğin aklını başından alırsın. Ben medeni bir insanım. Görevim seni topluma kazandırmaktır. Senin bedeninden yararlanmak değil. Hadi kalk bakalım, gidiyoruz. Annemi tanıdığında bana hak vereceksin. Eğer bana bir kötülük yaparsan gözlerinin önünde öldürürüm kendimi. Hadi kalk, at kafandan kuşkuları. Ben annemin tek evladıyım. Annem hep bir kız evladın özlemini çekmiştir. Sen onun özlemini çektiği kızı olacaksın. Kız ağır ağır kalktı. Sendeledi, düşer gibi oldu. Selim hemen kolundan tutup kendine doğru çekti. Ne oldu sana böyle, yoksa aç mısın? Evet üç gündür hiçbir şey yemedim. Çekinme dayan bana, az ileride arabam var. Hele bir arabaya varalım, gerisi kolay. Ağır ağır ilerlediler. Az sonra arabanın yanındaydılar. Arabanın arka kapısını açarak, Hadi geç içeri. Arkada daha rahat edersin. Dilersen uzana bilirsinde. Kız yıkılırcasına arabanın içine girdi. Selim hemen arabayı çalıştırıp ilerlediler. Gecenin bu geç saatinde açık lokanta bulmak olası değildi. Bu yüzden evine doğru hızla sürdü arabayı. Araba hızla yol alırken dikiz aynasından kıza baktı. Halen adını söylemedin bana? Aysel.... Sesi oldukça titrekti. Belli ki halen ağlıyordu. Hadi kes artık ağlamayı. Neredeyse evimize varacağız. *** Eve geldiklerinde kapıyı annesi açtı. Bu saatlere kadar nerede kaldın be oğlum? Çok merak ettim seni. Anneciğim sana bir misafir getirdim. Dilersen ona kızım da diye bilirsin. Hani nerede? Selim kapıyı açarak, Hadi bakalım Aysel hanım, yeni evinize hoş geldiniz. Aysel arabadan çıkarken kuşkuyla baktı Selim’in annesine. Ya bu kadın, bunu neye getirdin bana diye terslerse oğlunu diye geçirdi içinden. Kadın ilerlemiş yaşına rağmen hızla arabanın yanına gidip kıza elini sevecenlikle uzattı. Aysel uzanan eli sıkıca tuttu ve oldukça yavaş bir sesle, Sizi rahatsız etmekten korkuyorum dedi. O nasıl söz öyle kızım. İnsan konuğundan yüksünür mü? Hadi bakalım geç içeri. Yaşlı kadının bu sevecen sözleri Aysel’i oldukça rahatlatmıştı. Beraberce eve girdiler. Selim arabasını park edip eve döndüğünde annesiyle Aysel’in sohbet ettiklerini görünce çok sevindi. Oh.. oh maşallah, ana kız ne kadar güzel anlaşmışsınız. Sohbetinizi bozmak istemezdim ama Aysel’in karnı oldukça aç. Ona hemen yiyecek bir şeyler hazırlayalım. Aman be oğlum bunu bana hemen niye söylemedin. Akşam yemeğe gelirsin diye yemek hazırlamıştım. Hemen ısıtayım onu. Ana ve oğul beraberce mutfağa yöneldiler. Mutfağa girdiklerinde Selim, Anne bu kız üç gündür hiçbir şey yememiş. Ona yemekten önce hafif bir çorba hazırlasak iyi olur. Tamam oğlum, sen bu işi bana bırak. Hadi sen içeri git, kızı yalnız bırakma. Sıkılmasın kızcağız. Peki anneciğim, sen işini bilirsin. Selim Aysel’in buyur edildiği odaya gitti. Aysel’in karşısındaki koltuğa oturdu. Aysel, hazırda yemek var ama, üç gündür bir şey yemediğin için dokunur diye korktuk. Annem sana çorba hazırlıyor. Önce hafif bir çorbayla yemeğe başlarsan hazım sıkıntısı çekmezsin. Annen niye zahmet ediyor. Kuru yavan bir şeylerle geçiştiri verirdik. Olur mu öyle şey. Sen bizim konuğumuzsun. Konuğa ikram geleneklerimizin en güzel yanıdır. Latife hanım az sonra elinde bir tepsiyle geldi. tepsiyi sehpanın üstüne koydu. Tepside bir kase çorba ve dilimlenmiş ekmek vardı. Hadi kızım, bak tuz ve limon burada. Dilediğince koyarsın. Ben gidip diğer yemeği hazırlayayım. Ne olur zahmet etmeyin, bu çorba yeter bana. Ne zahmeti kızım. Sen çorbanı içerken ben yemeği ısıtır gelirim. Az sonra bir tabak güveç yemeği ve bir tabak pilavla geriye döndü. Tabakları sehpanın üzerine bıraktı. Çorba kasesini kaldırıp yemek ve pilavı tepsiye koydu.Ya yemekler çok nefisti, yada Aysel’e çok aç olduğu için öyle gelmişti. İştahla yemekleri yedi.Anne Latife hanım boş tepsiyi alıp mutfağa gitmesiyle, Aysel’de hemen peşinden gitti. Ne olur, bırakında bulaşıkları ben yıkayayım. Ne diyorsun sen kızım. Hele sen bu gece yatıp iyice bir uyu. Yarına Allah kerim. Ha ben yıkamışım ha sen. Ne fark eder ki. Sen şimdi git bakayım içeri. Tok karınla yatmak iyi olmaz. Ben az sonra geleceğim. Biraz sohbet eder öyle yatarız. Aysel çaresiz oturma odasına döndü. Selim gülerek, Ne oldu annem sana bulaşıkları yıkaman için izin vermedi mi? Hayır vermedi. Acelen ne senin böyle? Hele bu geceyi dinlenerek geçir, yarına ana kız yapılacak çok iş bulursunuz. Peki sizin dediğiniz gibi olsun. Selim’in ana kız sözü büyük bir sevinç duymasına neden olmuştu. Gerçekten anne ve kızı ola bilecekler miydi. Çektiği onca çileden sonra şans yüzüne gülecek miydi? Anne Latife hanım yine elinde bir tepsiyle içeri girdi. Tepsinin üzerinde üç bardak limonata vardı. Bardaklardan birini Aysel’in önüne koydu. Birini oğluna verdi. Diğerini de kendisi aldı. Hadi bakalım limonatalarımızı içelim ve sonra da yatalım. Ben senin yatağını hazırladım kızım Niye bu kadar zahmete giriyorsunuz. Gösterseydiniz ben kendi yatağımı hazırlamaz mıydım. Olsun be kızım, yarın sen hazırlarsın kendi yatağını. Limonatalar içildikten sonra Latife hanım, Hadi gel kızım sana yatağını göstereyim. Bak yatağın ucuna pijama koydum. Biraz yaşlı işi ama, bu gecelik idare edersin. Yarın çarşıya çıkar beğendiğini alırız. Hadi bakalım sana iyi uykular deyip odanın kapısını çekti. Aysel kapının sürgüsünü sürdükten sonra yatağı açtı. Latife hanımın verdiği pijamayı giydi. Pijamanın hiç giyilmediği belliydi. Etiketi bile üzerinde duruyordu. Gönül rahatlığıyla pijamayı giyip yatağa uzandı. Yatağa uzanmasıyla kaç gecedir uykusuz geçirdiği gecelerin intikamını alırcasına hemen derin bir uykuya daldı. Uyandığında öğlen olmuştu. Eyvah... ben ne yaptım böyle, hiç bu saate kadar uyunur mu diye geçirdi içinden. Kapının sürgüsünü çekip dışarı çıktı. Latife hanım mutfaktan çıkıp karşıladı. Çok iyi uyuyordun, kahvaltı yapmak için çağıracaktım. Kıyamadım uyandırmaya. Olsun varsın. Kahvaltıyı öğlen yemeğiyle birleştiririz olur biter. Bak tuvalet karşıda. Temiz havlu da koydum. Hele bir elini yüzünü yıka. Hemen sofraya oturur yemeğimizi yeriz. Aysel anne mi, yoksa teyze diye mi hitap etmem doğru olur diye duraksadı, Anneciğim, niye her şeyi kendin yapıyorsun. Uyandırsaydın beni, hiç olmazsa yemeği beraber hazırlardık. Nasıl uyandırmaya kıyardım kızım. Öylesine derin uyuyordun ki. Aldırma be kızım, önümüzde daha nice günler var. Gün gelir ben yatarken sen yaparsın gerekenleri. Ne olacak, zaten bir ayağımız çukurda. Aman anneciğim sen neler söylüyorsun öyle. Tam kendime bir anne buldum diye sevinirken sen bir ayağım çukurda diyorsun. Allah geçinden versin. Sensiz ben ne yaparım. Az da yaşasak, çok ta yaşasak, akıbet gelecektir başa. Ben seni çok sevdim kızım. İnşallah ölene dek bu evin kızı olursun. Yıllardır kız evlat aşkıyla yanıp tutuşan gönlüm senin sayende şifa bulur. Aysel derin bir iç geçirerek, İnşallah dedi. *** Aysel Latife hanımı merak ediyordu. Neden kendisine hiçbir şey sormuyordu. Niyeydi bu suskunluğu? Yoksa tam mutluluğu yakaladığına inandığı bir sırada, her şey bir anda tersine dönüp yine kendini, önceki günlerinin korkunç girdabında mı bulacaktı. Oysa ne kadarda sevmişti bu yaşlı kadını. Öz annesini anımsamıyordu bile. Çok küçüktü annesini kaybettiğinde. Sonrada babası o acuze kadını getirip anne diye dikmişti başına. Dayaktan ve hakaretten başka hiçbir şey görmemişti o kadından. Oysa Latife hanım ne kadar da sevecen bir kadındı. Daha bir gün olmamıştı kendisini tanıyalı. Öz annesiymiş gibi davranıyordu kendisine. Üvey annem bu kadının bana gösterdiği sevgi ve şefkatin binde birini gösterseydi, bir kere bile sarılıp kızım deseydi, terk edermiydim evimi. Dün ölümü, düştüğü girdaptan kurtulmanın tek yolu olarak görüyordu. Bu gün ise umut doluydu. Ah bir sorsa ona neydi bu başına gelenler? Neden terk ettin evini diye. Ama sormuyordu. İçini açacaktı ona. Bu yaşa gelinceye kadar çektiklerinin tümünü anlatacaktı. Latife hanımın sesiyle irkildi. Aysel, benim güzel kızım, hadi kızım ben yemeğimizi hazırladım. İstersen dışarıda kameriyede yiyelim. Orası serin olur. Açık havada yemek yemek, iştah açar. Hadi sen tepsiyi al, bende su götüreyim. Aysel koşarcasına mutfağa gidip hazırlanmış olan tepsiyi aldı. Kameriyenin nerede olduğunu bilmediğinden, Latife hanımın yol göstermesi için bekledi.Latife hanım buz dolabından çıkardığı bir şişe su ile birlikte iki de su bardağı aldı. Aysel’i bekler durumda görünce, Ah ben ne kafasızım. Kameriyenin nerede olduğunu göstermedim ki sana. Kusuruma bakma kızım. Malum yaşlılık. Hadi gidelim. Bahçeye çıktıklarında gördükleri Aysel’i daha da şaşırtmıştı. Ne kadar güzel bir bahçeydi bu. Çeşit, çeşit güller ve renga renk çiçekler, hayatında görmediği türlerdendi. Gece ay aydınlığına rağmen bu güzelliği fark edememişti. Latife hanım önde o arkada yürüdüler. Kameriyeye vardıklarında, Latife hanım elindeki şişe ve bardakları masanın üzerine koydu. Masanın çekmecesinden çıkardığı bezle masayı sildi. Seni beklettiğim için kusura bakma kızım. Bahçe olduğu için nede olsa masa tozlanıyor. Hadi koy tepsiyi masanın üzerine. Aysel tepsiyi masaya koyarken bile gözlerini çiçeklerden ayıramıyordu. Hadi kızım boş ver artık çiçekleri. Bundan böyle o çiçeklerin hepsi senin. Sana bir şey söyleyeyim mi kızım, sen o çiçeklerden çok daha güzelsin. Ne mutlu bana, ömrümün son deminde senin gibi bir evlat sahibi oldum. Aysel kızararak Latife hanımın yüzüne baktı, Bir insan nasıl da bu kadar iyi ola bilir diye düşündü. Latife hanıma sarılıp onu annem diye doya doya öpmek geçti içinden.Zor tuttu kendini. Göz göze geldiler. İkisinin de içinden sanki bir sevgi seli akıyordu. Hadi kızım, oturalım ve yemeğe başlayalım. Yemek soğuyunca iyi olmaz. Gerçekten de açık ve temiz havada yemek yemenin tadı başka oluyordu. İştahla yediler yemeklerini. Latife hanım, Hadi kızım, kameriyenin yerini öğrendin. Yemeğin üzerine kahve iyi gider. İki kahve yap, karşılıklı içelim. Aysel boş kapları tepsinin içine doldurup eve gitti. Az sonra dolaptan çıkardığı soğuk suyla birlikte kahveleri getirdi. Höpürdeterek kahvelerini içtiler. *** Akşam gün kavuşmak üzereyken selim eve döndü. İşleri çok yoğundu ve bu yüzden geç kalmıştı. Eve girer girmez nefis yemek kokularıyla burnu doldu. Aysel’i karşısında görünce yemeği de açlığını da unuttu.Zira içinde korkunç bir şüphe yer etmişti. Ya yokluğumdan yararlanıp evi terk etmişse diye. Aysel’i evde bulması rahatlatmıştı. Demek ki tüm kuşkuları boşunaydı.Önce annesinin elini öptü. Sonra da elini tokalaşmak için Aysel’e uzattı. Aysel de uzattı elini. Eller biri biriyle kavuşunca, ikisinin de yüreklerinde ılık bir sevgi seli oluştu. Hele Aysel, yaşadığı aşırı heyecan nedeniyle neredeyse yere yığılıp kalacaktı.Göz göze bakıştılar. Aysel gözlerinden akan sevinç ve mutluluk göz yaşlarını gizlemek için başını öne eğdi. Selim, Nasılsınız? Gününüz nasıl geçti. Ana kız koca günü nasıl geçirdiniz. Aysel, Çok iyi dedi titrek bir sesle. Latife hanım, Ana, kız yemek hazırladık, yemek yedik. Kızımın güzel elleriyle hazırladığı kahveleri içtik Daha sonra akşam yemeğimizi hazırladık ve senin yolunu gözlemeye başladık. Sen de acıkmışsındır. Hemen yemek odasına geçelim evlatlarım. Yemek masasının özenle hazırlandığı belliydi. Kocaman bir vazonun içerisine, bahçelerinin en güzel çiçekleri yerleştirilmişti. Aysel, Anneciğim siz oturun, ben servisi yaparım. Peki kızım, nasıl istersen öyle olsun. Yemekte sessizlik hakimdi. Sessizliği Selim bozdu. Anneciğim, Aysel üvey annesinden çok çekmiş, bu yüzden evini terk etmiş. İş aramış hep kötü önerilerle karşılaşmış. Bu yüzden canından bezerek intihara karar vermiş. Tam o sırada rastladım kendisine. Çok zor ikna edebildim benimle gelmesi için. Benim de o kötü iş yeri sahiplerinden biri ola bileceğimi düşünmüş. Seni tanıdıktan sonra o fikrini değiştirmiştir elbette. Tabi değiştirmiştir oğlum. O artık bu evin kızı oldu. Onu hiçbir güç ayıramaz bizden. Yalnız bir sorun var. Aysel’in reşit olmasına dokuz gün kaldı. Bu dokuz gün içerisinde pek ortalıkta görünmeyin. On gün sonra beraberce çıkar, gezer ve alış veriş yaparsınız. Dışarı çıkmamızda ne sorun olur ki? Aysel’in velayeti dokuz gün daha babasının üzerinde. Babası kızını bulursa zorlada olsa götürür. Bu da sorunlara neden olur. Dokuz gün sonra, kendisiyle ilgili kararları alma yetkisi babasından çıkacaktır. Hele o gün gelsin, dilediğiniz gibi çıkar gezersiniz. Olsun varsın. Biz vaktin nasıl geçtiğini anlamadık bile. On gün ne ola ki. Göz açıp kapayıncaya kadar sayılı günler gelir geçer. O sırada Aysel tabakları yemekle doldurmuştu. Önceden hazırladığı salatayı da masaya koydu. Su bardaklarını suyla doldurduktan sonra kendisi için ayrılan sandalyeye oturdu. Yemek sessiz bir ortamda yenildikten sonra, latife hanım, Hadi siz kalkın ben masayı toplayayım dedi. Aysel, Anneciğim o nasıl söz öyle. Ben varken sofrayı toplamak size mi düşer. O iş benim görevim. Hele siz oturma odasına geçin, masayı topladıktan sonra, kahvelerimizi hazırlar gelirim. Çok sağ ol benim akıllı kızım. Selim’e Hadi bakalım oğlum, biz oturma odamıza geçelim. Kızım rahatça yapsın yapacaklarını. Beraberce oturma odasına yöneldiler. Aysel masayı toplayıp güzelce silip temizledikten sonra kahveleri hazırladı. Tepsiye sıraladıktan sonra götürüp önce Latife hanıma ikram etti. Sonrada Selim’e. Son fincanı aldıktan sonra boş bir koltuğa oturdu. *** Sayılı günler çabuk geçer derler. Oysa bu dokuz gün bir türlü geçmek bilmiyordu. Aysel her gün erkenden kalkıp, bahçeyi suluyor ve temizliyordu. Tanınmamak için evde bulduğu bir hasır şapkayı başına geçiriyor, koyu bir güneş gözlüğü takıyordu. Onuncu gün Selim, Anneciğim, on günden beri Aysel ile berabersin. Nice zamandan beri evlenmem için ısrar ediyordun. Aysel ile evlenmek istiyorum desem, nasıl karşılarsın. Allah derim be oğlum. Aysel’i kendi evladım gibi sevdim. Gelinim olması ölünceye kadar onunla beraber olmam demektir. Aysel ne der bu işe. Ya ters tepki gösterirse? Ben onunla uygun bir zamanda konuşurum. İnşallah evlenme teklifimi kabul eder. İnşallah oğlum. O çok acı çekmiş bir insan. Kuracağınız yuvaya dört elle sarılır. Ömür boyu mutlu olursunuz inşallah. Sen ona, yeri geldiğinde gelinin olmasını ima et bakalım, tepkisi ne olacak? O sırada Aysel kapıda göründü, Ben yemekleri hazırladım, buyurun yemek odasına dedi. Ana oğul beraberce yemek odasına geçtiler. Yemek sonrası Aysel kahve yapmak için kalkınca, Latife hanım, ben de sana yardıma geleyim dedi. Aman anneciğim, kahvenin kaynatılması ne ki. Beş dakikalık iş. Olsun kızım, mutfakta biraz laflarız. Tabi anneciğim, neden olmasın. Beraberce mutfağa girdiler. Aysel çevik hareketlerle kahveyi hazırlarken Latife hanım, Ah benim sevgili kızım, aslında bu işleri yapacak bir gelinim olmasını ne kadar da arzulamıştım. Bir türlü kısmet olmadı. İçimden ne geçiyor biliyor musun? Ne geçiyor ki anneciğim. Keşke oğlum seni “gelinin” diyerek getirseydi bana. Aysel kulaklarına kadar kızararak, Ama anneciğim, siz çok zengin bir ailesiniz. Benim ailemse fakir sayılır. Siz çevrenizden kim bilir ne kadar zengin gelin adayı bulursunuz. Önemli olan gönül zenginliği. Evime geldiğinden beri bana karşı anneciğimden başka söz çıkmadı ağzından. Oldukça güzel ve hamaratsın. Oldukça uyumlusun. Bir annenin gelininde bulunmasını arzuladığı tüm niteliklerin tümü de var sende. Daha ne isterim ki. işlemlerini tamamlamış, nikahınız haftaya bu gün. Anneciğim, inanın bana, bu sözlerinizle çok şaşırttınız beni. Ben sizi öz annem gibi bellemiştim. Selim’i de ağabey gibi belledim. Kim istemez ki sizin gelininiz olmayı. Davulun sesi dengi dengine demişler. Ben bulunduğum yeri bilen bir insanım. Selim’e kim bilir nice zengin ve yüksek eğitim görmüş kızlar taliptir. Ben ancak lise eğitimi görmüş bir insanım. Bırakınız fakir bir ailenin çocuğu olmayı, benim ailem bile yok. Aysel daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladı. Selim ne oluyor diye bakmak için kapının önüne geldiğinde Latife hanım oğluna git diye işaret etti. Sonrada gidip Aysel’in boynuna sarıldı. Neden ağlıyorsun kızım. Göz yaşların üzüntüdense kahredersin beni. Bırak artık ağlamayı. Gözlerine yazık. Bizi senin ne fakirliğin, nede okumuşluğun ilgilendirmiyor. Neredeyse iki ayı geçti beraberliğimiz. Biri birimize öylesine alıştık ki, gerçek anne ve kızı gibi olduk. Her genç kız günü geldiğinde yuvadan uçurulur. Ben istedim ki seni başka bir yuvaya uçurmayalım. Yuvan burası olsun. Hem kızım, hem de gelinim ol benim. Aysel dikkatle dinliyordu. Peki anneciğim, Selim ne der. Benim gibi bir kızı eşliğe kabul eder mi? Sen ne diyorsun kızım? Selim, kızar gidersin korkusuyla bir türlü açılamadı sana. Onun en büyük arzusu seninle evlenmek. Hadi bakalım eh de bu işe. Gidip Selim’e muştulayayım. Siz benim annemsiniz. Siz ne derseniz, nasıl uygun görürseniz öyle olsun. Latife hanım sevinçle Aysel’in boynuna sarıldı. Sevinç göz yaşları arasında, Biliyordum, biliyordum beni kırmayacağını. Ne mutlu bana, senin gibi bir gelinim olacak. Aysel de sarıldı Latife hanımın boynuna. İki kadın doyasıya ağlarlarken ocakta taşan kahveye aldırmadılar bile. *** Selim annesiyle Aysel’in ağladıklarını fark edince bu göz yaşları sevinç göz yaşlarına benziyor. Demek ki oldu bu iş diye geçirdi içinden. En büyük korkusu, siz beni bunun için mi evinize aldınız deyip evi terk edip gitmesiydi. Latife hanım Aysel’e Hadi kızım sen yeniden kahve yap. Ben oğluma müjdemi vereyim. Oğlunun bulunduğu odaya koşarcasına gitti. Oğlunun boynuna sarılarak, Müjde oğlum, müjde. Aysel seninle evlenmeyi kabul etti.İnan bana oğlum. Şu anda sevinçten öle bilirim. Ben Aysel’i öz kızımmış gibi sevdim. Bundan böyle hem kızım, hem gelinim olacak.Ne mutlu bana. Şükürler olsun Allah’ıma, bana bu mutluluğu çok görmedi. Selim gözlerindeki sevinç göz yaşlarını silerken, Sağ ol anneciğim, bu iş senin sayende oldu. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Aysel, elinde kahve tepsisiyle kapıda görününce konuşmayı kestiler. Kahveler içildikten sonra Selim, Hadi Aysel bahçeye çıkıp biraz dolaşalım dedi. İyi ama annemizi yalnız bırakamayız ki. Annem kameriyede otururken biz küçük bir gezinti yaparız. Latife hanım oğlunun Aysel ile ne konuşacağını tahmin ettiği için bahçeye çıkmakta ağır davrandı. Aysel ile Selim bahçeye çıktıklarında güllerin yoğun olduğu tarafa doğru yürüdüler. Selim Aysel’in elini tutu. Gözlerinin içine bakarak, Aysel buraya neden gelmemizi istedim biliyor musun? Hayır bilmiyorum. Seni o gece kumsalda bulduğumda, ay ışığında bile ne denli güzel olduğunu fark etmiştim. İnan bana, seni ilk gördüğümden beri, sana deliler gibi aşığım. Bu güne kadar sana açılamamın nedeni, beni yanlış anlamandan korkmamdandı. Bu yüzden, önce annemin konuşmasını istedim. Annem bana umut verince seninle her şeyi açık, açık konuşmaya karar verdim. Önce sormak istiyorum, benimle evlenir misin diye. İnan bana seni mutlu etmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Hadi söyle bana benimle evlenir misin? ............ Aysel niye sorduğuma yanıt vermiyorsun. ............ Aysel sen ağlıyorsun. Neden? Aysel ıslak gözlerini Selim’in gözlerine dikti. Uzun uzun baktıktan sonra, Beni çok şaşırttın Selim. Beni korkutan geçmişim. Ben fakir bir ailenin çok çile çekmiş bir evladıyım. Üstelik evinden kaçmış, intiharı bile düşünmüş zavallı bir kız. Gün gelir cicim ayları geçtiğinde geçmişimin seni rahatsız edebileceğinden korkuyorum. Evden kaçıp, sana rastladığım zamana kadar, senin yüzüne kir getirecek hiçbir şey yapmadım. Buna rağmen yinede geçmişimin seni korkuta bileceğinden korkuyorum. Ben seni seviyorum ve senin geçmişin, fakir bir ailenin çocuğu olman beni korkutmadığı gibi, ilgilendirmiyor bile. Ben seni seviyorum ve beraberliğimizin bizi çok mutlu edeceğine inanıyorum. Bu yüzden teklifime evet demeni bekliyorum. Evet dersen yarın evlilik işlemlerini hemen başlatacağım. Selim, seninle evlenmek elbette mutlu eder beni. Yine de iyi düşünmeni istiyorum. Bildiğin gibi son pişmanlık para etmez. Ben iyi düşündüm ve mutlu olacağımıza kesinlikle inanıyorum. Hadi söyle bana benimle evlenir misin? Senin bu teklifine hayır demek olası mı? Ben de seni seviyorum. Benim sana olan sevgim olmayacak dua gibiydi benim için. Bu yüzden bu duygumu hep gizlemeye çalıştım. Neyi merak ediyorum biliyor musun? Senin evlenme teklifin nedeniyle nasıl oluyor da çıldırmadığımı. Daha önce de söylemiştim. Seni ilk gördüğüm o gece aşık oldum sana. Yanlış anlaşılırım korkusuyla sana olan aşkımı gizlemeye çalıştım. Seninle aynı evde yaşarken sensizliği yaşamak öyle zor ki. Durdular ve uzun uzun bakıştılar. Selim kolunu Aysel’in beline dolayıp kendine doğru çekti. Dudaklarını dudaklarına uzattı. Aysel’in itirazına aldırmadan doyasıya öptü. Aysel heyecandan ölecek gibiydi. Neden yaptın bunu diye inledi. Çünkü seni çok seviyorum. Ne olur bir daha yapma. Gören olur rezil oluruz. Niye rezil olacakmışız. En geç on beş gün sonra nikahlı karım olacaksın. Ne olur aceleci olma. Nasıl olsa nikahtan sonra her şeyimle senin olacağım. Tamam sevgilim. Seni kırmamak için sabredeceğim. Kameriyeye doğru ilerlediler. Latife hanım kameriyede oturmuş merakla bekliyordu. İkisinin de gözlerindeki ışıltı ve yüzlerindeki ifade olumluydu. Sevinçle, Hadi bakalım çocuklar ne duruyorsunuz? Verin artık annenize müjdeyi. Annenizi meraktan çatlatmak mı istiyorsunuz ? Anneciğim meraktan çatlamanı isteyen kim. Halimizden belli değil mi neye karar verdiğimiz. Yinede kararınızı ağzınızdan duymak isterim Biz evlenmeye karar verdik anne. Neee, ne duruyorsunuz, hadi gelin öpeyim sizi. Önce Aysel’e sarıldı, sonrada oğluna. İkisini de doya doya öptü. Gecenin geç saatine kadar oturup konuştular. *** Selim sabah erkenden evden çıktı. Mutluluktan uçar bir hali vardı. Doğruca bürosuna gitti. Bilgisayarının başına geçip, nikah işlemleri için gerekli dilekçeyi hazırladı. Nüfus cüzdanlarının foto kopilerini de bilgisayarından çıkardı. Gerekenleri tamamladıktan sonra, saatine baktı. İş saatinin başlamasına daha zaman vardı. Pasta haneye telefon edip iki tane poğaça istedi. Gelirken bir de çay söyleyi verin dedi. Pastacı çırağının getirdiği poğaçayı yemeye başladığında çaycı ısmarlanan çayı getirdi.Getirilenleri hızla tüketti. Yine saatine baktı. Mesai saatinin başlamasına az kalmıştı. Hazırladığı evrakları alıp doğruca belediyeye gitti. Evrakları nikah memuruna verdi. Nikah memuru evrakları inceledikten sonra, Deseniz ya Selim bey, bekarlar derneği en müzmin bekarını kaybedecek. Ne yapalım Sadık bey, ne demişler iki baş bir yastık içindir. Bizde doğanın bu yasasına uyalım dedik. Elbette Selim bey, bekarlığın sonu yoktur. Evlenmek kutsal bir görevin yerine getirilmesidir. Şimdiden kutlarım sizi. Mutluluklar dilerim. Sağ olun Sadık bey, teşekkür ederim. Ben sizin dilekçenizi daha eski bir tarihle işleme koyacağım. Nikah gününü haftaya bu güne yazsam uygun olur mu? Tabi Sadık bey çok memnun olurum. Nikah memuruyla tokalaşıp ayrıldılar. Nikah işlemlerinin bu denli kolay olması Selim’i sevindirmişti. İş yerine döner dönmez evini aradı. Telefona çıkan annesi oldu. Anneciğim ben nikah işlemlerini tamamladım. Haftaya bu gün nikahımız kıyılacak. Çok sevindirdin beni. Anneciğim, sen Aysel ile birlikte çık. Beraberce gelinlikçileri dolaşın. Gelinliği beğendiğiniz yerden bana telefon edersiniz. Ben hemen gelirim. Tamam oğlum. Hadi öptüm anneciğim. Telefonu kapattı. *** Komşular Latife hanımın evindeki bu güzel kızı çok merak ediyorlardı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimi akrabalarının kızı olduğunu söylüyordu. kimi de gizlice oğlunu evlendirmiş ola bilir diyordu. Yaşı ilerlemiş Leyla, Hadi canım, o müzmin bekar, kendini beğenmiş züppe kim, evlilik kim dedi. Nice komşu kızı onun gözünün içine bakıyordu, beni ister mi diye. O hiç birimizin farkında bile değildi. O kız olsa olsa akrabalarından biridir. Canan, Neden öyle diyorsun abla, gönül bu. Belki de hiç birimizi beğenmemiştir. Allah için kız manken gibi. Gerçekten çok güzel. Leyla, Hadi canım, bu kız kimdir, neyin nesidir bilen yok. Evlilik sadece güzellik için yeterli olmaz ki. Her şeyden önce soyluluk ve asalet gerekir. Canan, Hepimizin kafasında acabalar çörekleniyordu, ben mi, yoksa bir başkası mı diye. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Bundan böyle hepimizin onlara mutluluk dilemekten başka yapa bileceği bir şey kalmadı. Leyla, Hıh niye mutluluk dileyecekmişiz, öyle soyunu sopunu bilmediğimiz birine? Bu kez de Selma karıştı söze, Niye uzatıyorsunuz canım. Kızın soylu veya sıradan biri olması bizi ne ilgilendirir. Alan razı, veren razı. Leyla öfkeyle, Aman be bana ne Selim denilen kibir budalasının evlenmesinden. Kızlar gülüşerek buna ne oluyor diye işaretleştiler. İşaretleşmeyi fark eden Leyla konuşmasını kesmek zorunda kaldı. *** Latife hanım, Hadi kızım hazırlan bakalım. Sana gelinlik bakmaya gideceğiz. Selim’i fazla bekletmeyelim. Gelinlik bakmaya mı dediniz anneciğim? Evet kızım, gelinlik bakmaya gideceğiz. Gelinlik için erken değil mi anne? Ah kızım, yaşlılık bu, önce onu söylemeliydim. Neyi anne? Kızım, Selim nikah Haftaya bu gün mü? Evet kızım, bu yüzden acele etmemiz gerekiyor. Aysel sevinçten ne yapacağını şaşırmıştı. Olduğu yerde kala kaldı. Hadi kızım ne duruyorsun, hemen git üstünü değiştir. Tamam anneciğim, hemen geliyorum diyerek odasına gitti. Az sonra üzerinde beyaz bir bluz ve lacivert etekle dışarı çıktı. Latife hanım Kızım bu ne güzellik böyle. Ne kadar yakışmış sana bu kıyafet. Tüh, tüh, tüh sana. Aman nazar deymesin kızıma. Aman anneciğim o senin teveccühün. Her zaman mütevazısın. Seni bu yüzden çok seviyorum. Hadi gidelim artık. Önlerine gelen ilk gelinlikçiye girdiler. Aysel kendine uygun gördüğü birini seçti. Latife hanım, Acele etme kızım. Diğer gelinlik satanlara da bakalım.Biz daha sonra yine geliriz diye ayrıldılar. Birkaç gelinlikçi gezdiler. İkisinin de aklı, o ilk beğendikleri gelinlikte kalmıştı. İlk girdikleri gelinlikçiye geri döndüler. Gelinlik paketlenirken, Latife hanım, Telefon edebilir miyim diye sordu. İş yeri sahibi tabi teyzeciğim dedi. Hemen ahizeyi kaldırıp oğlunu aradı. Beklemekte oldukları gelinlikçinin adını verdi.Selim Tamam anneciğim o iş yerini biliyorum. Hemen geliyorum. Az sonra Selim’de iş yerine geldi. İş yeri sahibi, Dilerseniz paketi açalım, hanımların beğendiği gelinliği sizde görün dedi. Selim, Ben annemin de, Aysel’in de zevklerine güveniyorum. Onların beğenmesi benim için yeterli. Hesabı ödeyerek, paketin iş yerine gönderilmesini söyledi. Bir çok dükkanı gezerek yoğun bir alış verişte bulundular. Tüm aldıkları ile iş yerine gittiler. Eksik kaldı mı düşüncesiyle aldıklarının tümünü yeniden gözden geçirdiler. O sırada nikah davetiyelerini sipariş ettiği matbaadan, davetiyeler de geldi. Eksikleri kalmamıştı. Selim alınanları arabasına taşıdı. Selim’in evinde yoğun bir akraba, dost ve komşu trafiği başlamıştı. Kimi yardımcı olmak amacıyla geliyor, kimileride meraktan. Bu yoğun ilgi nikah gününe kadar sürdü. Nikahtan sonra ilk geceyi evlerinde geçirdiler. Ertesi gün, erken saatte bal ayı için Marmaris’e doğru yola çıktılar. Yatağan’ı geçtikten sonra Bozarmut köyünden sağa sapan dar bir yola girdiler. Aysel merakla, Selim, hani Marmaris’e gidiyorduk? Tabi ki Marmaris’e gidiyoruz. Ama önce nefis bir yerde yemeğimizi yiyeceğiz. Bozhöyük kasabasından ovaya doğru açılan bir yola girdiler. Selim, İşte geldik o nefis yere. Nasıl beğendin mi? Aysel böylesine bir güzelliği daha önce görmemişti. Dağın yamacından kaynayan su kollara ayrılarak kır gazinosunun masaları arasından dolanarak gidiyordu. Bazı masalar suyun içine yerleştirilmişti. Çınar ağaçlarının dalları sanki tüm gök yüzünü kaplamıştı. Güneşi görmenin olasılığı yoktu. Aysel yaramaz bir çocuk gibi hemen ayakkabılarını çıkarıp, yalınayak suya girdi. Girmesiyle çıkması bir oldu. Ay! bu su ne kadar soğuk böyle. Ayaklarım dondu. Ben seni uyaracaktım ama, inanmazsın diye düşündüm. Gerçekten inanmazdım. Garson su kenarındaki bir masayı hazırlayıp buyur etti. Garsonun hazırladığı masaya gidip oturdular. Garson, Ne emredersiniz diye sorduğunda Selim, Bir kilo tandır ve duble salata dedi. İçki olarak ne alırsınız? İki bira. Aysel eşinin kulağına eğilip sordu? Selim bir kilo tandırı kim yiyecek? Merak etme sevgilim, gerisi sıcak sıcak gelsin diye az söyledim. Selim ne diyorsun sen? İkimiz bir kilo tandırı nasıl yiyeceğiz. Bir kilo tandırın sözü mü olur böyle yerde. Garson suyun kaynağından doldurduğu sürahiyi masanın üzerine koydu. Aysel bardağını doldurmaya davranınca Selim, Hemen su içmeye davranma. Karnımız aç, su çok soğuk olduğu için dokunur. Garson elindeki tepside getirdiği tandırı ve salatayı masaya koyduğunda burunlarına nefis bir et kokusu doldu. Aysel, Bu ne nefis şey böyle diyerek çatalını ete daldırdı. Kocaman bir parçayı ağzına attı. Et ağzında dağılı vermişti. Kısa zamanda eti tükettiler. Selim garsona, Bir kilo daha diye seslendi. Garson, Baş üstüne efendim diyerek mutfağa yöneldi. Aysel, Selim bu ne biçim et böyle. Hayatımda böyle şey görmedim. Et dediğin uzun süre çiğnenir. Bu etse çiğnemeden ağızda dağılıyor. Selim gururla, Seni buraya boşuna mı getirdim sevgilim? Gelen eti de kısa zamanda tükettiler. Garsonun getirdiği hesabı ödedikten sonra, ikram edilen kahveleri içtiler. Aysel, Keşke burada kalınacak bir yer olsaydı da burada kalsaydık. Çok mu hoşuna gitti? Hem de nasıl. Üzülme sevgilim, yolumuzun üzeri güzelliklerle dolu. Dönüşümüzde buraya yine geliriz. Hadi şimdi yolumuza devam edelim. Tabi sevgilim. *** Aysel yol boyunca gördüğü güzellikler karşısında ay! şuraya bak diye çığlıklar atıyordu. Selim, Az sonra Sakar dağının zirvesine yakın bir yerden Gökova’yı seyredeceğiz. Bakalım orada ne yapacaksın? Orası çok mu güzel? Hem de nasıl. Anlatamam sana. Aysel meraktan yerinde duramıyordu. Sanki, arabadan dışarı fırlayıp koşarak gidecekti. Selim arabayı korkunç bir uçurumun kenarında park etti. Kara Yollarının düzenlediği bir yerdi burası. Mola verenlerin oturması için banklar vardı. Gördüğü manzara baş döndürücüydü. Sanki havada uçuyorlardı. Aşağıda dağlar arasında geniş ve yem yeşil bir ova vardı. Ovanın bir tarafı mas mavi bir denize dayanıyordu. Ovanın orta yerinde dümdüz, koyu yeşil geniş bir çizgi vardı. Aysel merakla, Ovanın içindeki o geniş yeşil çizgi ne öyle? Okaliptüs ağaçları sevgilim. Oradan geçeceğiz. Beş kilometre uzunluğunda yeşil bir tüneldir orası. Eskiden bataklıkmış orası. Muğla’ya atanan Vali Recai Güreli bataklığı kurutmak için diktirmiş o okaliptüsleri.Okaliptüslerin yetişkinleri günde 300 ton kadar su harcar. Bu nedenle diğer adı bataklık ağacıdır okaliptüslerin. Hadi bakalım yolumuza devam edelim.Nasıl olsa yolumuz o ağaçların içinden geçiyor. Arabaya bindiler. Az sonra ana yolu bırakıp yine dar bir yola girdiler. Düze indikten sonra yol bir akar suyun kenarından devam ediyordu. Aysel, Bu ırmağın adı ne? Bu ırmak değil sevgilim. Burası azmak. Bu suyun kenarında on binlerce pınar var. Bu yüzden buranın denizi bile buz gibi soğuktur. Bu pınarların kimi kış aylarında akar yaz aylarında kesilir. Kimi de yazın akar kışın kesilir. Neden böyle oluyor? Kış aylarında akanlar yağmur suyuyla besleniyor. Yazın akanlar ise kar sularıyla besleniyor. O halde neden kış aylarında akmıyor? Kış aylarında karlar donar ve erimez. Bu yüzden akmaz sevgilim. Taş bir evin yakınında durdular. Evin üç tarafı yeşilliklerle bezeliydi. Arabadan indiler. Selim karısının elini tutarak, Gel sevgilim bir de burayı gör dedi. Evin yakınından su uğultusuna benzer bir ses geliyordu. Yeşil bir tünel içinden geçtiler. Önlerinde kocaman bir havuz vardı. Duydukları uğultu havuzun kenarındaki değirmenin çarkını çeviren suyun uğultusuydu. Aysel hayranlıkla suyun akışını ve değirmen çarkının dönüşünü izledi. Eşinin omuzuna yaslanarak Eğer gerçek hayat şu anda yaşadıklarımsa, ben eskiden hiç yaşamamışım sevgilim. Dur bakalım Önümüzde nice yıllar sürecek uzun bir yaşam var. Daha nice güzellikler olacak önümüzde. Akşam karanlığı basmak üzereydi. Selim, Hadi sevgilim Marmaris bizi bekliyor. Marmaris’e yöneldiklerinde yolları Sakar dağından görüp merak ettiği geniş yeşil çizginin içine girdi. Yolun iki tarafındaki ulu okaliptüslerden oluşan yeşil bir tünel olduğunu gördüğünde, yöreye olan hayranlığı bir kat daha arttı. *** Sabah erken kalktılar. Otelin müşterilerine sunduğu kahvaltıdan sonra çarşıyı boydan boya gezdiler. Çarşıyı gezmek uzun sürmüştü. Öğle yemeği için lüks bir restorana girip karınlarını doyurdular. Otele dönüp görevliye arabalarını parktan çıkarmasını söylediler. Görevlinin getirdiği arabaya binip yola çıktılar. Nereye gidiyoruz sevgilim? Söylersem değeri kalmaz. Az sonra nereye gittiğimizi göreceksin. Gittiğimiz yer sürpriz mi olacak? İşte bak, sürpriz karşımızda. Karşılarında yem yeşil bir orman vardı. Bu ne ormanı böyle? Yaprakları çınara benziyor ama, zannediyorum çınar değil. Evet sevgilim, bu orman günlük ormanı. Günlük ağacının bedeninden sızdırılıp toplanan sıvı sığla yağıdır. Bu yağ kozmetik ve ilaç sanayiinde kullanılır. Bu ağaçların bir ilginç yanı da Kuzey küremizde yalnızca bu yörede yetişmesi. Güney kürede de yalnızca Avustralya da yetişir. Bu nedenle sığla yağı çok değerlidir. Arabalarını uygun bir yerde park ettiler. Günlük ormanının içine daldılar. Orman idaresinin koyduğu ağaç masalar ve oturulacak yerlerin tamamı doluydu. Yer bulamayanlar beraberlerinde getirdikleri hasır ve kilimlerin üzerine yayılmışlardı. Çevrede tulumbalar vardı. Tulumbaların başı insan kaynıyordu. Kimileri ellerindeki şişelere veya sürahilere su dolduruyorlardı. Kimileri de elini yüzünü yıkayarak serinlemeye çalışıyorlardı. Bir tulumbanın yanında durup sıranın kendilerine gelmesini beklediler. Selim tulumbanın kolunu bastırıp kaldırmaya başlayınca, tulumbanın ağzından gürül gürül su akmaya başladı. Aysel avuçlarını birleştirip suya uzattı. Aman bu su ne böyle diye bir çığlık attı. Ne oldu güzelim? Yahu bu su değil, sanki buz. Elim dondu vallahi. Bekleyenlerin gülüşmelerine aldırmadan avuçlarına doldurduğu suyu doya, doya içti. Bu kez de tulumbanın kolunu kendisi çalıştırdı. Selim de elini yüzünü yıkayıp doya doya su içti. Ormanın her tarafını gezdiler. Hazırlıksız geldiklerinden oturacak yer bulamadılar. Daha sonra tekrar gelmek üzere ormandan ayrıldılar. Geri dönüp sahildeki bir çay bahçesine oturup akşamı ettiler. Akşam yemeğinden sonra el ele tutuşup kordon boyu dolaştılar. *** Sabah, kahvaltıdan sonra Datça’ya doğru hareket ettiler. Dar sayılacak bir yoldan, uçurumların kenarından uçarcasına ilerlediler. İnişe geçtiklerinde, Bak sevgilim, az sonra bu yol üzerindeki en güzel koyun yakınından geçeceğiz. Az ileride eski yola sapıp bir kayalığın önünde durdular. Arabadan indiler. Kayaların yanındaki sekiden aşağıya doğru baktılar. Aşağıda harika bir koy vardı. Bak sevgilim sana az önce söylediğim koy bu. Adı İn Koyu’dur. İn Koyu’ndan ziyade, Emel Sayın Koyu olarak bilinir. Neden Emel Sayın Koyu diyorlar.? Emel Sayın’ın gözleri kadar güzel olduğu için bu ismi takmışlar. Baş Bakan Süleyman Demirel Emel Sayın’ı çok beğenirmiş. Datça’ya giderlerken konvoyu burada durdurup koyu göstermişler ve sormuşlar? Emel Sayın mı, yoksa bu koy mu daha güzel? Demirel uzun uzun koya baktıktan sonra, Cevap veremeyeceğim demiş. O günden bu yana Emel Sayın koyu olarak anılmaya başlanmış. Aysel sevgiyle kocasına baktı. Sen ne kadar çok şey biliyorsun böyle? Ne demişler, çok okuyan mı, çok gezen mi bilir. Ben bir zamanlar modern bir Evliya Çelebiydim. Olacak o kadar. Arabaya binip ana yola çıktılar. E... anlat bakalım daha ne gibi sürprizler var? Az sonra Balık Aşırandan geçeceğiz. Nasıl bir yer orası? Datça Yarım adasının en dar olduğu yer. Efsaneye göre, balıklar sıçrayıp adanın öbür tarafındaki denize atlarlarmış. Olası bir şey değil ama, darlığı anlata bilmek için bu abartıyı uydurmuşlar. Balık Aşırana geldiklerinde iyice yavaşladılar. Aysel yolun iki tarafındaki koyları hayranlıkla izledi. Aktur’u ve Özil’i geçtikten sonra, yol yeşil bir ovanın içinden geçiyordu. Yolun çevresinde sebze bahçeleri, badem, zeytin ve incir ağaçları vardı. Reşadiye’de yaşlı bir adam tahta bir tezgah üzerinde incir satıyordu. Durup iki kilo incir aldıktan sonra yola devam ettiler. Datça levhasından sapmayınca Aysel, Hani Datça’ya gidiyorduk diye sordu. Datça’ya gidiyoruz. Levhanın gösterdiği yola girmedik ya. Orası Datça mahallesi. Biz iskeleye gidiyoruz. Eskiden kaza merkezi Reşadiye idi. İskele gelişince kaza merkezini iskeleye taşıdılar. İskele adını Datça olarak değiştirdiler. Şimdi Datça ilçe merkezi. Reşadiye ve Datça ise Datça’nın mahalleleri oldu. O levha bu yüzden yanılttı seni. Vay vay neler öğreniyorum. Daha bu başlangıç sevgilim. Hele biraz sabret. Daha nice doyumsuz güzelliklerle karşılaşacağız. Datça’ya vardıklarında öğle vakti olmuştu. Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra Sahildeki bir restorana oturdular. Yedikleri incirler iştahlarını kestiği halde, yine de bolca yemek yediler. Yemekten sonra, Hadi bakalım, şimdi de Kargı’ya gidiyoruz. Orası da ne? Bak şu karşıda bir havuz var, göre biliyor musun? Evet görüyorum. Havuzdan gürül, gürül akan suyu görüyor ve sesini de duyuyorsundur? Evet görüyorum ve duyuyorum. Eskiden bu su bir değirmen çalıştırırdı. Gideceğimiz yerdeki su ise tam beş tane un değirmeni çalıştırıyordu. Şimdilerde ise sadece suyundan yararlanıyor. Yoğun sodalı olan bu sulardan nedense şifa için yararlanılmıyor. Çok merakta bırakıyorsun beni. Hele o güzellikleri gör, merak ettiğime değdi diyeceksin. Görelim bakalım. Kargı’ya vardıklarında doğruca havuz başına gittiler. Gürül gürül akan suların arasında, eski değirmenlerin duvarları üstünde gezindikten sonra, su yatağını takip ederek denize ulaştılar. Mayolarını giyip denize girdiler. Yoruluncaya kadar yüzdükten sonra sodalı derenin suyuyla duş yaptıktan sonra kurulanıp giyindiler. Datça’ya döndüklerinde akşam olmuştu. Denizdeki hareketlilik acıkmalarına neden olmuştu. Deniz kenarındaki restoranda gittiler. Yemek arasında, Sana bir sürprizim var. Bu gece lüks bir otelde kalmayacağız. Nostaljik sayılacak sıradan bir otelde, Çimen Otelinde kalacağız. Tam bir köy havasında geçecek gecemiz. Aman ne güzel olur. Daha bitmedi. Daha önce edindiğim bir arkadaşımın kiralık yatıyla geziye çıkacağız ve doyasıya eğleneceğiz. Allah aşkına söyle bana. Sen beni mutluluktan öldürmek mi istiyorsun? Daha bu başlangıç sevgilim. Biz ömür boyu mutluluğu yaşayacağız. Aysel sevgiyle eşine sarılıp başını göğsüne dayadı. *** Halil’in yatı iskeleye yanaştığında Selim, Hadi bakalım yatımız sahile yanaştı. Bir an önce gidelim. Yata bindiklerinde yatın sahibi Halil, Selimin boynuna sarıldı. Nerelerdesin benim can kardeşim. Çok özlettin kendini. Bende seni çok özledim. Seni eşimle tanıştırayım. Eşim Aysel. Aysel Halil’in uzattığı elini samimiyetle sıkıp tokalaştılar. Başka konuklar da yata geldi. Biri birini tanımayan bu insanlar hemen kaynaşı verdiler.O gece müzik eşliğinde doyasıya dans edip eğlendiler. Yorulanlar oturup denizi ve karanlık dağları seyrettiler. Sabaha karşı sahile döndüler. Çimen Oteline gidip ayırttıkları odaya yerleştiler. Günün yorgunluğu nedeniyle hemen uyudular. Öğlen vakti uyandılar. Selim karısına sarılıp uzun uzun seviştikten sonra, duş alıp giyindiler.Hemen bir restoranda giderek karınlarını doyurdular. Yine yola koyuldular. Beş kilometre sonra sola sapan yola girdiler. Oldukça dar bir yoldu girdikleri. Nereye gidiyoruz? Knidos’a, O da nesi. İyonluların kurduklar dokuz Knidos’tan en son kurulmuş olanına. Yani antik şehir Knidos’a gidiyoruz. Uzun ve oldukça virajlı bir yoldan ulaştılar Knidos’a. Önce sahildeki kafeteryada soğuk su ve meşrubat içerek yorgunluklarını giderdiler. Antik şehiri karış karış gezerek bolca resim çektiler. Aysel, Aşk olsun sana, bunca güzel yer gezdik. Hiç resim çekmedin. Kimin aklına geldi ki. Nedense burada aklıma geldi. Dönüşümüzde aynı yerlere uğrar, dilediğimiz kadar çekeriz. Tekrar dönüş için yola çıktılar. Mesudiye levhası bulunan yola saptılar. Mesudiye koyuna ulaştılar. Harika bir yerdi burası. Üst üste çay içerek manzarayı doya doya seyrettiler. Yine akşam olmuştu. Aynı yoldan dönüşe geçtiler. Karınlarını doyurduktan sonra kargılardan ve hasırlardan oluşan bir diskoya gittiler. Doyasıya dans edip eğlendiler. Sabaha karşı otele döndüler. Yatağa girdiklerinde sevişmeleri uzun sürdü. Gün ışırken uyudular. Yine öğle vakti kalktılar. Öğle yemeğinden sonra Marmaris’e dönmek üzere yola çıktılar. *** Sayılı günler çabuk geçer derler. On beş günlüğüne çıktıkları balayı sona ermişti Sabah erken hareket ettiler. Yine Bozhöyük’teki Pınarbaşı’na gidip doyasıya tandır yediler. Yola çıkmadan önce annelerine yola çıktıklarını bildirdiler. Dönüş yolunu hüzün ve sevinç karışım bir duyguyla katettiler. Hüzünlüydüler, zira o güzel günler geride kalmıştı. Sevinçliydiler, sevgili annelerine kavuşacaklardı. Eve ulaştıklarında annelerini kapıda bekler buldular. Sevinçle sarıldılar biri birlerine. Selim annesinden hiç bu kadar uzun süreli ayrı kalmamıştı. Tekrar tekrar sarıldılar biri birlerine. Günler hızla geçip giderken, Aysel’in karnı iyiden iyiye şişmeye başlamıştı. Yakında bebekleri olacaktı. Doğuma on beş gün kadar kalmıştı. Latife hanım aniden rahatsızlandı. Doktor çağırdılar. Ne yazık ki doktor gelmeden son nefesini verdi. Ölmeden önce gelininin elini sım sıkı tutmuş, hırıltılı bir sesle, Hakkını helal et kızım, ben artık yolcuyum. Doğacak bebeğini görmek isterdim ama kısmet değilmiş. Annecim, seni çok seviyorum, ne olur ölme sakın diyerek, elini dudaklarına getirip durmadan öpüyordu. Ne olur bırakma beni. Sen benim öz annemsin. Ne olur anneciğim, yalvarırım ölme sakın. Latife hanım hareketsiz kalmıştı. Öptüğü elin soğumakta olduğunu fark ettiğinde, her şey bitmişti. Semih doktorla birlikte eve geldiğinde karısını annesinin soğumaya başlamış bedenine sarılmış, hıçkıra, hıçkıra ağlarken buldu. Aysel’i soğumaya başlamış olan bedenin üzerinden zor ayırdılar. Doktor kısa bir muayeneden sonra, Başınız sağ olsun. Neylersiniz? Takdiri ilahi bu dedi. *** Annelerini kaybedeli yirmi gün olmuştu. Evde büyük bir hareketlilik başlamıştı. Tüm hazırlıklar, evin yeni konuğu içindi. Aysel’in doğum sancıları başlamıştı. Özel bir hastanede sağlıklı bir doğumla üç buçuk kilo ağırlığında ki kızını kucağına verdiklerinde, geçmişteki ölüm acısı, yerini büyük bir sevince bıraktı. Bebeğin adını Latife koydular. Annelerinin torununu göremeden ölmesi ise yüreklerinde ömür bayı silemeyecekleri bir sızı olarak kaldı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |