İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Havalar soğuyup, rüzgar keskin bir bıçak gibi vurmaya başlayınca, kat kat giyinip robocoplar gibi yürümek zorunda kalmasının bile en azından insanın doğasına uygun bir hal olmadığını düşünmüşümdür hep. Siz ne dersiniz bilemem elbette. Sıcacık bir odada cam kenarına oturup; demli bir çay eşliğinde saatlerce lapa lapa yağan karı seyretmenin doyumsuz keyfi ya da her yer tümden beyaza teslim olmuşken, bir başına yürümenin ruha kattığı o dinginliğe rağmen sevemedim kışları. Anlayacağınız “zoraki bir aşk benimkisi.” Yılbaşı geliyor ya; televizyonlarda, gazetelerde, çarşı- pazarda kurgulanmış bir telaş başlar artık. Cüzdanından yana sorunu olmayanlar “ay şekerim bu yılbaşında saat 24’ü nerede karşılayalım?” gibi yaşamsal bir bir soruna çözüm arayışı içine girmişlerdir bile. Umutlarını piyangoya havale edenler bilmem kaç trilyonluk rüyalar görüyorlardır muhtemelen. Pop star yarışmasına destek mesajları atmaktan arta kalan zamanlarda hangi büyük sanatçının kaç paraya ve hangi büyük otelin salonunda program yapacağının sohbeti içinde kaybolmaya devam ediyordur birileri. Kahvehanelerin buğulanmış camları ardında sigara dumanları içinde hayat pahalılığından şikayet edip, uygulansa bir günde herde deva çözüm önerileri üretiyordur yurdum insanları. Çamur ve yağmur gölcükleri egemenliklerini ilan etmişlerdir sokak ve caddelerde. Yani kısaca; her kış nasıl yaşanmışsa daha önceleri, aynen öyle yaşanmaya devam ediyordur her yerde... Yeni yıla girmek üzere olduğumuz bu aziz, mübarek ve şenlikli (!) zamanda olumsuzlukları peş peşe sıralayıp canınızı daha fazla sıkmak istemem doğrusu. Ama özellikle kış aylarında aklıma her takıldığında, hangi ortamda olursam olayım “içimi sızlatan, üşüten” bir olguyu paylaşmak istiyorum sizlerle. Sokak Çocukları... Günün yirmi dört saatini sokaklarda geçiren, aileleri ile hiçbir bağ içinde olmayan, karnını doyurmak için tüm seçeneklerini sokakta yaratmak zorunda olan, zamanla madde bağımlılığı içinde kıvranmaya başlayan ve her türlü istismara açık çocukları taşımak istiyorum gündeminize. Şu an, şu dakika bile içinde yaşadığımız kentlerin bir yerlerinde yaşamaya ! devam ettikleri halde, ne yazık ki sadece kötü bir olayın içinde yer aldıkları zaman ve medyanın bize özenerek sunduğu görüntüler kadar varlar yaşamımızın içinde. Ve yine ne yazık ki, pek çok toplumsal sorunda olduğu gibi nedenlere, nasıllara dair soruların hiçbirine yanıt bulma eğilimi içinde olmadan, sonuçlar üzerine yorum eklemekten ibaret kalıyor tavrımız. Birlikte yaşamanın, o bütünü oluşturan ne varsa tümüyle dikkate alınıp ona göre kurgular oluşturmakla dünyanın daha yaşanası olacağını göremiyoruz bir türlü. Duyarsızlığımız adeta uyuşmuşluk düzeyinde. Trafik kazalarının ölümcül sonuçlar doğuracağını anlayıp ona göre tedbirler almak için ille de kaza geçirmek gerekmiyorsa, bu çocukların kelimenin tam anlamıyla “bizim çocuklarımız” olduğunu, onların da en az bizler kadar insanca yaşama hakları olduğunu anlayabilmemiz için; çantalarımızın kap-kaçla çalınması ya da gecenin herhangi bir zamanında, cadde ortasında saldırıya uğramamız gerekmiyor. Dışarıdan bakıldığında ne kadar sağlam görünse de içinde kanserli hücreler barındıran herhangi bir yapının sağlıklı olmasının olanaklı olmadığını, olamayacağını neden anlayamıyoruz bir türlü? Sahip olduğumuz maddi zenginliğin düzeyi ne olursa olsun, onu kendi yaşamımızda kullanılabilir kılmak için bile sağlıklı bir toplumsal yapıya gereksinimimiz olduğunu göremeyecek kadar kör olmaya devam mı edeceğiz? Çocukluk yıllarımızda sokakta oynarken zamanı unuttuğumuz, çöken karanlığı bile fark edemediğimiz yıllarımızdaki oyun sonlarında tekrarladığımız meşhur bir tekerleme vardı: “ Haydi arkadaşlar oyun bitti ! Evli evine, köylü köyüne. Evi olmayanlar sıçan deliğine” Sanırım anlatabildim ne demek istediğimi. İnsanların hayata dair tepkilerinde, içinde kendilerini var ettikleri kültürden ne kadar etkilendiklerini bildiğimden, bu tür sorunlar karşısında takındığımız kollektif tavrı nelerin belirlediğinin de farkındayım. Evi olmayanlara sunulan sıçan deliği seçeneği sadece çocukların tekerlemelerinde kalmıyor. Bizzat yaşamın içinde var olmaya devam eden “ kanamalı bir yara gibi” gözlerimizin önünde ! Haydi gelin bu kez farklı bir tepki verelim... Sorunu sadece üç- beş kişinin ilgi ve uygulama alanı olmaktan çıkarmak için harekete geçelim. Her türlü eksiklik ve olanaksızlıklara rağmen çözüm üretmeye çalışan organizasyonlara el verelim, destek olalım. Yeni yılı gerçekten yeni yapabilmek için bir adım da biz atalım. Unutmayalım, havalar soğumaya başlayınca sokaklarda orman kanunları işlemeye başlar.Yaşayabilmek için her yolun mübah olduğu bir iklimi ifade eder kış. Şimdi biraz daha anlatabildim sanırım neden bu havaları sevmediğimi... *** NOT : Bu yazıyı 2003 yılının Aralık ayında Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığım Satranç Dergisinde yayınlamıştım. Güncelliğini ne yazık ki hala koruyor. Konunun toplumsal gündemimizden düşmemesi adına burada da yayınlamaya karar verdim...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © TURGUT ÇAKAR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |