Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Kafamın içi sadece şu son birkaç günde olanlarla dolu. Başka birşeyin kafama girmesine izin vermiyor vücudum, beynim. Sanki kafamın içinde sadece onlar olmalıymış gibi. Peki bütün bedenimi yiyip bitiren beni bu derecede düşüncelere,bunalımlara iten şeyler, olaylar, kişiler çok mu hakediyor sanki bu kadar değer verilmeyi? Onlar bir kere olsun benim için "benim onları düşündüğümün yarısı kadar bile olsun" beni düşündüler mi sanki? Hayır!!! Büyük ihtimalle hayır! Peki o zaman nedir bu zayıflık? nedir bu kendini yiyip bitirme? Bilmiyorum!!! Bazen böyle oluyor işte. Sebebini bilmeden hayata küsmek... " Bırak bunları. Onlar seni düşünmüyorlar bile" diye düşünmek çözüm değil. Sonuçta onlar beni düşünmeseler de bir şekilde hayatıma girdiler benim. Bir şekilde hayatıma girdiler ve yine bir şekilde kendilerini bana sevdirip hayatımda önemli ve değerli bir yer elde ettiler. Bu durumda suçlu aramak gerekirse o suçlu benim belki de... Madem değmezdi o zaman neden benim için bu derecede önemli bir yere gelmelerine izin verdim geride kalan senelerde? Evet evet... suç onlarda değil. Kesinlikle bende... Peki bu çözüm mü?... Yani tamam onlar buna değmezdi. tamam ben hatalıyım... eee o zaman neden hala ağlıyorum hala?... Demekki bazı şeylerin çözümü hala içimde biryerlerde ve ben asıl savaşı kendimle vermeliyim... Kendimle savaşmak... Size de olur mu bilmem... Geceleri yatarken, uyumadan önce kafamı yastığa koyduğumda ve yolculuk yaparken, özellikle de uzun yolculuk yaptığım otobüslerde çok fazla düşünürüm ben. Bütün hayatımı gözden geçirdiğim olur bazen. Neler yaptım? kimler geldi,kimler geçti? kimleri kırdım, kimleri üzdüm, kime faydam oldu?, kim beni üzdü?, kim mutlu etti? En önemlisi de kendim ve sevdiklerim adına ne kadar faydalı yaşadım bunca senedir... genelde yaptığım şeylerden pişman olmam. Yapmadıklarımdan pişman olduğum çok oldu ama. "Keşke o anda şöyle davransaydım...".... bir gün bir şans verseler... hadi Onur seni şu ana geri gönderiyoruz... içinde kalan ne varsa yap deseler... herhalde zamanında yapmadığım için pişman olduğum ne kadar çok şey olduğuna ben de inanamam... Dediğim gibi... yatarken ve otobüsle yolculuk yaparken çok fazla düşünürüm ben. Otobüste yolculuk ederken düşünmenin yanısıra etrafımdaki insanları da gözlemlerim. Yanlış anlaşılmasın... Etrafımda yolculuk eden insanları gözlemlerim derken onları sorgulayıcı bir gözlem değil bu... Örneğin otobüse güzel bir kız bindiği zaman herkes o güzel kıza bakarken ben herkese bakarım... Herkese bakıp kıza karşı nasıl bir tepki verdiklerini gözlemlerim... Geceleri uyumadan önce bazen iki farklı Onur'u çağırırım odama. Biri kötü huylarımın toplandığı, etrafındakileri kırmaktan çekinmeyen, kötü birşey yaptığı zaman asla pişman olmayan Onur, diğeri ise tertemiz iyi huyları taşıyan, çevresine karşı sevecen, güleryüzlü, yardımsever, kimseyi kırmayan ve tüm canlıları mutlu etmeye çalışan Onur... Sonra geçerim karşılarına... "Hadi" derim... "Hadi kapışın... tartışın, hatta kavga edin... yok yok... daha da abartın ve tekme tokat girin birbirinize..." daha sonra da eklerim... "kapışın.. kapışın ve sonunda ayakta kalan bana sahip olsun..." Hanginiz daha güçlüyse beni elde eder. Sonra düşünürüm... "bu kadar da basit mi kim olacağına karar vermek... " "ölümüne bir kavga sonunda ayakta kalana kendini vermek, hediye etmek..." Hayat gerçekten de çok garip. erşey olabilir bu hayatta. Hiçbirşeye şaşırmamak lazım. utlu olmak, hüzünlenmek, evinçten çılgına dönmek, unalıma girip yaşamdan tüm bağları koparmak... epsi o kadar da küçük ve birçok kişi için belki de hiçbir anlamı olmayan olaylara bağlı ki... zun otobüs yolculuğunda yanınızda oturan adam uyuyup başını omzunuza koymadığı için mutlu olduğunuz oldu mu hiç? peki çatıya bıraktığınız ekmek kırıntılarına gelen kuşları seyredip mutlu oldunuz mu? Hayat çok tuhaf ve acımasız. hatta anlamsız. peki okula ilk başladığınız gün üç sıra önünüzde oturan ve sınıfa ilk girdiği andan itibaren sizi adeta büyüleyen kızın kesinlikle sizden daha aptal ve çirkin bir sevgilisi olduğu gerçeğiyle karşılaşmadınız mı hiç? Otobüs duraklarında otobüs beklerken hayal kurarım bazen... iki saat beklediğim otobüs hala gelmez ve ben hayallere dalarım o anda. Sonra o saatlerdir gelmeyen otobüs gelir, geçer ve ben o otobüsün geldiğini görmeme rağmen hayalimin en tatlı anında olduğum için kılımı bile kıpırdatmam... otobüs gider ve ben hayallerimle başbaşa durakta beklemeye devam ederim... O otobüsü kaçırdığım için giremeyeceğim elektronik dersini hiç takmam kafama... ne tuhaf bir hayat bu... otobüs durağında beklerken etrafınıza bakın bir... 20 tane kız varsa ve bu 20 kızın 19'u çok güzel kızlarsa... mutlaka o 20. çirkin kız sizden ya bilet isteyecek ya da "bilmem ne otobüsü geçti mi?" diye soracaktır size... Peki hiç otobüse bindiğinizde bilet atarken o biletin o küçücük deliğe girmediği, yada girse bile sizi bir süre streste bıraktığı olmadı mı?... Bunlar tuhaf ama eğlenceli yanları hayatın... Bir de tuhaf ve acı veren yanları var tabi. Onlar da şu anda benim kafamın içindekiler işte... Hayat her zaman uçuk kaçık esprilerle yada neşeli anlarla karşımıza çıkmıyor ne yazık ki... Bazen, hatta genellikle bir sorunla karşılaşıyor insanlar... ve bu sorunlar bizim kafamızın içinde tüm benliğimizi yiyip bitirebiliyor acımasızca... Başka şeylerle ilgilenmek, başka şeyler düşünmek istiyorum. Ama dediğim gibi. Beynim izin vermiyor buna... En sonunda kendi vücudum ve beynim de beni üzmek, acıları unutmamı engellemek için birlik olmuş. Tıpkı diğerleri gibi... En iyisi sahile inmek... saat geç oldu. Bu saatte sahilde kış günü kimse olmaz... Sahile iniyorum... Hava soğuk, etraf sessiz... tüm bu sessizliğin içinde ıslık çalan bir rüzgar var... Bekçinin düdük sesi uzaklardan duyuluyor... Sahilin ışıkları yanmıyor. O yüzden oldukça karanlık. Sahil yosun kaplı. kışın bu vakitler hep böyle olur zaten. Kışın gelen yosunlar yazın ortadan kaybolur. Sonra kışın yine gelirler. Belki de onlar da insanlardan kaçıyordur yazın. Kışın kimse yokken geliyorlardır. Keşke içecek birşeyler alsaydım. Bira falan... Şimdi bakkala gitmek de zor geliyor açıkçası. Aslında kafam zaten karmakarışık ve puslu. belli ki içmeden sarhoşum zaten. İçmeye ne gerek var? Zaten içki, insanı daha çok düşüncelere iter. Kafamın içinde benim düşünebileceğimden bile çok daha fazla düşünce varken içki içmeme bir gerek yok ki... Her taraf karanlık. Balıkçı teknelerinin ışıkları çok net görünüyor uzaktan. Yosunların üstünde yürüyorum biraz. Ayağımın altında kuru yosunların hışırtıları ile... İleride kayalıklara kadar gidip geri geliyorum. Hiç kimse yok etrafta. Oysa sahil çok huzur verici şu anda bence... Yani bu kadar huzur verici bir ortamda olmak isteyecek o kadar çok insan varken neden sahil bu kadar boş ki? Sahilin o huzurlu ortamı biraz rahatlatıyor beni. Ama unutamıyorum yine de... Neden?... neden beni bu şekilde bırakıp gitti ki sanki?Hiç mi anlamadı onun için hissettiklerimi? hiç mi anlamadı ona ne kadar değer verdiğimi? peki ya diğerleri? dostum dediğim insanlar... hiç mi bilemediler benim için ne kadar önemli olduklarını? ya da bildiler ama benim onlara verdiğim değeri bana hiç mi vermediler?... Düşündükçe, sorguladıkça ne kadar çok artıyor sorular... Dediğim gibi hayat tuhaf, geçen hafta dostum diye sarıldığın, bütün sırlarını paylaştığın, birlikte oturup ağladığın kişiler... ya da "sevdiğin kişi"... saatlerce sarılıp öpüştüğün, onsuz yaşayamayacağını söylediğin, hayatın anlamı olan kişi... geçen hafta yanındayken şimdi uzaklardadır ve en kötüsü hepsi senin için hala çok önemli ve değerliyken, sen hiçbirisi için önemli ve değerli değilsindir. Hatta umurlarında bile değilsindir. Bunu anlamak çok hüzün verir işte insana. Kimse anlamıyor mu beni? kimse farketmiyor mu dostum diyebileceğim, herşeyimi paylaşabileceğim, ona sığınabileceğim birisine bu kadar ihtiyacım varken bu şekilde davranmalarının beni ne kadar çok kırdığını? Ne olurdu birisi çıksa ve "ben seni anlıyorum... işte açıyorum kendimi sana, paylaşıyorum herşeyimi senle, ben seninim ve sen de benim olmalısın, hadi herşeyini paylaş benimle" dese... Bu kadar mı zor bunu anlamak, farketmek ve gerçekleştirebilmek? Hava gittikçe soğuyor,açıkçası titremeye başladım bile. Ama eve dönmek istemiyorum. kafamdaki düşünceler heryerde aynı olmasına rağmen burada, yani sahildeyken acısı çok daha az oluyor sanki. belki de sahildeyken tüm gökyüzü,yıldızlar, tüm evren karşımda olduğu için tüm evrene haykırırcasına söyleyebiliyorum bunları. beni duyan, anlayan birileri olmasa bile "belki biryerlerde birgün anlayan, paylaşan biri çıkar" umuduyla haykırabiliyorum gökyüzüne, yıldızlara... Az ileride bir hareket var. Sanırım yalnız değilim. Birisi daha bu soğuk geceyi benim gibi tüm evrenle paylaşmak için burada galiba. Biraz daha dikkatle bakıyorum. Bu bir insan değil. bir köpek. simsiyah bir köpek... Gecenin karanlığına ayak uydurmuş, simsiyah bir köpek. Yanıma çağırıyorum, yattığı yerden yavaşça kalkıp yanıma geliyor. yere oturuyorum. O da yanıma oturuyor. Başını dizime koyuyor. Dün etraftaki birçok köpeği zehirlediler. O ise geride kalan çok az köpekten biri. O da ağlıyor benim gibi. bütün arkadaşlarını kaybetmiş dünkü olaydan sonra. Başını okşuyorum, elini uzatıyor bana. İkimiz de dostlarımızı kaybettik. Onun dostları zehirlenerek öldü. benimkiler ise canlı canlı mezarlarına kendileri isteyerek, bilerek ve umursamaz bir şekilde girdiler. O konuşamıyor, sadece arasıra inliyor. belliki arkadaşlarını kaybetmenin acısı ile ağlıyor. Ben hem onun hislerine tercuman oluyorum, hem de kendi dertlerimi anlatıyorum ona. Beni anlıyor mu bilinmez... Bir zamanlar karşılıklı oturup konuştuğum, sarılıp ağladığım, tüm dertlerimi, mutluluklarımı paylaştığım kişiler beni anladı da ne oldu sanki?. siyah köpekle el eleyiz ve benim yanımda olup beni dinliyor şu anda... Birden gökgürlüyor, sonra da yağmur damlaları gökyüzünden düşmeye başlıyor. Ne tuhaf, az önce gökyüzü açıktı ve yıldızlar görünüyordu. Nasıl oldu da bir anda bulutlar geldi ve yağmur başladı anlayamadım. Burada böyledir, hava çok çabuk değişir. Başınızı kaldırır gökyüzüne bakarsınız "hava açık ve yıldızlar var"... 5 dakika sonra bir de bakarsınız yağmur başlamış. Aynen şu anda olduğu gibi... Yağmur altında şemsiyesiz dolaşmayı çok severim. Islandıkça kendimi doğayla bütünleşmiş gibi hissederim. Yüzümü gökyüzüne doğru kaldırıyorum. Su damlaları direk yüzüme çarpsın diye. Aklımdan geçiriyorum. "yüzüme ilk gelen yağmur damlası "O" olsun, bana "beni sevdiğini söylesin" sonra o damla yüzümden akıp yere düşsün ve bir sonraki gün tekrar buharlaşıp yağmur bulutu olup onun olduğu yere gitsin ve aynı damla bu sefer de onun yüzüne düşsün" Hayaller güzel...Ama hayal dünyasından gerçek dünyaya döndüğüm zaman gerçeklerin hayallerdeki kadar güzel olmadığını görüyorum ne yazık ki... Yağmur altında ıslanmak güzel ama yanımdaki dostum bundan hoşlanıyor mu acaba? Kendi hoşlandığım bir şey için onun da ıslanıp üşümesine gönlüm razı olmuyor. En iyisi artık yavaş yavaş eve dönmek. Ama eve gitmeyi de hiç istemiyorum... "hadi siyah dostum" diyorum ona dönerek.... "gel kuytu bir yere sığınalım" Biraz ileride boş bir evin balkonuna gidiyoruz. Orada yere oturuyoruz. Dostlarını kaybetmiş iki yalnız varlık... Oturduğumuz yer çok rahat ve hoş. Hem rüzgar almıyor hem de yağmur damlaları oraya ulaşamıyor. Saatlerce hem kendimi anlatıyorum ona, hem de onun gözlerindeki bakışlardan onu anlamaya çalışıyorum... Hayat böyle işte. Bazı durumlarda bir köpeğin dostluğunun değerini anlayabiliyor insan... Yağmur şiddetini arttırıyor. Fırtına da çıktı. Ama bizim olduğumuz yer ne fırtınadan ne de yağmurdan etkilenmiyor. O anda içimden hüzünlü bir şarkı geçiyor ve söylemeye başlıyorum. Siyah dostum da ulumalarıyla bana eşlik ediyor... İkimiz de dertliyiz ve şarkılarla unutmaya çalışıyoruz derdimizi. Saat oldukça ilerledi. Artık uykum gelmeye başladı. Eve gitme zamanı geldi artık sanırım. Fakat yağmur ve fırtına oldukça şiddetli. Benim için o kadar da problem değil. Fakat siyah dostum bu yağmurun altına çıkamaz. Kalkıyorum... fakat o kalkmak istemiyor. Yağmur ve fırtına onu korkutuyor... tekrar yanına dönüp oturuyorum. Birbirimize sokuluyoruz ve yağmurun dinmesini bekliyoruz. Saatler ilerliyor. Fakat yağmur hala aynı şiddette yağmaya, rüzgar ise aynı şiddette esmeye devam ediyor. Hava soğuk ama biz birbirimizi ısıtıyoruz. Yağmurun sesi ninni gibi. gözkapaklarım kapanıyor yavaş yavaş... Uyumamalıyım başkasının evininin balkonunda... ama kendimi tutamıyorum... gözkapaklarım kapanıyor...... şu anda o kadar huzurluyum ki... tatlı bir uykuya dalıyorum... şiddetli yağmur, insanı iliklerine kadar dondururcasına bir soğuk ve şiddetli fırtınaya rağmen mutlu bir şekilde... yanımda siyah dostumla...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © onur göndem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |