Bu hafifçe kenara itilecek bir roman deðil. Daha büyük bir þiddetle uzaða fýrlatýlmalýdýr. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Bu eleþtiriyi; yazmaya baþlamýþ ve kendince de iyi giden, en azýndan bu iþ için emek harcayan sevgili Sanem Altaylý’ya bir iyilik olarak yapacaðým. Bu kadar iddialý konuþmamýn sebebi ise, romandan teknik olarak, biçem olarak ya da kurgu olarak anlamayanlarýn, hikaye dinlemeyi sevenlerin onu kandýrýp durmasýdýr. Bu eleþtirilerin, onun kendine olan güvenini saðlamlaþtýrmak, belki de sallantýda olan bir güveni kurtarmak için atýlmýþ güzel adýmlar olduðunu düþünüyorum. (Bu ifadede görüyoruz ki, Haspolat Altaylý’nýn romanýný teknik, biçem ve kurgu açýlarýndan eleþtirmeyi vaat ediyor. Bakalým sözünü tutacak mý? Diðer taraftan “kendince iyi giden birine iyilik yapmak” “sallantýda olan bir güveni kurtarmak” ifadeleri, birkaç paragraf yukarýda “Altaylý’ya saygý duyuyorum” ifadesiyle ne kadar çeliþiyor, cevabýný size býrakýyorum. Tanýmadýðýnýz bir kimsenin kendisi hakkýndaki düþüncelerini nasýl bilebilirsiniz hiçbir fikrim yok. Ama Haspolat’ýn üslubunun “iddialý” deðil, sadece incelikten yoksun bir saldýrganlýk olduðunu belirtmek durumundayým. Altaylý’nýn kendi gidiþini nasýl tanýmladýðýný, kendine duyduðu güvenin boyutunu, bir roman eleþtirisiyle nasýl baðdaþtýrabiliriz, sorarým? ) Sizin alt yapýnýzý veya eðitim durumunuzu bilmiyorum. Þu an ne iþle uðraþtýðýnýzý da. Ancak þunu söyleyebilirim ki, bu kadar iltifat görmesine raðmen ben yine de romanýnýzý beðenmedim. (Yazarýn altyapýsý, eðitim durumu ve uðraþtýðý iþin romaný ile ne ilgisi var bunu anlamak pek mümkün deðil. “Kaleminin yetmediði yerlerde imdadýna yetiþen beyaz atlý bir prens gibi” yardýma gelmiþ bu mevzu, Haspolat romana eleþtiri getirmeden önce.) Torkunc Bey eleþtirisinde Altaylý’nýn kalemine tapýyordu. Gözlerime inanamadým. Dönüp “Hasan Bey’i” ve profilindeki bilgisayarýma da kaydettiðim ve yine çok beðenerek okuduðum yazýsýný defalarca okudum. Yakýþtýramadým. Eleþtirisinde kendini ele veriyordu. Deniz(Ege isimli karakterin ölen kocasý) olmak istiyor, onun kadar sevilmek istiyordu. (TDK Sözlüðü “kendini ele vermek” deyimini “suçun ortaya çýkmasýna neden olacak bir hata yapmak” olarak açýklamýþ. Þu halde, Torkunç’un iþlediði suç Altaylý’nýn romanýný beðenmek, bunun nedeni ise roman kahramaný kadar sevilmeyi istemek. Bir romaný beðenmek niye suç ve belli bir biçimde davranýlmayý istemek niye suça sevk eden davranýþ olsun? Haspolat burada, bu romaný -nedeni ne olursa olsun- beðenmiþ herkesi suçlu ilan ediyor aslýnda. Bu, estetik konusunda tartýþma imkanýný ortadan kaldýran bir tavýrdýr (bir sosyal bilim alt dalý olarak “Estetik”, yorumlananla yorumcu arasýnda eþitlik durumunu öngörür). Karþýnýzdaki insanýn bir sanat eserini beðenmesine þaþýrabilirsiniz örneðin veya garipseyebilirsiniz , ama ona bu davranýþý “yakýþtýramamak” daha baþlangýçta aranýzda hiyerarþik bir konumlandýrma kurar. Bu da yukarýda kaydettiðim “düþünce özgürlüðü terörünün bir uzantýsýdýr. Zannediyorum Haspolat Edward Said okumuþtur ve ne dediðimi çok iyi kavramaktadýr.) (…) Burada ince bir mizah anlayýþýnýn olduðunu söylüyor Torkunc Bey eleþtirisinde. Mizahtan, ince espriden anladýðýmýz bu mu bizim? (“Biz” kimiz? Ýnce espri nedir, onu nasýl fark eder, anlamlandýrýrýz, bu konularda site eþrafý daha önce ortak bir karar aldýysa bilemem. Ancak, aþaðýda kendini post-modern diye tanýmlayacak bir kimsenin, herhangi bir ifadenin ne anlama geldiði, farklý kimseler tarafýndan ne þekilde yorumlanmasý gerektiði konusunda bu denli kendinden emin konuþmasý en iyi ihtimalle bir çeliþkidir. Bu durum Nietzsche’den Lyotard’a tüm perspektivistleri üzmüþtür zannederim.) Bunu çözebildiðiniz için asýl sizin zekanýza ve edebiyat anlayýþýnýza tapýnmak lazým Torkunc Bey. (Haspolat’ýn tarzý “zihinsel terör”den açýk kabalýða büyük bir hýzla ilerliyor. Bu ifadeye ancak Torkunç kendisi yanýt verebilir.) Kocasý ölmüþ bir kadýnýn içinde bulunduðu ruh hali inceleniyor. Bu ruh hali iþlenen konunun aðýrlýðýna raðmen (aþýk olunan adamýn ölümü… Aþk ve ölüm), bir kadýnýn çala kalem günlüðünden alýnan cümlelerle dolu olduðunu görüyorum. (bu garip cümleden þu sonucu çýkartabiliyorum: bu aðýr konular bir kadýnýn çala kalem günlüðünden alýnan cümlelerle anlatýlmamalý. Peki niçin diye soruyorsanýz eðer, bunu yazmamýþ Sn. Haspolat. Bu arada, bu anlatýnýn –zannediyorum aðýrlýklý olarak- bir günlükten alýnmýþ olduðu tespitini aklýmýzýn bir köþesinde tutalým.) Eðer bu olay gerçekten yazarýn hayatýnda olduysa bile hiç yaþanmamýþ veya yaþansa da bir romana giremeyecek þekilde algýlanmýþ gibi görünüyor. (Bu cümle hakkýnda ne desem boþ. En iyisi, sözü Altaylý’ya iliþkin þu temennide bulunan Haspolat’a býrakmak: “umarým daha iyi çalýþmalarla görürüz sizi.”) Anlatýmdaki yalýnlýk daha ilk cümlelerde ortaya çýkýyor. Rüzgarýn perdeleri havalandýrmasý, kentte sýcak bir havanýn yaþanmasý bana “Çocuklar Duymasýn” dizisindeki (diziyi izlediðimi düþünüp buna takacaklar ve bu diziyi izleyen birinin bu romaný zaten anlayamayacaðýný söyleyecek akýl küpleri varsa baþtan söyleyeyim, o dizi baþladýðýnda sekiz yaþýndaki yeðenim, kumandayý saklar! ) dar kalýplara bürünen romanlarla dalga geçmek maksadýyla kullanýlan replikleri hatýrlattý. (Burada satýr aralarý dikkatle okunduðunda “bu diziyi izleyen birinin bu romaný zaten anlayamayacaðýný söyleyen akýl küpü”nün aslýnda Haspolat olduðunu anlýyoruz. Çünkü diziden haberdar olmasýný –bizden özür diler gibi- yeðenine baðlamýþ. Sorun þu ki, sekiz yaþýndaki yeðen kumandayý saklamasa ve Haspolat diziyi kendi iradesiyle izliyor olsa bile, herhangi bir “akýl küpünün” ortaya çýkacaðýna yönelik en ufak bir bilgiye sahip deðiliz. Ama Haspolat bu konuda kendinden çok emin. Derviþin fikri neyse zikri de o olurmuþ. Ancak bu tavýrla Haspolat yine kendini eleþtiriye kapamaya çalýþýyor.) Altaylý birtakým klasik roman giriþlerinden etkilenmiþ ve bir yazar olmak için böyle baþlanmalý diye düþünmüþ olsa gerek. Yazar romana “Karanlýk bir geceydi, rüzgar gök gürültüleri ve yaðmurlarla dolu bu geceden çaldýðý cesaretle yarý açýk pencereden sýzarak, ince perdeleri dalgalandýrýyordu….” gibi klasik bir giriþ yaparak zaten bendeki ‘okunacak roman’ düþüncesini sildi. (Haspolat hakkýnda üzülmedim dersem yalan olur. Kendisinin “klasik roman giriþi” önyargýsý pek çok iyi romaný bir köþeye atmasýna neden olmuþtur. Bunlardan biri de Eco’nun yazdýðý “Gülün Adý.” Þöyle baþlar bu eser: “Kasým sonlarýnda güzel bir sabahtý. Gece boyunca az kar yaðmýþtý; ama toprak üç parmak kalýnlýðýný aþmayan soðuk bir örtüyle örtülmüþtü.”) Normal bir günlükte bile beklemek düþüncesinden kaynaklanan sýkýntýnýn ‘anlamsýz’ diye tarif edildiðine rastlamak çok güçtür doðrusu. (“Normal bir günlük” ne demek bilmiyorum. Diðer taraftan anlýyoruz ki Altaylý’nýn romanýndaki günlük “anormal günlük” kategorisinde. Þu halde bu “anormal günlükte” böylesi bir ifade niye kullanýlmasýn? Adý üstünde “anormal”. Yani “norm dýþý”. Her þey beklenebilir o vakit bu günlükten.) (…) Yoksa herkesin anlayýp da benim anlayamadýðým bir anlam mý saklý bu süs biberleriyle süslenmeye çalýþýlmýþ cümlelerde. (“süs biberiyle süslenmeye çalýþýlmýþ” derken Haspolat tam da eleþtirdiði tarzý tekrar ediyor galiba.) Eser daha sonra““Deðil bir yýl, bin yýl yetmez sana olan sevgimi sana anlatmaya,” deyip sýkýca sarýlýrdý.” “Tabi ki ayný olmayacak, sana olan sevgimin her gün katlanarak büyüdüðünü düþünürsek, bir senenin sonunda sevgim korkunç boyutlara ulaþmýþ olacak.” derdi ve gülerdi, onun gülümsemesini çok severdim” gibi mahalle aralarýnda gezinip duran, aþklarýnýn yüceliðini anlatmak için, ortaokul yýllarýný yaþayan yeni yetme çocuklarýn kalpler kadar temiz beyaz sayfalara yazmýþ olabilecekleri ‘Müslümcü’ cümlelerle devam ediyor. Benim bahsettiðimin aksine, gerçekten bir romanda olabilecek lezzetli cümlelere rastlayanlar varsa lütfen düzeltsinler bu yanýlgý mý!… (Buradaki “Müslümcü” benzetmesi ne yazýk ki baþka bazý önyargýlarý gösteriyor bizlere. Birincisi bu ifade S. Haspolat’ýn Altaylý’nýn yazdýklarýna saygý duyduðu iddiasý ile çeliþiyor. Buradaki aþaðýlama çabasý ortada. Diðer taraftan Sn. Haspolat’ýn daha önce tespit etmiþ olduðu gibi, burada söz konu olan bir günlük, ve bu günlüðü yazan romanýn kahramaný. Romanýn kahramanýnýn ortaokul yýllarýný yaþayan çocuklarýn yaratýcýlýk seviyesine sahip olmasý ve günlüðündeki cümleleri bu yönde yazmasý mümkün deðil mi? Bir romanda kahramanlardan biri arkadaþýn eþyasýný çalsa buradaki kötülüðü de yazara mý atfedeceðiz, “ne kadar hayýrsýzmýþ bu Yaþar Kemal, ihanet etti dostuna diye”? Müslümcü olan biri varsa –ki bunun niye eleþtiri gerektirdiði konusunda da Haspolat bize bir açýklama borçludur – bu yazar deðil, romanýn kahramanýdýr. Müslümcü ifadesinin bulunduðu cümledeki anlatým bozukluklarýnýn sayýsýnýn tespitini diðer okurlara býrakýyorum.) Rüzgarýn yalnýzca sokaklarý kolaçan etmeyip, perdeleri de havalandýrdýðý bir gece de, sýcaktan mý yoksa heyecandan mý uyuyamadýðýný anlamakta güçlük çeken Ege, öldüðünü anlamadan birkaç saniye önce aþýk olduðu adamýn teninde DAHA ÖNCE HÝÇ GÖRMEDÝÐÝ bir masumiyet ve duruluk görüyor. (Haspolat’ýn kurduðu cümleye inanacak olursak Ege’nin adama duyduðu aþk adamýn ölümünden birkaç saniye önce baþlýyor. Þu “sadece ‘dahi’ anlamýna gelen ‘de’ler ‘da’lar ayrý yazýlýr” kuralýna da biraz daha dikkat etmeli galiba.) Ölünce masumiyet kazanan tapýlacak bir sevgilinin acýsýyla da okuyucu yanýp kül oluyor doðrusu! Sonra gördüðü rüyanýn ardýndan derin duygularýný anlatýyor. -Ölüm sonrasýnda, ölen kiþinin ardýndan hissedilen duygulara saygý duyuyorum elbette. Romanda arabeskle ve günlük dilin en sade biçimiyle ele alýnýþý sarsýyor beni. Bu çok normal elbette. Herkes mükemmel romanlar yazacak diye bir þey yok. Benim öfkem bu romana abdest almadan secdeye kapandýðýmýzý düþünenlere!- (Haspolat hala yazar ile kahramaný birbirine karýþtýrýyor. Kahramanýn kendini ifade etmede sorun yaþamasýný nedeniyle yine yazarý suçluyor, hem de bu durumdan “öfkeleniyor”) “Ne kadar da zor Allah’ ým. Onu bir daha göremeyecek, ona dokunamayacak ve içimi ýsýtan o sesini bir daha duyamayacaktým. Beni býrakýp gitti. Bu koskocaman acýmasýz dünyada yapayalnýz býraktý beni. Altýndan kalkamayacaðým acýlarla baþ baþa, güçsüz.” Bunlarý söylemek veya söyleyebilmek için yazar olmaya lüzum var mý bilmiyorum. Kocasý ölen analarýmýzýn günlük hayattaki cümlelerini yazýp koymak da ayný þey olurdu. (Haspolat’ýn, bu cümleleri kuran kiþinin bir yazar deðil, tam da “kocasý ölen bir ana” kategorisine giren bir kimse olduðunu görememesi artýk üzücü olmaya baþladý. Bu cümlede “anlatýcý” romanýn kahramanýdýr. Romanýn yazarý deðil. Haspolat aþaðýda belirteceðim gibi “anlatýcý” konusuna hiç girmediði için sapla samaný birbirine karýþtýrýyor ). Eðer öncesinde edilen birkaç güzel kelam varsa -ki emin deðilim- onlarýn derinliðini de yalayýp yutan cümleler bunlar. Ve devam ediyor Altaylý: “Odanýn kapýsý usulca açýldý, büyü bozuldu. Annemin içeriye girmesiyle Deniz beni býrakýp gitmiþti yine. Öylesine nefret ettim ki annemden , onu benden aldý diye. Oysa saçma. O benim deðildi ki artýk. Ölüm öyle uzaklara götürmüþtü ki onu...” “Oysa saçma. O benim deðildi artýk. Ölüm öyle uzaklara götürmüþtü ki onu...” Yazarýn bu cümleleri yazarken hissettiði duygularýn gerçekte nasýl olduðunu hiçbir zaman bilemeyeceðim. O kadar yapmacýk, ve o kadar yavan çünkü (Son birkaç eleþtiri halen geçerli. Ek olarak Haspolat’ýn “yavan ve yapmacýk olduðu için” yazarýn gerçek hislerini anlayamadýðýný öðreniyoruz ki, yazarýn gerçek hislerini öðrenmeye niye gerek duymuþ bilmek mümkün deðil. Ben de Haspolat’ýn bu eleþtiriyi yaparken hissettiði duygularý anlayamadým). Önümüze ilahmýþ gibi getirilen ve popüler bir kültürün, basite olan eðiliminden doðan bu romana secde edenlere hatta tapanlara þaþýrmamak elde deðil. (“Popüler kültürün basite olan eðilimi” türünden cümleleri 80lerin ortasýndan bu yana kullanan kalmamýþtý. Haspolat bizi sosyal bilimlerin Orta Çaðý olarak kabul edebileceðimiz modernist-indirgemeci döneme götürdü sað olsun. Aþaðýda da kendini post-modern olarak tanýtacak üstelik.) Daha sonraki bölümlerden birinde geçmiþe bir dönüþ yaþanýyor. Hiç tanýmadýðý bir adamýn, iþ yemeklerine katýlan bir avukatýn, kalabalýk bir halk otobüsünde parasýný verdikten sonra; tesadüfen arkadaþlarýyla yemeðe çýktýðýnda -Avukatýn sýkýcý iþ yemeði de ayný restoranda- yeniden karþýlaþmasý, adamýn buna kartýný vermesi ve kýz hiç aramadýðý halde, Kadýköy iskelesinde tekrar karþýlaþýp, planlayarak buluþmuþ iki sevgili gibi, hiçbir þey konuþmadan, tek bir sözcük söylemeden, el ele yürümelerinden doðan bir klasik Türk Filmi yaþanýyor. (Haspolat’ýn bu cümlesini bu sene ÖSS’de anlatým bozukluðu örneði olarak sorabilirler diye düþündüm. Ama bu kadar kolay deðildir herhalde sorular.) Birbirini duymayan iki kiþinin konuþmasýndan (ya da konuþamamasýndan) öteye gidemiyor bu diyaloglar. Ya da tek kiþilik dramatik bir monolog gibi duruyor. (Eskiden “full dolu”, “nüans farký” diyenleri düzeltmeyi görev edinmiþ kimseler vardý. Artýk bu hatalar pek yapýlmýyor. Haspolat’ýn “tek kiþilik monolog”u da oldukça iddialý bir yanlýþ. Aman dil müfettiþleri duymasýn.) (…) geleneksel bir insan’ tanýmlamasý da Türkçe’ye uyuyor mu acaba? Ve bu pek çok kez tekrarlanýyor. ‘Gelenekçi’ mi demek istedi acaba bu tapýlacak kalem? Ege’nin içsel konuþmasý: (…) (“Geleneksel bir insan” yanlýþ da, “içsel konuþma” ne kadar doðru? Yanýmýzdaki kiþiye hitap ettiðimizde de “dýþsal konuþma” mý yapmýþ oluyoruz? Sn. Altaylý’nýn kalemine tapmamalý. Peki Haspolat’ýn kalemi ne olacak? Kendisi kýrar mý acaba?) Sanki ayný kulvarda biri için terk edilmektedir Ege. (“ayný kulvardaki” olacaktý herhalde.) Bir dosttan çok Tuba’yý seven bir erkek gibi davranmaktadýr. (Haspolat’ýn bireylerin toplumsal cinsiyetleri konusunda bir takým belli baþlý yargýlarý var anlaþýlan. “Pembe nüfus kaðýtlý birinin yapmasý ve yapmamsý gerekenler…”) Modern Ýtalya'da ne baðnaz adamlar varmýþ meðer... Acýlý dostunu ziyarete giden bir kadýna " ya hemen gelir benimle evlenirsin, ya da artýk yüzümü göremezsin" diyor. Býrakýn Ýtalya'yý, en ilkel kavimlerde bile sevgilisini bir kýzdan kýskanýp, " ya ben ya o!" edebiyatý yapacak kaç erkek vardýr acaba? (Haspolat yukarýda bir yerde “bir insaný Ýtalya'ya gitmesi için desteklemek onu ileri görüþlü yapar mý” diye sormuþtu. Þimdi de ben soruyorum: bir insanýn modern Ýtalya’da yaþamasý bu tip bir tavra niye engel olsun? Bu nasýl ilkel bir modernite anlayýþýdýr? Aydýnlanma Çaðý’nýn en kendinden emin isimleri bile bu kadar ileri gidemezlerdi herhalde. Ve bunlarý yapan bir “post-modernist.” Burada ikinci bir ihtimal var aslýnda: Haspolat’ýn Ricardo’yu þahsen tanýyor olup bu “baðnazlýðý” onun yapmayacaðýndan emin olmasý. Ýlkel kavimler de dahil, tüm erkek cinsine yönelik genellemenin sosyolojik deðerini ise yorumlamýyorum. Yine de aklýma geliyor: Haspolat Karamazov Kardeþler’i okuduðunda “bir evlat babasýna bunlarý yapar mý caným, bu ne saçmalýk” mý demiþtir acaba?) Bir yýldýr nikahý aklýnýn ucundan bile geçirmeyip, hoyratça yaþamýþ bir erkek, neden sevgilisinin çok önemli bir mazereti varken ve baþka bir ülkedeyken onu evlenmeye zorlar? O gün gelmesini istemesindeki sýr perdesi nedir acaba? Azmýþ, kudurmuþ mudur, yoksa romanýn kurgusunda mý eksik tahtalar vardýr? (Bir günde evlilik kararý ancak “azýp kudurunca” alýnýlýyor demek ki. Buradaki sorun Haspolat’ýn yaþama bakýþýnýn roman karakterleriyle uyuþmamýþ olmasýnýn metnin yazarýna “haddini bildirme” arayýþýna dönüþmüþ olmasý. Aslýnda, kurgudaki sorunu ele almanýn en ilgisiz yolu Ricardo’nun kararýný sorgulamak. Kurguda sorun var. Ama bu, Ricardo’nun bu kararýnýn “yersiz olmasýyla” ispatlanamaz. Bu arada, Haspolat’ýn Ricardo’ya iliþkin “nikahý aklýnýn ucundan bile geçirmeyip, hoyratça yaþamýþ bir erkek” tanýmý, yukarýda ikisinin tanýþtýklarý yönündeki savýmý güçlendirdi. Ne de olsa bu bilgileri biz romanda bulamýyoruz.) Sonra, Ege çaresizlik içinde ona kal diyemez! Hatta açýkça kovar. Bense bu öfkenin, bu þiddetin sebebini romaný okuyan diðerleri kadar akýllý olmadýðým için bir türlü anlayamadým. (Yine zekalar, akýllar iþin içine giriyor ki, hatýrlatmak isterim Haspolat herkese “saygý duyuyor”. Saygý duymadýðý hali merak ederim.) ne bitiþ! Televizyonlarda oradan oraya gezinen "Gerçek Kesit, Sýr Kapýsý" gibi uyduruk programlardaki öykülerin bitiþi gibi... (Sýr Kapýsý’ný bilmem. Ancak “Gerçek Kesit”, hakkýnda ODTÜ Sosyoloji bölümünde yüksek lisans tezi yazýlmýþ olan, tamamýyla gerçek olaylara dayanan Türkiye’nin en uzun soluklu “reality-show”udur. Uyduruk deðildir. Bu da demek oluyor ki, Altaylý’nýn romaný – Haspolat’ýn “Gerçek Kesit’e” benzediði yönündeki tespitinin doðru olduðu ölçüde- gerçekçidir. Sn. Haspolat okurken olduðu kadar izlerken de dikkatsiz anlaþýlan.) Yoksa ben mi iðrenç düþünceleri, kötülük tohumlarýyla beslenmiþ, art niyetli bir post - modernistim? (Yukarýda gördüðümüz gibi “doðru”ya “yanlýþ”a iliþkin kesin bilgi sahibi bir post-modern. Dünyanýn ilk pozitivist ve özcü post-moderni.) "O gün ilk uçakla Ankara’ya uçtu, ailesinin yanýna. Bir daha Ýtalya’ya hiç dönmedi, Ricardo’yla asla evlenmedi, resimleri hiç sergilenmedi. O Ege’yi seçti. Ama Ege bunu asla öðrenemedi çünkü o günden sonra Tuba’yla bir daha hiç konuþmadý. Kýrgýnlýðý ve gururu buna engel oldu. Onun Ýtalya’da, Ricardo’yla mutlu bir hayat sürdüðünü sandý hep. Oysa , o gecenin etkisinden hiç kurtulamadý. O tartýþma aralarýnda geçen ilk ve son tartýþmaydý ama ikisinin hayatý içinde bir dönüm noktasý oldu, birbirlerinden ayrý yeni hayatlarýnýn baþlangýcý..." (Hatýrlatmak isterim, Haspolat romaný “kurgu, biçem ve teknik” açýlarýndan ele alacaktý. Oysa tüm yazýsý boyunca bunlarý hiç yapmadýðý gibi sadece cümlelerin –çoðunlukla kendi anlayýþýna uymayan- “yanlýþ” anlamlarýndan, ifade bozukluklarýndan dem vurdu. Sonra da romaný olumlu þekilde eleþtirenleri romanýn sadece hissi kýsmýna takýlýp kalmakla suçladý. Eðer Haspolat söz verdiðini yapmýþ olsaydý bu paragrafla romanýn geri kalaný arasýndaki “anlatýcý” sorununu atlamazdý. Ancak, kaydettiðim gibi, eleþtiride romanýn “kurgu, biçem ve teknik” yönlerine iliþkin hiçbir saptama zaten hiç göremedik. Oysa bu açýlardan güzel bir çalýþma konusu olurdu. Karakterler nasýl kurulmuþ, anlatýcý kimdir, bize nasýl ulaþmaktadýr, zaman dizisi tutarlý mýdýr, gibi sorular hiç kuþkusuz Ricardo’nun evlilik kararýný sorgulamaktan çok daha önemlidir bir roman için. Fethi Naci’nin cümlelerdeki kelime sayýsýnýn ortalamasýný bulup “birinci bölümle ikinci bölüm uyumsuz olmuþ” dediði eleþtiriler vardý. Haspolat bu düzeyin bile gerisine düþmüþ.) Türkiye’de roman böyle anlaþýlýp, böyle satýyor iþte. Merhametimize hitap etsin yeter. Kurgu, teknik, diyalog, edebi sanatlar hak getire! Bunlar olmasa da biz tapmasýný bilir, ve baþkalarýnýn da bu sözde eserlere tapmasýný isteriz. (Haspolat’ýn yaklaþýmýnýn yanlýþlýðýný nasýl düzletmeli bilmiyorum. Altaylý’nýn romanýna gelen eleþtirileri bir kez daha okuyunuz. Hiçbiri romaný “kurgu, teknik, diyalog, edebi sanatlar” yönünden övmüyor. Tamamý kendi hislerini çok iyi yansýttýðýný düþündüðü için yazýlanlarý methetmiþ. Haspolat’ýn Türkiye’deki roman okurlarýna yönelik genelleþtirmesi ise “popüler kültür” konusundaki tavrýný bilimsellik açýsýndan ikiye katlýyor. ) (Sonuç: Hiç kuþkusuz Altaylý’nýn romaný, bir iddiaya göre her metin gibi, sorunludur –belki biraz daha fazla. Ancak bu sorunlar Haspolat’ýn kaydettikleri deðil, söz verip ele almadýðý noktalardadýr. Üstelik Haspolat’ýn kendi metni, tam da Altaylý’yý eleþtirdiði açýlardan kötü bir haldedir. Bütün bunlar yetmezmiþ gibi Haspolat zaman zaman incelikten çok uzak bir tarz kullanmýþtýr. Kendisini eleþtirilere kapamak üzere uyguladýðý “düþünce özgürlüðü terörü” ise artýk bu çaðda sökmez.)
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Mustafa Öncel Yaylý, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |