Sanat doğaya eklenmiş insandır. -Bacon |
|
||||||||||
|
Siz şimdi benden klasik bir gezi yazısı falan bekliyorsunuz değil mi? Asla! Ama daha iyisi olur bence klasik olmazsa. Buyurun... Antalya gurbet işte... İstanbul’dan uzakta çalışıyorum. Yıllardır kaçtığım şeyi yapmak zorunda kaldım. !994’ten sonra turist rehberi olarak bir daha Antalya’da ne çalışırım ne de yaşarım demiştim. Ama olmadı, şartlar zorladı diyelim ve geldim. Tam bir Gastarbeiter (gastarbayter okunur) durumu yani. Bu lafa da sinir olurum, ‘Gastarbeiter’. Ama durumum bu, misafir işçi. İstanbul burnumda tütüyor. Ben gerçek bir İstanbulluyum. O hani sayıları kesinlikle 400 bini geçmeyenlerden. Seviyorum İstanbul’u, burnumda tütüyor, burnumda. Acaba diyorum, belki de işler bu sene hiç de beklediğimiz gibi gitmediği için mi? Yok, sanmıyorum, eğer her hafta daha iyi bile olsa bir öncekinden gene de burnumda tüter İstanbul. Aslında burada durumum iyi. Şükretmem bile gerekir belki. Herkes Antalya’ya taşınmak zorunda kalıyor, ya da İstanbul’u bırakamam diyen rehber arkadaşlarımın pek çoğu da o otel senin bu otel benim sürünüyorlar. Ben geldiğimden beri – ki bir ayı geçti, Belek’te bir otelde devamlı kalabildiğim bir odam var. Biraz ayrıcalıklı bir durum gerçekten de. Ev haline dönüşmeye başlamasını engellemeye çalıştığım, ama kendimi rahat hissetmemi de sağlayacak bir ortam yaratma derdindeyim burada. Neyse, Anadolu turları olsaydı daha mutlu olurdum. Alanya, Damlataş Mağarası, Alarahan, Pamukkale’ye git gel, Antalya şehir turu, Perge ve Aspendos yaptığım şeyler bir aydan fazladır. Bunları yaparken hayal kuruyorum. İstanbul’da olsaydım ne yapardım? İlk önce iyi bir uyku çekerdim kendi yatağımda. Kedilerimi mıncıklardım. Sonra da kendimi sokaklara atardım tabii. En çok ne yapmak isterdim? Kuaförüme giderdim ilk iş olarak. Bebek’te dolaşır, Bebek Kahve’de çay içer, gazete okurdum. Mısır Çarşısını özledim. Ayfer Kaur’da çay içip baharat almak, Mısır Çarşısını ve etrafını dolaşmak, Taksim’e çıkıp hemen bir Beyoğlu keyfi yaşamak, Arkadaş Kitapevi’nden elim kolum kitap ve cd dolu çıkmak, Kaktüs’te kahve içmek, Pazartesi akşamı Arif’e (Çiçek Bar) gitmek, Yakup2’de yemek yemek istiyorum. Süleymaniye Camii’ni nasıl özledim. Turlarda favori ziyaret yerimdir. (Ben bir Mimar Sinan aşığıyım.) Boğaziçi’nde arabayla dolaşmak istiyorum, Avrupa yakasında ama. Şimdi İstanbul’da olsaydım kışın kar, buz, yağmur, çamur demeden her fırsatta gittiğim Rumeli Feneri’ne giderdim. Orada bir kahvem var benim, tüm Boğazın girişine hakim, Karadeniz’i en güzel görebileceğiniz köşede, tam fenerin yanında. Oraya mutlaka yanımda o sırada okuduğum kitabımı götürürüm. Az kitap bitirmedim orada. Artık beni tanıyorlar, biliyorlar ne istediğimi. Büyük çay getiriyorlar, ben yeter diyene kadar da hep tazeliyorlar. Kedi ve köpekleri de besliyorum orada. Karadeniz’in dalgalarını, yağan yağmuru veya karı seyretmeye bayılıyorum. Gidin siz de bayılacaksınız. Ama tüm bunların yerine ben ne yapıyorum? Antalya’da zaman geçirmeye çalışıyorum ve her geçen gün bu şehri aslında sevdiğimi de fark ediyorum. Öncelikle her gün şehrin her köşesindeki billboardlarda Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in fotoğraflarını görmeye o kadar alıştım ki, İstanbul’a dönünce ben onsuz ne yapacağım diye düşünüyorum. Dalga geçmiyorum, bayılıyorum hatta tapıyorum ben bu adama. Daha Büyükşehir Belediye Başkanlığına adayken biliyordum neler olacağını ve yakın markaj takipteyim. Bence Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi Belediye Başkanlarından biri, dinamik, çalışkan, başarılı. Verdiği sözleri yerine getiriyor ve çok kısa zamanda pek çok başarıya imza attı. (Onunla ilgili özel bir yazı yazacağım. Bu bir senedir planladığım bir şey, doğru zamanı bekliyorum sadece.) Sonuç itibariyle, şehirde attığım her adımda bana kendini hatırlatan bir adam var yaşamımda. Bundan başka fazla vaktim olmadığı için en ufak bir fırsatta hemen soluğu Migros alışveriş merkezinde alıyorum. Lacoste mağazasına paraları bırakıp tüm dükkanlara tek tek bakıyorum. Burası bir nevi ‘Mini Akmerkez’. Kısa sürede bitiyor gezi ve kendimi Shakespeare Bistro’ya atıyorum. Bak buna bayılıyorum işte. Yemekler harika, salatalar harika. Aslında her şey harika burada. Gurme iseniz tam size göre, değilseniz de gurme eder adamı. Sadece bir kahve, bira ya da şarap içmek için de gidilir. Personelini de seviyorum buranın. En büyük zevkim bu Antalya’da. Bir de Deepo’ya gidip Mavi mağazasını boşaltmak ve diğer mağazaları gezmek, Deepo’daki Shakespeare Bistro’da da bir şeyler yiyip içmek. Ama tabii en büyük zevk 7Mehmet’te yemek yemek ya da bir kahve içimi de olsa oraya uğramak. Aklıma geldikçe ve vakit buldukça arabaya atlayıp(kiraladım bir tane, benim cip İstanbul’da kaldı) Antalya’nın batısına ya da doğusuna doğru gidiyorum, arabada Kıraç, Sezen Aksu ve Gece Yolcuları dinleye dinleye (tabii ki sesini sonuna kadar açıp). Arada bir gün vakit bulsam arabaya atlayıp batıya doğru gideceğim, Phaselis’i, Olympos’u, Finike’yi, Kale’yi, Myra’yı (Demre), Kaş’ı, Patara’yı, Xanthos’u özledim. Doğuya da gitmek istiyorum şöyle Anamur’a doğru gidebildiğim kadar. Burnumun dibindeki Sillyon’a gitsem iyi olacak. Yanıma bir kitap alıp arabayla buralara gitmek, canımın istediği yerlerde durup gezmek, çay içmek, Paul Auster ve Murathan Mungan okumak, arada sırada denize bakmak, bütün kedileri köpekleri sevmek istiyorum. Bakın nasıl da gezdirdim sizi klasik olmayan bir gezi yazısıyla! Hem de iki şehirde birden. Benim İstanbul’umda ve benim Antalya’mda ama... İşte böyle... Bu aralar Büyük şair Yorgo Seferis’in Günlükleriyle zamanımı geçiriyorum. En kısa zamanda Yorgo Seferis ile Gezi-Yorum diye bir yazı yazacağım. 13 Mart 105. doğum günüydü. Mart ayını Yorgo Seferis ayı ilan ediyorum. (Bende alışkanlık olmaya başladı bu durum: Şubat ayını Paul Auster ayı ilan etmiştim daha önce de.) Doğum günü demişken, Mart ayında doğum günü olanlar: 1 Mart Apel Ç. ve Caner Ç.; 6 Mart babam ve Yorgo M.; 13 Mart Yorgo Seferis; 15 Mart Mete B. Ve Şadan G.; 29 Mart Beklan A.; 30 Mart Esmeray A, ve Ertan K. (İlk anda aklıma gelenleri yazdım.) Hepsinin doğum günleri kutlu olsun, unuttuklarımın da, eğer sizin de bu ay ise sizin de. Burada adı bulunan herkesin gönlümde ve yaşantımda çok önemli bir yeri vardır. Hepsi çok özeldirler, ama bir tanesi var ki o ‘en’ özel!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nükhet Everi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |