Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Son birkaç yılımda, dünya tarihini biçimlendiren kurumlar ve yapılar arasındaki bağlantıları araştıran tarih yorumlarına ilişkin kitaplara merak sardım. Aslında, kendi kendime sorduğum şu sorunun yanıtını arıyorum: Fransa, Rusya ve Osmanlı başta olmak üzere bazı hanedanlar burjuva devrimleri ile karşılaştılar ve öldürülerek, kovalanarak hükümranlıklarını yitirdiler. İngiltere, Hollanda, Japonya ve bazı hanedanlar ise aynı dönemde konumlarını korumakla kalmadıkları gibi, bugün de güçlerinden bir şey yitirmemiş olarak taçlarını taşıyorlar. Benim sorum; aynı tarihsel süreç içinde ne gibi koşullar hakimdi de hanedanların bir bölümü hazin öykülerle yok olurken, diğerleri neler yaptılar veya yapmadılar da dehşet tarihini tersine çevirerek vartayı atlattılar ve halen yaşamlarını sürdürmeyi başardılar? Birçok bilim adamı ve ilgilisi elbette bu sorunun yanıtını çoktan bulmuş ve bir şerlere kayıt düşmüştür. Ben, bu kayıtlara ulaşmayı, belki de sonuçları birinci elden saptamayı denemek istedim. Kendimce bir literatür oluşturdum. Henüz bitirmiş de değilim, kitapçıları ve kitapların içindekiler sayfalarını, arka kapaklarındaki tanıtım yazılarını, bulursam broşürlerini taramaya devam ediyorum. Her şeyde olduğu gibi, aradığınızı bulmak için çıktığınız yolda aklınızda olmayan ilginç bulgularla da karşılaşıyorsunuz. Birçok bilgiye ve belgeye ulaştım bu arada. Yazacak ve paylaşacak birçok güzel, anlamlı, önemli ve değerli cümleler, paragraflar ve pasajların altını çizdim, notlar aldım. Anlatacak ve paylaşacak bilgiler depoladım. Bilgi toplamak ve belleğe (kapasitesi oranında) kazımak bir süre sonra gevezeliğe, dile düşmeye dönüşüyor. Zaman içinde depoladığın ve edindiğin bilgiyi birebir aktarmanın ötesine geçiyorsun. Bu kez sen yeni yorumlar ve sorular üretiyor, ezbercilikten, üretmeye doğru eviriliyorsun. Bu ara okuduklarım da aldı beni, köylülüğün önüne bıraktı. Ayrımsız bütün toplumsal dönüşümlerde (devrimler, kaşı devrimler) köylülüğün ve köylülerin özgün, özel, etkin rol aldıkları ve olayların sonuçlarını belirleyici görevler üstlendiklerini gördüm. İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin gibi birçok ülkede gerek feodalitenin, gerek kapitalizmin hem inşalarında, hem de yıkılmalarında öldürücü darbeler köylülerden gelmiştir. Şimdilerde çokça konuşulan ve yeniden yapılandırılama sancıları içinde kıvranan köylü sorunlarına ilişkin, sorular ve fikirler doğurdu aklımda. Bulandırılan suyun gerekçelerini, hedeflerini görmeyi denedim bir nebze. Belki köylü olmamdan, belki de gerçekten önemli olduğundan dikkatimi çekti köylülük. İnsanlığın yerleşik hayata geçişi, kendisinin, toprağın altı ve üstündeki her şeyin işlenmesi ile gelişiminin, sosyal, politik, kültürel, ekonomik birçok kurumun prototiplerinin ortaya çıkışı köylülük üzerinden ateşlenmiş olduğunu gördüm. Günümüzde geriliğin, ilkelliğin temsilcisi gibi görünen köylülüğün, bir zamanlar çok da ilerici toplumun motor gücü olduğunu ve henüz bu işlevini devam ettirdiğini fark ettim. Gördüğüm kadarıyla, toplumsal dinamiklerin kökü halen köylülükten beslenmektedir. Şu an itibariyle görünen o ki, sınıflar çatışmasında egemenlerin baş hedefine köylüler ve dolayısıyla köylülük alınmıştır. Çünkü, sosyal yaşamın çekirdeği köy, köylülük ve köylülerdir. Zincirleri olmayan, ürettiği ile tüketimini dengelediği oranda kendi kendine yaşama olanağı bulunan, kısmi özgürlük koşullarına sahip olan bir kitleyi barındırmaktadırlar. Kendi kendilerine yetmeleri bir yana, gönderdikleri zahire, sattıkları ürün ve emeklilere açtıkları kucaklarıyla; kentlerde yaşayan ve yoksulluk sınırı altında ölümle kalım arsında sıkışan yakınlarına destek olmaktadırlar. Kendiliğinden ortaya çıkan bu karşı duruş egemenlerin kafasını bozmakta; cılız mılız sürekli yaşam üreten, kısmi özgürlüğü ile egemenlere kafa tutan çekirdeğin kurutulması, çürütülmesi, özgürleştirici bütün olanaklarından koparılıp, tohumluktan düşürülmesi gerekmektedir. Bu nedenledir ki, egemenlerin ehlileştirmekten öte, tümüyle bağımlı duruma getirmek istedikleri, kendi olanaklarıyla yaşama tutunma özelliklerini yok etmek üzere saldırı hedefine oturttukları köylülük üzerinde, durmak gerektiği kanısındayım. Geçmişte ilkel araç ve gereçleriyle yaşamın devamını nasıl olanaklı kılıp, içinde bulunduğumuz çağın hazırlayıcısı olduysa köylülük; bugün de tüm geriliğine karşın kendi kendine yeterek gelenekleri içinde ve akıllara durgunluk verecek bir tevekkülle yaşama sevincini ve üretme enerjisini korumaktadır. Köylülük; yaşama sıkı sıkıya sarılması ve kırılmaz direnci ile neredeyse toplumların itici gücü ve varlık şartı olarak egemenlerin karşısında dimdik ayakta duruyor. Bu yaşama tutkusu aynı zamanda diğer kesimlerle de ekonomik ve moral anlamda empatiyi güçlendiriyor. Köylülüğün özgürlüğü, ürettiğini yakınlarıyla paylaşması, yoksul kesimlerin direnme gücünü artıyor, egemenlerin rahatının kaçmasına yol açıyor. Anadolu köyleri halen milyonlarca gurbetçisinin hem tatil uğrağı, hem de kışlık yiyeceğini temin ettiği yaylağıdır. Kapitalizmin, dolayısıyla tekellerin dünden de çok, en büyük çelişkisi köylülükle bugün. Söz konusu tu kaka köylü, elbette toprağı ve tohumluğu elinde bulunduran, tarlasından topladığı hasattan tohumluk ayıran, ekim günü gelince kendi tohumunu ekecek güçte olan köylüdür. Maraba, yarıcı, yanaşma türü köylüyü kapsam dışı tutuyorum. Onlar zaten teslim alınmış ve kendine ait kazması, küreği olmayan silahlarından arındırılmış, zararsız duruma getirilmişlerdir. Bütün bu düşünceleri zihnime çağıran ve yukarda anlatmaya, yazmaya çalıştığım gerçeklik, benim zihnimde oluşan gerçeklik şu alıntı üzerine inşa edilmiştir. GIOVANNI ARRIGHI- Uzun Yirminci Yüzyıl_S/28 “En alt konumda olan ve çok yakın bir geçmişe kadar en geniş durumda bulunan tabaka, aşırı derecede basit ve kendine yeter bir ekonomi katmanıdır. Daha iyi ifade isteğiyle Braudel bunu, maddi hayat tabakası, ‘ekonomi-dışı katman, kapitalizmin kök salabileceği, fakat asla içine işleyemeyeceği bir gelişme ortamı’ olarak nitelemektedir.” Benim değerlendirmem ve çıkardığım sonuç yazarın anlatmak istediğiyle ne kadar örtüşüyor bilemiyorum. Ancak, araştırmalarım sırasında rastladığım bu satırları, bugünlerde köylüler ve çiftçiler üzerine oynan olaylarla birleştirmek gerektiği kanısına vardım. Gazete, dergi ve televizyon haberlerinde geçen köylü ve çiftçiler ve onların kurumsal temsilcilerinin şikayetlerini dikkate aldığımda durumun özetini böyle çıkarabildim. Bizzat kendi ürettiği tarım ürünleriyle beslenen, elinin altında bulunan ağaç ve taşla barınağını kuran, hayvanlarının yünüyle örtünen köylü, her koşulda yaşamını sürdürmeyi temin etme gücünü taşımaktadır. Son yıllardaki çeşitli saldırılarla köylülük yok edilmek, veya en masum deyimle değişime uğramaya zorlanmaktadır.Henüz köylülerin mülkiyetlerini ele geçirmeye yetecek güçte değil egemenler. KİT’leri özelleştirecek üç beş kuruşu bile denkleştiremiyorlar, ya da aralarında anlaşamıyorlar. O nedenle köylerde satın alma, köylüyü topraksızlaştırıp tarım işçisi yaratma gücüne ulaşamadılar. Daha kolayına, sinsicesine soyundular. Tohumluklarına el koymayı deniyorlar usul usul. Topraklara el koymaktan çok ucuz, karlı ve etkin, sonuç alıcı bu çözüm. Can damarlarına akan yaşamsal kan gibi. Tohumluğu ele geçirdi mi, toprağın pek önemi kalmıyor. Hava ekecek değil ya köylü, mecburi olarak tohumluk dağıtan tüccarın kapısında nöbet tutacak, el ovuşturacak. Hedef köylünün kendi kendine yetmesinin olanaklarını ortadan kaldırmaksa, bundan alası nedir ki?. Köylünün asıl güvencesi tohumluğudur. Toprağına ekeceği tohumluğu düşünür yiyeceğinden önce. Köylülerimiz ektiği ve diktiği her şeyin tohumluğunu kendisi belirler, ayırır, saklardı. Tohumluğu elinden alınınca öz güvenini yitirerek en büyük darbeyi yemesi muhtemeldir. Şu alıntı ile çiftçinin, dolayısıyla köylünün sıkıntısına tercüman olabilir kanısındayım. 23.03.2005 tarihli Milliyet Gazetesi'nden aynen kopyalanmıştır.. “Tohumda dışa bağımlılık döviz kaybı yaratıyor...Karpuz, mısır, kavun , domates ve salatalık gibi tarım ürünlerinin melez ve hibrit tohumlarının büyük bölümünün yurtdışından temin edilmesinin önemli düzeyde döviz kaybı yarattığı, dışa bağımlılığın yarattığı sıkıntının giderilmesi için yerli üretimin desteklenmesi gerektiği bildirildi. Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Ayhan Barut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tohumculuk sektörünün, ülke tarımının ilerlemesi anlamında önemli yeri bulunduğunu söyledi. Tohumun, telafisi olmayan tarımsal girdilerin başında geldiğini ve günümüz teknolojisinde bu konuda aşama kaydedildiğini belirten Barut, yıllar önce ekilen tohumlarla şimdikiler arasında verim ve kalite açısından büyük fark bulunduğunu ifade etti.. Şimdi ise tohumluklar, dünya tekellerinin pazarladığı tescilli markalarla sınırlanıyor. Bu sistem köylü kredi alırken dayatılabilir. Nasıl traktörün yedek parçası, mazotu ve gübresi ile dışa bağımlı ise tohumluğu ile de aynı duruma getirilebilir.” Örneğin, yapay gübrelerden önce ahırdaki hayvanlarının gübresini, traktörden önce kazmasını, küreğini ve öküzünün çektiği karasabanı kullanıyordu. Kendi kendine fazlasıyla yetiyordu. Giderek kapitalist işletmelere bağımlılığı artırılan ve başka türlü yaşama olanakları ortadan kaldırılacak olan köylü kısmi özgürlüğünü ve cılız da olsa bağımsızlığını tümden yitirecektir. Görünen o ki, başkaları izin vermedikçe toprağı hiçbir işe yaramayacaktır. Özelleştirmeleri ve çalışanların dayanaklarını bir bir ele geçiren egemenler tam hakimiyet peşindeler. Tasarrufunda tapulu ve özgürce işleyeceği toprağı ile tohumluğunu kendi olanaklarıyla elde eden köylü; zayıflıklarına, çok şey yapabilecek beceri ve kapasitede olmamalarına karşın, kısmi irade sergileme yetenekleri nedeniyle egemenlerin önünde engel teşkil etmektedirler. Oysa egemenler kendilerinin denetimi dışında, nokta çapında bile olsa özgür davranacak, aktivite yaratacak canlıya tahammül sınırını çoktan aşmıştır. Taşın, toprağın ve keçi yolarının çileli yolcuları, her türlü meşakkati güle oynaya karşılayan; doğadan, insandan yedikleri darbelere rağmen uslanmak bilmeyen, en azla yaşamak üzere kurgulanmış ve bulduklarıyla kendi kendilerine yeten bu yurttaşlar egemenlerin rüyalarını kaçırmakta, gözlerini korkutmaktadırlar. Azı bulmaları, azla yetinmeleri onların en güçlü yanıdır. O halde azı da ellerinden almak gerekir. Ne kadar zayıf olsalar da, devasa gücün önüne set çekmekte, egemenlerin haşmetli tavırlarına boyun eğmemektedirler. Her şeyin sahibi olmakla güdülenmiş egemenler bu yurttaşların ayakları üzerinde durmasını, güçsüzlüklerini, aşılmaz bir güce dönüştürmelerini hazmedemiyorlar. Denetimleri dışındaki bu küçücük kıvılcımların yakıcı ateşe dönmesinden korkuyorlar. Bu köylüler toplumun dinamizmine kan taşımasalar bile serum etkisi yapmaktadırlar. Çaplarının, cürümlerinin üzerinde bir işlev görerek, yoksul kesimlere besin ve moral kaynağı olarak yaşamsal değerde destek vermektedirler. Bu nedenle yok edilmelidirler. Egemenlerin ayaklarına batma tehlikesi olan yaban dikenleri gibi her yerde yaygın olarak yaşamaktadırlar ve temizlenmeleri, hatta köklerinin kazınma gerekmektedir. Bu kitle – köylü -, sosyal yaşamın çekirdeğidir ve ne üreteceği, kimin başına çorap öreceği önceden kestirilemeyen, egemen sınıflar için potansiyel tehlike olan yegane kitledir. Özel mülkiyet sahibi olarak sermaye sınıfına yakın olsalar da, çıkarları açısından kime kafa tutacakları belli değildir. Günümüz itibariyle yoksul kesimlerin yanına düşmüşlerdir ve onlara kan taşır pozisyona girmişlerdir. Bu nedenledir ki, sermayenin can düşmanı ilan edilmişlerdir. En güçlü oldukları alanda kıstırılmak istenmektedirler. Tohumlukları ellerinden alınacaktır. Böylece bir çok kuş birden vurulmuş olacaktır. Tohumlarına el konulan, çekirdeği hadım edilen, kısırlaştırılan köylü başkalarının tutsağı olacak ve yaşama dönük hiçbir faaliyette bulunamayacaktır. Bu işlem başarıyla sonuçlandığında, büyük olasılıkla mülkiyete gelecek sıra. İşte o zaman dikensiz gül bahçesine kavuşmuş olacak egemenler. Köylü yandaşı siyasi oluşumlar, köylüden uzak kalarak cılızlaştılar, toplumun dikkatini çekecek proje ve politika üretemediler. Tersine mevcut koşullara yenik düşüp, köylülerden uzaklaştılar ve köylülerle kurulan bağlar koptu. Olumsuz politik ortamın doğurduğu boşluğu, özünde köylülüğü tasfiye edici, söylemde ise köylü dostu görünen, köylünün zayıflatılmasından başka amacı olmayan yapılar doldurdular. Açıkça saldırıya maruz kalan köylü, bilinçli bir çabanın sonucu olarak değil, egemenlerin olanaklarının yetersizliği nedeniyle varlığını koruyabilmektedir. Henüz durumun vahameti kavranmış değildir. Sosyal yaşam çekirdeği kurutulunca, dünya yepyeni bir ekonomik, kültürel, sosyal vb sürece girmiş olacaktır. Köylerinden koparılmış, kendi toprağında ücretli işçi durumuna gelmiş yurttaşlar kuru yaprak misali savrulacaklar sokaklarda. Zaten son demlerini yaşayan dayanışma ruhunu çökerttikten sonra geriye bir şey kalmayacak. Bu gidişle, büyük olasılıkla yeni toplumsal yapılanmalar girecek sosyal yaşama ve kast sistemi yeniden inşa edilmiş olacak. Kent sokaklarında yaşanan cinnet, cinayet ve her türlü korku, dehşet sahneleri kapkaç ve çapul giderek artarken, kentlerin içinde kurulan yüksek duvarlı siteler, ürkütücü geleceğin habercilerinden başka ne olabilir? Murat Mehmet UĞURLU
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Murat M. UĞURLU, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |