..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Oluþum Romaný > M. Oðuz ÖZKAN




8 Temmuz 2005
Ruhsal Türbülans  
M. Oðuz ÖZKAN
Bakýp da görmeyenlere ithaf olunur.


:BIBJ:
     Güzeller güzeli sarýþýn Güneþ…
     Kendi sistemi içindeki bu ihtiyar gezegene þu aralar biraz acýmasýz davranýyor gibi sanki. Sahibinin emrini yerine getiriyor besbelli. Gezegene bir kastý olmasa gerek, acýmasýzlýðý gezegeni yaþanmaz hale getirenlere mi ne? Bir þeylerin intikamýný alýyor sanki, ya da bir þeyleri hatýrlatmaya çalýþýyor bu yakýcý sýcaklýðýyla...
     Asfaltlar rahatlýkla yumurta sahaný vazifesi görebilecek bir vaziyette...
     Temmuz, bu Orta Anadolu’nun, ortalamanýn üstündeki þehrinde, diðer þehirlerden çok da farklý bir ortalamayla hissedilmiyor aslýnda. Ama yine de insan olmanýn bir gereði ya da getirisi olarak, insan adýyla vasýflandýrýlan bu esrarengiz familyaya mensup herkes nasýl ki dondurucu soðuðu istemiyorsa bu kadar sýcaðý da çekilmez buluyor.
     Kimsenin güneþ ýþýnlarýnýn kemik saðlýðýna iyi geldiðine ya da güneþin ultraviyole ýþýnlarýnýn incelen atmosfer tabakasý nedeniyle dünyamýz için zamanla bir tehlike arz edeceðini falan umursadýðý yok.
     Kimsenin güneþin ne demek olduðunu, neden adýna güneþ denildiðini, güneþ olmasa ne olabileceðini, güneþin neden sarý renkte göründüðünü, Sarý rengi algýlamanýn her insanda farklý olup olmadýðýný, ”Güneþ” dendiði zaman kafalarda oluþan algýlamalarýn farklýlýðýný, bu sarýþýn güzel güneþin hesaplanamayacak kadar büyük evren içinde yalnýzca bir toplu iðne ucu kadar bile yer iþgal etmemesinin ne demek olduðunu ve sadece güneþten yola çýkarak bunlar ve bunlar gibi daha pek çok gerekli gereksiz sorgulamalarýn cevabýný umursadýðý da yok aslýnda…
     Onlar için güneþ sadece yaz aylarýnda ortaya çýkan sarý renkli, sýcak ve etkileri itibariyle kapitale yol veren bir þey.
     Turizmciler için tatilde bol harcama yapacak, tuzu kuru, gavur mavur ama paralý turist, dondurmacýlar için aileleri paralý çocuklar, soðuk içecek imalatçýlarý için susayan ve susuzluklarýný para harcayarak gidermekten hoþlanan insanlar, beyaz eþyacýlar için klimayý artýk lüksten saymayacak bir ihtiyaç olarak gören kodamanlar, vesaire, vesaire, vesaire…
     Ýþte güzeller güzeli sarýþýn güneþin en tepeye geldiði anlardan bir an…
     Cadde boyunca kimi ensesini mendiliyle silmekte, kimi çeþmelere aðzýný dayamýþ sulanmakta, kimi yelpazelenmekte, kimi dondurma ve fantezi nevinden soðuk içecek tüketmekte, kimi klima pazarlýðý yapmakta, kimi tatil planlarý kurmakta…
     Bir camlý kulübe görünümündeki taksi duraðýnýn önünde gölgelik, gölgeliðin altýnda iki tabureye karþýlýklý oturan iki þoför. Aralarýndaki ters çevrilmiþ sandýðýn üzerinde tavla ve iki zar atýp, iki el tavla çevirerek vakit geçirme derdinde iki telaþlý kafa.
Siyah keten pantolonun üstünde kollarý kývrýlmýþ beyaz gömlek, gömleðinin üstünde krem rengi kaba bir avcý yeleði giymiþ, yumurta topuk sivri burun ayakkabýsýyla klasik þoför kýyafetli, yaþý kýrklara yaklaþmýþ, asýl mesleði þoförlük.
Saçlarý jöleyle geriye doðru yatýrýlmýþ, üstünde dar kot pantolon ve turuncu zemin üzerine ilk bakýþta Ýngilizce olduðu düþünülen belirsiz yazýlar yazýlý bir tiþört ve spor ayakkabýsýyla oturan yeni yetme ise þehir dýþýnda okuyan yeðeni aslýnda. Ama yaz aylarýnda amcasýnýn duraðýnda ihtiyar babasýnýn mesleðini icra etmenin nostaljik keyfini yaþamak için, daha çok da okul dönemindeki harçlýðýný çýkarmak için arada sýrada amcasýnýn taksisinde þoförlük yapmakta…
- Klimalý araban olacak arkadaþ, þoförsen þart, müþteriyi de adam yerine koymak lazým hani…
diyerek bozuyor sessizliði.
     - Yok be oðlum, benzinine yetiþtik de klimasý mý kaldý, yemiþim müþterisini, hem müþterimi var lan piyasada.
     - Taksi yolculuðunu çekici hale getirmiyosunuz abicim, kaptýrmýþsýnýz ekonomik gidiþata kendinizi, bu teslimiyetle tabi müþteri çekemezsin, biraz aykýrý düþüneceksin, görülmemiþ alternatifler üreteceksin icabýnda, biraz da taksimetreden fedakarlýk yaptýn mý bak müþteri nasýl akýyo.
     - Oooh, beyimize bak, Hükümet yanlýþ yapýyo be, senin gibi cevher var burda, IMF kapýlarýnda filan ne eþinecez, çeksinler seni Meclis’te besiye, 3 gün sonra düze çýkar lan memleket, ehehehe…
     - Dalga geçme be abi, bak okulumu bitiriyim göreceksin, babam yýllardýr þoför de ne oldu, 20 yýl öncesinin usulleriyle taksicilik yapýyo hala, biþey olmadý olacaðý da yok, deðiþim þart abi, her sektörde olduðu gibi geliþmelere açýk tutcan kendini.
- Konuþma lan baþýmýza Babacan’ýn müridi mi kesildin, 2 sene iþletme okudun diye prof sanma oðlum kendini, at zarlarý hadeee, artis.
     Dikkatini bu amca-yeðen muhabbetinden, caddedeki insan seline çevirdi genç adam.
     Kaldýrýmlarý çiðneyen kalabalýklarýn yüzlerinden sýcaklýðýn rahatsýz edici izlerini okumak mümkündü. Aslýnda o kalabalýklarýn yüzlerinde sadece kuru kalabalýk olduklarýnýn farkýna bile varmadýklarýný da okumak mümkündü.
     Ah o yüzler, dikkatli bakýldýðýnda ümmileri bile allame-i cihan edecek tezatlarý nasýl da barýndýrýyordu çizgilerinde…
     Gözlem kabiliyeti pek de yüksek sayýlmazdý ama yine de her gözlemlediði þeyden kendine ait çýkarsamalarý olurdu mutlaka.
     Bir köþeye çekilmiþ sigarasýný kendinden intikam alýr gibi içine çekerek dumanýný da yine ayný sebepsiz intikam duygusu içinde hýzlý ve sert bir þekilde havaya savururken gözlerinin önünü bir anlýk da olsa saran sigara dumanýnýn karmaþýk ve yakýcý buðusundan caddeyi izlemeyi pek bir severdi, yada anlamsýz bir zevk duyardý bundan…
O koþuþturmacalar…
O telaþ içinde kývranýþlar…
O yalancý mutluluklarýn kýrýlganlýðýnda kaybolan yaþama sevinçleri…
Kaybolan yaþama sevinçlerinin içinde doðan anlamsýzlýklar…
Her anlamsýzlýðýn tabii bir sonucu olarak beliren kötürüm unutkanlýk…
     Her unutkanlýk bir anlamsýzlýðýn tabii sonucu ve arkasýndan yeni bir anlamsýzlýðý beraberinde getiren ruhun türbülansý…
     - Beni de kendi anlamsýzlýðýnýza kurban edemeyeceksiniz!
Dedi kendi kendine yumruklarýný sýkarak.
     Bir sürü yüz, bir sürü ayak, bir sürü el, kol, çene, parmak, bir sürü ayakkabý modeli, bir sürü otomobil, bir sürü iþyeri, bir sürü insan...
     Acaba içlerinde kaç tanesi hayata kendi gözleriyle bakýyordu ki?
     Ýçlerinden kaç tanesi bir araba kornasýnýn sesiyle gök gürültüsü arasýnda baðlantý kurar ve oradan hareketle arabalarla gök cisimleri arasýnda alakasýz da olsa inorganik bir bað oluþturmaya çalýþýrdý ki…?
     Mesela þu taksi þoförü asla yola çýkýp da
- Taksiyle bir yere acele yetiþme ihtiyacý olup da parasý olmadýðýndan telaþ içinde dolmuþ, otobüs bekleyerek sabýrsýzlanan kimse yok mu, bugün insanlýðým tuttu, onu gideceði yere parasýz götüreceðim.
Diye baðýrmayacaktý. Çünkü öyle bir çýkýþ yapsa ihtiyacý olmayanlarýn ihtiyacý olanlara öncelik vereceði yoktu, herkes birbirini ezerek taksinin önünde toplanacak ve
- Ben, ben, ben
Diye baðýracaktý…
     O taksici öyle bir þey yapmayacaðý için mi bütün insanlar öyle davranacaktý, yoksa insanlarýn çoðunun öyle davranacaðý için mi o taksici öyle bir þey yapmýyordu? Bunu çözmek çok zordu…
     Al iþte, þu, yüzünde babacan tavrýyla çocuklara sempatik görünmeye çalýþan ve zekasý ancak ve ancak çocuklarýn çocukluk güdülerini gýdýklayarak ailelerini onlara dondurma almaya zorlayacak kadar çalýþan dondurmacý, fakir mahalleleri kapý kapý dolaþýp zarar etme pahasýna da olsa, sýrf dondurmayý ancak ayda bir yiyebilen o sümüklü kenar mahalle çocuklarýnýn gözlerindeki sevinç parýltýsýný görmenin zevkini tatmak amacýyla onlara bedava dondurma vermeyecekti,
     Veya þu yüzüne takýndýðý sahte gülümsemeyle müþterisine sýcak görünmeye çalýþan beyaz eþya dükkaný iþletmecisi…Temiz giyimli, bakýmlý, traþlý, kravatlý burjuva kalýntýsý iþ adamý. Yeni evlenecek olan köyden indim þehre kýlýklý henüz þehrin pisliklerinin kendilerini bozamadýðý enayi derecesinde saf ve evimde hiç olmazsa bir çamaþýr makinesi, bir de buzdolabým olsun diyecek kadar hayallerinde bile mütevazý ama asla o çamaþýr makinesine ve derin donduruculu buzdolabýna sahip olamayacaðýný bilen köylü çifte,
- Aman, içinizde uhde kalmasýn, paranýz yoksa yok, kedinin kasap dükkanýnýn vitrinine bakýp bakýp gittiði gibi dükkandaki eþyalara imrenerek bakýp da çekip gitmeyin, üzerimde hakkýnýz kalmasýn, alýn þu buzdolabýný, bana dua edin, alýn þu çamaþýr makinesini de, mutlu olun
Demeyecekti.      Nitekim dememiþti de…
Dün dememiþlerdi, bugün demiyorlardý, yarýn da muhtemelen demeyeceklerdi.
Dünyada yeniden, uluslararasý çapta bir “Ýnsani Hassasiyet Ýhtilali” yaþanmadan kimse kimseye böyle þeyler söylemeyecekti…
Dýþarýdan bakýldýðýnda güzel görülen, hatta çoklarýnýn imrenerek “Ah ulan ben senin meslekte olacaktým ki, piyasanýn tozunu attýrýrdým” dedikleri bir iþi vardý.
     Mesleðini soranlara “Tahsildarým” cevabýný veriyordu.
     Bu iþe ilk önce bir avukat yanýnda baþlamýþtý.
     Elinde alacaðýný belgeleyecek bir çek veya senet yada baþka herhangi bir resmi evrak olan alacaklý, alacaðýnýn borçludan icra yoluyla tahsili için avukata gelir, sistemin ekonomik çarkýný döndüren bir bankaya çekin arkasýný “Karþýlýksýz” diye yazdýrdýðý veya protesto ettirdiði senet ve bir vekaletname ile avukata “müvekkil”, yani bir nevi müþteri olur, icap ederse haciz masraflarý için biraz para býrakýr, borçlu hakkýnda gereken bilgileri verir ve iþin geri kalanýný avukata býrakýrdý.
     Avukat ise resmi evraklarla belgelenmiþ alacaðýn icra yoluyla takibi için kendisine tanýnan hakla yine sistemin kendine has adaletinin tecelli mekanlarý olan Adli mercilerden Ýcra Müdürlüðüne baþvurur, borçlu hakkýnda icra iþlemlerini baþlatýr, icra dairesi borçluya bir ödeme emri teblið eder, borçlu genellikle ödeme emrinin tebliðine raðmen borcu ödemezdi. Tüm borçlularýn borçtan kurtulmak veya borcu ödemeyi geciktirmek için önceden tasarlanmýþ bir planlarý mutlaka olurdu, ancak sonuç ne olursa olsun borçluya hacze gitmek zorunda kalýnýrdý.
     Borçlunun iþyerine veya evine yetkili bir icra müdürü, gerekli zamanlarda ise yeteri kadar güvenlik görevlisi ile gidilir, borçlu borcunu haciz mahallinde ödemezse ve alacaklý ile bir anlaþmaya varamazlarsa para edecek kýymette ne kadar eþyasý varsa borç miktarýnca el konulur, o el konulan eþyalar iþyerinden veya evden çýkarýlarak “Yed-i emin” adý verilen hacizli mallar deposuna götürülürdü. Borcunu daha da ödemezse o el konulan mallar ihaleyle satýþa çýkarýlýr ve satýlýrsa satýþtan elde edilen para ile alacaklýnýn parasý ve avukatýn veya kendisinin ücreti ile resmi icra masraflarý ödenirdi.
     Tüm bu haciz iþlemlerini þehir dýþýnda yapýyordu. Borçlularýnýn yüzde doksaný þehir dýþýndaydý ve çalýþtýðý büronun þehir dýþýndaki icra takiplerini sürdürüyordu.
     Ödeme emrinin tebliðinden itibaren gerekli yasal süre geçtikten sonra takibin baþlatýldýðý icra dairesi borçlunun adresinin bulunduðu diðer þehirdeki icra dairesine “Talimat” adý verilen resmi bir yazý yazýyordu,
Bu talimatta genellikle ;
“Kimliði ve adresi belirtilen borçlunun menkul/gayri menkul mallarý ile 3. kiþilerdeki hak ve alacaklarýnýn haczi ile muhafaza altýna alýnmasýna, borçlunun bankalardaki mevduatlarýnýn haczi ile tahsiline, trafikte adýna kayýtlý araçlarý var ise bu araçlarýn kayden haczi ile trafikten menine karar verilmiþtir, karar gereðince iþlem yapýlarak neticeden müdürlüðümüze bilgi verilmesi rica olunur” ibareleri yer alýrdý.
     Talimat yazýsýný alýr, gideceði yerdeki icra dairesine teslim eder, þehir dýþý icra dairesi bu talimatla birlikte bir icra memuru ve yeteri kadar kolluk kuvvetiyle borçlunun ev yada iþ adresine gider, gerekli haciz iþlemlerini yerine getirir, oradan baþka bir þehre geçerdi.
     Hafta içinde dört yada beþ gününü þehir dýþýnda geçirirdi, her günü bir diðerinden farklý bir þehir veya ilçede geçerdi. Bir þehirden diðer þehre giderken genellikle gece boyu yol alacak þekilde ayarlardý kendini, yol uzun deðilse geceyi bir otelde geçirirdi.
     Otellerin yalnýz konaklayýcýlarýn, insaný kendisiyle baþ baþa kalmak zorunda býrakan yalnýzlýk ve gurbet kokan havasýný severdi. Ne kadar, ferah lüks veya ne kadar sefil ve küçük de olsa, bu otellerin özelliði deðiþmiyordu. Kendisiyle baþ baþa kalmanýn ehemmiyetini ve gerekliliðini bilenler için aslýnda otellerin bu özelliði bulunmaz bir fýrsattý.
     Ýcra takiplerinin sýcak ortamlarý demek olan haciz tarafý, yani borçlunun mekanýnda borçluyla anlaþmak için yapýlan pazarlýklar, bir anlaþma saðlanamazsa borçlunun malýna el koyup o malý borçlunun mekanýndan çýkarma anlarý mutlaka bir sinir harbi þeklinde geçerdi. En basiti sitem olan aðýz dalaþlarý, küfürler, tehditler havada uçuþur, bazen tekme tokat kavgalar bile olurdu.
     Ýþin acemisi olduðu ilk zamanlarýnda Isparta/Yalvaç’ta yediði dayaðý unutamýyordu, bir de Afyon/Bolvadin’de borçlunun yanýna oðlunu da alarak kendisini bir panelvanýn içinde daða kaldýrýp býçak çekerek tehditler savurmasýný… Bu iki olay kendisinde, borçlularýn her fýrsatta kuyruklarýna basýlmasý gereken yalancý ve sahtekar tipler olduðu kanaatini güçlendirmiþti.
Öyle ya, adamlar alacaklýdan malý alýrken iyi, satýp para kazanýrken iyi, kazandýðý parayý yerken iyi, iþ alacaklýdan aldýðý malýn parasýný ödemeye gelince kötü.
Borçlarýný ödememek veya geciktirmek için ne dolaplar çeviriyordu bu gönüllü sistem köleleri. Zaman zaman insana “Bu kadar olur be!” dedirtecek kadar Þeytan’a külahýný ters giydirecek sahtekarlýklarýn her gün kaç tanesine þahit olmuþtu da sayýsýný kendi bile unutmuþtu.
     Memur emeklisi babasýnýn hatýrýný kýramayýp gönülsüz de olsa yanýnda çalýþtýrmayý kabul ettiði bir avukatýn bürosunda 10 ay kadar çalýþtý. Ailesi ve kendisi baþlangýçta bu yeni iþ için heyecanlý ve gelecek için de ümitliydiler. Ümitlerinin sebebini sorulsa muhtemelen verecekleri cevap “Bir meslek öðrenecek” þeklinde olurdu. Kendisi ve ailesi bu iþin kendi baþlarýna açacaðý gailelerden elbette habersizdi.
     Avukatýn da diðer pek çok avukat gibi en az borçlular kadar sahtekar olduðunu geç de olsa anlayýnca bu avukata para kazandýrmaktan vazgeçmiþ ve iþten çýkmýþtý.
Artýk herhangi bir avukata baðlý olarak çalýþmýyordu,
     Baðýmsýzdý…
     Yol boyunca bunlarý düþünerek karanlýðýn içinde gölge siluetler gibi uzayýp giden yollarda yýlan gibi kývrýlan otobüsün yirmi bir numaralý koltuðunda camýn titremesine aldýrmadan baþýný cama yaslayarak rüyasýz bir uykuya daldý.

     “ Uyku katillerin bile çeþmesi,
     Yorgan, Allahsýza kadar sýðýnak…”

     - Þu insan seline bak, birbirini tanýmayan bu insanlar, bir þekilde birbirlerini tanýyýp aralarýnda samimi bir ortam oluþsa ve ticari iliþkiler içine girseler kim bilir ne dolaplar çevirerek birbirlerini kazýklamaya çalýþacaklar, birbirlerini arkadan vurmak için ne fýrsatlar kollayacaklar kim bilir… Birbirlerini hiç tanýmamalarý daha iyi aslýnda. Hiç kimse için fedakarlýk yapmaya deðmez, hiç kimse için iyi duygular beslemeye, hiç kimse için hassasiyet provalarý, samimiyet tiyatrolarý, muhabbet senaryolarý, hümanizm riyakarlýðý yapmaya deðmez…
Diyordu kendi kendine uykuya dalmadan önce…
     Otobüsten yeni inmiþti. Batý Anadolu’nun en uzak þehri Ýzmir’den saatler süren yorucu ve býktýrýcý bir þehirlerarasý yolculuktan sonrasýnda “Memleketim” bile diyemediði bu þehrin otogarýnda biraz soluklanmak için oturduðu bankta düzensiz ve derin uykusunun mahmurluðundan kurtulmak için bir banka oturdu, elinde bir plastik bardak, içinde otogar çayý…
     Yüzüne bakýlýnca kendisi hakkýnda edinilecek ilk fikir “Yorgunluk” gibi görülüyordu.
     Günler süren seyahatler,
Günde en kýsasý beþ saat, haftalýk ortalama toplam kýrk-elli saat süren otobüs yolculuklarý…
Uykusuz…
Eklemleri birbirine geçmiþ gibi hantal ve tepeden týrnaða her yeri aðrýyordu,
Bir ihtiyarýn romatizma aðrýlarýný dindirmek ister gibi boynunu, kollarýný, ayaklarýný, parmaklarýný, eklemlerini, baþýný, görenlere kendisi hakkýnda
- deli galiba
dedirtecek þekilde ve anlamsýzca hareket ettiriyordu.
Sürekli esneyen, gerilen bir yol yorgunu…
Bedenine burunlarý sýzlatan keskin bir ter kokusu hakim olmuþtu, bu yüzden yanýna yaklaþmak imkansýzdý.
Açlýk, susuzluk, uykusuzluk ve kahreden yorgunluk sonrasýnda ýlýk bir duþ alýp saatlerce kesintisiz bir uyumayý düþünüyordu.
     Vakit öðleye yaklaþmaktaydý, otogar manzaralarýna alýþkýn ve bu alýþkanlýðýn getirdiði ülfetle biraz umarsýz davranýyordu bu manzaraya karþý.
     Eskiden, otogar denilince birbirine zýt iki unsurun bir arada bulunduðu ender mekanlardan birisi gelirdi aklýna. ”
Gurbet” ve “Vuslat”…      
     Ýnsanlýk tarihi bir gurbet hikayesiyle baþlýyordu; Adem’in Cennet’e olan gurbeti ile…
     Bu iki düþman, bu iki kan davalýsý normal þartlarda asla bir araya gelmezdi ve     
karþý karþýya geldiklerinde savaþ, asla barýþ veya anlaþma ile neticelenmezdi. Mutlaka ama mutlaka biri diðerine galip gelirdi.
     Birinin bittiði yerde öbürü baþlýyor, öbürünün sona erdiði yol bir diðerine çýkýyordu.      Dünyada, gurbet ile vuslatý, gitmek ile gelmeyi þahsýnda birleþtiren ve içinde bu tezatlarý bir arada barýþ içinde yaþatan, hem gidene güle güle, hem de gelene hoþ geldin diye sallanan bir eli görmeyi, görebilmeyi çok isterdi. Belki de aradýðý buydu ve iþte yeryüzünde dolaþarak yaþayan bu insan seli içinde hiçbir insaný eli öpülesi muhterem varlýk olarak görmediði halde, böyle bir eli doyasýya öpüp baþýna koyabilirdi.

     Otogarda ani hareketlenme baþladý,
- Sayýn yolcularýmýz, peronlardaki araçlar 5 dakika içinde hareket edeceklerdir, Büyükþehir Belediyesi siz sayýn yolcularýmýza hayýrlý yolculuklar diler.
Þeklinde bir anonstu duyduðu.
     Büyükþehir Belediyesi yolculara hayýrlý yolculuklar diliyordu.
     Neden?
     Yolcularýn hayýrlý veya þerli bir yolculuk yapmasý Büyükþehir Belediyesini neden ilgilendirsin ki?
     Büyükþehir Belediyesi’nin bu yolcularla alakasý otogarýn yolcu kapasitesini artýrmalarý neticesinde elde edecekleri vergi ve kira gelirlerinin artmasýndan baþka ne olabilir di ki?
     Büyükþehir Belediyesi hiç tanýmadýðý bu insanlarýn hayýrlý bir yolculuk yapmalarýný gerçekten bu kadar arzu ediyor muydu ?
     Mesela bu yolcu otobüslerinden birisi kaza yapsa ve bu yolculardan ikisi ölse Büyükþehir Belediyesi üzülür müydü?
     “Hiç zannetmiyorum” diye düþündü.
     Baþýna gelecek resmi bir sorgulamanýn endiþesinden baþka ne taþýyabilir ki içinde…?
     O ölen iki yolcunun ölmesi diðer yolcular için hayýr mýdýr, þer midir?
     Hadi yaþamalarý þer , ölümleri de daha hayýrlý ise.
     Büyükþehir Belediyesi’nin hayýr ve þer anlayýþý nedir?
     O halde Büyükþehir Belediyesi düpedüz yalan söylüyor.
     Büyükþehir Belediyesi neden yalan söyler, yalan söylemek zorunda mý?
     Neticede Büyükþehir Belediyesi de insanlardan oluþuyordu ve insanlar artýk hayatlarýný yalanla kaim zanneden, yalan üzerine planlar yapan, menfaat stratejileriyle kafa patlatan varlýklar haline gelmiþlerdi.
     Büyükþehir Belediyesi’nin yalan söylemesi niye garipsensin ki?
     Bu sýrada 36 numaralý peronun önünde bir köylü kýzý gördü. 16-17 yaþlarýnda, çevresine kaçamak bakýþlar atan, otogarýn lüks havasýna ve son model otobüslere yabancý, modern görünmek kaygýsýnda ama köylülüðünü üzerinden atmayý baþaramamýþ bir genç kýz. Daha çocuk denilebilecek yaþta, saflýkla enayilik, isyanla tevekkül arasýnda gidip gelen bir hali var. Bu hali, hafif eskimiþ ve solmuþ kot pantolonun üzerine giydiði alacalý ve garip desenlerle bezeli t-shirt’ünden belli, her halinden özenti kokuyor, olmak isteyip de beceremediði þehirlilerin arasýndaki rahatsýz ve yabancý tavýrlarý da belki bu yüzden ve belki de köylü olmasýndan ve ne kadar uðraþsa da arada bir kendiliðinden aðzýndan çýkýveren köy þivesiyle konuþmasýndan utandýðý annesine baðýrmakta,
     - Of anne yaa, hadi yaa, millete rezil olduk senin yüzünden yaa…
     - Bekle gýz iþte dibimize motor dakýlý deel ya, bekleyivirsinler iki Dakka nolcek? Hem ordan dýr dýr edeceene gel de yapýþ þunlarýn ucuna
     Genç kýz oflaya puflaya sepetlerden birini sol eline aldý, diðer elini ise annesinin sürüye sürüye taþýmaya çalýþtýðý çuvalýn bir kenarýna iliþtirdi. Rahatsýzlýðý her halinden belli oluyordu, herkesin gözü kendi üzerlerindeymiþ de insanlar aðýz birliði edip
- Ha ha ha ! Bakýn þu köylülere, ne ilkel insanlar
Diyorlarmýþ gibi geliyordu kendisine. O modern þehirlilerle göz göze gelmemek için ezikliðini içine bastýra bastýra gözlerini önünden ayýrmadan söylenmeye devam etti ;
     - Ya millet mecbur mu senin patates çuvallarýný taþýmaný beklemeye yaaaa, hem ne o öyle çuvalla patates yetmiyo da sepet sepet de çer çöp goymuþun ne onlar ööle?
     - Ablanlara taze biber, badýlcan, hýyar filan goydum, özlemiþlerdir köyümüzün taze yeþilliðini gýz, gönüllerini hoþ ederiz fena mý olur iþte?
     - Ya hayret biþey anne yaaaa, badýlcan deðil bi sefer onun adý patlýcan! Patlýcan! Hem Ablamlan eniþtem Ýzmir’i mesken tuttu tutalý bizi aramýyorlar bile gözleri açýldý tabi, netsinler bizim çamurlu patatesle hýyarý, bilmem neyi? Bak muavin bize sesleniyor hadei ana hadee hepten rezil olduk senin yüzünden ya
     -“Sus didim gýz, ne diye rezil olacakmýþýz bakem? El alem gendi halýna baksýn, hadi mýzmýzlanma yörüüü!”
     Ýhtiyar anne ve genç kýz, kendilerini bekleyen otobüse muavinin fýrçalarý arasýnda bagajlarýný yüklediler, sesleri duyulmuyordu ama muhtemelen muavin bu kadar çok yükün ek ücrete tabi olduðunu söyleyince, ihtiyar köylü kadýný çileden çýkmýþ ve bacaksýz yeni yetme olarak gördüðü muavini kim bilir ne okkalý bir þekilde azarlamýþtý da muavin bezmiþ bir þekilde
- Tamam tamam, sensin, ne dersen o yeter ki sus teyze
Tavrýyla iki köylüyü otobüse bindirmiþ ve nihayet onlarý koltuklarýna oturtabilmiþti.
Genç adam otobüs gözden kayboluncaya kadar bakýþlarýný o yönden ayýrmamýþtý.
     Genç köylü kýzýnýn o özentili ruh halini düþündü. Kim bilir þehrin yanar döner ýþýklarý rüyalarýný nasýl süslüyordu, o modern giyimli, kollarýnda þuh kahkahalar atarak dolandýklarý zengin ve ayný zamanda riyakar sevgilileri olan, her istediklerini alan, her istediklerini yapan yada yaptýran, dans eden, bowling oynayan, bilgisayar kullanmasýný bilen, evlerinde kendilerine ait, annesiyle programlar yüzünden kanal kavgalarý yapmadýklarý büyük ekranlý televizyonlarý olan ve istedikleri kanallarý izleyebilen, akþam dýþarý çýkmak için babalarýndan izin kaygýsý olmayýp babalarýnýn kahveye gitmesini beklemek zorunda kalmayan genç kýzlardan birisi de o olmak istiyordu ve hayallerini süslüyordu besbelli ama iþte yanýndaki kadýn bu hayalin yalancýlýðýný kendi gerçekliðiyle ispatlar gibi karþýsýnda dimdik duruyordu. Kader iþte, aðlarýný yine örmüþ ve her fýrsatta ona
- Sen köylüsün, bu istediklerinden hiçbirisi olamayacaksýn, þu kaba annene bak, her hali köylü.
Der gibiydi.
     Genç kýz, hayatýnda belki de doðru dürüst bir sefer bile gönül ferahlýðýyla “Oh be dünya varmýþ, iþte hayat bu” diyememiþ, ömrü boyunca çile çekmiþ ama çilesini asil bir sabýrla karþýlamayý ve feleðin sillelerini bu asil sabýr kalesinde tevekkülle karþýlamayý bilmiþ, okuma yazma bilmeyen ama insanlýk marifetini yakalamýþ o ümmi bilgelere has tecrübelerle dopdolu, yüzü acýlar ve yýllarýn yorgunluðuyla kýrýþ kýrýþ olmuþ marifet abidesi o asil köylü kadýnýndan, kendi öz anasýndan utanýyordu.
     Genç köylü kýzýnýn aptallýðýna ve bir bakýma, manevi ihanetine acýdý.
     Evet evet, bu kýz kendi özüne karþý ruhsal bir ihanet içerisindeydi. En basitinden insanýn özü olan toprak kokusundan ibaret köylülüðünden utanýyordu.
Þehrin yanar döner ýþýklarý altýnda iþlenen günahlardan haberi yoktu belki kýzýn, o riyakarlýklardan, o kan donduran pisliklerden haberi yoktu, haberi olsa ne olacaktý ki…Þehrin günahkarlýklarý bile sevimli ve masum gençlik maceralarý gibi geliyordu ona.
     Böyle giderse hayallerini gerçekleþtirme adýna bir fýrsat bulduðunu zannettiði ve Ýzmir’de bakkalda veya yolda yada bilmem nerde tanýþtýðý uçkur düþkünü, þehirli, tanýþýrken kendisinden gerçek adýný bile gizleyecek olan ruhsuzlaþmýþ harika giysilere sahip berduþ bir serserinin birkaç dakikalýk ihtirasýnýn kurbaný olacak yada köyden en çok baþlýk parasýný veren bilmem ne aðanýn askerden yeni gelen oðluna gelin gidecek ve hayatý boyunca böyle yaþayacaktý.
O beðenmediði, yanýnda köylü tavýrlarýyla dolaþýp durmasýndan rahatsýz olduðu, utandýðý anasýnýn sahip olduðu ruh asaletine asla sahip olamayacaktý.
Bunlarý düþünürken köylüye asaletini ve milletin efendisi olmak payesini kaybettiren, köylüyü þehirliye, saflýðý pisliðe, doðruyu yalana, asaleti soysuzluða, kurdu köpeðe özendirenlere bir küfür daha savurdu.
     Omzuna vuran elin sert darbesini hissetmese bu takýntýlý ve sonu gelmez düþüncelerden ayýlacak gibi deðildi.
     - Ooo hoþ geldin aga, naber? Ne o len uðramýyon yanýmýza? Paralandýn diye bizi tanýmýyon mu artýk oðlum? Nerelerden böyle?
     - Ha? Merhaba abi, az uykum açýlsýn dedim serine oturdum öyle, ne tanýmýyacam ya ayýp ettin, nereden olsun yoldan iþte
     - Kimin canýný yaktýn, kimin ocaðýný söndürdün yine?
      Gülerek, þaka mahiyetinde söylenmiþ bir sözdü. Can yakmayý, ocak söndürmeyi marifet addeden ve bunlarýn gerçekleþmesinden zevk alan birinin aðzýndan çýkan sözler gibi duruyordu. Yoksa “Kimin ocaðýný söndürdün yine? ” gibi bir soru sorarak bu sorunun arkasýndan gülmek mümkün müydü? Bu soruyu soraný tanýmasa ona iki saat öyle bir nutuk çekerdi ki adamý dövmekten beter ederdi ama karþýsýndaki adam en azýndan arkasýný dönünce sýrtýndan býçaklamayacak kadar haysiyet sahibiydi.
- Yok abi ne ocak söndürmesi, deme öyle be. Ýtin tekinin tetikçiliðini yaparak it taþladýk geldik. Olay bu ocak söndürmek falan yok.
     Bal gibi vardý aslýnda.
     Hatta yaptýðý tek iþ can yakmaktan ve ocak söndürmekten ibaretti bile denilebilirdi.
Ya deðilse yaptýðý iþin sosyal hayattaki ekonomik dengeye bir katký saðlamak, namuslu ve haklý alacaklýnýn hakkýný namussuz ve haksýz borçludan gerektiðinde zor kullanarak tahsil etmek gibi bir kadirþinaslýk, ekmek parasý için namuslu bir alýn teri, el emeði, göz nuru, helal kazanç kapýsý gibi kavramlarla alakasý yoktu. Bunu bal gibi biliyordu.
     Çevresindekilere iþinin zorluðundan bahsetmeye kalkýþtýðýnda dinlediði safsatalar hep ayný tarzdaydý ;
     - Ne yapacaksýn oðlum, bu devirde ekmek aslanýn aðzýnda, alýn terinle helalinden kazanýyorsun, Allah daha çok versin.
     Ne alýn teri, ne helali, Allah daha çok versin derken aslýnda beddua ettiklerinin farkýnda mýydý bu insanlar? En iyisi susmak, susup içe kapanmak, yada illaki konuþacaksan kendi kendine, kendi vicdanýnla konuþmak, böylesi insanlarla ne konuþulabilir ki?
     Kimin canýný yaktýn, kimin ocaðýný söndürdün? diye soran otogar ayakçýsý 30’lu yaþlarýnda, alný açýlmýþ, þakaklarýna hafiften kýr düþmüþ, orta boylu, gözleri hafiften çekik, genellikle lacivert bol kesim bir kot pantolonunun düz siyah, mevsimine göre gömlek, tiþört veya boðazlý kazak giyen, sivri burun ayakkabýdan hoþlanan ama asla giydiði ayakkabýnýn topuðuna basmayan, elinde kimden aþýrdýðý belli olmayan her gün baþka çeþit 33’lük tespihi sallaya sallaya otogar içinde devamlý oradan oraya telaþla koþuþturup duran, yolcunun gideceði yeri kýlýk kýyafetinden, þivesinden ve nerdeyse gözlerinden bilecek kadar tecrübeli olduðunu iddia eden deli fiþek birisiydi. “Çatlak Furkan” diye çaðýrýrlardý kendisini, o da baþkalarýnýn kendisine yakýþtýrýp isminin önüne koyduklarý bu tabirden asla gocunmaz, aksine çatlaklýðýn öylesi ortamlarda kolay kazanýlamayacak bir paye olduðunun þuuruyla bu çatlaklýðýný göðsünde liyakat niþaný gibi taþýyarak gezerdi.
Senenin çoðunluðunda geceleri çalýþýrdý, gündüzlerini de ev demek için bin þahit isteyen izbeden bozma, duvarlarý nemli, bazý bölümlerinin sývasý dökük bir bodrum katýnda uyuyarak geçirirdi. Çoluk çocuk sahibi deðildi, talihsiz bir evlilik yaþamýþ ve nikahýn üstünden 6 ay geçmeden ayrýlmýþlardý, bir daha da hayatýnda hiçbir kadýn istemiyordu, bazý ihtiyacýný ayda bir iki sefer “Bizim elemanlar” dediði o muamma tiplerle hovardalýða giderek hallediyordu herhalde. Aslýnda iyi adamdý, deli doluydu, her daim neþeli ve canlý görünürdü ama içindeki uhdeyi kimse bilmezdi. Gündüzleri fakirhane dediði evinde, kendisiyle baþ baþa kalýnca geçmiþini özlerdi. Köyünde ata binip rüzgarla yarýþmayý, köpek taþlamayý, tarladan yorgun argýn gelince yufkanýn arasýna çökelek sýkýp taze salatalýkla aç midesini doyurmayý, tarlada ihtiyarlýðýna raðmen azimle kan ter içinde yorgunluk nedir bilmeden çalýþýrken ansýzýn bir kalp krizinden kaybettiði babasýný, ömrünün sonuna kadar gün yüzü görmemiþ çilekeþ anasýný düþünürdü ve tüm bu düþünceler hep birlikte silahlanýr, düþman hatýralar olarak beynine hücum ederdi. Birkaç sefer böyle hallerini istemeyerek de olsa belli edip söylemiþ ama o en fazla 2-3 dakika süren melankolinin gönüllü esaretinden kurtulup kendisini yine neþeli, hayat dolu birisi olarak lanse etmeye baþlamýþtý.
     Oturduðu banktan kalkýp yan yana yazýhaneye doðru yürürlerken sessizliði Çatlak Furkan bozdu ;
-     Noldu len bizim senet iþi? Görüþtün mü adamla, güzellikle efendi gibi getirecek mi yoksa icraya mý koyacaksýnýz?
-     Görüþtüm abi, güya Pazartesi getirecek, getirmezse icabýna bakacaz bir þekilde.
-     Ýyi iyi, parayý alýn da nasýl alýrsanýz alýn, Ulan adam kocaman beyaz eþya maðazasý var, 500 kaðýdý ödeyemiyor þerefsiz ya.
-     Beyaz eþyacý, dondurmacý, taksi þoförü…Ne fark ediyor ki abi, çakal her zaman çakal, adam çakalsa holding patronu olsa da ödemez, 500 kaðýt olsa da ödemez, 500 Bin kaðýt olsa da ödemez.
-     Ne dondurmacýsý, ne taksi þoförü len, ne alaka?
-     Ya bu haftaki borçlularýn meslekleri iþte, biri beyaz eþyacýydý, biri dondurmacýymýþ, öbürü de taksi þoförü çýktý, daha doðrusu taksi duraðý sahibi.
-     Haa! Neyse gel bi çay söylüyüm sana.
-     Abi saðol be, eve bile uðramadan büroya geçmem lazým, geç kaldým, Pazartesi akþamý görüþürüz. Ýþten çýkmazsam tabi.
-     Ne iþten çýkmasý oðlum, öyle bi niyetin mi var?
-     Var abi, zor geliyor artýk.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


M. Oðuz ÖZKAN kimdir?

. . .

Etkilendiði Yazarlar:
Necip Fazýl KISAKÜREK


yazardan son gelenler

bu yazýnýn yer aldýðý
kütüphaneler


 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © M. Oðuz ÖZKAN, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.