Yaşamım boyunca, ondan birşey öğrenemeyeceğim kadar cahil bir adamla karşılaşmadım. -Galilei |
|
||||||||||
|
Alman tıraşı ve Alman bıyığı Kısa bir süre önce tanıdıklardan biri, yakın komşu bir köyden döndü. Orada anne-babasını ziyaret etmek istemişti. Köyde bütün gün alaca karanlık hüküm sürdü dedi. Ne gün ne de gece gibi değilmiş. Ne sabahın ne de akşamın alaca karanlığına benziyormuş. Alaca karanlık insanların yüzündeymiş. Onca yıl bu köyde yaşadığı halde, kimseyi tanımamış. Tüm insanlar aynı gölgeli yüze sahipmiş. Bü yüzlerin önünden rap rap yürümüş. Onları selamlamış ama hiç kimseden yanıt gelmemiş. Devamlı duvarlara ve çitlere çarpmış. Bazen yol üstüne kurulmuş evlerden geçmiş. Tüm kapılar arkasından gıcırdayarak kapanmış. Artık önünde girecek kapı olmayınca, yine caddede olduğunu anlamış. İnsanlar konuşuyor, ama o dillerinden anlamıyormuş. Ondan uzakta mı yoksa hemen yakınında mı yürüdüklerini anlamıyor, ona doğru mu geliyorlar yoksa ondan uzaklaşıyorlar mı tam çıkaramıyormuş. Bir bastonun duvara vurduğunu duymuş ve bir adama, anne-babasının nerede olduğunu sormuş. Adam, içinde bir çok sözcüğün kafiye oluşturduğu uzun bir cümle söylemiş ve bastonuyla boşluğu göstermiş. Bir lambanın altında bir tabela varmış; bunu üzerinde Berber dükkanı yazıyormuş. Berber teneke tıraş kabının içindeki su ve beyaz köpüğü kapıdan caddeye boşaltmış. Bizim tanıdık içeri girmiş. Bankların üzerinde yaşlı adamlar oturuyor, uyukluyorlarmış. Sırası gelen olunca, berber adıyla çağırıyormuş. Onun çağırmasıyla birkaçı uyanıyor, koro halinde çağrılan adı yineliyorlarmış. Çağırılan uyanıyor, ve o, aynanın önünde duran sandalyeye otururken, diğerleri yine uykuya dalıyorlarmış. Alman tıraşı mı? Diye sormuş berber. Sorulan kişi başını eğmiş ve sessiz aynaya bakıyormuş. Banklarda oturan adamlar sanki nefes almadan uyuyorlarmış. Ölü gibi kıpırdamadan oturuyorlarmış. Sadece makas sesi duyuluyormuş dükkanda. Berber tıraş kabını yine kapı aralığından caddeye boşaltmış. Bizim tanıdık dökülen suyun hemen yanında duruyormuş. Sırtıyla kapının pervazına dayanıyormuş. Berber sanki ıslık çalacak gibi ağzını uzatmış. Ama ıslık çalmamış. Sert bir şekilde uyuyanların yüzüne bakmış. Sonra parmağını şaklatmış. Berber birden babasının adını seslenmiş. Birkaç adam uyanmış ve fal taşı gibi açılan gözlerle koro halinde babasını adını yinelemişler. Yüzü gölgeli ve kara bıyığı yukarı kıvrık bir adam kalkmış ve sandalyeye yürümüş. Banklarda oturan adamlar yine uykuya dalmışlar. Alman tıraşı mı? Diye sormuş berber. Alman tıraşı ve Alman bıyığı, demiş adam. Makasın sesi duyuluyormuş dükkanda, ve kıvrık bıyığın uçları yere düşmüş. Bizim tanıdık parmak uçlarına basarak sandalyeye yaklaşmış. Baba, demiş, ve sandalyede oturan adam tepkisiz aynaya baka duruyormuş. Parmağıyla omzuna dokunmuş. Ama aynanın önündeki adam daha da tepkisiz aynaya bakmaya devam etmiş. Berber, makası ağzı açık havada tuta kalmış. Açık parmaklarını döndürmüş ve bir kez başparmağı etrafında çevirmiş. Bizim tanıdık yerine dönmüş ve sırtıyla yine kapının pervazına yaslanmış. Berber, sandalyede oturan adamın gırtlağındaki sakalı açık parmaklarıyla köpürtmüş. Aynanın önündeki yüzler arasında gri tozlar yüzüyormuş. Berber tıraş kabını kapı aralığından caddeye boşaltmış. Adam dökülen suyun hemen yanından kapıdan süzülmüş. Bizim tanıdık parmaklarının üstüne basarak caddeye çıkmış. Adam onun önü sıra yürüyormuş, yoksa bu başka bir adam mıymış acaba? Alaca karanlık iyice bizim tanıdığın yüzü önüne gelmiş. Artık o adam yaklaşıyor mu yoksa uzaklaşıyor mu göremiyormuş. Sonra, adamın kendisinden uzaklaştığını fark etmiş, ama uzaklaşması, cadde düz gittiği halde, sanki yere batıyor gibi görünüyormuş. Bizim tanıdık birçok duvara ve çite çarpmış. Yol üstüne kurulmuş birçok evden geçerek tren istasyonuna doğru yürümüş. Yürürken sırtında şiddetli ağrılar varmış ve uzun süre kapı pervazına dayandığını biliyormuş. Parmaklarında şiddetli ağrılar hissediyor ve birçok kapıyı ittirdiğini biliyormuş. Tren istasyona yaklaştığında, boynunda şiddetli ağrılar hissetmiş ve onca zaman kendi kendine konuştuğunu biliyormuş. Hat bekçisini görmemiş. Fakat hat bekçisi uzun uzun düdük çalmış. Tren yaklaşırken, bol bol rüzgar estirmiş. Trenin düdüğü kısa ve yırtarcasına çalmış. Alaca karanlıkla trenin dumanı arasında, hemen rayların yakınında bir ağaç duruyormuş. Ağaç kupkuruymuş. Gövdesinde hala tabela duruyormuş. Hareket eden trenden bizim tanıdık, bu tabelanın üzerinde, eskiden olduğu gibi köyün adının değil de, sadece İSTASYON yazılı olduğunu görmüş.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |