Yürüyordum,duvar duvar geceye inat gözlerimi arıyordum kırlangıç ölüsü çığlıklarında kaldırımların,sağanak halinde çizerek şehrin kuşbakışı yalnızlığını,asfalt kumullar biriktiriyordum maviden çalınma bir göğe düşlerden bozma anlamlar yükleyerek...Ayırdındaydım sabah olmayacağının,sabaha varamayacağım derinlikteydi gece,akasya tazeliği ve titrek şehir sahteliğiyle kaldığım yeri arıyordum bir kitapta,sayfaları kendinden karanlık...Sokak köpekleri vardı gözlerinde binlerce yıldız ve insanlar neon lambalarına tutsak,ayağıma takılan gölgelerde buldum yalnızlığın çıkmazını...Dar sokaklara saptım sonra,saat geceyi çoktan aşmıştı,sabahı kayıp,gündüzü yitikti karanlığın,yürüdüm...Ekme'karası yetimliğin bölündüğü örümcek bağlamış köprüaltı çığlıklarına rastladım sonra,nüfussuz kimliklere büründüm,son kullanma tarihi dolmuş bütün duygularımla birlikte üzerimden geçti miladı çalınmış çocukların kiralık düşleri...Ağır geliyordum artık kendime,yürüyen ben değildim,derinlerden bir uğultu geliyordu,dağbaşı yalnızlıklarının kuytulara çekilmiş çobanyıldızı sessizliğiydi kulaklarımdaki...Katili olmalıydım gecenin,ellerimde suçüstü kanamaların parmak izleriyle sağaltılmamış bir yaranın bıçağı,ama başaramadım...Kapsülü çıkarılmış tamlamaların yalınayak buluşmaları işgal ettiği terkedilmiş bir durağa yaklaştım sonra,karşılaştığım kendi yansımamdı,'yak'dedi 'bütün gemileri yak...!'Yakmayacağım işte.'Bu şehir bıçak,bu şehirdeki yokuşlar yokoluşlarımıza çıkıyor artık.Bizim çölümüz bir çift tabanca edinmeyi gerektiriyor,sen söylemiştin,eninde sonunda sökülecek bu şehrin şafakları;biliyorsun...'
Bekledim,gergefine işleyene kadar karanlığı,yaprakları dalında ölü,yaka paça bir bahar sancısındaydı belki gece.Güneş damlaları düştüğünden beri saçlarına,bir boy atımı daha büyüyordu mevsimin geceye donuk rüzgarlarla dargınlığı...Dirseklerine kadar sıvayıp masallığını,dibinde yatan bir kayanın yosun tutmaz sabrıyla gülümsedi deniz,ve mevsimin kendine yakamoz başkaldırısına uzaktan bakıp,kuytusuna çekildi yine...Bekledim,ağaç diplerinde kanayan hecelerin mürekkep tutmaz uğultusunu dinledim...Ağlarken yağmurun gözlerine düşürdüğü hüzne kanadı kopuk bir kelebek,paslı ayazlara vurdum kendimi...
Artık (k)öleyim sokak lambasının ıssız morluğunda...Gölgemi görüyorum yine,günışığına can katan bir su serpintisinin yankısında bana hiç benzemeyen ama herşeye rağmen içimde büyüttüğüm gölgemi...'Sana kızgınlığım aslında kendime küskünlüğümün çarpık yansıması,izdüşümü renksizliğin...Karıştırıyorum geceyi tutkularıma,avcuma samanyolu bulaşıyor...'Sana kırgınlığım aslında kendime yalanım...'Çirkin sesler giyince üşümek kime has söylesene,ben donmuş kentlerden geldim bu kavruk yangın yerlerine...'
Bir an belki korktum,geri dönüşün yorgunluğundan,zehirli harflerin kurşun geçirmez karanlığından,rafine bunalımların paylaşılmaz ıssızlığından,nefret kokan seslerin arka bahçesine gizlenmiş ayışığının öfkesinden, ve s'öze indirgenmiş ismin 'yalan' halinin vurgunundan korktum...
Yürüdüm yine de,kentin uçurum renkli çatılarına sırt çevirmiş ölü bir serçe yavrusuydu artık yüreğim,ve "sen" 'gördüğün gibi bundan öte hiçbir uzaklık yok,bu şehrin yıldızları kum saatlerine gömülmüş anla artık,bizimse elimizde yalnızca yeraltında yeşerttiğimiz baharın soluk rengi var,bu şehre çiğ düşüyor (y)hüzünde pişmiş yağmurun kızıl damlaları anla...
Gecenin boşluğunda gölgem bambaşka kimliklere bürünüp,yüzüne maskeler takıyor yine,gitgide eriyen buz parçasının üzerinde okyanusa gidiyor bana en yakın ve en uzak kuzeylerden bakarak,
yönünü yitirmemeye yeminli...Ellerinde cam kesikleri,ecel sancıları ve kıraç iklimlere gizlenmiş bir kalbin yüzölçümüne sığdırılmaya çalışılan güz kırıkları...
Bu kent tüketiyor beni,soğuk,karanlık kulaklarımda uğulduyor.Kimsesizliklerin avuntusu,sessizliğin geçmişi neye nasıl inanmalı,kime neden inanmalı içimi karmaşa bürüyor.Kendimi (g)izliyorum paramparça göğün isyanından,yerçekimi değil,gökitimi bu...!
'Gitme,çok uzaktır' demişler,dinlememişim.Yorgunum,geç kalmışım,ıssız bir karaltıyım alacakaranlığın içinde,dizlerimdeki dermansızlığa anlam veremeden hiçbir yere varamayacakmışım korkusuyla...Kabus yeşili kavak ağaçlarının yanından ve kapkara kupkuru zamanın içinden geçiyorum...Kalınlaştırılmış bir hayatın tineri gibi,ruhlardan uzak bir dinin ayininde...
'İşte gidiyorum,düşlerimden sökebilirsin günışığını artık anne...!'Hangi göğe sığar artık buluttan özlemlerin geride kalanlara düşürdüğü yağmur damlalarının sancısı...?'Bağışla anne,ölümden geleni yaptım...'
Tükendi sokaklar,ıslak bir veda mektubunun gölgesine sığınan bu kent düştü gözlerimden ve dondu yıldızlar...Deniz minarelerini yağmalıyor yine hayatın sedef kabukları ve buzul çağındayım artık...
Kalbime y'oklar batıyor,ay sokağı'nda bıçaklanmışım bir buluğ vakti...Ateşle mıhlanmışım korkunç yazgının rahmine,her yanım pıhtı küllerle tanımlı...
...Ve söylesene katilim;neyimiz kaldı paylaşacak k'andan başka...?