"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Kurmak ve yaşatmak istediğimiz, özlemini duyduğumuz barış, iktisadi, sosyal ve siyasal barıştır. Barış bireyler, kümeler ve toplumla devlet arasında, hak, adalet, hukuksal eşitlik ve ekonomik güvence temelinde oluşur. Böyle bir barış için, öncelikle kendimizle, tarihimizle, coğrafyamızla barışık olmamızı ve barışmamızı şart koşar. Bunun için, bireyler, kümeler ve sınıflar olarak, önce kendimizi tüm çıplaklığıyla aynada görmemiz ve bir sorgulama sürecini başlatmamız gerekli diyorum. Geleceğini barış içinde yaşayacak Türkiye’nin yaratılması ise bu sorgulama süreciyle başlayacaktır. Biz ülkemizi ve bölgemizi, dünya uluslar ailesinin barış ve istikrar adası olmasını istiyoruz. Bu bizim hayalimiz olmalı; sevdamız olmalı. Bu bağlamdaki sorunları da çözümleri de biliyoruz. Hayallerimizi, gerçeklerle bağdaştırmasını da biliyoruz. Bizim bir yurttaş olarak yola çıkmamızın nedeni, işte bu hayal, bu umut ve bu heyecanladır. Türkiye’yi yeniden yapılandırma derken; ulusal ve uluslararası düzeylerde, kendimizi ve üzerinde bulunduğumuz yeri yeniden tanımlama demektir. Yeniden tanımlamada barış ve insan haklarını merkezimize almalıyız. İnsan haklarını ve demokrasiyi bölgemizde de egemen kılmak istiyorsak; ülkemizin bölgeye ve Dünyaya karşı, yeni tarihi projeleri ve misyonları olduğuna inanmalıyız. Çünkü, biz ülkemizdeki barışın bölge barışına, bölgemizdeki barışın Dünya barışına temel teşkil edeceğini ve barışı sürekli kılacağını bilincindeyiz. Bu hedeflerin ve görevlerin başarılması için, Türkiye’nin öncelikle batı karşısındaki ezikliğinden kurtulması gerekiyor. Biz, küçümsenen unutturulmaya çalışılan, ciddiye alınmayan tarihi-kültürel mirasımız üzerinde yükseliyor ve yeni bir Türkiye inşa etmek sevdalısıyız. Giderek küçülen dünya, barışı zorunlu kılıyor. Ama bunun için barışı, bir hayal olmaktan çıkarmak, yaşayan bir gerçeklik yapmak için uğraş vermek gerekiyor. Mustafa Kemal Atatürk yıllar önce “Yurtta Barış, Cihanda Barış” demişti. Biz de buna ilaveten Bölgemizde de barış demeliyiz. Demokratikleşmek ve barış içinde yaşamak için, devlet ve toplum, artık birbirlerini suçlamaktan vazgeçmeleri; öncelikle hatayı kendilerinde arayan bir sorgulama sürecini başlatmaları şarttır. Dile getirdiğimiz barış, tarafların demokratik değerler temelinde, kendi muhasebelerini yaptıkları bir projenin adıdır. Devletin halk ile olan ilişkisi, tarihsel geleneğimizin de bir sonucu olarak, bugün yaşadığımız çoğu sorunların kaynağıdır. İzlerini bugün bile gördüğümüz bu gelenek, otoriter, keyfi, kural tanımazdır. Kuralı aba altında sopa göstermek amacıyla kullanır. Vatandaşını, tebaa sayar ve can üzerinde mutlak bir hakka sahip olduğuna inanır. Korkutma ve sindirmeyi kendisinin varlık nedeni olarak görür. Halkın haklarını değil, yükümlülüklerini öne çıkarır. Halka hizmeti bir görev değil, bir lütuf kabul eden bu yasakçı ve otoriter devlet anlayışı, bugün de egemenliğini sürdürmektedir. “Sınıfsız ve imtiyazsız” bir toplum yaratmak iddiasıyla, sosyal sınıfları, laik bir devlet yaratmak iddiasıyla din ve kültür farklılıkları; tek bir etnik kökenden geldiğimiz iddiasıyla farklı soy kümeleri yok sayıldı. Toplumda tabular ve yasak alanlar ilan edildi. Bunlara aykırı davrananlar cezai yaptırıma uğradı. Sonunda devlet, Türklüğü ve Sünniliği vatandaş olmakla eş sayan bir anlayışın üzerine oturdu. Tüm laik iddialarına rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle, Sünni-Hanefi mezhebi resmi olarak örgütlendi. Okullara zorunlu din dersleri sokuldu. Bütün bunlara karşın, türdeş bir toplum ve tek tip birey yaratma arzusu tutmadı. Ülkenin siyasal birliği, farklılıkları yok sayarak, tek bir etnik-kültürel kimliği dayatarak sağlamak çabası başarılı olamadı. Bugün devletin, toplumu bir arada tutacak bir üst kimlik sağlama yeteneği azalmış; devlet ve toplum sürekli bir kimlik bunalımıyla boğuşur hale gelmiştir. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-anti laik ekseninde oluşan kimlik bunalımı, toplumsal bağları zayıflatmış, çözülme eğilimlerini açığa çıkartmıştır. Sonuçta, devlet ile din, etnik ve kültür kümeleri arasında onarılması giderek zorlaşan bir güven bunalımı ortaya çıkarmıştır. Burada bize düşen görev; bu güven bunalımını aşmayı, toplumu devletle, dinsel, etnik ve kültür kümelerini birbirleriyle, hukuksal eşitlik, demokrasi ve barış temelinde buluşturmayı, Türkiye’yi güven, istikrar ve huzur içinde yaşanır bir ülke yapmayı amaçlamalıyız. Yan yana değil, birlikte yaşamayı olanaklı kılacak demokratik bir yapılanmayı hedeflemeliyiz. Bizim bu konudaki bakış açımız “farklılıkların bir arada yaşatılması ve birlikte yaşamanın yönetilmesidir.” Şiddet, karşı şiddeti doğurur, ortam bulanıklaşıyor, sis perdesine, devletin insan hakları ihlallerine dayandıran terör örgütleri de, insan haklarını ve barışı tahrip ediyorlar. Özgürlük ve demokrasiyi savunmak adına ortaya çıkanlar, demokratik değerleri ve özgürlükleri yok ediyorlar. Böylece şiddet toplumda yaşam biçimine dönüşüyor. Tüm insani değerlerimiz yok oluyor. Korku, ahtapot kolları gibi toplumu sarıyor. İnsanlar, ürkeklik, yılgınlık ve bezginliğin sonucu korkuya teslim oluyorlar. Bu arada çatışmalar kendi tacirlerini yaratıyor. Ortalık silah ve uyuşturucu kaçakçıları ile doluyor. Terör, tüm tarafların faydalandığı ve beslendiği bir sektörün adı oluyor. Ülkemizin zayıflamasından fayda uman devletler ortalıkta cirit atıyor. Tümünün kazançları, gençlerimizin öldürülmüş bedenlerinin üstünde, analarımızın gözyaşları ile ıslanıyor. Bizler barış istiyoruz. Barış, ancak çatışan odak ve örgütlerin dışında gelişirse yaşam bulur. Savaşanların, siyasi manevralarının oyuncağı olmazsa yeşerir. Barış, şiddeti merkezine alanların cenderesinde, kurt kapanlarında değil; ancak onların dışında, bağımsız bir barış hareketi tarafından, toplumun özlemi olarak dile getirilirse gerçekleşir. Durum gün gibi meydanda. Ya yaşanan sorunların batağında kaybolacağız; ya da sorunlarını çözmüş bir ülke olarak, dünya uluslar ailesinin saygın bir üyesi olacağız. Bir yurttaş olarak: Gelin, kavgalara bir son verelim. Gelin, bireyleri, kümeleri, kesimleri birbirleriyle, toplumu devletle, devleti toplumla barıştıralım. Gelin hep birlikte el ele tutuşarak ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarını çözmüş bir Türkiye için birlik olalım. Hep birlikte el ele Türkiyelilik bilincini yaratalım. Böylece Türkiye’mizi ve bölgemizi barış ve istikrar adası yapalım. Taki Akkuş (yayıncı-Yazar)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Taki Akkuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |