Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
Böyle yazıyordu intihar notunda... Boş kağıt bulamadığı için eski bir düğün davetiyesinin arkasına yazmıştı. Kağıdın bir yüzü "Dünyaevine" girmekten diğeri (evimiz) Dünya'yı terketmekten bahsediyordu artık... Su soğuk değildi. Zaten yuvarladığı bir kaç kadeh kanyaktan sonra hiçbir şey ona soğuk gelmezdi. Ölüm düşüncesi bile... Henüz kıyıdan 50 metre kadar açılmıştı. Bu yüzden fazla ses çıkarmadan kulaç atmaya devam etti. Denize girdiği yer ıssızdı ama yakınlarda, deniz kıyısında içkisini yudumlayanlar olabilirdi. Birileri tarafından görülmek ve hele ki kurtarılmak istemiyordu. Sessiz bir yolculuktu son arzusu... Suda eriyip giden bir buzdağının ki gibi... Ona çarpacak bir gemi olmaksızın. Çünkü biri yanına yaklaşacak olursa tanrı şahidi olsun onu da suyun dibine çekecekti! İnsanlar! İyi olanlarından bile nefret ediyordu. Hatta "kahraman", "kurtarıcı" olmaya soyunanları bir kaşık suda boğabilirdi ki o anda fazlasına sahipti. Sakinleşti... Deniz çarşaf gibiydi. Yoksa "kefen" mi demeliydi? Gülümsedi ve biraz tuzlusu yuttu. Ayaklarının deniz tabanına ulaşamayacağı kadar derindi su... Nedense derinliği merak edip daldı. Yaklaşık 4 metre... Dipten avuçladığı kumla yüzeye çıktı. Kumun, elinden yavaşça dökülüp suda dağılışına baktı. En son bir deniz minaresi kaldı avucunda... Milyonlarcası içinde onu eline alma ihtimalini hesaplama gereği duydu: Big-Bang olmuş, Güneş Sistemi ve gezegenler oluşmuş, Yeryüzü'nde hayat başlamış, bir meteor ve bir kuyrukluyıldız gezegeni sterilize etmeye çalıştıysa da başarısız olmuş, hatta dinazorları yok ederek memeli egemenliğinin yolunu açmış, bu memelilerden en zekisi (ki türleri "MEME"yi baz alarak sınıflandıran da kendisidir) evrimini uç noktalara ulaştırmış, abuk subuk (savaş dolu) bir medeniyet tarihi yazmış ve üyelerinden birisi intihar etmek üzere girdiği denizin dibinden bu Denizminaresini çıkarmıştı. Bugünkü karmaşık organizmaların evrim yoluyla ortaya çıkmasının imkansız olduğunu çünkü, mesela insan gözünün tesadüfen ortaya çıkamayacağını söyleyenler; imkânsızlıklar (İhtimalsizlik- Ah Douglas Adams!) evreninde yaşadığımızdan habersizdi ve atalarını inkâr ederek günaha giriyorlardı. Ki bu sadece hikayenin (ihtimalin) yarısıydı. Çünkü olayın denizminaresi açısından ele alınması (!) da gerekiyordu. Dolayısıyla olayların ve şeylerin son (güncel) haline bakıp, karmaşık yapıları ve gelişimleri yüzünden “bir tanrı olmalı” diye düşünenler aslında büyük bir yanlış anlamaya ibadet ediyorlardı. Bu düşünceler onu yeniden gülümsetti ve biraz daha tuzlusu yutturdu. Artık iyice uzaklaşmıştı ve kıyının görüntüsü panaromik bir hal almıştı. Denizin ve yıldızlı gökyüzünün gümüşi pırıltısı arasında duran sahil kasabası, sarımtrak ışığıyla; altın ve gümüş kullanılarak yapılmış sosisli sandviç biçiminli bir mücevheri andırıyordu. Altın Sosis! Kasabanın adı bu olmalıydı. Yine güldü ve yutmamak için ağzını kapadığı sular, burnundan içeri yeni bir giriş yolu buldular. Hayat kaynağı suyu, intihar etmek için kullanmanın ne ironik olduğunu farketti, sırtüstü yüzerken.Yıldızlar ne güzeldi! Bir süre su yüzeyinde uzanıp kaldı. Sonra; "Yüzüşmek ne de hoştu! Yıldızların altında! MÜNTEHİR ne sarhoştu, yıldızların altında!" şeklinde, yeni bir versiyonunu söyledi söz konusu şarkının... Fakat emin olamadı; İntihar eden kişiye Arapça'da "Müntehir" dendiğinden... Böyle bir kelime yoktu galiba... Gerçii Arapça'nın kelime türetme uslubuna uygundu ama... İntihar edene -> Müntehir? Hımmmm... Kıyının silüeti tamamen yok olmuş ve sadece ışıkları görünüyordu, o an bulunduğu mesafeden... Buna karşın hiç yorgunluk hissetmiyordu. Yüzüyor, yüzüyor, yüzüyordu. Kararlılığına, cesaretine hayran kalmıştı. Böyle biri miydi? Demek kendini tanımak için kendini öldürmeye çalışması gerekiyordu. Su yutacağını bile bile kahkahayı attı, vardığı bu sonuç üzerine... Su ve atmosfer… Ölüm ve yaşam gibiydi. Ne gibisi! Öyleydi işte! Nefes aldığı sürece hayattaydı, ölümü kana kana içtiğindeyse denizin karanlığına karışacaktı benliği ve onu "o" yapan herşey... Kalsiyum Sandoz tabletiymişçesine suda eriyecekti bedeni... Gerçii toprak da bunu yapıyordu ama su, sanki çok daha sarıp sarmalayıcıydı ona göre... Tabii ya! İnsanın %60'ı suydu. Topraktan değil sudan gelmiştik ve oraya dönmeliydik. Hem, çevreyle ilgili bir makalede ceset gömmenin doğaya zararlı olduğunun anlatıldığını hatırlamıştı. Küçük balıkçı teknelerinin açılmaya çekindiği noktadaydı artık. Bütün gece, ağır tempoda, bazen dinlenerek daha doğrusu kendini dinleyerek yüzmüştü. Havadaki aydınlanmayla birlikte yorgunluğunu hissetmeye başladı. Sudayken bunu daha geç hissederdi insanlar. Zira suya girince kol ve bacaklardaki kan çekilir. İç organlara ve beyne gider. Bir tür ilkel refleks olarak... Suyun soğukluğunun yarattığı hissizlik bu kan çeklimesiyle birleşince bir tür anestezi oluşur. Bu yüzden sudayken yorulduğunuzu hissediyorsanız gerçekten de yorulmuşsunuz demektir. Şimdi yüzmüyor, sadece yüzeyde kalmaya çalışıyordu. Gün doğumunu izledi. Nedense gözleri doldu. Ağlamaya başladı. Korktuğu için ya da pişmanlıkla ilgili değildi. Yalnızca hayatın, basitken ne kadar güzel olduğunu farketmişti. Sonsuz boşlukta yalnız başına ilerlerken, kendini açmış, kendi kendisine açılmıştı. Parçası olduğu "varoluşu" duyumsamıştı. Şimdi "BEN" ve "Ben olmayan" arasındaki tek engel "bilinç" ti. Fakat bu konuda ne yapacağını biliyordu. Öyle derin bir nefes aldı ki sanki tüm yaşamını, geçmişini, 26 yılını ciğerlerine doldurdu. Ve daldı... Kulakları acıyana, su tamamen kararana, artık daha derine inemeyene ve ciğerlerindeki hayatı bırakana dek daldı... Çok fazla su yuttu… The End
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |