Türkmen Kurum ve Kuruluşlarındaki Sorunlar

Irak Türklerini ele alan ve günümüzdeki siyasal açmazlığın nedenlerini açıklamaya çalışan bir yazı.

yazı resim

Türkmen kurum ve kuruluşlarındaki sorunları anlamak için önce büyük Türkmen kurum ve kuruluşları sağlıklı biçimde incelememiz gerekir. Bunu yaparken incelediğimiz yöntemlere iyice dikkat etmemiz gerekir. Şahsen bunu yaparken makro anlamda gözüme çarpan kendi kendini besleyen iki kısır döngü olduğunu gördüm. Bu iki kısırdöngüyü şu başlıklar altında incelememiz mümkün:

1- Kurum ve kuruluşlarındaki mevcut kalitesizlik ve kadrosuzluk.
2- Toplumda gittikçe artan siyasal pasiflik ya da eylemsizlik olgusu.

Bu iki noktaya iyi baktığımız zaman şuna rastlıyoruz: iki kısır döngünün de birbirinden kaynaklandığını...
Siyasetçiler katılım eksikliğinden şikayetçidir, vatandaş da siyasetçilerin pasifliği ve çabuk sonuca varmamasından. Halbuki iki sorunun da çözülmeyecek sorunlar olmadığını biliyoruz. İki önemli noktayı açıklamadan önce burada gözden kaçan bir noktayı ele almak istiyorum. O da katılımcılık sorunudur. Katılımcılık kelimesi nedir? Niye katılımcı bir siyasete sahip değiliz? Dünyadaki uygulamalardan ders almak mümkün mü?

Türkmen siyasi hayatımda gözüme takılan ilk şey de bu olmuştur. Türkmen kuruluşları mutlaka birine emanet edilirken, Batıda ha bire başkanlar değişir ve yeni kanların (gençlere) gelmesine elverişli bir ortam yaratılır. Bu soru işareti televizyonda bir programı izlerken edindiğim bilgiyle zirvesine ulaşmıştı. Bu bilgi, yanılmıyorsam 29 yaşları dolaylarında bir siyasetçinin İsrail’de İçişler Bakanlığı yapmasıydı. Doğuda böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün ise niye bizde gerçekleşmiyor? Bizim sistem bu haliyle İsrail’inkinden daha mı sağlam? Sormadan edemedim. Bu haberi yorumlayanları iki kısıma ayırmak mümkündür: birincisi, İsrail’deki eğitim sistemiyle yani adam yetiştirmekle alakalı bir konu olduğudur ki, buna ben de katılıyorum. İkincisi ise o bakanın bir piyondan ibaret olduğu yönündeki kanaat. Bu da doğal çünkü demokratik bir ülkede devleti yönetmek tek kişinin elinde değil denetlenebilecek bir ekip tarafından gerçekleşir. O zaman kaba taslak şekilde hesaplarsak bizim siyasal sistemle İsrail’deki siyasal sistemi ayıran en önemli nokta “adam yetiştirme” ve o adama güvenme noktasındaki sıkıntılardır. Diğer nokta ise bizim siyasetçilerimizin sahneden çekilme isteğinin olmamasıdır. Bu, Batı medeniyetlerinde de rastlanan bir olgudur. Öyle ki, Thomas Jefferson da 1812’de bu konuya şöyle değinmiştir: “Şunu bilmeliyiz ki; Yaşlıların en önemli ödevi, ne zaman yoldan çekileceklerini bilmek ve artık kazanmayacakları şerefi, yerine getirmeyecekleri görevi gençlere bırakmaktır.” Bu biyolojik tekeli bir sonraki jenerasyonun yetişmesinde ve tecrübeli olmasının önünde en büyük engel olarak görüyorum. Siyaset işi bir kalfa-çırak ilişkisine benzer gerçekleşmediği takdirde, halk deneme yanılmayla yöntemiyle idare ediliyor demektir. Bu da bir felakettir.

Türkmen siyasal hayatı oldukça yenidir. Daha doğrusu Saddam rejimi devrildikten sonrasına hazırlıksız yakalanmıştır. Nasıl yani? diye soracak olursanız tarihimize dönmenizi tavsiye ederim. Türkmen tarihi 90’lı yıllara kadar hep yeraltında gerçekleşmiştir. Siyasal kültürü bir yeraltı kültüründen ibaretti. Seçim sandığını bilmeyen bu siyasal kültür ona göre siyasetçisini yetiştirmiştir. Özellikle ihanetlere uğradıktan sonra iyice içine kapanan ve saldırganlaşan bu mekanizma, kendi gelişimini olumsuz şekilde etkilemiştir. Öyle ki yetiştirilen sözde siyasetçiler, silahsız bir militan görünümü içindeydi. Kim bilir belki de gerekliydi! O dönem için. Ancak rejim değişikliği olunca, siyasetçiler o dönüşümü gerçekleştirmede zorluklar yaşadılar. Burada gruplar arası bölünmeler gerçekleşti. Bir grup oyunu kuralına göre oynamayı seçerken öbürleri kendi bildikleri yöntemleri sürdürmede kararlılık gösterdiler. Tabii bu olaydan tek kaybı eden Türkmenler oldu. Bu olaylar olurken kimse varlıklarını geliştirebilecek en büyük etkeni, yani “katılımcılığı” düşünmedi!

Her iki taraf da bunun farkındadır. Türkmen siyaseti krizde. Siyasal krizden çok işleyiş krizidir! Danışma kurulları oluşturuluyor ama danıştıkları kimseler hep eski kadro (yeraltı mücadele kültüründe yetişmiş olanlar) insanlarıdır. Peki, eski kadrolu olmak kötü bir şey mi? Hayır, yeni koşullara ayak uydurmak şartıyla; başka bir şekilde ifade edecek olursak: yeni/değişen koşullara ayak uydurmamak bir hatadır.

Dostoyevski, Yeraltından Notlar kitabında: Doğa {siyaset} nasıl işleyeceği hakkında size danışmaz ki. Siz beğendiğiniz ve beğenmediğiniz şeyler için {ve/veya} kişisel istekleriniz onu ilgilendirmez.

Ben de siyasetçilerimize doğa sözcüğünü siyaset sözcüğüyle değiştirerek aynı sözü tekrarlıyorum. Siyaset yapılacak ise kurallarına göre oynamalı. Kural dışı oynama tarzları tasfiye/diskalifiye ile sonuçlanacaktır. Akıllı oyuncular kurallar çerçevesinde manevra yapabilenlerdir.

Konuya dönecek olursak, bu kısa siyasal tecrübeden sonra, Türkmen kurum ve kuruluşlarındaki siyasetçi ihtiyacının nasıl giderildiğine bakmak gerekir? Kurum ve kuruluş kurma aşamalarında en fazla ihtiyaç duyulan şey oraya uygun siyasetçi ve idareci bulmaktır. Bu sıkıntıyı aşmanın yegane yolu da eski rejimle şu yada bu şekilde münasebette bulunan ve deneyime sahip olanları bulmak yada eski rejime muhalefet etmiş olan güvenilir adamlar bulmaktır. Birinci gurupla ikinci gurubun demokratik deneyimler açısından ortak noktası; ikisinin de sandıkla barışık olmamasıdır. Bu gruplar demokratik yöntemleri bilmeyen ve inanmayan insanlardır. Ayrıca siyaseti de o bakış açısından algılamaktadırlar. Hal bu olunca, mevcut hataları; popülizm ve halkı (kendi seçmeni olmayan yada seçmeni olup da ilgi göstermeyen kitle) pasiflikle suçlayarak yok saymakta/örtbas etmektedirler. Böyle bir siyasal kadrodan hangi eğitim programı beklenebilir!? Yetişen kadro bile olsa bu sistemden çok geçmeden uzaklaştırılacaktır.

Halkın sandıkla denetim ve cezalandırma mekanizması nasıl işleyecektir?

Irak’ın demokratik bir rejim olduğunu kimse iddia edemez ancak o kaos ortamın da belirli kuralları vardır. Ve bu kurallara riayet edildiği kanaatinde değilim.

İkinci maddeye geldiğimizde. Türkmen toplumdaki yeteneklerin doğru şekilde değerlendirildiği kanaatinde de değilim. Sözgelimi Türkmen siyasi kurum ve kuruluşları toplumun her kesimine kapılarını açıp o kuruluşlarda bir şekilde görev almalarını sağlamalı, toplumla kurum ve kuruluşlar arasında bir tür bağ kurulmalıdır. Burada manevi bağdan çok çalışma ve görev alma, yani aidiyet duygusu pekiştirilmelidir. Mahalle birimlerine inmeli. Ve toplumu yeni yüzlere alıştırmalıdır. Bu yeni yüzlere katılma ve yükselme hırsı verecektir. Kısaca o anahtar kelimeyi uygulanmalıdır. Irak’ta katılımcı demokrasiyi uygulayan örnek bir toplum haline gelmeliyiz. Bu işleyiş sorununa ortak olan ve çözüm formülasyonu üreten/üretmeye çalışan aydınların hali ise iç karartıcıdır. Türkmen aydınlarını ele almak elbette kolay bir uğraş olmasa gerek. Hatta başlı başına geniş bir yazı/araştırma konusudur. Fakat konu Türkmen kurum ve kuruluşlar olduğundan bir nebze de olsa değinmek zorundayım. Kendimce gözlemlediğim birkaç noktayı sizinle paylaşmak isterim. Bu noktaların açılımına gelince ilerideki yazılarımda değinmeye çalışacağım. Türkmen aydınların başlıca olumsuz özellikleri bana göre şöyledir:
• Bir çoğunun davayı yorumlarken zamanın ve mekanın ilerleyişinden bağımsız olarak hareket ettiklerini görmekteyiz.
• Üniversite mezunu, doktor veya profesör gibi akademik unvan sahipleri siyasi açıklamalarını ve edebiyat yazılarını (ünvanlarını kullanarak) toplumun geniş kesimlerine “kutsal metinler!” olarak kabul ettirme çabasındalar.
• Akademik unvana sahip olan aydınlarımızın her şeyden anladıklarını(!) ve kendi ihtisas alanları dışındaki her şeyle uğraştıklarını gözlemlemekteyiz.
• Dergilerimizin yazı kurulu ve bilim kurulu hemen hemen hep aynı isimlerle doldurulmaktadır.
• Dergi ve internet sitelerimizdeki yayınlanan haber, fikir ve makalelerin çoğunun günlük gazete ve köşe yazılarından oluşması, hazır fikir edinme ve kullanma noktasındaki sıkıntıyı göstermektedir.
• Yazılan yazıların bir çoğu fikirsel içerikten çok popülist yaklaşım içermektedir.
• Yazmak isteyen “yeni” yazar adaylarına acımasızca eleştiriler yönelten yada görmezlikten gelen politikaları uygulamalarıdır.
• Aydınlarımızın “ben bilirim havaları” içinde olmaları içe kapalılık durumuna neden olmaktadır.

Bunlar hemen söyleyebileceğim şeyler olup daha derin araştırıldığında daha vahim sonuçlarla karşı karşıya kalacağız. Özetlersek, Türkmen siyasi sistemindeki en belirgin sıkıntı kendi bekası için çalışmamasıdır. Yeni jenerasyonlara yol açılmalı ve siyasal arenada toplumun her kesimi yerini bulmalıdır. Böylece daha sahipleyici tutumlar görür ve daha etkin siyaset güdebiliriz. Bu noktada aydınlarımıza düşen görev; demokratik yöntemlerden korkmayıp bu süreci daha hızlandırmalarıdır. Kendi kişisel egolarından çok, ihtisaslaşmaya saygı duymaları gerekir diye düşünüyorum.

Başa Dön