..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçeği arayan bir insan, öncelikle her şeyden gücü yettiğince kuşku duymalıdır. -Descartes
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > ihsan alaittin bilgen




2 Temmuz 2007
Sır'ın Merkezine Seyahat  
Çocukluğundan bu yana O, bunun farkında olmasa da, yıllar sonra evrenin en büyük sırrı olarak pazarlanan, bir düşüncenin özüne uygun yaşamıştı.

ihsan alaittin bilgen


‘Şu elinde tutuğunuz şey büyük bir sır. Çağlar boyu nesilden nesile geçerken, bir çok insan ona gözdikti, onu gizledi, kaybetti, çaldı, büyük paralar karşılığı satın alanlar oldu. Tarihdeki en önemli insanların bazıları yüzyıllar kadar eski olan bu ‘Sır’a vakıf olmuşlardı. Eflatun, Galileo, Beethoven, Edison, Cornegie, Enistein ve diğer mucitler, bilim adamları ile büyük düşünürler ‘Sir’rı biliyorlardı ve şimdi ‘Sır’ dünyaya açılıyor...’ Tanıtım yazısıyla piyasaya sürülen kitaptan haberdarsanız bu roman sizin için.


:BHBF:


Sır’ın Merkezine Seyahat
     
Çocukluğundan bu yana O, bunun farkında olmasa da, yıllar sonra evrenin en büyük sırrı olarak pazarlanan, bir düşüncenin özüne uygun yaşamıştı. Sırf bu nedenle O, herbiri kendi alanında dünyanın önde gelen gurusu sayılan, seminerlerine avuç dolusu paralar dökülerek girilen, her kelamlarına kitaplar dolusu anlamlar yüklenen gurulardan çok daha guru sayılırdı. Onlardan tek farkı yaşamı boyunca sırf birileri okuyup da bir hisse çıkarsın diye tek bir satır bile karalamamış olmasıydı.
     
Daha ilkokul yıllarında çevresinin sevgisini kazanmıştı. Kuzguni düz saçları, içi gülen gözleriyle hangi komşularının gıcırdayarak açılan tahta kapılarını aralasa sevgiyle karşılanırdı. Ona gösterilen bu sevgide hiçbir şey beklemeden verme isteğinin payı büyüktü. Her araladığı kapının ardından sevgi gülücükleri dağıtarak kafasını uzatıp bakardı.
Almayı düşünmeden verme isteği O'nda o denli güçlüydü ki evlerinin yanıbaşındaki pazar yerinden konu komşuya sebze meyve taşımayı, tatil sabahlarının tek eğlencesi, bir tür oyuna dönüştürmüştü. Başlangıçta kaybetse de sonunda kazandığı bir oyun... Pazarda beşe aldığı bir meyveyi komşularına üçe aldım der, aldığı güzelim meyveleri eşiklerine dek taşırdı.

Bu kadar ucuza bu denli güzel meyveleri alıp getiren ‘uyanık ufaklığın’ güngeçtikçe tedarikciliğini yaptığı komşu sayısı artmıştı. Halden anlayan komşu evin hanımları verdikleri paranın üstünü almamayı adet edinmişlerdi. Her keresinde ‘Kalsın, istemez’ demesine karşın, zararına yapılan bir alış verişin sonunda bile karlı çıkmayı o yıllardan öğrenmişti.
Bu durumun tek istisnası vardı. Aynı bahçe duvarlarını paylaştıkları komşuları Zahireci Şahut’un karısı Altun, para üstünü tamıtamına alır, buna karşılık pantolon ceplerine kuru üzüm, karpuz çekirdeği doldururdu. Bunlar her an elinin altında bulunan şeyler olmasına karşın ‘cıfit’ komşularını da mennun ettiği için mutlu olurdu. Üstelik, tedarikçiliğini yaptığı komşuları içinde siparişi en yüklü tutanda onlardı. Buna karşın huyundan vazgeçmez, ödediği paradan hep daha azını söyler, üstünü komşulardan aldığı bahşişle kapatırdı.

O, farkında olmadan bir çeşit yatırım yapıyordu. Yatırımı yazın meyvesini verdi. Pazar alışverişini kendisinden daha ucuza kapatan komşusunun oğluna Zahireci Şahut, o yaz yanında çalışmasını teklif etti.
Her yaz bir esnafın yanında çalışmaya alışkındı. Babası onu daha önceleri Berber Horo’nun, mahallelerinin gözleri iyiden iyiye görmez olan yaşlı terzisinin yanına çırak vermişti. Berberde yerleri süpürür, işi biten müşterilerin sırtını fırçalar, havluları yıkar, tavanda asılı karton yelpazenin ipini çekip-bıraka berber dükkanın serinlemesini sağlardı. Ona göre bunlar çok sıradan işlerdi. Sıkılırdı. Horo’nun yanında çalıştığı günlerde erkenden dükkanı açmak zorunda oduğu için komşuların alışverişiyle de ilgilenemezdi. Üstelik yaz sıcağında sağa sola yapışmış kılları süpürmek de çok sıkıcıydı. Yine de sabırla ona verilen her işi yapardı. Onun azimli tavrı komşu dükkanda terzilik yapan Rağıp efendinin dikkatini çekti. Babasına oğlunun kendi yanında çalışmasını teklif etti. ‘Terzilik dünyanın her yanında ihtiyaç duyulan bir işti. Kutupta da olsa ekvatorda da olsa insanlar bir şeyler giymek zorundaydılar. Berberlik ise kıl yolmak.’ Yaşlı terzi ondan ipliği iğneye geçirmesini, ütünün kömürünü yellemesini, dükkanı temizlemesini istiyordu. ‘Terzi dükkanı kıl kıbır dolu değildi ki temizliğinden ne olacaktı.’ ‘İşini iyi yaptığın günler sana teğel çekmesini, ilk ütü yapmasını hatta elin udumluysa çeket yakası teğeli çekmesini bile öğretirim’, demişti Ragıp Efendi. İşini hep hakkıyla yapmış, ilk günden yüksük takıp, teğel çekmişti.

O, çalıştığı işten para kazandığını sanıyordu. Oysa ustasının ona verdiği haftalıkları bir gün önce babası ustasına veriyordu. Altın bilezik sahibi oluyor zanaat öğreniyordu. Zahireci Şahut’un, yanında yaptığı işlerse çok farklıydı. Elbette burada da dükkan temizliği yapıyordu.Hatta Şahut ondan dükkan önündeki taş kaldırımları bile su serpip, süpürmesini istiyordu. Kasabalarının itibarlı tüccarlarının birinin yanında çalıştığı için mutluydu.

Zahireci Şahut’tan çok şey öğrenmişti. Ticaret bambaşka bir işti: ‘Kimsenin görmediğini görmek kimsenin yapmadığını yapmak gerekiyordu.’ Patron denmesinden hoşlanmasa da bana ‘Şahut Amca de’, dese de. Şahut, onun ustası değil patronuydu.
‘Patronu’ ondan, Avrupadan getirttiği kırmızılı mavili zehirli buğdayları serpmesi gereken yerleri gösterdiğinde ilk dersini almıştı.

Komşuları Şahut Amca, her yazbaşı elinde şirin mi şirin bir kedi yavrusuyla kapılarını çalar: ‘‘ Bak komşi ne şirin değil mi? Üstelik damağı da damgalı cins bir yavru ’’ deyip onlara kedi yavrusu hediye eder, hemen ardından da emektar kedileri ortadan kaybolurdu. Şahut Amcası, ambarını tıkabasa doldurduğu yaz günlerinde sermayesini zahireci farelerine kaptıracak kadar ahmak değildi. Fransadaki akrabalarından zehirli buğday getirtmişti. Mavi renkli buğday taneleri fındık fareleri, kırmızıları cardun dedikleri azman fareler içindi. Mavileri duvar diplerine, kırmızıları giriş kapısının eşiğine, dükkanın arka köşesindeki ayakyolunun kapısının arkasına dökmesi gerekiyordu. Şahut Amcası, zehirli buğdayları miğdelerine indiren farelerin dükkanın hemen arkasındaki evlere dadanacağından emin olduğu kadar sersem sepelek dolaşan fareleri yiyen kedilerin öleceğinden de emindi. Bu bilgi denklemin bir yarısıysa, öleceğini anlayan her cins kedinin yaptığı gibi, bir yaz öncesi damaklarındaki nişana bakıp hediye ettiği, kedilerin öleceğini anladığında evlerinden uzaklaşması da denklemin denkliğini sağlayan diğer yarısıydı. Komşuları kedilerinin neden öldüğünü bilmese de o tedbirini alırdı. Ticaret sanatı kimsenin görmediğini görme kimsenin yapmadığını yapma sanatıydı.
     
Ögrendikleri bununla sınırlı değildi. Şahut Amcası, zahireciliği diğer meslektaşlarından farklı yapardı. Diğerleri köylünün buğdayını, arpasını ucuza kapatmak için binbir mazeret uydururken o zahiresini satmak için dükkanına gelen köylülere, ‘‘Sıkışık değilsen malını elden çıkarma kışa doğru iyi para eder’’, der arkasından eklerdi, ‘’Sıkıştıysan malına değer biç. Alıcı oldu mu ben senin adına satarım’’. Hemen ardından da alacağı komisyonun pazarlığını yapardı. İllede malını elden çıkarmak isteyen köylüye diğer zahirecilerin verdiği fiyattan biraz daha fazlasını verir ondan bundan topladığı özmalı zahireye, köylülerin ona satması için emanete bıraktıkları zahirelerine biçtikleri fiyattan biraz düşük fiyat koyar, alıcılar ilk tercihlerini onun yığma tabir ettiği özmalı zahirelerden yana koyarlardı. Mala bağladığı parayı diğer tüccarlardan önce nakte çevirdiği için yazboyunca herkesten fazla mal satar, daha çok para kazanırdı. Köylülerin kendi adına satması için emanet bıraktığı zahirelerse meraklı alıcısını bekler dururdu. Şahut Amcası, büyük market zincirlerinin yıllar sonra bulduğu ‘el taşıyla el kuşu vurma’ yönteminini yıllar önce keşfetmişti.
     
Yaz sıcağında kuruması için tepecikler halinde açığa yığılan zahireleri hırsızlardan korumak bir hayli
‘müşkül’ oluyordu. Hırsızlardan kollasın diye tutulan bekçilerden korumak ise nerdeyse imkansızdı.
Zahireciler her akşamüstü tepeler halinde yığılan buğdayların, arpaların üstünden küreğin arkasıyla iz çeker, sabah ilk olarak bu izlerin bozulup bozulmadığına bakarak buğdaylarını çalınıp çalınmadığını kontrol ederlerdi. İz çektikleri kürekler bulunmayacak bir şey değildi. Bu minareye rahatlıkla kılıf bulunabilirdi. Şahut Amcasının, bu ‘müşküle’ bulduğu hal çaresi bir hayli farklıydı. Tahtadan bir kalıp yaptırmıştı. Tepecik boyunca tahta bir sapa tutturduğu bu kalıbı sürter, etek kısmına geldiğinde kalıbı buğday ya da arpa yığınına bastırırdı. Kalıba oydurduğu arapça ‘Allah’ yazısı zahire yığının eteğinde belirirdi. Bu özel kalıbı geceleri kasasına kilitlerdi. Hem kalıbın herkesin kolayca bulabileği türden olmaması hem de ‘dini bütün hırsızlar’ ‘Allah’ yazısını bozmaya çekindiklerinden onun yığınlarına ilişen olmazdı. Tabii komşuları onun bu yöntemini taklit etmekte geçikmediler.

Yeni işyeri sadece insanlarla değil hayvanlarla da iletişim kurması için önünde yeni fırsatlar açmıştı. Yaz ögleden sonraları Patronu dahil tüm kasabalı yaz uykusuna dalardı. Dükkanın önünde her zaman suya kapılmış karpuz hızıyla akan insan seli çekilir evi yakında olan evine evi uzak olan gölgelik bir duldaya çekilir uzun yaz günlerinde günü ortalamış olmanın bahtiyarlığıyla uykuya dalardı. Kurdukları fantazilerin esrikliği ile neredeyse ucu yere değen organlarınına eksersiz yaptıran zahireci eşşeklerinin de huzur içinde kulaklarını oynata oynata uyukladığı saatlerdi bu saatler. Oldum olası hareketsizlikten hoşlanmayan tabiatı bu duruma isyan eder, yanlızlığını yüzüne vuran bu sessiz sakin saatlerde hüznü artar sessizliği yırtmak isterdi. Yaptığı basit bir hileyle yakın çevrede bulunan kasabalıları öğlen uykusundan ederdi. Eşşeklerin yanyana bağlandığı dükkanın arka duvarına bakan yüksek penceresine çıkar kızıkmış dişi eşşek ağzıyla uzaya kısala ai ler çekerek, ıhlaya tıslaya anırmaya başlardı. Önce en yaşlılarından erkek bir eşşek anırarak onu selamlar ardından eşşekler korosu mutad öğle senfonisine başlardı.
     
Çok geçmeden çırak olarak girdiği zahireci dükkanı onun sürekli çalıştığı işyeri olmuştu. Amca dediği patronunun güvenini kazanmıştı. Patronunun oğlu kadar işyerinde sözü geçiyordu. İlkokulu beraber okuduğu Murdok ve kızkardeşi Şıma okumak için İstanbulda özel bir koleje gitmişlerdi.

Oğlu gittiğinden bu yana patronu ona daha çok ilgi gösterdiği için memnundu. İlkaşkı Şima’ dan ayrı kaldığı için de mutsuz. Her fırsatta henüz serpilmeye başlayan göyüslerine onu sıkı sıkıya bastırarak kucaklayan sevgilisi artık çok uzaklardaydı. Bir iki sımsıcak mektubun arkası gelmemişti. Onun memlekete döneceği tatilleri iple çekiyordu. Kıvırcık saçlarını savuruşunu, kalçalarını daha bir belirginleştiren minik çiçekli basma elbisesini, ıslak dokunuşlarını özlemişti. İnatcı kişiliğine karşın ona son derece sıcak davranışını unutamıyordu.
Annesi, bir ramazan ortası komşudan bir ahbabına ‘Peygamber Efendimizin Sakalı şerifini öpmeye gider miyiz’, diye Şima ’yla haber yollamıştı. O, bu haberi kadından olmadık bir yanıt almasına neden olan kendi dininin lisanına çevirip şu şekilde götürmeyi uygun görmüştü: ‘’Muhammet Efendinin sakalı çıkmış öpmeye gider miyiz diye İnayet Teyze soruyor’’. ‘’Kimden bahsettiğini anlayamayan zavallı kadıncağız Muhammet Efendinin sakalı çıkmışsa çıkmış ne işim olur elin herifini sakalıyla İnayet Hanım aklınımı oynattı’’ diye karşılık vermişti annesine.
Şima’nın adının geçtiği her yerde bu olayı hatırlayan annesinin onu gelinliğe kabul etmeyeceğini kafasında kurar hüzünlenirdi.

Atmışlı yılların ortalarında Patronu Şahut Amcası, belki de gelecekteki Kayınpederi apar topar şehirlerini terk etti . Söylediklerine göre Amerikada oldukça varsıl bir hayat süren abisinin yanına gideceklerdi. Emsalsiz ticari sırlar öğrendiği patronu, zahireci dükkanını babasından aldığı çok az bir para karşılığında ona bıraktı.

Sırrı’nın bilmeden de olsa yaptığı duygusal yatırım ilerde edineceği büyük servetin anası olan ilk işyerine kavuşmasını sağlamıştı.

     Birinci Bölümün Sonu.
   



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Şöhretli Yazar Olmanın Formülü [Öykü]
Dışardakiler [Öykü]
Aynan Benim... [Öykü]
Şeytanmerdiveni [Öykü]
Pijamaların Yok Mu? [Öykü]
Botlar [Öykü]
Homa Kuşu'nun Seçimi [Öykü]
Bildik Bir Öykü [Öykü]
Gece [Öykü]
Yitik Bir Cumartesi Gecesi [Öykü]


ihsan alaittin bilgen kimdir?

Yaşam denizinin kıyısında taş kaydırırken derinliklerinden gelen kokusunu içinize çekemezsiniz. Her seferinde biraz daha derinlerden gelen kokusunu duymak için ilerilere açıldım. Her seferinde yeni acılar, hazlar tattım. Acıları, ''yaşadım ya, bu da bir şey'' ibmiginden geçirip katlanır kıldım. Nerede ve ne şartta olursa olsun gülmeyi unutmadım. Gülümsetmeyi denedim.

Etkilendiği Yazarlar:
Haldun Taner,Nazım Hikmet,Volter,Victor Hugo


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.