Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
İtalyandı Sakki.Tam olarak; kırk altı yıl, on bir ay ve on iki saat evvel Adriyatik denizi kıyılarından, Ege denizi kıyılarında bir kasabaya yerleşmiş olan gerçek bir İtalyandı.Sakkinin Ege'ye gelişinin kırk altı yıl, on bir ay ve on üçüncü gün olmasına artık saatler kalmıştı; henüz anlatıyor olduğum o saatlerde. Sakki mutfakta öylece durmuş, buz dolabının pas tutmuş kapısını izliyordu daha sonra kapıyı kendinden beklenmeyecek bir zerafetle; yavaşça açtı, hızlıca açmasına gerek kalmayacak biçimde eskimişti dolap çünkü.Dolabın bu eski ve yıkık görüntüsüne şaşırılacak bir tezatlıkla Sakki'nin dolaba yerleştirdiği her şey hızla soğuyor ayrıca buz tutuyordu.Sakki'nin geçen hafta pazardan satın aldığı domates, sivri ve dolmalık biber, maydonoz ve erik şimdi hepsi neredeyse buz tutmuştu.Yutkundu Sakki, yutkunurken susadığını fark ederek dolabı inceledi,İhtiyarın dolabı ustalıkla yerleştirilen şişelerin içinde mevsime uygun türlü sıvılarla doluydu; gazoz şişesi içinde su, cam şişe içinde henüz bitiremediği votka ve votka için özenlesatın alınmış portakal suyu;yine bir cam şişe içinde. Eline gazoz şişesini aldı Sakki, içinde buz parçacıklarıyla soğuk suyu taşıyordu şişe ve hiç tereddüt edilmeden diplenmeyi bekliyordu sıcak, kuru havada. Öyle de yaptı Sakki; şişeyi ince ve sararmış dudaklarına dayayarak dipledi.Hızlıca içtiği sular, yanaklarını ve içini ıslatıyordu Sakki'nin, kirlenmiş beyaz sakalları, yüzüne batırılmış toplu iğne başları gibi sıcak havanın beyaz kollarında pırıl pırıl parlıyor ve bir jilet kadar keskin görünüyordu.Yeşil gözleri, Sakki ile beraber ihtiyar bir bunaklığa bürünüp griye dönüşmüştü artık. Gri gözleri ve burnu artık Sakki için, içine çekmek zorunda kaldığı bir dert olmuştu, yüzünde ve az sonra anlatacağım anısı içinde.Sakki suyu henüz içiyorken, iki gün önce yaşadığı utanç verici anlarını hatırladı; en olmadık zamanlarda akan burun ve gözlerle yaşadığı utanç verici cılız anlarını; şöyleydi ihtiyarın hatırladığı zavvallı cılız anısı; İki gün önce kaporta ustası Halil Ustanın yanına uğramıştı ihtiyar; kasanın yanında oturan Halil Usta bitirdiği işleri tomarla sayarken bir bardak su istemişti zavallı Sakki ve suyunu bitirir bitirmez deli, kocamış burun akıvermişti birden ve ardından gözleri, içtiği sudan fazlasını, önce ince bir sızıyla ve sonra sert bir küfür gibi akıtıvermişti, ıslak yüzünde topla tüfek oyun oynar gibi Sakki'nin. Yine bir dikişte içmişti suyu ve az sonra akacaktı elbette burun,burnunun içinde gezinen küçük karıncalarla az evvel içtiği su, bir beddua gibi burnundan bir güzel gelecekti.Utanç veriyordu bu durum Sakki'ye.En olmadık yerlerde kendini ağlamaya ve burnunu silmeye mecbur hissediyordu çünkü.Böyleydi işte iki gün önce Halil Ustanın yanında yaşadığı değersiz hissettiren, utanç duygusu ve bu ezik duyguyla az evvel anımsadığı tatsız anısı. Siyah şortundan, sararmış el işlemeli mendilini çıkarttı Sakki, burnunu enlemesine doğru sildi, siliyor gibi yaptı.Gözlerini çıplak kolları üzerinde gezdirdi daha sonra.Kollarında göz yaşlarına maruz kalmış ekşi bir ıslaklık kurumaya bırakılırken, ağır ve titreyen adımlarla oturma odasına doğru ilerledi; ayaklarıyla yerleri bileylemeye meraklı çocuk gibi sürtünme sesi ve hapşırmaktan nefesi kesilen bir ihtiyarın boğulurken çıkardığı kükreme sesi eşliğinde; Sakki dışında, odanın tam ortasında ona İtalyadaki krallığını anımsattığı için yerini değiştirmediği hakiki deri koltuğu durmakta hatta Sakki ile beraber odada öylece oturmaktaydı.Sakki'nin krallığına dayadığı çıplak sırtı, az sonra krallığa yapışmak üzere ihtiyarla birlikte dimdik ve cesur görünümüyle duruyordu şimdi öylece, ihtiyar Sakki hapşırmaya devam etti; koltuk henüz kuru. Karşısında duran fiskos masasını inceledi sonra; fiskos, üstünde duran, Sakki'nin yirmi iki yaşındaki fotoğrafı altında eziliyor gibi iki büklüm ve yüzü Sakkiye doğru dönük duruyordu öylece. Fiskos üzerinde sesizce duran bahsettiğim fotoğraf İtalya'da, Sakki'nin Türkiyeye gelmeyi planladığı günün gecesinde Almin tarafından,kumsalda dolunay'ın yetersiz ışığa rağmen çekilmek istenmiş, flaşın patlamayacağı düşüncesi ile maalesef Sakkinin barakasının mutfağında yoğun ve güçlü ışık altında çekilmişti.Sakki ne zaman barakanın mutfağında çekilmiş olan o fotoğrafa baksa, kumsalda çekilememiş fotoğrafı anımsardı evvela.Yine öyle olmuştu, Sakki o anda kumsalı düşünüyordu; Ne kumsaldı ama! Şöyle ; Ay ışığına ayyaş olan yengeçler kum üzerinde sağ ve sol yanlara doğru debelenirken Sakki ve Almin'in buğday renkli tenlerinden Ay bir ateş gibi akıyor sonra tenlerinde ekmek kızartısı gibi kalakalıyordu.Yengeçler ve aşıklar mayhoş gecenin kollarında, deniz suyu ve aşktan sırılsıklam edilmiş bir yara gibi sersefil ve tuzlar içinde. İki genç aşık, birbirlerine inanılmaz bir biçimde bağlanıyordu o gece, inanılmaz ve kızarmış ateşler içinde; Sakki ; ''Gideceğim Almin'' demişti, son kelimesiyle, göğsünde uzanan Alminin yumuşak ve deniz kokan siyah saçlarına doğru, rüzgarda dağılan mayhoş nefesini Almin'in saçlarına doğru vererek. ''Türkiyeye gideceğim, Ege'de harikulade bir kasaba.Çok iyi olacak Almin çok iyi!'' Almin Sakkinin yurt dışında çalışma isteğini hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği bir heves olarak görüyor bu nedenle de bu hevesi gereği kadar önemsemiyordu. ''Haklısın Sakki'm. Gitmelisin, çalışıp dönene dek beklemeliyim ben de seni, sadık ve sana ait olarak beklemeliyim.Git Sakkim, gelmek üzere git.Çocuklarımız olabilsin diye git'' Bunları söyleyebilmişti Almin, yüzünü öpen Ay ışığının ılık nefesi altında; yüzü ateşli ince bir kumaş gibi az sonra tutkuyla alevlenmeye hazır; bakışlarıyla Almin bunu anlatarak. Sakki yavaşça dirsekleri üzerine doğruldu; ellerine bakarak ve baktığı ellerden batan kum tanelerini çırparak şöyle dedi Almin'e; ''Bu elleri görüyor musun Almin'' Elleri görüyordu Almin; kan basıncından neredeyse morarmak üzere olan eller havada iki ağır kürek gibi yukarı aşağı sallanıp duruyordu. ''Bu eller çok çalışacak Almin.im ve doğmasını beklediğimiz bebeklerimiz için, çok çalışacak.Sana ve bana bakacak bu eller, hayatımıza ve bebeğimize işte bu eller bakacak!'' ''İçinde cılız kumların uyuduğu sıcak ellerinle, bize çocuğumuzu getirmeye git.Doğum tarihini getir çocuğumuzun, gelmek üzere git benim Sakkim'' demişti Almin; söylediğinin gerçekliğine pek ihtimal vermediğinden dudaklarının kenarına ince bir gülüş kondurarak, Oturduğu yerden yüzünü Sakkisi.ne doğru çevirdi sonra, Sakki'nin yüzünde bir yerlerde derin bir uykuya dalmış gibi öylece duruyordu yüzüyle Almin; Ay ışığı gökyüzünden sıcacık akarken, dalıp gitmişti sevdiği adamda, ıssız bir yerde. Sonunda ıslak ve dolgun dudaklarını Sakkisinin ince kırmızı dudaklarına değdirdiğinde dalgaların sesi daha net duyulmaya başlanmıştı, ''Sakkim seni bekliyor olacağım'' demişti Almin, ''Dudaklarının ucunda olacağım ve görebileceğin gecenin ve aşkımın yanında sen,daha derinimde, yalnız benimle olacaksın'' demişti Sakkinin kulağına Almin aşkı ile ılık ılık fısıldıyarak. Sakkinin ihtiyarlamış göğsü o geceyi anımsamasıyla beraber yeniden alevlenmiş ve binlerce km uzaktan bile, yine canına okumayı başarmıştı. İşte o fotoğrafa bakıyordu Sakki anlatıyor olduğum o saatlerde; barakanın yoğun ve parlak ışığı altında, mutfakta pozlanmış olan fotoğrafa bakıyordu. Fotoğraf şimdi Sakki'nin oturma odasında; misafirlikte, Sakki'nin ıslak gözleriyle bir aşk gibi sırılsıklam duruken Sakki görünen fotoğrafa ve ilk bakışta görülemeyecek olan diğer gerçek fotoğrafa bakıyordu; kumsalda aşka uzanmış iki genç aynı karedeyken ihtiyar, Almin'e duyduğu aşkla bir eski fotoğrafın kayıksı akıcılığında, akıp giderek gördüğü fotoğrafa büyük bir bunaklıkla aldanıyordu. Bahsettiğim fotoğrafın dışında önemli bir şey daha var ;fotoğrafın gri çerçevesine sıkıştırılmış bir vesikalık, bu çok önemli; ihtiyar için çok önemli olan bir vesikalık; Almin'in güzel esmer yüzüne ait bir vesikalık çünkü; sevgili Almin Mon'aya ait küçük esmer bir vesikalık; Sakki'nin ateşiyle, dudaklarında eriyen buz tanesi ve Sakki'nin soğuk gecelerinde üstüne giydiği ateşli hırka; sevgili Almin, her şeydi Almin Mon'a, O bir Monalizaydı ve vesikalık fotoğraf işte, o Monaliza' ya aitti, bu işte, çok önemli; ayrıca size Almin'in nasıl Monaliza'ya benzeyebildiğini ve bahsettiğim çok değerli vesikalığın başına gelenleri de anlatacağım : Şimdi,Vesikalık fotoğraf Cariva adında İtalyan bir köylü tarafından, Cariva'nın dördüncü denemesinden sonra nihayet pozlanmıştı.Cariva geç de olsa baştan savma bir tezcanlılıkla çekmişti, vesikalık fotoğrafı. Sakki'nin yurt dışına gideceği kesinleşmişti ve büyülü duyarlılığıyla Almin, erkeğinin gideceğini öğrendiği günün akşam saatlerinde, Sakki'ye vermek üzere Cariva tarafından baştan savma olarak çekilecek bile olsa Cariva'ya bir fotoğraf çektirmişti.Çekim sırasında Almin, Cariva'nın ısrarıyla zoraki gülümsemiş sonra yüz kasları kendiliğinden, yavaş yavaş kayarak somurtmaya doğru çözülmüştü,işte tam o esnada Cariva tekrar ediyor olduğum şu baştan savma tez canlıllığıyla deklanşöre basıvermiş ve bir anda rastgele olarak vesikalık nihayet pozlamış oldu. İşte o andan sonra Almin'in yüzünde duran, karasız ifade yıllarca Almin'in yüzünde asılı kaldı, Monaliza'nın kararsız derinliğine benzemesine yol açan bir sanat benzetmesi gibi, bahsettiğim ifade o anda doğuvermiş ve bir daha hiç ölmemişti Almin'in yüzünde ve Sakki'nin yüreğinde bulunan tozlu bir kitaplıkta, bir kitap gibi yıllar boyu okundukça okunmuş bir türlü bitmek bilmemişti. Bu benzetmeyi ben yapmıyorum inanın, fotoğrafı resme benzeten ben değilim yani; Sakki'nin benzetmesi bu tamamen.Sakki'ye ait komik bir benzetme.Öyledir ama Sakki, duygusal bir adamdır ve aşık olduğu kadınları ıslak bir sünger gibi derin duygusallığıyla içine çeker onları olmadık şeylere benzetir.Almin'i Monalizadan başka daha nelere benzetti ah bir bilseniz. İşte duygusal Sakki Almin'in fotoğrafını,Monaliza'nın portresine benzetiyor ve bu küçük fotoğrafı değerli bir sanat eseriymiş gibi yıllardır büyük bir titizlikle sadece kendisinin görebileceği her yerde saklıyordu: İç cebinde, cüzdanında, bir ara yatağının baş ucunda, sonra bir defter arasında bir ayraca benzeterek Almin'in yüzünü, saklamıştı duygusal Sakki.En son oturma odasında Monaliza portresinin hemen altında duran barakada çekilmiş olan fotoğrafın gri çerçevesine sıkıştırlmış bir vaziyette durmaktaydı fotoğraf.Şimdi fotoğraf kayboldu, anlatacağım size; fotoğrafın başına gelenleri ve güzelim fotoğrafın nasıl kaybolduğunu anlatacağım. Cariva Almin'e ait yüzü fotoğrafladıktan hemen sonra, bir suçlu gibi ellerini yıkamış,Almin'in fotoğraf için verdiği kaporayı da o ıslak elleriye almıştı.Cariva; pervasız adam,ancak Cariva ıslak elleriyle kendisine uzatılan parayı alabilirdi.Duyarsız adamdı Cariva, insani değerleri, köyde tarla çabalarken bulup, geliştirememişti bir küp hazine gibi.Kendinden başka hiç kimsenin duygu ve düşüncelerine önem vermeyen cinsten bir adamdı, zavallı diye de tabir edebileceğimiz fotoğrafçı Cariva. Cariva ayrıca; resme ya da ilime de meraklı değildi.Cariva sanat ve kavramlarda insanların yabani ot gibi bittiğine inanabilirdi ancak; küçük taş ve çayırdan toplama kuru birikimlerinde; hep bir tarlada çaba yaparken Cariva. Neyse fotoğrafçıydı artık.Aslına bakarsanız şu meşhur tez canlılığıyla bir fotoğrafçı bile sayılmazdı; bırakın şehirde yaşamayı kasabaya bile uyum sağlayamaycak kadar kaba bir adamdı ayrıca;bu çok kaba ve anlaşılmaz bir adam, asla iyi bir fotoğraf çekemedi. Fotoğrafçı sayılmazdı inanın ve fotoğraf diyemezsiniz Cariva'nın çektiği fotoğraflara ve tekrar ediyorum; fotoğrafçı denilmezdi Cariva'ya.Çırak ya da amorti denilirdi ama sanatına pek düşkün olan bir fotoğrafçı tarafından öyle ya; kasabada yaşayabilecek kadar medenileşmesi için asistanlık yaptırılıyordu Ona; Moller tarafından, hepsi bu. Fakat Almin Mon'a; eşsiz kadın.İfadesi ve ifadesizliğiyle bir resme benzeyebilirdi bir anda ve bir tabloya gibi seyredilebilinirdi saatlerce hatta günlerce, seyrine doyum olunmazdı; içinde türlü gizemleri ile bir derinliği vardı Almin'in yüzünün,tıpkı bir tablo gibi. Almin Mon'a; sanat ve hayat gibi her geçen gün daha da yoğun ve taze. Benzerdi; sanatta ve hayatta biten yabani otlara ve tüm hırçınlığıyla bir tarlada sürülmeye hazır ya da başka bir kıyıda başka bir an.ın.da denize tüneyen balıkçı kuşlarına bile benzeyebilirdi Almin. Carivanın yeteneksizliği ile Almin'in sanatsal güzelliğini kıyaslayacak olursak,vesikalığın başarısını, Almin'in varlığına sadece var olmasına, sadece o kadar güzel bir biçimde var olmasına, bağlayabiliriz. İşte o Almin, o gün Cariva'nın yanından ayrıldıktan hemen sonra eve doğru bir boy yürürken, Sakki'sini düşünmüştü sadakatle. Almin'in cebinde altı vesikalığı karşılayacak yeterli para bile olmazken sevgili ruhu; sevgili Sakki'si, yurt dışına gidecekti; gidebilecek miydi sahiden? Sakki'ye gereken miktarla Almin beş bin adet vesikalık çektirebilir ve bir anda Cariva'yı zengin, ustası Moller'i de kasabada meşhur bile edebilirdi. Oysa bu pek mümkün gözükmüyordu çünkü Almin, Cariva'ya henüz şu kapora dışında gereken miktarı bile verememişti.Peki Cariva ve ustası Moller'i nasıl zengin ve meşhur edecekti? Sakki'sini düşündü bu sebepten karamsar, Sakki'nin parasızlığını düşündü sonra. Yurt dışında sallanıp duran Ege Denizi'ni düşündü; denizin vurduğu kayaları ve kayalarda tüneyen balıkçı kuşlarını düşündü kendi gibi ağlaşan balıkçı kuşlarını, düşündü, ağladı yine düşündü... Sakki bahsettiğim kayıp fotoğrafıyla sevgili Almin'in hayalini oturduğu koltukta derin derin düşünürken, o gün Almin'in fotoğrafçıdan ayrıldıktan hemen sonra içine düşeceği ve bir daha hiç çıkmayacağı boğucu karamsarlığı tahmin bile edemiyordu.Almin'in yüzünde gezinen kara bulutları hayal bile edemedi zavallı ihtiyar Sakki. Oysa karamsardı o gün Almin, karamsarlığıyla yüzünde gün boyunca, bir gölge boyu bulutlar dolaşmış, yer yer parça bulutlar birden bire sağnak yağışlara sebep olmuştu, Almin yollar boyu yapayalnız incecik bedenini sırtlarken ne de çok ağladı bir bilseniz.Yüzünde yağan kararsız ve karamsar yorgun ifade, yıllar boyu da öylece kalakaldı. Ama bilemezdi Sakki Almin'in o gün ağladığını ve Almin'in o gün neden ağladığını bilemezdi.Nereden ve nasıl bilsindi Sakki? Fotoğraf suskundu üstelik şimdi kayıptı fotoğraf ve Sakki ihtiyardı artık, unutuyordu; bazen ismini unutuyordu, ''Nasılsın'' diye sorulduğunda nasıl olduğunu unutuyordu, votkayı kimin içtiğini unutuyordu, gözlüğünün yerini her ihtiyar kadar Sakki de unutuyordu. Alminin dışında öğrendiği ne varsa unutabiliyordu Sakki bu yüzden pek hayal de kuramazdı.Kurduğu hayaller yarıda kalır, başı sonu belli olmayan kahramanlarıyla aniden kesiliverirdi. Yaşayan eski ihtiyar, hayalsiz topraklarda bir tozlu yaprak bir yabani ot gibi bitip tükeniyordu, benzetmeleriyle meşhur şu duygusal ihtiyar, şimdilerde hayal dahi kuramıyordu bu sebepten dolayı; fotoğrafta gördüğü Almin'in az sonra ağlayacağını da göremiyor sadece fotoğrafa bakarak az sonra olacakları tahmin filan da edemiyordu. Sakki yaşıyordu hala Cariva ölmüştü ama. Bağları çapalamaktan ve en olmadık zamanlarda deklanşöre basmaktan nasır tutmuş parmaklarıyla bundan tam olarak yirmi iki sene evvel; göç etmişti, içinde tarlaları, sanatkarları ve sanatkarların eserleriyle kendi etrafında dönüp duran bu Dünyadan. ''Casagemas Tabutta'' gibi bir eserle P.Picasso da ölmüştü esere benzer bir biçimde elbette ve L. Da Vinci de ölmüştü hem de Carivanın doğumundan yıllar evvel ölmüştü; darbe dolu fırçalarıyla, Cariva ve sevgili Almin'in yaşayacaklarından hiç habersiz, göç etmişti tüm gizemi ve sırlarıyla yine ve hala kendi etrafında dönüp duruyor olan bu Dünya'dan. Evet niceleri ölmüştü; tıpkı Cariva gibi ölmüştü, niceleri. Bir eser gibi esip gitmelerle, göçüp gitmiş, ölmüşlerdi şimdi hala kendi ekseni etrafında dönüp durmakta olan şu bilindik Dünya.. Sakki yaşıyordu ama Monaliza da yaşıyordu hala; Sakki yaşıyordu evet ve yaşadığı her gün değerli vesikalığın başına gelenleri derin bir sızıyla daha da çok merak ediyordu. Neredeyse fotoğrafın kayıp olduğunu cılız hafızasına rağmen hiç unutmayacak gibi ihtiyar, meraklı buğulu camdan gözleriyle her sabah uykusundan, evvela Almin'in fotoğrafını düşünerek ve Almin'in hayalini kurarak uyanıyordu. Anlatacağım fotoğrafın başına gelenleri de anlatacağım sizlere Sakki duymayacak anlattıklarımı, fotoğrafın başına gelenleri de hiç bilemeyecek Sakki, zavallı ihtiyar.Siz bileceksiniz, sadece siz. Sakki oturmakta olduğu odada Alminin'in kayıp fotoğrafının boşluğuna bakarak, boşluğa bakarak yani, kesik bir nefes alıp, derin bir iç geçirdi; oturma odasında bir deri krallıkta otup dururken. Ardından oturmakta olduğu hakiki deri koltuktan yapışan sırtını boşlukta patlayan sesler eşliğinde çekip aldı ve yavaş yavaş doğruldu.Gözlerinde yaşlarla koca ihtiyar oturduğu yerden yalpalayarak rüzgardan sersemlemiş ve artık yıkılmak üzere olan bir çam gibi doğruldu ve ağlıyordu Sakki.Almin'i ve sahip çıkamadığı geçmişleri, gelecekleri, kayıp fotoğraf.ı için ağlıyordu.Yavaş yavaş ve yıkılmak üzere olan bir çam gibi ağlıyordu şimdi Sakki. Yanlıştı bir şeyler Sakki'nin hayatında.İç çekip toz yutmalar Sakki'ye kalırdı hep; ağlayamazdı doğru düzgün,doğru düzgün ve sıklıkla ağlayamazdı aslında.Son günlerde toza ve içtiği zaman suya alerjisi vardı ayrıca; su içtiği zaman burnu mızmız çocuklar gibi saatlerce akar; gözleri, başları bozuk musluklar gibi kapanmak bilmeden akar ve akardı.Ağlıyor zannederdiniz aslında ağlayamazdı Sakki.Çok nadirdir ağladığı ve pek azdır Sakki'nin ağladığını gören insan sayısı.Halil Usta görmemiştir mesela Sakki'nin ağladığını; bir yanılgıdır Halil Usta, geçen gün olanlardan sonra büyük bir yanılgıdır artık ve bir ayıptır, değersiz hissettiren utanç duygusudur artık Halil Usta. Görmekle bakmak arasında bir yerlere sıkışıp kalmış bir hendektir, görmeden, içine düştüğünüz bir deliktir Halil Usta; koyu ve karanlık.Her zaman kötü dost, çıkar peşinde bir mahluk ve yalan dolu bir arkadaş.Böyleydi zavallı Sakki'nin arkadaşı; bu kadar ve böyleydi sadece. Hep yanlış gitmişti bir şeyler Sakki'nin hayatında, sıklıkla ağlayamadığını yalnızca bunamaya yüz tutmuş ihtiyar Sakki bilebilirdi. Eğer iyi bir arkadaşı olmuş olsaydı Sakki'nin, emin olun O arkadaş bilebilğirdi Sakki'nin ağladığını ya da az sonra ağlayacak olduğunu oysa Sakki insanlar içinde tütüp duran, için için sönen koca yüreğiyle arkadaşlarını küllenmeye bırakmıştı artık; Yalnız olanlardandır Sakki. Yalnızlığı üstüne ve ömrüne giyenlerden. ve ağlıyordu şimdi, olduğu gibi içinde hayatıyla akıp giden delikanlı Sakki yaşlanmış ve ıslanmıştı. Sanki Sakki'nin unutulacağına dair birileri yemin etmişti. Tozlanmaya bırakılmış bir kütüphanede, toz tutmuş sırtıyla kapağı hiç açılmamış, açılacak olsa bile o kapaktan bir yudum bile içilmemiş, bırakılmış bir kitap gibiydi yaşamıyla Sakki; Öyle bir kitap ki, kitabın adı 'İhtiyar Sakki'nin Tozlanmış Kütüphanesi'' olabilir ancak. ve şimdi ağlıyordu Sakki ağlayarak, oturduğu koltuktan doğruldu bahsettiğim çam kadar doğruldu, yalpalayarak ve sürüklenerek ardından iri ve nasır tutmuş, sabır tutmuş ellerini sırtında kavuşturarak banyoya doğru ilerledi ve yerleri bileylemey bırakmadan meraklı çocuklar gibi ayaklarını yerden yükseltmeden, sürtünme ve hıçkırık sesleri eşliğinde banyoya girdi. Bonyo, ıslak zeminin rutubetli kokusunda, tansiyonunun aniden yükselmesi sebebiyle kendini serin taşlar üzerine atmış ihtiyar bir kadın gibi kollarını açmış Sakki'ye öylece bir şeyler sayıklıyordu; pencereyi kapat Sakki, musluğu açık unutma Sakki, yerler kaygan düşersin bak Sakki, diyordu banyo; ince ince inliyordu. ve banyo kapısı, kayaya vurmuş balık gibi, rüzgardan bir ileri bir geri çarpıp duruyordu.Banyonun penceresinden ve musluktan sular damlıyordu ve evet yerler feci halde kaygandı. Sakki banyo.su.na. kavuştuğunda duyduğunun, yalnızlığının sesi olduğunu anladı; yalnız bir ihtiyarın evi nasıl olmalıysa öyleydi Sakkinin de evi hiç kuşkusuz; yalnız ve rutubetli; Sakki bir yandan ağlayarak diğer yandan banyo kapısını ayağıyla! susturarak içeri girdi; küvetin tıpasını ince ve pas tutmuş deliğe yerleştirdi.Küveti soğuğa yakın ılık suyla doldurdu. İri, kocamış bir balina gibi türlü horultular ve gözlerinden fışkıran sular eşliğinde, sırtındaki atleti ve altındaki şortu çıkarıp, küvete uzandı. Nemlenmiş ayna ve pencere buğusu bile ağlamaklı yaş düşürüyordu. Yaşamını düşündü Sakki, yaşayamadığı her ne varsa bunamış zayıf aklıyla, dalın ucunda rüzgardan üşümüş ve gevşemiş yine de düşmemeye direnen yapraklar gibi titreyerek dalgalanırken, hafızasındaki gel gitlerle, yaşamını bir bulup bir kaybederek düşündü, Sakki. Almin; çoktan ölmüş olmalıydı hem de başka kollarda ölmüş olmalıydı Almin. Almin'in sevgili kalbi, Sakki'nin yokluğuna ve kolestrolden kaynaklanan yağlanmaya daha fazla karşı koyamamış ve Almin ile beraber o güzelim kalp çoktan ölmüş olmalıydı. Sakki böyle düşünüyordu, Almin'in bahar kokan yüreğinin kapaklarıyla artık toprakta, derin bir uykuya dalmış olduğunu düşünüyordu. Sonra diğer kadınları da düşündü Sakki; Nursa ve Carmen i düşündü. Kimi düşündüyse düşündü Sakki; emin olun hiç biri Almin Mon'a kadar yaşamıyordu ihtiyarın titreyen hafızasında şu anda yaşadığı kadar . Küvette su; Alminin gecenin siyahıyla taranmış saçlarının, deniz kokan meltemini hissettirebiliyordu, bunamaya yüz tutmuş ihtiyar aşık ellerine baktı sonra ve merhametine baktı ağlıyorken hala; görüyor muydu ellerini sahi? O ellerle Almin'i kucaklayacaktı sıcacık ve o ellerle bebeklerine sarılacaktı Sakki. ve bir gün O da hayatıyla yaşlanmış bir deniz meltemi gibi esip gidecekti.Şimdilik sadece nasır tutmuş elleri, yaşlılık ve ılık suyun etkisiyle buruş buruş olmuştu, Almini de mi tutmuştu o eller, yaşanmış mıydı sahi tüm bunlar?Bilmiyor, yine unutuyordu.. Mutsuz görünüyordu Sakki, baygınlık geçiren ihtiyar kadının rutubetli kollarında bir büyük yalnızlık içinde, sancılarıyla ağlamaya, derin derin ve başı önde bir yitik gibi, usul usul devam ederken; mutsuzluktan deli gibi titriyordu. Küvetin hemen yanında duran erimiş ve küvete yapışmış sabunu avuçladı, kolları üstünde sabunu kaydırırken kapının çalan sesiyle irkildi. O anda, koca balina korkak telaşlı yengeçler misali gibi düşecek yine de sağa ya da sola devrilmeden hayretler ve zahmetler içinde küvetten çıktı.Bacaklarından ve ellerinden sular süzülürken havlusuna sarıldı, tansiyonu fırlamış kadının üstüne kapıyı kapatarak çalan dış kapıya doğru ilerledi. Kapıyı çalan yan komşusu Tarık'tı. Tarık, genç ve zarif bir adamdı.Zerafeti bir erkeğe yakıştıramazsınız, Ona yakıştırırsınız ama.Esmer ve uzun boylu, yüzünde pırıl pırıl gözleri; içinde hapsedilen onlarca kadının aşkıyla yanıp sönerdi. Dalgalı saçları kulak memesi hizasında bitiyordu, kulaklarına öpücük konduran bir ürperi gibi rüzgarlarca o saçları, savrulurdu. Tarık şimdi; ''Merhaba Sakki'' diyordu kapıda durmuş, öylece Tarık Sakki'nin herhangi bir tepki vermesini beklemeden içeri girdi. Yüzünde sinsi bir ifade vardı Tarık'ın, ayrıca Tarık gülümsüyordu; yüzüne tutkallanmış gibi duran yapış yapış bir gülümeseme ile sinsice. Tarık, hiç bir şey söylemeden ihtiyarın üstüne doğru yürümeye başladı.Yürüdü, yürüdü ve Sakki'nin yüzüne o kadar yaklaştı ki,Sakki sıcak havada, Tarık'ın şekerli soluğunu, yüzünün ortasında uçuşan buhardan bir bulut gibi burnunun yakınlarında hissedebiliyordu. İhtiyar bu yapış yapış adamın karşısında öylece durmaktan nefret etti ve Tarık'ı elleriyle kendinden uzaklaştırmaya çalıştı.Tarık ihtiyarın huysuz ellerini sıkıca kavrayarak arkasında birleştirdi.Canını yakıyordu ihtiyarın; Sakki acıyla inledi. Tarık ihtiyarın inlemesini duymazlıktan gelip adi gülümsemesinin şiddetini daha da arttırarak güçlü bir kahkaha attı bir yandan da dirseğiyle ihtiyarın boğazını duvara doğru dayıyor ihtiyarın nefesini, Onu öldürene dek kesmeye çalışıyordu. İhtiyar boğazına asılan bu genç adamla baş edemiyor ve güçlükle nefes alabiliyordu; Sakki önce genç adamın ellerinden kurtulmaya çalıştı, Tarık'ın bacaklarına kelebeksi darbeler attı ihtiyar; Tarık'ın ellerinde çırpınıyordu.Güçlüydü Tarık ihtiyardan çok daha güçlü ayrıca çok daha gençti.İhtiyar Tarık'ın gücü karşısında hiç bir şey yapamayacağını anlayıp, gösterdiği boş dirençten vaz geçti ve kendini, Tarık'ın nefret dolu ellerine, ölmeye bıraktı. Sakki tam boğulmak üzereyken;fenalık geçiren kadının kolları, arasında bir küvette, sırılsıklam uyanıverdi! Bir hayal görmüştü anlaşılan ,kötü bir düş görmüştü Sakki, adi bir kabus gelip geçmişti ihtiyarın cılız aklından bir hile gibi, sert bir hamleyle. İhtiyar henüz gördüğü ahmak düşün ensesinden, düş.üp uyanmaya çalışırken, dış kapının açılan sesiyle yeniden irkildi,kapı girişinden mutfağa doğru birilerinin yürüdüğünü duydu; İçerden, mutfak taraflarından bir kadın ve genç bir kızın sesi geliyordu; Sakki küvetten çıkıp kurulandı daha sonra telaşlı ve yengeçten adımları ve gördüğü adi kabusun etkisiyle darmaduman olmuş aklıyla titreyerek, mutfaktan gelen seslere doğru yalpalayarak ilerledi. Mutfakta, bir kadın elindeki poşetleri mutfak tezgahına yerleştiriyor ve kadının karşısında on beş yaşlarında küçük bir kız taburede oturmuş, cikletten kelimelerle kadına anlaşılmaz bir dilde, bir şeyler anlatıyordu. Sakki bir süre mutfak kapısının önünde öylece durdu.Mutfakta gülüşen bayanlar Sakki'nin hayaletsi varlığından rahatsız görünmüyorlardı.Bir süre daha konuşmaya devam ettiler. Sonunda kadın Sakki'ye dönüp ''Merhaba Sakki'' dedi. sadece ''Merhaba Sakki'' demişti kadın ... Sakki hiç bir şey söylemeden, öylece kadını izlemeye devam etti. ''Merhaba Sakki Nursa ben,'' dedi kadın, bu sefer daha güçlü bir tonlamayla ve gülümseyerek. Sakki karşısında gülümseyip duran kadının Nursa olduğunu elbette anlamıştı peki anlamadığı şey neydi?Sakki anlayamadığı şeyin ne olduğu düşünürken, Nursa Sakki'yi yavaşça kollarından tutup genç kızın yanındaki tabureye oturttu. Sakki konuşmuyordu duruyordu sadece, içi gördüğü kabustan sonra tuzla buz edilmiş gibi, darmadağınık.Nursa buz dolabının üstündeki siyah poşete uzandı.Poşeti dolabın üzerinden indirirken,poşetin altından, yere bir fotoğraf düştü; bir vesikalık, tozlanmış gri bir vesikalık ve evet tahmin edebileceğiniz üzere Almin Mon'a ya ait olan şu kayıp vesikalık, yere düştü. ;ve vesikalığın üstündeki toza bakılacak olunursa, fotoğrafın uzun süredir dolabın üstünde olduğundan hiç şüphe yoktu; Nursa toz içinde kalmış olan fotoğrafı parmakları arasına alıp bir süre inceledikten sonra fotoğrafı oturma odasına götürdü, orada duran bir fiskos üzerine, gümüş renkli çerçevenin köşesine iliştirdi. Ardından mutfağa döndü. Sakki Nursa döndükten sonra, Nursa'nın fotoğrafa ne yaptığını görmek için oturma odasına gitti, vesikalığın tek parça halinde bir çerçeveye sıkıştırılmış olduğunu görünce rahatladı ve sonra fotoğrafı yalnızca kendinin bilebileceği başka bir yere koymak için çerçevenin köşesinden usulca aldı . Nursa odaya geri döndü, fotoğrafı izleyen ihtiyarın titreyen koluna girdi ve Sakki'yi yatak odasına götürdü.''Burada bekle Sakki'' diyerek mutfağa gitmek üzere odadan çıktı. Sakki, odada kollarını açıp yere uzanmış gibi duran dev yatağın üstüne oturdu. Avuçları arasında duran esmer vesikalığı yatağın üstünde duran yastığın altına yerleştirdikten sonra ellerini bacakları üzerinde birleştirdi ve gözlerini tavana dikti.İhtiyar uyur uyanık halde, tavanı seyrederken, odanın kapısı açıldı ve içeri biri girdi; Sakkiye doğru yürüyerek içeri giren, her gün başınıza ve yanınıza gelebilecek türden biri değildi. Hayatta belki bir defa karşınıza çıkar böylesi; bir geliş, siz öylece odanızda tavana bakıp aylaklık ederken odanıza ve hayatınızın tam ortasına dalar ve bir daha hiç çıkmaz odanızdan, hayatınızdan ve yanınızdan, Tam da böylesi bir gelişle içeri, Almin Mon'a girdi. Sevgili Almin Mon'a; Almin Sakki'ye doğru yürüdü. Sakki Almin'in karşısında bir dev gibi açık kollarıyla yerde uzanan yatağın üstünde öylece durup duruken. Sakkiye doğru Almin Mon'a, hayatta belki ilk defa karşısına çıkmış gibi, bir aşk soğuk adımlarla, yavaş yavaş ilerledi. Kuru havada uçuşan toz, Sakki'nin içinde bir ferahlık gibi burun deliklerinden sızıp zihninde bir yerleri aydınlattı o an.Almin ona yaklaşırken Sakki, ihtiyarladığını ve artık sıcak havanın bu ihtiyarın nabzını ağrıtan ölümcül kuvvetini hissetmiyordu.Havada uçuşan tozu Sakki yuttu, yutkundu,Almin'e susadığını ve yıllardır içinde kuruyan Almin'e sustuklarını anımsadı sonra. Almin Sakki'nin başucuna oturdu. Gümüş renkli bir gömlek giymişti Almin ve o rengin çerçevesinde bir fotoğraf gibi Sakki'nin diyarlarında ıssız bir yere iliştirilmiş gibiydi. Sakki Almin'den başka söylenilebilinecek tüm sözleri de yutkunmuştu, Alminin'e sarıldı sadece, hiç bir şey söylemeden; kadife bir edayla, bir aşk dolusu kucak; ısınmış, yıllar boyu bir hasretin can yakan elleriyle o ellerle sarıldı Sakki Almin'ine, sessizce. Almin gözlerini sevdiği adam için bir kucak dolusu yumdu ve sonra ihtiyarın boynu ve başı arasında bir yerlerde Almin Mon'anın yüzü o kucak dolusu, derin bir uykuya gömüldü. Bir süre sonra Nursa kapıyı çalarak odaya girdi. ''Sakki fotoğraf nerede'' dedi Nursa. Bilmiyordu Sakki fotoğrafın nerede olduğunu.Alminin yüzünü, boynundan usulca kaldırıp ''Sen kaybettin fotoğrafı, bul onu'' dedi Nursa'ya. Almin gülümsüyordu; Carmen on beş yaşlarında ince kız, odaya girdi ; Sakki banyo bu kadar ıslakken nasıl duş almıştı bilemiyordu.Hala hayatta olduğu için Sakki çok şanslıydı.Bir daha duş almak isterse Carmen'den mutlaka yardım istemeliydi. Almin yineledi; kızı Nursa haklıydı ''Fotoğraf Neredeydi'' unutuyordu Sakki, bilmiyordu; bilemiyordu. Almin konuştu yine; ''Votka mı'' içmişti Sakki? Sakki bilmiyordu, unutuyordu. Gözleri gibi gri bir bunaklıkla yitirmişti aklını Sakki. Gri ve tozlu bir kütüphanede tozlanmaya bırakmıştı aklını. Bilmiyordu Sakki, unutuyordu.Almin'in kollarında sıcak bir uykuya daldı sonra ve uyandığında Almin'in fotoğrafına ne olduğunu uzun uzun düşünecek yine de fotoğrafın başına gelenleri bilemeyecekti. Siz bileceksiniz ama, zavallı ihtiyar; asla bilemeyecek.Unutuyor Sakki; votkayı en son kim içti? Nasılsın dediklerinde gerçekten nasıldı ve her ihtiyar kadar gözlüklerini koyduğu o yer, hangi cehennemdeydi? Vesikalık fotoğrafın başına gelenler ve fotoğrafı koyduğu o yeri Sakki defalarca ve her gün düşünecek ve sonunda ne düşündüğünü de unutacaktı. Bilmiyor, bilemiyordu.''Baba mıydı? Bir dede ve bir koca mıydı? Bilmiyordu Sakki bilemiyordu. Derin derin Almin'ini düşünürdü sadece.Zayıf hafızasının izin verdiği ölçüde yanıp sönen aklıyla; bir var olup, bir yok olan Almin'ini düşünebiliyordu sadece.Kayıp gidiyordu sonra Almin, yıldız gibi bir var bir yok iken, yıldız gibi birden kayıp, gidiyordu sevgili Almin Mon'a. Bu eller de Sakki'nin miydi sahi?Yoksa bir düş mü? Adi bir kabus gibi her gün başka bir güne, başka insanlarla uyanıyordu Sakki.Bilmiyor, bilse de neyi bildiğini unutuyordu tıpkı kızı Nursa ve torunu Carmen'i nereden tanıyıp,bildiğini unuttuğu gibi, tüm bildiklerini unutuyordu. Sakki, bir tarih gibi akıp giderken, hala dönüp durmakta olan bu Dünyadan, hayatı yapamadıklarını düşünerek ihtiyar bir bunaklıkla akıp gidecekti.Öyle miydi ? Sakki bunun da cevabını bilmiyor,bilemiyordu. Siz bileceksiniz ama anlattığım gibi; eğer iyi dinlediyseniz sadece siz, bilebilirsiniz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © iLkEsU, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |