Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
İşte gözlemlediklerim: Bazılarınız yazıyı taze olarak okuyor olacak, bazılarınızsa yolu biraz sonra bahsedeceğim şehre düşeceği için google.com dan araştırma yaparak bu yazı yazıldıktan belki aylar, belki de yıllar sonra ulaşmış olacak. 14 Mayıs 2007 Ben ve beraberimdeki dokuz kişi Belarus Hava Yolları’nın bizim köy dolmuşu kadar konforsuz uçağına binmiştik. İki saat sonra Minsk şehrindeydik. İstanbul’un nemli havasından sonra Minsk’in havası hepimizi büyülemişti. Sovyetlerin dağılmasından sonra çeşitli devletçikler ortaya çıktı.İşte bunlardan biride Belarus Cumhuriyeti’dir. Hava sıcaklığı ortalama kışın -5ºC - 10ºC yazın +18ºC - +25ºC derece olan şehirde +40 derece sıcaklık görecektik. Şehirde Bağımsızlık anıtı, Kızıl kilise, 38 metre uzunluğundaki anıtın yeraldığı Zafer meydanı görülmesi gereken yerlerdi. Şehirden 18km uzaktaki açık hava müzesi "Ozertso" da günümüze kadar korunmuş otantik mimarlığı, eski binaları görebiliyorduk. Bütün bu tarihi yüzünün yanında Minsk turistler için çok çeşitli dinlenme ve eğlenme olanakları sunan bir şehirdi. Belarus (Beyaz Rusya) cumhuriyetinin başkenti olan Minsk, yaklaşık 2 milyon nüfuslu ,1067 yılında kurulan ve biraz sonra bahsedeceğim bayram sebebi şehirdeki nüfusun %80 Beyaz Rus, %15'i Rus ve geri kalan azınlık Ukraynalı, Polonyalı ve Yahudi' idi. Bu tip bilgileri nette elbette bulabilirsiniz o yüzden ben resmi bilgileri bu kadarla bırakacağım. İnsan sureti olan taş heykelciliğin ayrı bir yüzünü Minsk’de görebilirsiniz. Öyle ki büyük binaların tepelerinde köşe noktalarında bile insan heykellerine sık sık rastlamaktaydık. Hitlerin 4 yıl kaldığı şehir hitlerden sonra yeniden inşa edilmişti. Şehir o kadar tertipli ve düzenli ki iki milyon insanın yaşıyor olduğuna hiç kimseyi inandıramazsınız. Şehrin mimarları sanki ellerine bir kağıt almışlar ve şehir kuralım demişler, bu derece düzenli. Şehir dümdüz bir alan üzerine kurulmuş, öyle ki küçük bir yokuş veya tepe görmeniz imkansız. Dilediğiniz kadar yürüyün sizi yoracak herhangi bir zorlukla karşılaşmanıza imkanı yok. Bizlere evler tutulmuştu. Bildiğiniz daireler, üçerli,dörderli gruplar halinde evlerimiz vardı.Başka bir ilginç konu ise yüzde doksana yakın tüm evlerdeki ölçümler şekiller aynı idi.Tuvalet,mutfak,banyo vb.. metrekare olarak tüm binaların birbirinin aynısı,biri diğerinden farklı değil. Günler akmaya başladıkça Minsk’i ve halkını daha fazla tanıyorduk. Halkı tanıdıkça şaşkınlığımız büyüyordu. Garip karşıladığımız bir başka mevzu ise kadın nüfusunun inanılmayacak derece de fazla oluşuydu. İstatistiklere yüzde 65 kadın olarak geçse de biz bu şehirde sürekli kadın görmekteydik.Ulaşım araçlarına bindiğimizde etrafımıza göz gezdiriyoruz on iki bayan ve bir erkek.Nadiren çocuk görüyoruz yine tüm çocuklar kız. Türk insanının kadına karşı olan ilgisi şüphesiz tartışılmaz.Elbette bu şehirde sık sık Türk turistlerde görmekteydim.Türkiye’den gezmek için gelen insanın ilk sorduğu soruydu kadın. Özür dileyerek yardımcı olamayacağımı söylüyordum.Zaten bu şehri ziyaret edenlerin başlıca iki hedefi olabilir.Birisi kadın diğeri ise kumar.Bu ülke en çok turistti Arap ülkelerinden almaktaydı.Özellikle İran’a vize uygulamıyordu.Gezintiye çıktığım zamanlarda çok sık Arapla karşılaşıyordum.Yarım Arapçamla ayaküstü birkaç dakika sohbet ediyor ve en iyi bildiğimiz selamla ayrılıyorduk.Ülke halkı yabancı dil konusunda her ne kadar ikinci bir dil olan İngilizceyi büyük çoğunluk bilse de “a” harfini telafuzları bizden çok farklı. Bu yüzden İngilizcede anlaşamıyorduk.Tek yol Rusça öğrenmekten geçiyordu. Bu güleryüzlü,sevecen ve kibar insanları daha iyi anlayabilmek için Rusçayı öğrenmekten başka yol kalmamıştı.İlk birinci aydan sonra “çıt çut” az uz konuşmaya başlamıştım bile.Bizdeki Azuz’un Rusça karşılığı “çıt çut”.Rusça bana farklı gelmişti.Zira rusça konuşuyorsanız her kurduğunuz kelimenin arkasına “anladın mı” diye sormak gerekiyor ve lütfen kelimesini cümlenin ya başına yada sonuna eklemeniz gerekli.Birde bizim az kullandığımız “lazım” kelimesi.Rusçası”nada” olan bu kelimeyi öğrenmekle Rusçanın yarısını öğrenmiş sayılırsınız. İkinci ay bittiğinde artık işittiğim bir cümlede on kelime varsa beşini anlıyor diğer yarısını da tahmin ederek anlaşıyordum.Yemek kültürleri,eğlence anlayışları, yaşama sanatları bizim kültürümüzle büyük orantıda ters.Başlangıçta alışamıyorsunuz ama zaman ilerledikçe ortama ayak uyduruyor ve halinizden memnun oluyorsunuz.Bu memnunluğu beraber gittiğim insanlar yaşasa da ben yaşayamadım.Kültür ve yaşama sanatlarından bahsetmiştim.İşten eve gitmek için şehrin kaldırımlarına kendimizi bıraktığımızda sanki Playboy dergisinin sayfalarında geziyor gibi oluyorsunuz. Zira günlük hayatta giydikleri elbiseleri bizim yaşam tarzımıza o denli saçma gelir.Halkımızın bakış açısına göre;Türkiye’nin herhangi bir yerinde sıradan Minsk'li bir kadının giydiği elbiseyi ancak “hafif meşrep kadınlar” giyebilir. Kadın,erkek ilişkileri ve aile yapıları gazetelerde tv lerde duyduğunuz gördüğünüz Avrupalı yaşamdan farkı yok.Ama yapılan bir istatistik bilgiye göre: Rus kadınlarla evlenen aileler arasında mutluluk oranı %90.Ve yine gariptir kaynanaların gelinlerinden memnuniyeti yine %90. Belarus Kominist düzenden koptuktan sonra resmi din olarak Hristiyanlığı seçmiş.Lakin halk din konusunda bilgisiz.Müslümanları terörist olarak algılayan batı toplumlarından farkları yok. Tanıştığınız ve dost olduğunuz bir Rusa İslamı teklif ettiğinizde verdiği cevap: -Olabilir ama Usama bin Ladin de Müslüman! Rukeşenko Minsk de sayısız kilise inşa ettirmiş. Kiliselerin şatafatı ve heybeti kayda değer,her metreye bir kilise düşer dersek abartmış olmayız. Her iki ayda bir mutlaka bayramlarına denk gelebilirsiniz. Ben iki bayramlarına denk geldim.Bizdeki gibi bayramın kutlu olsun diye bir kutlama olayları yok!Aile ziyareti vb.. konular bizlere mahsus. Minsk’deki son bayram 947 yıl evvel birileri Minsk şehrine ilk evi yapmış yani Minsk kurulmuş(!). Bu olay Minsk şehrinden en büyük olarak niteledikleri bayrama sebep olarak tanımlanıyor.İnsanlar normal yaşantının dışında o gece biraz daha fazla içki tüketiyorlar,sokaklar sarhoş insanlarla dolup taşıyor tabii ki…Büyük kalabalıklar halinde bir araya toplanıyor dakikalarca sürecek havai fişek şölenini izliyorlar.Sadece bayram gecesi havai fişekler patlatılıyor.İnsanlar bu gösteriyi izliyor ve çok ışık ve motif çizen hava fişeği de alkışlıyorlar hepsi bu… Bu kadar basit, indirgenmiş bir bayramları var.Doğrusu o gün şok içinde kalmıştım.Türkiye buna benzer bayramlar yapsaydı her gün bayram günü olur,buda yetmez her güne çift bayram düşerdi belki de… Bu güler yüzlü insanların şehrinde üçüncü aya girdiğimizde artık Rusça benim için sorun olmaktan çıkmıştı.Ve bu insanları daha iyi tanıyabilir,daha doğru gözlemlerde bulunabilirdim.Nede olsa roman yazıyordum bu şehir ve buradaki yaşam benim romanım için güzel bir mekan olabilirdi. Bu yüzden daha dikkatli gözlemlerde bulunmalıydım.Yüzlerce sayfa notlar aldım. Asla kabullenemeyeceğim, benimle ve karakterimle uyuşmayacak yaşamların,maceraların içine daldım.Derdim görmek tasvir etmek ve romanda kullanmak olmuştu.Bu endişeyle ve çok dikkatli bir uyumla Minsk şehrinde gece hayatını gözlemlemeyi umarak bana ait olmayan bir karakteri oynamaya başlamıştım bile. Bu şehirde hayat pahalı.Ucuz olan iki ürün var,birisi sigara,diğeri ise içki.Bir bardak su,bir şişe biradan pahalı… İçkiden uzak durdum.Zira hayatım boyunca tadını bilmediğim bu sıvılara karşı ilgim asla olmadı. Minsk’in diskoteklerini görmeye gelmişti sıra.Adımımın biri gidiyor,diğeri gitmiyor bu şekilde gelebildim genç kadın ve erkeklerin bulunduğu loş ışıklı diskoteğe.Bu sahne romanımda işlenecekti.Minsk deki genç insanların vazgeçilmez unusur idi dans etmek.Çılgınca ve kendini kaybetmişçesine dans.Hayatım boyunca dans denen tanımı yaşamadığım için tuhaf karşılamıştım.Dans etmek de bana göre değildi.Geriye uzaktan insanların tepinişlerini izlemek kalıyordu. Ve kendime sık sık bu insalar neden mutlu veya mutlu görünüyor sorusunu soruyordum cevabını başlangıçta verememiştim.Ama daha sonra anladım ki ahiret diye bir kaygıları yok ve onlara göre herkes cennete gidecek… Diskotek de sabah üç gibi çoşku ve sarhoş sayısı artıyordu.Bir birlerini hiç tanımayan kadın ve erkekler dans pistinde kendilerinden geçmekteydi.Ne iğrenç sahneler görmüştüm. Onların;yaşam tarzları ve hayata bakış açıları ile bizimkinin arasında uçurumlar vardı.İlk zamanlar böyle düşünüyordum. -Aman Allahım! O şehirde zaman geçtikçe bizleri onların kültürleri çelik gibi sarıyor,eritiyordu…Başlangıçta ürktüğümüz konuları anlayışla karşılamaya başlamıştık bile!.Şantiyede yıllarca çalışan işçilerle sohbet ediyor,en son ailelerini ne zaman ziyaret ettiklerini öğrendiğimde dehşete kapılıyordum.Zira dört yıldır gitmeyen vardı ve hala gitmeyi düşünmüyordu. İşten sonra günün gece vakitlerini nasıl geçireceğimi düşünürken,Rusçayı biran önce ilerletme düşünceleri de sarmıştı beni. Akşam çaydan sonra çıkıyor pratik yapacak,sohbet edecek insanlar arıyordum.Saat yirmiden sonra Rus erkeklerinin yüzde doksanı kesinlikle sarhoş oluyordu.Ve sarhoş erkek Rus; Minsk’de insanın görmek isteyeceği en son şeydir.Zira isteğinden kurtulamazsınız,son olarak sizden para ister.Verseniz bile arkasını getiremezsiniz. Bu yüzden daha çok kadınlarla sohbet etmeyi murat ettim. Hem rusçam ilerliyor hem de Minsk’in bilmediğim yanlarını orda yaşayanlardan öğreniyordum.Aylık üç yüz dolara hatta iki yüz dolara sabah yedi akşam onbir saatleri arası marketlerde çalışanlarla da karşılaşıyordum. Zaten bizim ülkemizdeki gibi alış veriş için marketler bulamazsınız biraz daha farklı ve küçük büfeler mevcut. Oralarda da alacağınız şey bir gün vardır ertesi gün yoktur. Yatırımlar için ve ticaret düşünceler için henüz hiç yapılmamış onlarca iş kolu var diyebiliriz. Bazen dört kişi kaldığımız eve Minsk şehrinin insanları,bazen de komşularımız misafir oluyor bizden Türk yemeği istiyorlardı.Bir gün ayran yaptığımda içirememiştim.Garip karşılayacaksınız ama hala ayranın ne olduğunu,nasıl olduğunu bilmeyen ülkeler var.Evet Belarus halkı ayrandan bihaber.Doğru dürüst yoğurt bile bulamazsınız.Sanırım içki çeşitlerinden ayranı tanımaya ve içmeye vakit bulamadılar.Bizim damak tadımız her milletten farklı ve gerçekten tatlı. Bunun kıymetini bilmeliyiz.Romanım için Minsk şehrinde çok fazla argüman yakaladım,bizim için özellikle benim için başlangıcı zor olsa da iyi bir deneyim oldu,en azından Rusça öğrendim.Bir daha yolum düşer mi bilmiyorum ama “nasipse gelir yemenden nasip değilse ne gelir elden” Bu ata sözümüzü hatırlayarak eğer içecek suyum, yiyecek ekmeğim varsa elbette bir kez daha Minsk şehrinde bulunacağım.Minsk’e gitmeyi veya orda herhangi bir teşebbüste bulunmayı isteyen insanlara yardımcı olmak beni mutlu eder... Bir başka Minsk ile alakalı yazıda görüşmek umuduyla… yarimkalandua@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Adem KORKMAZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |