Yazar yazı yazmayı başka insanlara göre daha zor yapan insandır. -Thomas Mann |
|
||||||||||
|
Rıfkı bey de köyde yaşıyordu fakat, köy işlerinden pek anlamıyordu. Yıllarca ray döşemiş ray yenilemişti Anadolunun bağrında ve DDY den emekli olmuştu, evinin önündeki küçük bahçede sebze meyve yetiştirmeyi emekli olduktan sonra öğrenmeye başlamıştı. Evlatları olmamıştı, bu özlemlerini komşu ve akraba çocuklarıyla gidermeye çalışıyorlardı. Evdeki cesede gelince, nereye nasıl götüreceklerini bilmiyorlardı. Üsdelik Yusuf'ta jandarmanın sıkı taramasını duymuş ve birkaçgün daha saklanmaya karar vermişti. Tenzile hanıma gelince, yarasını tedavi ettiği adamın tanışları olduğunu söylemişler öldüğünü gizlemişlerdi. Bu konuda kimseye birşey söylememesini de rica etmişlerdi. Tenzile hanım da ser verir sır vermezdi. Birkaç defa ''O gece yarasını sardığım adam nasıldır şimdi'' demesine karşılık Gülistan hanım '' İyi görünüyordu aceleleri vardı gittiler, bizimde haberimiz yok'' diyordu. Artık ne olursa o gün olmalıydı. Rıfkı bey köy çobanından kiraladığı bir çift atı atarabasına koşmuş ve bahçe kapısının önüne eğlemişti. Soranlara cevabı '' Bizde köy çocuğuyuz çermiğe doğru at arabasıyla gideceğiz piknik için. Hem bizim hatunu vesaitler pek tutar'' diyerek geçiştiriyordu. Çermik: Şarkışla ve çevre köylerinin sık kullandıkları bir kaplıcaydı. Suyu kaynar ve sertti, rengi yeşil ve tadı ekşiydi. Doğanın sunduğu nadide reçetelerden biriydi. Yolu Kızılırmağın kollarından köprülerinden geçer, sarp tepeciklerin ardında kurulu düzeniyle yıllardır gürül gürül akar, hep akardı. Planları bu doğrultuda hazırlamışlardı. Durumu kimseye sezdirmemek için çermiğe gitme bahanesiyle yola çıkacaklar, yollarının önünde olan Kızılırmağa geldiklerinde de cesedi ırmağa atacaklardı. Çermiğin uzaklığı 30 km yi bulurdu ve geri dönünceye kadar da gün batmış olacaktı. Ceset kaskatı kesilmiş çok ağır bir hal almıştı. Durumun aksi taraflarından biri de bahçe kapısının küçük olmasıydı ve atarabasının içeri girmesi olanaksızdı. Yusuf, Rıfkı bey için pahalıya mal olmuştu. Cesedi önce çarşafa sararak iple sıkıca bağladılar, sonra da bir hasırın arasına bırakıp sıkıca dürdüler. Kıvrık duran hasırın iki tarafından da açık yer kalmıştı, oraları da hafif paçavralarla kapattılar. Yusuf ve Rıfkı bey, cesedi ev kapısına kadar taşıdılar ancak Yusuf kimseye görünmemeliydi aksi halde başları belaya girebilirdi. Çünkü anarşişstler askeri çember içinde henüz bulunamamışlardı ve birileri tarafından barındırılıyor olabileceği düşünülüyordu. Teröristlerin eşgalleri vatandaşlara bildirilmiş, yerlerini ihbar edene ödül verileceği açıklanmıştı. Bu denli çabalar Yusuf Ünalanın uluslararası aranan bir gruba mensup olmasıydı. Örgütün önemli kollarından biri olan bu grup İran, Irak ve Suriye'de bir çok yasa dışı suçlar işlemiş ve hepsinde de haklarında idam hükmü verilmişti. Omar, Suriye uyrukluydu. Türkiye ve İranda yıllarca işçi olarak çalışmış fakat aldığı ücretle asla yetinmesini bilmediği için, Irak ve Suriye'de birçok uyuşturucu madde satmış, son olarakta İran'da kullanılması suç sayılan bir hapı satarken enselenmiş ve kaçarak izini kaybettirmişti. Kaçmasına yardımcı olan kuzeni, onu kendi gruplarına davet etmiş ve kabul ettirmişti. Maddi geçimini de sağlayacağı bu grubun tam üyesi olabilmek için birkaç ülkede eğitimden geçip belge alması zorunluydu. Omar sonraları bu işten vaz geçmiş, fakat düştüğü durumda vaz geçenlerin cezalarının ölüm olduğunu çok iyi bildiği için de, geçerli mazeretlerini göstererek Suriye Irak ve İran ülkelerine gidemeyeceğini söylemişti. Bir ara İçanadolunun ücra köylerindeki saf insanları kandırarak çedene ve haşhaş yetiştirmelerini istemiş, bir miktar parayı avans olarak verip ürünleri almış ve dönmemek üzere kaybolmuştu. Sonraları kaldığı evde ve üzerinde bol miktarda uyuşturucuyla yakalanıp Sivas ceza evine konmuştu. Onu sadece uyuşturucu tüccarı bilen hakimlere diğer suçlarını da bir bir itiraf etmişti. Amacı hapishanede de olsa hayatta kalmaktı, dışarda onu nelerin beklediğini tahmin ediyordu. Sivas ceza evinden başka bir yere tahliyesi yapılacaktı. Bu tahliye sırasında kaçırılacağını haber vermişler hazırlıklı olmasını istemişlerdi örgüte mensup haberciler. Durumu, gardiyanlara bildirerek yetkililere ulaşmayı denemiş lakin fırsat bulamamıştı. Cezaevinde güvende hissediyordu kendini. Örgütten korkuyordu. Şeref ' te pişman olanlardan dı. Sınırdan Türkiye ' ye sızarken çatışmaya girmiş ve bir kayıp vermişlerdi. Bu kayıp Omar'ın kuzeniydi. Üç ayrı kola ayrılarak her kol için ayrı bir görev taksim etmişler ve son tarih olarakta İstanbul Tarlabaşında ki örgütün icraat evinde buluşarak eylemlerine devam etme kararı almışlardı. Ancak Şeref ' in güvenlik güçlerine ihbarı üzerine Omar ve Cem basılmış, Omar kaçmış Şeref teslim olmuş ve Cem yaralanarak izini kaybettirmişti. Sonra da Yusuf ' un yolunu bekleyip olup bitenden haberdar ederek son nefesini vermişti. * * * Rıfkı bey cesedi atarabasına nasıl taşıyacağını düşündüğü sırada, Tenzile hanım elinde çantası ve atkısıyla bahçe kapısından içeri girdi. Yeni giysilerinden giyinmiş olmasına bakılırsa, bir yere gideceğe benziyordu. Rıfkı beye yaklaşarak: - Rıfgı ağabey, çermiğe giderken beni de yolunuzun üstünde ki anam gilin koyüne bırahsanız olur mu? olduğundan daha kaba görünen hasırı işaret ederek - Şo ney ? Rıfkı bey kaskatı kesilerek titredi. Tenzile hanımın sanki '' O adamı oraya niye sakladınız ' diyeceğini düşündü verecek cevap ararken. Gülistan hanım daha soğukanlı davranarak hemen cevap verdi. - Hasır işte gordüğün gibi, arasına minder neyim goyduh, çermiğe çıkacazya oturmah için. Sonra iki kadın ve Rıfkı bey hasırı at arabasına yerleştirdi, hasırın normalin üstü ağırlığından birşey anlamayan Tenzile hanım arabada kendine bir köşe bulup otururken Gülistan hanım pullu yazmasını bağlıyordu ağrıyan başına. Olup biteni içerde ki perdenin arasından seyreden Yusuf, telsizi açık bırakarak bunca karmaşaya ve zaman kaybına yol açan, üç yıllık en samimi arkadaşının ölümüne sebebiyet veren Şeref'in cezasını kendi elleriyle vermeye and içiyordu. * * * Tenzile hanımı annesinin köyü T.... Köyüne indirdiler. Yollarına devam ederken akıllarında feryat, yüreklerinde sızlama, düşüncelerinde çaresizlik vardı. Kızılırmağın üstündeki köprüye geldiler, cesedi aşağı bıraksalar işleri bitecekti, fakat aşağıda çevre köylerden köylüler koyun sürüleriyle gelmiş, sonbahar aylarında ortaklaşa yapılan koyun yıkama, diğer adıyla Yunak şenliğini yapıyorlardı. Kenarda köpürttükleri koyunları ırmağın öbür tarafına kadar yüzdürüp durulamış oluyorlardı. Yıkanan koyunlar pamuk yığınları gibi bembeyaz olup ışık saçıyorlardı adeta. Rıfkı bey atları geriye çekerek köprüden sıyrıldı, köylülerin yanlarından geçerek elma bağlarına doğru ilerlediler. Bağlık bölgeden sonra düz bir alana gelmişlerdi. Irmak suları burada geniş bir alana yayılıyordu, ceseti sürükleyemezdi. Suların dar ve derin olduğu yerde ise yol yapımı için çalışan işçilerle iş makineleri karavanalar vardı. Atları soluklandırmak için eğledi. Atlardan çok kendisi yorulmuştu. Aşağı inerek ırmak suyunda elini yüzünü yıkayıp ferahladı. Taban kızıl milekle doluydu. kızıl akan suların altından kızıl çamurlar yapıştı bacaklarına. Bu çamurların cesedi yutabileceğini düşündü. İşçiler de işlerine dalmış çalışıyorlardı, aralarında bir km lik bir uzaklık vardı. Irmaktan çıkarak karısının yanına yaklaştı, kısa bir cümleyle durumu özetledi - Ne dersin? - Olur mu herif, goren olur, azcıh daha aşağı gidek! Rıfkı bey karıncayı bile incitmeyen tiplerdendi, şimdi ise bir cesedi saklayacak yer arıyordu. İçine düştüğü durumdan bir hayli sıkılmış olmalıydı ki, Yusuf evlerine geldiği günden beri hiç gülmemişti ve o gün de ağlamamak için kendini tutuyordu. Kocasının sıkıntısına ortak olan Gülistan hanım ise cesetten kurtulup Yusufun da başlarından gideceği günü hayal edip biraz güç buluyordu. Lakin düşünceleri çelişkideydi '' Doğru olanı yaptık! '' '' Yok yok yanlış yapıyoruz! '' Saatine baktı, ikindi vakti yaklaşmıştı. Gecenin karanlığına kalmamaları gerekiyordu. Tekrar arabaya bindi ve ırmağın kenarından işçilerin yanlarından geçerek aralarında bayağı bir mesafe bıraktılar. Biraz daha ileriye gitseler Akdağ koruluklarına girebilirler ve son günlerde köylülerin korkusu olan sirkten kaçmış ayıya, ya da yaban domuzlarına rastlayabilirlerdi. Irmak sularının aktif olduğu bir nokta da arabayı durdurdu. Etrafı kontrol etti, kimsenin olmadığına kanaat getirince de arabadan inerek hasırın bir ucundan tutup aşağı çekti. Tok bir sesle yere düşen hasırı sürükleyerek ırmağa doğru yaklaştı. Gülistan hanımın içini korku bulutları sarmaya başlamıştı, cesetin dirilip onları hesaba çekeceğini düşünüyor sonra da '' Fesubhanallah Fesubhanallah '' diyerek başını sallıyordu. Rıfkı bey ayakkabılarını ve çoraplarını çıkararak pantolonunun paçalarını yukarı katladı. Gülistan hanıma bakarak - Jandarmaya mı vermeliydik acep ! - De hadi, çabıh ol herif gorhuyom ben. - Ölüden niye gorhuyon hanım, sen asıl diriden gorh Rıfkı bey hasırı nihayet ırmağın kenarına kadar getirmişti. Serin sulara doğru ilerlemeye başladığında cesedin baş tarafından mı yoksa ayak tarafından mı tutuyordu bilinmez, karısına bakarak seslendi. - Acep hasırdan çıkarsak mı ? Karısı kaşlarını çatarak Rıfkı beyin oyalandığı hükmüne vardı. - De, de çabıh, hasırdan neğe çıhartacan? Irmağın ortalarına doğru çekerek götürdü, artık fazla bir ağırlığı kalmamış yüzeyde yüzüyordu. Irmaktan çıkmaya hazırlanırken son defa parmaklarıyla hasırı itekledi. Arkasını döneceği vakit ayağı sert bir cisme takılınca sendelemeye başladı. Ta başından beri ırmağın akıcılığı gözlerini kamaştırmıştı, dengesini kaybederek arka üstü suya battı ve bütün çabalarına rağmen ayağa kalkamadı. Akşam ayazında birden buz gibi sulara dalınca irkilerek ağzını açtı. Suların içine dolmasıyla havasız kalıp nefes almak için çabalarken hep su yutuyordu. Bir mavi gök, bir kızıl suydu saniyelerdir gördüğü. Rıfkı bey azgın sularla pençeleşirken, Gülistan hanım ırmağın kenarında dizlerine vurarak feryad ediyor ve ''Rıfgı...Rıfgı...'' demekten başka bir şey yapamıyordu. Cem'in ölüsünün lanetine mazhar olmuşlardı sanki. Hayat arkadaşını kurtarabilmek için panik, endişe ve korkunun getirdiği heyecanla kendini Kızılırmağın kızıl sularına sürdü. Adımlarını daha geniş atıp kocasını yakalamak istiyor fakat, suyun içinde güçlükle yürüyebiliyordu. Kocasını bir görüyor bir kaybediyordu. - Allah, gurbanoluyum Rıfgııı... Bu feryatlar Gülistan hanımın son sözleriydi. Ertesi gün ırmakta yüzen gençler, kökünden sökülüp ırmağın içine yan yatmış bir ağacın dallarına dolanmış pullu bir yazma bulmuşlardı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yasemin İnci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |