Saloz Adam 1

anlatamayanın herhangi bir hikayesi.

yazı resim

Durum vahim. Söze nasıl başlanacağını bile bilmeyen insanlar, nasıl başlayacağını bilmediği gibi nasıl bitireceğini de bilmiyor ve bu ayrım. Yaşanılan zamanın tecellisi, bir sonraki ana saklı. Laf salatası yapıp, söyleyeceğin şeyi anlatamama hastalığı. Salt kendi menfaatleri cihetiyle, berikini istihfaf eden insan, düşünmeyen insandır. Neyi düşünmesi gerek. Bunu bilmiyoruz. Bilmemek ayıp değil. Zihni bulanmış, kimseyi sevmiyorum diyor. Herkes o kadar lakayt ve figüran ki şu hayatta. Anlamadım. Kendini, genellemenin dışına alma hastalığı. Kendi genellemenin dışında bırakırsın kendini, beriki kendi genellemesinin içine alır seni. Peki, kim bu denetlemeyi yapan? Yok. Peki, neden bu genelleme? Cevap yok. Var. Kim o? Kimse. İçses. Yazımı yanlış. İç ses olacak. Susmak bilmeyen şey.
Aklından bir lahza bunlar geçiyordu. Caddenin ortasından gittiğinden bihaber, elinde sigarası eve gidiyordu. Sonra bundan vazgeçip, sinemaya doğru meyil etti. Oktay aramıştı. İş bulmuştu. İş istememişti ki. Parası vardı.-İşe girmek. Bazen bu dünyadan kolumu bile kıpırdatmadan gitmek istiyorum, kimseyle ne konuşmak ne görüşmek istiyorum, çarpışma; illa ki biri diğerine çarpıyor. Sonra ikisi arasında bir konuşma; ne diyor diğeri:- çok pardon. Sonra, sonrası yok. Artık bu hayattan, istediği gibi çekip gidemez. Biri onun varlığının farkında.
Arıyordu. Ne aradığını biliyordu üstelik. Sonsuz aşkı, ölüm gibi kesindi bu isteği. Hayatta kesin olan tek şey, gerisi değişebilir. Herkes değişir, her şey değişir. Ölüm katidir. Kesin aşk istiyordu. Mutlu olacağı bir aşk değil. Unutabileceği aşkı. Başkalarının aşkına benzemeyen aşkı, bu fark onun umurunda bile olmayacaktı.-Sever gibi yapma. Masadan kalktı. –Garson! Hesap. Çocuk acemi. Parayı verdi.-Üstü kalsın. Arkamdan geliyor mu acaba? Gelmiyordur. Aklında başkası vardı. Ya yoksa. Vardı. Sinemaya gitmek istiyordu. Saat kaç? Bu saatte sinemalar kapalıdır, tiyatro da yok. Bir kitap alıp okumalı. Bu kadar kolaydı işte unutmak. Kolay olmayan, unutmak için çabalamak. Bu kolay değildi. Ve bu çaba, onu meşrulaştırıyordu.
Sabah olmuştu. Telefonun sesine mi uyanmıştı, yoksa uyandığında telefon mu çalmıştı. Cam açık kalmış. Kalktı, camı kapatmadı. Telefon sustu. Banyoya girecekken, kapı çaldı. Sonra, banyoya girdi. O gün evden çıkmadı. Kimseyle görüşmedi. Neydi adamın adı? Cemil, Muhasebe Müdürü Cemil. Tanıştıkları gün Cemil de yanlarındaydı. Yerli yersiz gülüyordu o akşam. Bu adamda unutamayacağım bir şey varsa o da gülümsemesi. Gülümsemesi, gülmesinden daha vahimdi.
Eli elindeydi. Caddede yürüyorlardı. Sol elinde sigarası duruyordu. Sağdaki balık lokantalarından birine girdiler. İnsan ne kolay alışıyordu. Az sonra,
—Kimdi o?
—Üniversiteden arkadaşım. Ne o kıskandın mı?
Anlamıyordu. Kıskandığım için değil, merak ettiğim için soramaz mıydım? Çocuksu, güzel. Bağışlanabilirdi. Birliktelikleri sonunda, onun hayatını karartacağından habersiz, sigarasını söndürdü. İçkisinden bir yudum aldı. Balık lezzetliydi. Sonra sandalyeyi biraz daha masaya yaklaştırdı.
—Aldırma, dedi. Kimse anlamak zorunda değil. Üstelik sen, sen çok güzelsin. Geçelim bu konuyu.
—Aklından kim bilir neler geçiyor da bana bunları söylüyorsun. Neden sana istediğim lafları söyleyemiyorum. Bir şey engelliyor. Bu sensin, senden çekiniyorum. Sevgimi bile gösteremiyorum.
—Saçmalama. Benim neyimden çekiniyorsun.
—Laflarından. Her an kıracakmışsın gibi. Azarlar gibi. Bağırmadan azarlar gibi.
—Laflarım mı seni bu kalıba sokan? Ağzımdan çıkanlar değil duygularımı tavzih eden. Lisanıhâl bilmez misin sen?
Alışmıştı anlatmadan, anlaşılmaya.

Başa Dön