..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsanlığı tanımak insanları teker teker tanımaktan kolaydır. -La Rochefoucauld
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > 7nci Sanat (Sinema) > Meryem Rabia Taşbilek




3 Eylül 2008
Baraka  
"Hiç düşünmez misiniz?" sorusunun görsel hali: BARAKA:

Meryem Rabia Taşbilek


Filmin girişinde gösterilen yüksek dağlar ve akabinde kayan yıldızlar. Önce insana verilen halifeliğin yapabileceği yüce icreatlara rağmen, sonrasında irademizle aşağılara doğru düşüşümüzün hemen girişteki özeti gibi bir şeydi benim için. “De ki: Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir." İsra Suresi 84 İlk dikkatimi çeken üzerine reklam afişi yapıştırılmış, hüzünbaz bir yüz. Üzerindeki afişin yarısı aşağıya düşmüş… İçinde yaşadığımız, yaşatıldığımız çarpık sistem insanoğlunun sorunlarının üzerini suni ve kısa vadeli hazlar, sentetik boyalarla kapatmaya çalışsa da bir şekilde patlak veriyor yine de insanın huzursuzluğu ve mutsuzluğu diye düşündürüyor.


:BEHA:
Filmin girişinde gösterilen yüksek dağlar ve akabinde kayan yıldızlar. Önce insana verilen halifeliğin yapabileceği yüce icreatlara rağmen, sonrasında irademizle aşağılara doğru düşüşümüzün hemen girişteki özeti gibi bir şeydi benim için.

“De ki: Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir." İsra Suresi 84

İlk dikkatimi çeken üzerine reklam afişi yapıştırılmış, hüzünbaz bir yüz. Üzerindeki afişin yarısı aşağıya düşmüş… İçinde yaşadığımız, yaşatıldığımız çarpık sistem insanoğlunun sorunlarının üzerini suni ve kısa vadeli hazlar, sentetik boyalarla kapatmaya çalışsa da bir şekilde patlak veriyor yine de insanın huzursuzluğu ve mutsuzluğu diye düşündürüyor.

Sonrasında bir Budist tapınağı önünde gösterilen dini ritüel, insanonğolunun kendinden başkalarıyla birlikte olma ve aşkın olana dair toplu şekilde ibadet etmenin hangi toplumda olursa olsun fıtrattan gelen bir ihtiyaç olduğunu, farklı beldelerde de olsa, benzerlik arzettiğinin bir göstergesi olsa gerek. Diğer tüm ritüellere karşın bahsettiğim sahnede gösterilen beni daha bir farklı etkiledi. Karşılıklı iki guruba ayrılmış ve birbirlerinin üzerine doğru bir o yana bir bu yana ileryen, biri diğerinin üzerine gittiğinde diğerlerinin toplu şekilde yere yattığı bu eylem; kendi içimdeki nefis mücadelemi anımsattı. Hayır ve Şerrin birbiriyle olan çekişmesi gibi bir şey. Çok zorlama yorumlar yapmak istemiyorum elbette… Belki belgesele eklenen bu görüntülerin farklı bir anlamaı da olabilir lakin zaten sözsüz olmasındaki maksat da bu zengin görüntü kumkumasını herkesin kendi iç ve dış dünyasıyla harmanlayarak farklı yorumlar getirmesi deği midir? Yine bahsettiğim görüntülerin sonunda bu iki gurubun birbirine karışıp farklı bir ahenkle birlikte hareket etmesi de hissettiklerimi güzel bir tatla noktalıyor.

Akabinde aniden dingin bir dağ ve hemen sonrasındaiçten içe kaynayan yanardağ görüntüsü bu içsel gel gite dair gizliden gizliye güzel bir şerh gibi…

Doğadan, yani Dünya’nın tahrip olmamış kısımlarından alınmış görüntülerde benim görebildiğim en belirgin özellik ufkun her daim açık olması. Metropolden alınan görüntülerdeyse, yani içinde yaşamakta olduğumuz beldelerde ufkun tamamen yitirilmesi. Zannımca buna paralel olarak insanoğlu düşünce ufkunu da kısırlaştırıyor. Kendisine ve yaşadığı topluma biraz uzaktan bakıp, hayatın sağlamasını yapabilmeyi günden güne daha da zorlaştırıyor. İnsanın elinin değdiği beldelerde insan gibi ufuk da kirleniyor, tahrip oluyor, zaten bu mesaj da yerinden edilen karıncalar ve devrilen ağaçla ifade edilmiş sanırım. İnsanoğlu onca dağı delip, ağaçları devirdiği, kendisine böyle de yeteceği halde doymayıp daha geniş yerler açtığı halde buna ters orantılı olarak bir şekilde gün be gün yeri ve ufku daralıyor.

Devrilen ağacın ardından suratı kan kırmızı bir yerli hiçbir şey söylemeden gözlerimizin içine bakıyor tıpkı Metodaki koşuşturmanın, solgun ve uyuklayan insanların akabinde 3 genç kızın bir şey söylemeden hesap sorarcasına yahut huzursuz bir ifadeyle yüzümüze bakması gibi…

Kibrit kutularına sıkıştırılmış insanların dışarıya baktığı camsız pencereler… O kadar yalın ki… Diğerlerinin acılarından izole yaşayanların suratına tokat gibi çarpmalı bu görüntüler. Bir yanda adı üstünde izocamlar öte yanda camsız pencerelerden kemirdiği ekmekle başını uzatmış çocuklar. Kapsül barınaklar… Kaybedilen yuva kavramı da cabası…

Kalabalık caddede dümdüz yürüyen bir isteyicinin çaldığı çan ve tek bir kimsenin durup ilgilenmeyişi… Yine bir başka kısımda çalan sessiz çan! Çan mı sessiz biz mi duymuyoruz, kendimizden bile gizli yada aşikar attığımız çığlıkları!

Havuzda rahatlamaya çalışan adamın sırtında kendisinden hemen sonra gösterilen yerliye benzer bir dövme hem de tüm vücudunu kaplamış. Ne kadar yıkasa da çımıyor olmalı… İnsan olmanın acısı, fıtratla, fıtrata aykırı olanın örtüşmemesi, sürtüşmesi…

Ve şehir… İç gıcıklayan bir müzik. Yukarıdan bir pencereden, “içeriden” bakıldığında şehre, zorlukla alınan nefes…

Bu gürültülerden geçilen secde görüntüleri… Ağrıyan aklın, insanın en yüce mevkiine yerleştirilen başın Yaratan huzurunda yere serilmesi… dinginlik ve huzur kokuyor!

BaRaKa Filminde muhtemelen bir çoğumuzun benzer şekilde etkilendiği en vurucu sahne; seri imalat civcivlerin fabrika bantları üzerinde ilerleyişi, standartlara uygun olup olmadıklarının kontrol edilişi ve aniden benzer bantlar üzerinde, yürüyen merdivenlerde, trafikte ilerlemekten çok sürüklenen, akan insan topluluğuna geçiş sahnesi… Gerçekten tekrar ve tekrar kendimize, içinde yaşatığımız topluma dışarıdan bakmamız gerektiğini dişleriyle bilincimize geçiren sahneler! Varlığımız bu civcivlerin yaratılış sebebinden farklıysa, yaşantımızın da farkı olmalı…

Bir yanda araçların felçettiği trafik bir yanda merkeplerle ilerlemeye çalışanlar… Eşit olmasını beklemediğimiz adil olmanın yanından geçmeyen gelir dağılımı…
Çöpten, yani başka insanların artıklarıyla hayatlarını idame ettirmeye çalışan insanların utancı… Filmi izlerken çocukların arkasında bulunan duvara sprey boyayla yazılmış “Zul!„ suratımda patlıyor! Tevafuk mudur, bilemiyorum ama ürperiyorum.

Hemen burada “Hotel Rwanda„dan bir sahne geliyor aklıma. Otel müdürü haber muhabirine teşekkür ediyor, “burada yaşananları dünyanın diğer kısımlarında yaşayan insanlara ulaştırıp, belki de yaşadıklarımıza bir son verilmesine vesile olacaksınız“ diye… Muhabir üzüntüyle adama dönüp, dostum, insanlar buradaki katliamı izleyip, aman Allah’ım bu bir vahşet diyecekler ve sonra yemek yemek için dışarı bir yerlere gidecekler, 2 gün sonra unutulacaksınız!„ Ve biz bu gerçekliğin neresinde duruyoruz bunu düşünüyorum, öyle içim acıyor ki anlatamam!

Bulunduğum şehirde belediye tarafından modern hayatın vicdanı tıkıldığı kuytuda depreşmesin diye, insanların göz zevkleri bozulmasın diye şehir merkezlerinden toplanıp şehrin ücra kısımlarda yatmalarına müsade edilen evsizler geliyor aklıma… Ve bir de; Aliya İzzetbegoviç’in “İnsan insanı sevmeli, insanlığı değil! İnsanlık, insana yönelik sevgi yokluğu için ileri sürülen bir mazerettir!” sözü ne de yakışıyor bu insan olmaklığa yakışmaz hayatımıza!

İşçilerin dünyanın her yerinde boynu bükük. Yediğinden yedirme, giydiğinden giydirme kriterlerini bilenler şimdilerde en hoyrat davranıyor elleri altındakilere. Eskiden kölelerin sağlıkları köle sahipleri için önemliydi, sermayeleriydi çünkü onlar. Şimdilerde kapitalist sistem kiralık köleler devrine geçtiğinden durum daha da vahim.

Cam fırınlarından Can fırınlarına geçiyor belgesel… Kamboçya ölüm tarlaları… 9 milyonluk nüfusunun 3 milyonu katledilmiş… Komünizm ve Materyalizme kurban edilen beldelerden sadece biri… İstiflenen başlardan yeni istifler için sıraya dizilmiş silahlara çevriliyor kamera..

Sonra devasa saraylardan yerle bir olmuş sütunlara, yeryüzünde ebedi kalacakmış gibi yaşayıp, zulmedenlerin arklarında bıraktıkları piramitlere… Düşünüp ibret almaz mıyız?

Sessiz çalan çan… Çan mı sessiz biz mi Sur’u duymuyoruz!
Bulutlar nehirler gibi akıyor gök yüzünde, zaman geçiyor.
Güneş tutuluyor. Akabinde Kabe etrafında tavaf eden insanlar. Herkesçe doğru yada yanlış, kısa vadeli yada ebedi olanda aranan huzur göze çarpıyor.
Ve taştan yontulmuş kafalar, kafasız bedenlerden oluşan heykeller…
“Hiç düşünmez misiniz?”

“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır.” Rum 41

Filim tam bir görüntü ve tefekkür şöleni. Baktığımda gördüklerimi anlatmak, izlemelerin mahiyetine paralel bir formda oldu mu bilemiyorum ama paylaşmak istedim. Hazırlayanlara ve izlememize vesile olan anlamak ailesine dua ile…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kılıbıklık yada Kalbi Ilıklık

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir Gecede Kaç Kişi Bu Şehirde?.. [Şiir]
Kalbimin İncir Bahçesi Sükûtumun Gizli Lehçesi [Şiir]
Bileklerimde Budanmış Gül Dalları [Şiir]
Kork Putlarının Elinde Patlamasından [Şiir]
Özledikçe Irmaklar Doğuran Gözlerim [Öykü]
"Köprüler Üstünde Şaşırdığım Bir An; Yüreğin Arafta Atıyordu" [Öykü]
Pencere Önü Düşünce Rutinleri [Öykü]
Kuş Bakışı/bosna/4 [Öykü]
Otantik Eğitim Metodları [Öykü]
Dilsiz'in Ben Tercümesi [Öykü]


Meryem Rabia Taşbilek kimdir?

Beni çabucak anlamak istemeyin yeter. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Kur'an, Aliya İzzetbegoviç, Ali Ural, İlhami Çiçek, Cahit Zarifoğlu...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Meryem Rabia Taşbilek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.