..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Yanlýþ sayýsýz þekillere girebilir, doðru ise yalnýz bir türlü olabilir. -Rouesseau
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Erturan Elmas




3 Ekim 2008
Yitirilmiþ Deðerler  
Biricik Kýzýmýz

Erturan Elmas


Maddi ve manevi birçok deðerimizi yitiriyoruz.


:AHJC:

YÝTÝRÝLMÝÞ DEÐERLER

Bayram namazýndan geleli iki saat oldu, hâlâ balkonda oturuyor. O plâstik taburede ne var bilmem. Sýrtýný duvara yaslamýþ, gözleri yolda… Bir de sigara üstüne sigara…

Çay yarým saattir ocakta kaynayýp duruyor; üstelik kahvaltý da hazýr… Ýki adým içeri girip bir þey yemez, içmez.

Dibine kadar içtiði sigaranýn ateþiyle yeni bir sigara yaktýðýný görünce daha fazla dayanamýyorum. Raftaki açýlmamýþ sigara paketlerinden birini alýp açýk kapýdan balkona fýrlatarak:

–Al bunu da zýkkýmlan! diye baðýrýyorum. Birini bitirmeden öbürünü yak; yak da bir an önce geber!

Bizimki oralý bile deðil… Gözlerini sokaktaki belli bir noktaya çivilemiþ, sigara içmeye devam ediyor.

Kuþ yuvasý dediðimiz üç metre karelik balkonumuzu -evimizin tek balkonu- mutfaktan ayýran tek þey yarým metrelik duvar üzerindeki çekmeli cam bölme ve bir kapý… Mutfaktaki masada kahvaltý yaparken onun hareketlerini izleyebiliyor, çatallý öksürüðünü iþitebiliyorum.

Otuz beþ yýldýr ayný yastýða baþ koyduðum -sözün geliþi tabii; yastýklarý ayýralý otuz, yataklarý ayýralý ise en az on yýl oldu- bu adamý seviyor muyum, ondan nefret mi ediyorum, yoksa ona acýyor muyum tam olarak anlamýþ deðilim.

–Doktor ne dedi sana? diye baðýrýyorum oturduðum yerden. “Ýkinci kalp krizinde ya ölürsün ya da en iyi ihtimalle felçli kalýp yatalak olursun.” demedi mi? Haydi, söndür þu zýkkýmý da gelip bir þeyler ye!

–Küstüm sana, diye cevap veriyor.

–Nedenmiþ o?

–Sen eskiden bayram sabahlarýnda “Bayramýn mübarek olsun!” deyip elimi öperdin.

–Eskidenmiþ o… Sen eli öpülecek adam mýsýn?

Cevap vermiyor. Evet, haklý… Eskiden her bayram sabahý, namaz dönüþlerinde elini öperdim bu adamýn. Beni gören biricik kýzým da katýlýrdý bu güzel merasime. Sonra biz üç kiþi, bayramlýk kýyafetlerimizi giyer; hýsým akraba, konu komþu ziyaretlerine çýkardýk.

Nereden nereye? Enis Bey yine bayramlýk kýyafetlerini giymiþ, beyaz gömlek üzerine lâcivert kravatýný takmýþ, her zamanki beyefendi tavrýyla oturuyor balkonda. Eski nüfus müdürü Enis Bey… Komþulara göre mahallenin saygýn beyefendisi… Ýçki içmez, kumar bilmez; çocukla çocuk, büyükle büyük… Her komþuya saygýlý ve güler yüzlü… Resmi iþlerde yol gösterici, özel meselelerde çözüm bulucu… Herkesin gözünde mahallenin bilgesi…

“Ah, ah!” diye geçiriyorum içimden. “Bir de bana sorun; dýþý seni, içi beni…”

Yine de dayanamayýp küçük bir tepsiye bir bardak çay ile kahvaltýlýk bir þeyler koyup balkona götürüyorum. Önünde duran sehpadaki küllüðü, sigara paketini, kibriti ve seyyar telefonu balkon penceresinin önüne kaldýrýp sehpaya tepsiyi koyuyorum. O an anlýyorum ki bunca yýllýk kocama karþý hissettiklerim ne tam olarak sevgi, ne de bütünüyle nefret… Bir zamanlar çok sevdiðim, fakat dokuz – on yýldýr da nefret ettiðimi zannettiðim bu adama galiba acýyorum ben.

Bizimki yine oralý deðil. Gözlerini diktiði yeri parmaðýmla iþaret ederek:

–Ne var orada? diye soruyorum. Söyle, ne var orada? Niçin sokaðýn baþýndaki ana caddeye bakýyorsun? Upuzun elektrik direðinden baþka ne görüyorsun yolda?

Hiç cevap vermiyor. Duvarda ses var, onda yok. Öfkeleniyorum bir anda.

–Ýnsanlarý görüyorsun deðil mi? diye devam ediyorum. Caddeden sapýp bizim sokaða giren insanlarý… Þimdi anladým; kýzýný bekliyorsun sen. Biricik kýzýný… Cep telefonuna dahi adý yerine “biricik kýzým” dediðin kýzýný… O gelmeyecek, o bu bayram senin elini asla öpmeyecek.

–He an, her þey olabilir, diye mýrýldanýyor.

Tepemin tasý atýyor o an:

–Saçmalama! diye homurdanýyorum. O köþeden mahallenin delisi, akýllýsý, muhtarý; hatta þehrin valisi bile çýkabilir. Sonra da senin elini öpmek için buraya gelebilirler. Fakat biricik kýzýn mümkünü yok gelemez, daha doðrusu gelmez. Hep senin yüzünden, kör olasýca herif!

Kapý zilinin çaldýðýný iþitiyorum, kapýyý açmak için balkondan ayrýlýrken arkamdan sesleniyor:

–Mutfaðýn kapýsýný kapa, çoluk çocuk geldiyse beni rahatsýz etmeyin.

Söylediðini yapýp holü geçerek daire kapýsýný açýyorum. Zeynep’miþ gelen… Nazlý’mýn ilkokuldaki sýra arkadaþý… Elimi öpüp bayramýmý kutluyor.

–Ýçeri gir hele! diyorum. Eþikte el öpüp hemen kaçmak yok.

Salona geçiyoruz. Nazlý’mýn tersine uzun boylu, yapýlý ve balýketi bir kýz Zeynep. Þöyle tepeden týrnaða süzüp:

–Kýz sen her geçen yýl daha da güzelleþiyorsun, diyorum. Dur hele, sana þöyle bir doyasýya sarýlayým. Ýnan ki Zeynep, sen ikinci evlâdým gibisin. Sana sarýldýkça hep Nazlý’mýn kokusunu alýyorum.

–Sað ol Hamide teyze, ben de seni anne gibi görüyorum.

Sarýlýyorum Zeynep’e. Yanaklarýndan öptükten sonra gül koklar gibi boynunu kokluyorum.

–Evlât kokusu, evlât! diyorum.

Aslýnda aldýðým koku ikinci kalite aðýr bir parfüm kokusundan baþka bir þey deðil. Nazlý’m böyle mi kokardý? Cennet kokusu dedikleri bir kokusu vardý onun. Doðduðu dakikadan liseye gidinceye kadar her gün onlarca defa sarýlýrdým biricik kýzýma. Öperdim onu, okþardým, koklardým, sýkardým, gýdýklardým.

Hele sabahlarý… Okula gitmesi için erkenden uyandýrmak zorunda kaldýðým o bazen serin, bazen soðuk sabahlar… Öpücüklerle, çiçek koklamalarýyla uyandýrýrdým Nazlý’mý. Önce o küçücük burnunu, sonra ince kaþlarýný, daha sonra da o pespembe yanakçýklarýný öperdim. Dudaklarýna da bir buse kondurduktan sonra sabah keyfimizin en tatlý saniyeleri baþlardý. Kulak memelerinden baþlayarak boynunun her tarafýný, toparlacýk omuzlarýný, gerdanýný ve koynunu doyasýya öper, koklardým.

“Tamam anne, yeter ama, kes artýk!” deyiþlerinin adýna yaraþýr naz olduðunu çok iyi bilirdim; çünkü sevgime teslim olmuþ gibi kollarýný yanlara açarak “beni sev” dercesine gerinir de gerinirdi. Böyle anlarda onu yutasým, tekrar içime sokasým gelirdi.

–Gözlerin yaþardý Hamide teyze.

Zeynep’in bu sözleriyle kendime geliyorum. Gözyaþlarýmý silerken:

–Evlât hasreti iþte! diyorum. Hele otur bakalým þöyle!

Koltuklara karþýlýklý oturuyoruz. Âdettendir; kolonya ve þeker ikram ediyorum.

–Nazlý bu bayram gelmeyecek mi?

–Aniden önemli bir iþi çýkmýþ, ama Kurban Bayramýnda mutlaka gelecek.

–Ay vallahi Hamide teyze, çok özledim Nazlý’yý! Yaklaþýk dört yýldýr göremiyorum onu. Siz kaç yýldýr görüþmüyorsunuz?

–Ne yýlý kýzým? Geçen yaz geldi ya!

–Ben hiç görmedim ama…

Aniden hatýrlamýþ gibi yapýyorum:

–Tamam tamam, þimdi hatýrladým! Geçen yaz biz burada deðil, yazlýktaydýk. Nazlý da yanýmýza gelmiþ, bir hafta boyunca güneþin ve denizin tadýný çýkarmýþtý.

–Hâli keyfi nasýl, saðlýðý yerinde mi?

–Ýyi Allah’a þükür! Onun tek derdi var, o da gurbet! Biliyorsun ki on beþ yaþýndan beri gurbette yavrucuðum. Eee, sen neler yapýyorsun bakalým?

–Vallahi Hamide teyze, kuaförlükte iyice ustalaþtým; mesleði öðrendim anlayacaðýn. Bizim patron altý aydýr sigortamý da ödüyor. Ýlerde hâlimiz vaktimiz yerinde olursa kendi dükkânýmý açacaðým.

–Aferin kýzým, aferin!

Bir müddet daha havadan sudan konuþtuktan sonra Zeynep müsaade isteyip gidiyor.

Mutfaða girip yarým kalmýþ kahvaltýma devam ediyorum. Bizimki ayný vaziyette…

–Duydun mu, Zeynep kuaför dükkâný açacakmýþ, diyorum yüksek sesle.

Cevap vermiyor. Sinirleniyorum; balkon kapýsýna kadar gidip:

–Kütahya’da aç mezarý mý vardý da kýzýmý koca koca okullarda okuttun? Okumayýp kuaför olsaydý ya… Þimdi ne güzel dizimin dibinde olacaktý.

Baþýný sinirli sinirli iki yana sallarken dudaklarýnda aþaðýlayan, alaycý bir tebessüm beliriyor:

–Benim kýzýmýn baþarýlarýna, yaptýklarýna ve yapacaklarýna Zeynep’in hayal gücü dahi ulaþamaz. Bir yanda ilkokulu ite kaka bitiren Zeynep, öbür yanda Nazlý… Mukayese bile edilemez!

–Tamam, hadi okuttun diyelim! Biz o kadar aciz durumda mýydýk ki biricik kýzýmý yatýlý okullara verdin? Kütahya’da lise mi yoktu da, ta Ankaralara gönderdin?

Bu sözüme daha da sinirlenip ters ters bakýyor:

–Be kadýn, sen deli misin? Benim kýzým lise giriþ sýnavlarýnda Kütahya birincisi ve Türkiye otuz ikincisi olacak; sonra da bu þehirdeki bir liseye gidecek, öyle mi? Öyle bir zekâ elbette ki Türkiye’nin bir numaralý okulunda, yani baþkentteki fen lisesinde okumalý. Nazlý gibi bir deðeri mahalle lisesinde okutacak kadar aptal mýyým ben?

–Hem de aptalýn daniskasýsýn! Biricik kýzýma doyamadým senin yüzünden.

Tekrar masaya geçiyorum, öfkemi ekmekten çýkarýrcasýna büyük bir lokma koparým çiðniyorum. Yudumlar boðazýmda düðümlenip kalýyor.

Ýþte bu sabit fikirli adam yüzünden kýzýma doyamamýþtým. Oysa Nazlý’ma ne zorluklarla sahip olmuþ, onun uðrunda ne çileler çekmiþtim! Evlendikten sonra on yýl hamile kalamamýþtým. Nice doktorlar gezmiþ, ne tedaviler uygulamýþtýk… Denemediðim kocakarý ilâcý kalmamýþ, zehirlenme tehlikesi bile atlatmýþtým.

Nazlý’mýn dünyaya geliþi bir bayram, bayramdan öte yeni bir dünyanýn doðuþu olmuþtu benim için. Onu dualarla, hatimlerle, mevlitlerle karþýlamýþtýk. On beþ yýllýk sarýlmalar, öpüp okþamalar, koyun koyuna yatmalar bir rüya gibi gelip geçmiþti.

Kýzým fen lisesine gittikten sonra ancak bayramlarda ve tatillerde buluþabilmiþtik. Bu uzun aralýklý ve kýsa beraberlikler, ona olan özlemimi sona erdirmek þöyle dursun, daha da arttýrmýþtý.

–Senin yüzünden yalancý da oldum, diye sesleniyorum. Nazlý’nýn geçen sene yazlýða geldiðini söyledim Zeynep’e. Söyle bakalým, kaç yýldýr görmedin kýzýný?

Cevap yok. Ýyice öfkelenip baðýrýyorum:

–Söylesene uyuþuk adam! Dört yýldýr göremiyorsun kýzýný deðil mi? Tam dört koca yýl.

Kapý zili çalýyor, mecburen susup çýkýyorum mutfaktan.

Gelen Nilay’mýþ. O da Nazlý’nýn sýnýf arkadaþý; bitiþik apartmandan… Nazlý Ýstanbul’a gidince Nilay aþaðý mahalledeki düz liseye devam etmiþti. Kapýda bayramlaþýyoruz, içeri girmeye hiç niyeti yok.

–Enis amca evde yok mu? diyor.

–Boþ ver onu, diyorum. Morali bozuk biraz… Bizim kýz bir haftadan beri telefon edip duruyordu; belki elli defa “Ramazan Bayramýnda geleceðim.” demiþti. Ama acil iþi çýkýp da gelemeyince bizimki çok üzüldü.

–A üzülecek ne varmýþ bunda? Telefonlar ne güne duruyor?

–Öyle öyle, her gün en az üç defa telefonlaþýyoruz. Yine de baba yüreði iþte; çok kýrýldý Nazlý’ya.

Çantasýndan bir zarf çýkarýp uzatýyor:

–Düðün davetiyem, diyor gülerek.

–Aaa, bu kadar erken mi kýz? Hani Kurban’dan sonraydý?

–Valla babam müftüye danýþmýþ; iki bayram arasýnda bal gibi de nikâh yapýlýrmýþ. Biz de fazla uzatmayalým dedik. Haydi, bana Allaha ýsmarladýk, bugün akþama kadar hem bayramlaþýp hem de davetiye daðýtacaðým.

Þaþkýnlýktan donakalýyor, veda sözü dahi söylemeyi akýl edemiyorum. Nilay gidip de kapýyý kapayýnca cinlerim tepeme çýkýyor:

–Þimdi seni yedim iþte, diye söylenerek balkona çýkýyorum. Enis Beyefendi Hazretleri (!) hâlâ ayný durumda… Dünyada olup bitenden haberi bile yok. Sigara elde, gözler yolda…

–Utan utan! diye baðýrarak zarfý yüzüne fýrlatýyorum.

–Niçin utanacakmýþým? Ne yaptým ben? Ne var o zarfta?

–Elinin körü var! El âlemin kýzlarý telli duvaklý gelin olurken biz ne tel gördük ne duvak; ne dünür tanýdýk ne damat…

–Herkes düðün yaparak mý evleniyor? Þart mý yani? Bizimki de düðün yapmadan evlenmiþ, ne var bunda?

–Tüh Allah kahretmesin! Adam mýsýn sen be? Senden baba mý olurmuþ?

Bu adamýn gamsýzlýðý deli edecek beni. Yine elim ayaðým titriyor; galiba tansiyonum yükseliyor; fenalaþýp bayýlacaðým. Aceleyle mutfaða dönüp tansiyon hapýmý içiyorum, yüzümü yýkayýnca biraz sakinleþtiðimi hissediyor ve masanýn yanýndaki sandalyeme oturuyorum.

–Sabahýn köründe cep telefonunda bir mesaj, diyorum yüksek sesle. “Anneciðim, babacýðým; sizleri çok seviyorum. Ne olur bana kýzmayýn ve beni affedin. Biz evlendik.” Ýþte bu. Biricik kýzýmýzýn evlilik hikâyesi bu kadar… Ne kýz isteme, ne söz, ne niþan… Kimle evlendin, niçin evlendin, nasýl evlendin? Ne bir davet, ne bir açýklama… Biz evlendik; hepsi bu…

–Hemen hemen bir buçuk yýldýr hep ayný þeyleri konuþuyorsun haným, yeter artýk! Olan olmuþ… O defter kapandý.

–Bazý defterler ölünceye kadar kapanmaz. Millete rezil olduk be! Senin yüzünden mahallenin bir numaralý yalancýsý olduk. Mesajý aldýktan sonra, kýþ kýyamette niçin yazlýða gidip on gün kaldýk? Millet bizi düðüne gitti sansýn diye deðil mi? Ondan sonra da hayalî bir düðün uydurup ballandýra ballandýra herkese anlatan biz deðil miyiz? Niçin susuyorsun? Susarsýn tabii… Çünkü bu fikir senden çýkmýþtý.

–Nazlý’nýn bu þekilde evlenmesinde benim ne suçum var haným?

–Çok suçun var, çok… Kýzýný üniversiteye göndermeyecektin veya madem gönderdin, attýðý her adýmý izleyecektin. Bak Nilay’a… Liseyi bitirdi, büyük bir markette kasiyer olarak çalýþýyor.

–Boþ konuþuyorsun boþ! Benim kýzým üniversite sýnavlarýnda Türkiye sekizincisi oldu. Ben kýzýmý kasada oturup baþkasýnýn parasýný saysýn diye yetiþtirmedim. Ayrýca böyle bir yeteneði okutmamak günahtýr.

–Bak bir de günahtan bahsediyor! Hani, senin kýzýn bayramýný kutladý mý? Bir telefoncuk olsun açtý mý? Söyle, kaç gündür telefon açmýyor? En az on gündür deðil mi? Bakýyorum da her zaman holde duran telefonu yanýna almýþsýn. Telefon bekliyorsun kýzýndan deðil mi? Çok beklersin sen… Hâlâ anlayamadýn mý? Senin kýzýn o uzak memlekette yeni ve bambaþka bir hayat kurdu, biz onun gönlünden silindik artýk. Aç telefonu aç, utanma! Kýzýnýn bayramýný kutla, ona saygýlarýný sun. Ama benden selâm söyleme senin kýzýna.

–Senin kýzýn deyip durma! Telefon gelince önce sen kapýyorsun ahizeyi. O bizim kýzýmýz.

–Hayýr, on beþ yaþýna kadar benim kýzýmdý; sen onu benden koparýp yatýlý okula verince senin kýzýn oldu.

Yine kapý zili çalýyor. Mutfaktan çýkýp kapý dürbününden, gelenlere bakýyorum. Apartman komþumuz Selim Bey’le oðlu gelmiþ. Kapýyý açmadan balkona çýkýyorum.

–Kalk bakalým, diyorum, biraz da ben balkon keyfi yapayým. Ýki erkek var kapýda; onlarý da sen aðýrla. Beni sorarlarsa “Tansiyonu çýkýnca biraz uzandý.” dersin.

Ben kuru tabureye otururken o mutfaðýn kapýsýný kapayýp çýkýyor. Sehpadaki kahvaltý tepsisine gözüm iliþiyor. Çayýný içmiþ, birkaç dilim ekmek ve bir yumurta yemiþ.

“Ýyi.” diye geçiriyorum içimden. “Can boðazdan gelirmiþ.”

Yoldan geçen genç bir çift görüyorum. Kadýnýn kucaðýnda ince bir battaniyeyle sarýp sarmalanmýþ kundak çaðýnda bir bebek… Bebeðin yüzüne sapsarý bir tülbent örtmüþler. Taze gelin, yolda yürürken tülbendi aralayýp bebeðine bakýyor. Bir an Nazlý’ma benzetiyorum kadýný. Yüreðim güp güp çarpmaya baþlýyor.

“Kör olasýca herif!” diyorum içimden. “Kahvaltý yapmana niçin seviniyorum ki? Zýkkýmýn kökünü yeseydin inþallah! Beni torunuma bile hasret býrakan kafasýz adam! Oysa ne hayallerim vardý benim! Kýzým iþe gidince torunuma ben bakacaktým, týpký Nazlý’mýn bebekliði gibi onu da kundaklayacak ve dizlerimde sallayarak uyutacaktým. Ah, ah!”

Gurbet kuþu yavrumun bebekliði geliyor gözlerimin önüne. Meleðim dizlerimde uyuduktan sonra dikkatle ve yavaþça kucaðýma alýp koklayarak yatak odamýza götürürdüm. Sonra o küçücük baþýný ve yine küçücük, ince bir yastýða yan yatýrýp ben de yaný baþýna uzanýrdým. Doyumsuz bir manzarayý izler gibi seyrederdim canýmýn parçasýný. O küçücük yanaklara; o incecik ve temiz dudaklara; o kapanmýþ, yumuk gözlere, o belli belirsiz kaþlara gözlerimi kýrpmadan, dakikalarca bakardým. Zaman zaman da kulaðýmý, meleðimin minicik burnuna yaklaþtýrýp nefes alýp almadýðýný anlamaya çalýþýrdým.

Bazen nazarým deðmesin diye baþýndan ayrýlýr; can parçamýn rahatsýz olma ihtimalini düþünüp, ortalýkta uçuþan sinekleri, bir havluyu sallayarak odadan çýkarmaya çalýþýrdým. Mahalledeki çocuklarýn yatak odamýza yakýn yerlerde oynamasý kesinlikle yasaktý. Çocuklar bu yasaða “Hamide teyze kanunlarý” derdi. Hepsi de bu kanuna uyar; penceremin altýndan geçerken camiye girmiþçesine sessiz yürür, fýsýltýyla konuþurdu.

Hele o emzirme dakikalarý… Ömrümün en unutulmaz anlarý… Can parçam süt dolu memelerimi soðurdukça cana can kattýðým, hatta bir meleðe can verdiðim fikrine kapýlýr, beni anneliðe lâyýk gördüðü için Allah’a yüzlerce defa þükrederdim. Süt diþleriyle göðüs uçlarýmý ýsýrýrken bana tattýrdýðý o tatlý ýstýrabý hâlâ bedenimde hissediyorum.

Gözlerim yaþarýyor yine. Kalkýp mutfaða geçiyorum, gürültü yapmamaya dikkat ederek yüzümü yýkýyorum. Önceden çerçeveletip mutfak dolabýna astýðým yarým fotoðrafa kayýyor gözlerim.

“Ýþte torun sevgisinden yana bana münasip görülen hisse bu!” diyorum içimden. “Kýzýmýz bize bu kadarýný lâyýk gördü.”

Fotoðraftaki Nazlý çok mutlu; otuz iki diþi meydanda, gülüyor. Epeyce kilo almýþ. Sol dizinde ise göbeðine kadar çýplak, altý aylýk bir bebek… Gözlerini iri iri açmýþ bana bakýyor torunum. Hiç öpmediðim, koklayamadýðým, hatta kanlý canlý göremediðim biricik torunum… Bir de bebeðin baþ hizasýndan uzanýp Nazlý’mýn omzuna konan bir kol… Damat olacak uðursuzun kolu bu! Biricik kýzýmý benden çalan, ne idüðü belirsiz nesepsizin kolu… Ýri vücudunun ve meymenetsiz suratýnýn olduðu bölümü önceden kesmiþ ve bu resim parçasýný tuvaletin önündeki paspasýn altýna koymuþtum.

Anne adayý bir kýz evlât, bebeðini doðurmadan önce özbeöz annesini çaðýrmaz mý yanýna? Neymiþ efendim, orada her þey düzenliymiþ; hamileliði doktor kontrolünde sorunsuz devam ediyormuþ, zahmete katlanmama hiç gerek yokmuþ.

Tamam, kabul ettik; doktor deðilim, hemþire deðilim; ona bir yararým olamaz. Ya doðumdan sonra? Çalýþan karý koca iþe gidince bebeði kime emanet eder, o sabiye kim bakar? Yok efendim, orada her þey planlý ve programlýymýþ. Yöneticiler, insanlarýn refahý için her þeyi düþünüp çare buluyorlarmýþ. Çalýþan çiftler için bebek evleri açmýþlarmýþ, oralarda bebeklere çok iyi bakýyorlarmýþ; ebeveynler gözleri arkada kalmadan iþyerlerine gidebiliyormuþ… Bir sürü mazeret… Zaten çok yakýnda da Kütahya’ya gelip el öpeceklermiþ. Yalanýn daniskasý…

Salondan gelen bir kahkaha sesi hüzünlü anýlardan kurtarýyor beni. Mutfak kapýsýný hafifçe açýp araladýðým boþluða kulaðýmý yaklaþtýrýyorum. Selim Bey’in sesi bu:

–Ne bitmez öðrencilikmiþ anlayamadým, bildim bileli okuyor senin kýz, diyor yüksek sesle.

Bizimki her zamanki gibi övüngen:

–Efendim, diyor; bizim kýz artýk ilim yoluna girdi; daha doðrusu girmek zorunda kaldý. Sen üniversite sýnavlarýnda Türkiye sekizincisi ol, sonra ülkenin en büyük üniversitesinin en zor bölümü olan elektronik mühendisliðini birincilikle bitir; sonra da mastýr yapma, doktoraya devam etme… Olur mu efendim, böyle bir deðer harcanýr mý?

“Yerin dibine batsýn senin deðerlerin!” diyorum içimden. “Ya benim deðerlerim ne olacak?”

Elim ayaðým titriyor yine; çaresiz balkona çýkýyorum.

“Lâfý bitmez artýk.” diye geçiriyorum içimden. ”Þimdi kýzýnýn baþarýlarýný uzun uzun anlatýr. Üniversiteden mezun olunca elinin tersiyle ittiði iþ tekliflerinden bahseder önce. Sonra dünyadaki hangi üniversitelerden hangi tekliflerin geldiðini sýralar. Ýsviçre’deki üniversitenin akademik kariyer teklifini hangi sebeplerle ve nasýl kabul ettiklerini anlatýr. Daha sonra da iki yýllýk mastýrýný yüksek dereceyle bitirip dört yýllýk doktoraya nasýl baþladýðýndan söz eder. Hatta kýzýnýn kazandýðý burslarý ve aldýðý asistan maaþýný bile kuruþu kuruþuna söyler.”

Yoldan gelip geçenlere bakýyorum. Çocuklar yepyeni elbiselerini giymiþler, ellerinde þeker torbalarýyla o evden bu eve girip çýkýyorlar. Taze gelinler ve genç damatlar kol kola girmiþ, yolda yürüyorlar.

–Kahýrla geçen bu kaçýncý bayram yarabbi! diye mýrýldanýyorum. Bayramlarda hiç gülmeyecek, hep aðlayacak mýyým ben?

Caddeden geçen çocuklarda, evli çiftlerde, yaþlý baþlý insanlarda bir sevinç, bir heyecan, bir mutluluk seziyorum. Belki de bana öyle geliyor. Hepsi de temiz giyimli ve koþuþturma hâlinde… Belli ki bayramlaþmaya gidiyorlar. Nineden bebeðe dek herkese imreniyorum, daha kötüsü de hepsini kýskanýyorum.

Mutfak kapýsýnýn dýþýndan sesler geliyor bir ara. Konuklar gidiyor olmalý. Ses çýkarmadan mutfaðýn ortasýna kadar gidip konuþulanlara kulak kabartýyorum.

–Damadýnýzý adý neydi? diye soruyor Selim Bey.

–Davut, diyor bizimki.

Bu ismi duyunca yine hafakanlar basýyor bana. Gözlerim kararýyor, nefesim daralýyor. Balkona çýkýp derin derin nefes almakta buluyorum çareyi? Birkaç dakika sonra mutfak kapýsýnýn gýcýrtýyla açýldýðýný iþitiyorum.

“Þimdi balkona gelip hemen sigaraya sarýlýr.” diye geçiriyorum içimden. “Sonra da hiçbir söz söylemeden tabureye tüner.”

Tahminimde yanýlmýyorum.

–Selim Beye niçin yalan söyledin? diye soruyorum yüzüne bakmadan.

–Ne yalaný? Ben mi yalan söylemiþim?

–Sen ya; baþka kim olacak? Damadýnýn adý Davut mu, yoksa Davit mi?

–Öff, yine baþlama!

Dönüp yüzüne bakýyorum; gözlerini benden kaçýrarak sýrtýný dönüyor bana. Sol dirseðini balkonun korkuluk demirine koyup baþýný sol avucuna yaslayarak sigara içmeye devam ediyor: Daha çok sinirleniyorum bu tavrýna:

–Cevap ver bana? diyorum yüksek sesle. Senin damadýn Davut mu, Davit mi? Yoksa kýzýnýn telâffuz ettiði gibi Deyvit mi? Cevap veremiyorsun deðil mi? Senin yerine ben söyleyeyim. Olmaz ya, farz edelim ki oldu; Ýsviçre’ye gittik; orada “Deyvit” diye hitap edersin damadýna, buraya geldiklerinde ise Davut dersin.

Hiç cevap vermiyor. Kötü kötü düþünceler geçiyor içimden:

“Þeytan diyor, al þuradan bir odun, vur kafasýna!”

–Evet, niçin cevap vermiyorsun? Senin damadýnýn adý ne? Kim bu herif? Neyin nesi, kimin fesi?

–Benim damadým Ýtalya’da doðup büyümüþ, parasýz yatýlý okullarda okuduktan sonra Ýsviçre’deki bir üniversitenin mekatronik mühendisliði bölümünde burslu olarak mastýrýný ve doktorasýný tamamlamýþ bir akademisyendir.

–Peki, elini bir defa öptüremediðin, býrak el öptürmeyi yüzünü dahi göremediðin bu büyük akademisyenden olma, biricik kýzýndan doðma torununun adý ne? Söyle? Torununun adý ne? Herkese “Yusuf” diyorsun deðil mi? Son telefon konuþmamýzda aðzýndan kaçýrdý Nazlý. O kadar hýzlý konuþuyordu ki “Deyvit, Josef’in odasýnda…” deyiverdi. Sonra hatasýný anlayarak týpký senin gibi aðýz deðiþtirip “Davut, Yusuf’un odasýna gitti.” dedi. Bundan haberin var mýydý?
Çýt yok.

Haykýrmak, isyan etmek istiyorum. Bir þeyleri kýrmak, parçalamak geçiyor içimden. Fakat çaresizim. Öfkeden sesim titriyor:

–Ama sana göre hava hoþ! Ha Davut olmuþ, ha Deyvit; ha Yusuf olmuþ, ha Josef! Böyle haberlere o kadar çok alýþtýn ki bütün deðerlerin yalama olmuþ. Senin için önemli olan tek þey, kýzýnýn bilim kadýný olmasý. Nazlý doktorasýný verecek de, doçent hatta profesör olacak da, Türkiye’ye gelecek de… Hayal üstüne hayal! Herkese anlattýðýn bu masallara komþular inanýyor mu sanýyorsun? Aslýnda sen de inanmýyorsun; iþin gücün kendini aldatmak…

–Hele doktorayý bitirsin! diyor neden sonra.

–Hele fen lisesini bitirsin, hele ODTÜ’yü bitirsin, mastýrý bitirsin, doktorayý bitirsin… Ne bitmez þeymiþ be! Tabi, haklýsýn; doktorayý bitirince iki çanta alýr senin kýzýn, çantanýn birine Deyvit’i, diðerine Josef’i koyar, sonra da Kütahya’ya gelip üniversitede öðretim üyesi olur. Sen aklýný peynir ekmekle yemiþsin herif!

Ýki adým atarak yaklaþýyorum ona, aðzýmý kulaðýna yaklaþtýrýp fýsýltýyla ve alay edercesine:

–Kuþ beynine þunu iyice sok, diyorum. Kýzýn oradaki rahatý býrakýp buraya asla gelmez, gelemez. Senin sulbünden gelip benim rahmimde filizlenen, sonrada bu topraklarda serpilip geliþen biricik fidanýmýz meyvelerini Ýsviçre’de verecek. Onun meyvelerini biz deðil, yaban eller yiyecek.

Birden irkilerek susuyorum. Sebebi þaþkýnlýk… Aðlýyor Enis Bey. Annesinin, hatta çok sevdiði kardeþinin vefatýnda dahi aðlamayan Enis Bey þýpýr þýpýr gözyaþlarý döküyor. Sessizce çýkýyorum balkondan, koþarak yatak odasýna geçiyorum.

Þimdi ben de aðlýyorum. Her zaman olduðu gibi yüksek sesle ve hýçkýrýklarla… Aðlýyorum fakat kimin için gözyaþý döktüðümü ben de bilemiyorum. Kendime mi yanýyorum, kýzýma mý? Yoksa otuz beþ yýldýr gözlerinin yaþardýðýný hiç görmediðim koca Enis Beye mi?

Beþ on dakika aðlayýnca biraz kendime gelip rahatlýyorum.

“Galiba fazla üstüne gittim.” diye geçiriyorum içimden. “Gidip gönlünü alsam iyi olacak. Zaten kalp hastasý…”

Banyoya girip yüzümü yýkadýktan sonra balkona çýkýyorum. Bizimki yine taburede... Kollarýný balkon demirine paralel dayayýp, alnýný da elleri üstüne koymuþ oturuyor. Tek farklýlýk sigara içmeyiþi… Telefonu da yere düþürmüþ. Yine sinirleniyorum:

–Telefonu düþürmüþsün, diyorum. Ýnþallah kýrýlmamýþtýr.

Telefonu alýyorum yerden. Kurþunî ekranda bir isim: Biricik kýzýmýz… Fakat “arama yap” tuþuna basýlmamýþ.

–Telefon mu açacaktýn? diyorum.

Cevap yok.
–Açacaktýn ama gururuna yediremedin deðil mi?
Cevap yok.

Gömleðinin arka yakasýndan tutup hýzla çekiyorum. O anda bir þey oluyor: Enis Bey yýkýlýp boylu boyunca uzanýyor balkona. Yüzü kireç gibi; kapalý gözlerinin kirpikleri ýslak…

Aniden gözlerim kararýyor; bir çýðlýk atýyorum.

Erturan Elmas
Bursa / 2008



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
ve Yollarýn Tozunda Eridi Gözyaþlarý

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Sinaðrit Baba / S. F. Abasýyanýk [Ýnceleme]


Erturan Elmas kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Erturan Elmas, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.