..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Dünyada birbirinin eþi ne iki görüþ vardýr, ne iki saç kýlý, ne de iki tohum. -Montaigne
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Deneme > Sevgi ve Aþk > Ali Osman Öztürk




23 Kasým 2008
Alman Edebiyatýnda Sevgi, Hoþgörü ve Ýnsan Haklarý  
Ali Osman Öztürk
Alman edebiayatýnda sevgi, hoþgörü ve insan haklarý üzerine bir deneme.


:EJJE:
Alman edebiyatýnda sevgi, hoþgörü ve insan haklarý üzerine konuþmak çok iddialý bir iþ ve çok zor. Böyle bir iþe kalkýþtýðýnýzda Alman edebiyatýný oluþturan tüm eserlerden söz etmek gerekir, çünkü sevgiden, hoþgörüden ve insan haklarýndan söz etmeyen hiç bir yazar yok gibidir.

Alman kültüründe genel olarak tespit edebileceðimiz gibi, Alman edebiyatýnýn da üç sac ayaðýndan söz etmekle iþe baþlayabiliriz. Bunlardan birincisi Germanlýk, ikincisi Antik kültür, üçüncüsü ise Hýristiyanlýktýr. Bu üç kaynak zaman zaman yanyana, bazan biri diðerinin üstüne çýkarak, kimi zaman da çatýþarak edebiyatta kendilerini gösterir. Alman edebiyatý ya da kültür dönemlerinde bu üç kaynaðý her halükârda belirleyici olarak ya da tavýr alýnan bir unsur olarak görebilirsiniz. Türk kültürünün kaynaklarý olarak Türklük, Ýslamlýk ve Batý kültürü arasýndaki iliþki de ayný deðil midir?

Alman edebiyatýnda, sevgi, yani insan sevgisi 12. yüzyýldan itibaren bilinir. Daha önceki yüzyýllarda, salt “insan sevgisi”nden bahseden yazýlar, þiirler maalesef kilise tarafýndan, skolastik düþünce tarafýndan yasaklanmýþtýr. 10. yüzyýlda Tanrýya þirk koþmayý yasaklayan kilise, Tanrý varken insan sevgisinden söz eden düþünceyi mahkûm etmiþtir. Gelin görün ki, kilisenin yasaðýný yine kilise mensuplarý ihlâl eder. Bugün elimizde bulunan isimsiz bir mektubun sonuna eklenen ve ilk aþk þiiri olarak Alman edebiyatýnda yerini alan bir þiir, bir rahibenin aþkýný dile getirir: “Ben seninim, sen benim, buna karýþanlar cehennemin” mealinde metindir bu.


http://www.aliosmanozturk.8m.com/manesse.jpg
Manesse El Yazmasý'ýndan

Ama sevgi mayasý öyle bir tutar ki, Klasik Ortaçað edebiyatýnda yegane konu olur diyebiliriz. O dönemin þiirini tek baþlýk altýnda toplamak mümkündür: Aþk þiiri. Þairler doðrudan insan sevgisinden bahsetmeden önce anlaþýlan olayý kabul edilebilir bir dozla vermeyi düþünmüþ olmalýlar; önce Hz. Meryem’in yüceltilmesi ile iþe baþlanmýþ, sonra onun hemcinsi soylu hanýmefendiler, daha sonra da sade, sýradan kadýnlar terennüm edilebilir olmuþ. Sevgi, özellikle þövalyeliðin en büyük önþartlarýndan biridir artýk. Bir erkek Tanrý’ya ve efendisine hizmet etmekten baþka, ayrýca bir hanýmefendiyi yüceltmeyi öðrenemezse þövalye olamazdý. O halde burada söz konusu olan aþk, biraz zahiri (dýþsal), biraz platonik bir aþktýr. Sevgiliye ulaþmak söz konusu deðildir. Yüceltilen kadýn, ancak erkeðin kiþiliðini olgunlaþmasýný saðlayan bir eðiticidir.

Ýlginçtir, önceki yüzyýlda yasaklanan Antik kültür, iþte bu Ortaçað þiirlerinde, platonik bir kýlýfla karþýmýza çýkar ve toplumun alt tabakasýndan yükselen þövalyelerin soylularca saygýyla karþýlanmasýna bir araç olmaktadýr. Diðer yandan þövalyelerin günlük yaþamý ile edebiyattaki insan sevgisini karþýlaþtýrýrsak çok büyük bir zýtlýk tespit edeceðimizden kuþkunuz olmasýn; çok sayýda gayri meþru çocuk sahibi ve kadýnlara karþý çok kaba olan þövalyeler, þiir ve destanlarýnda öyle ideal bir dünya yaratmýþlar ki, onlarý ancak Geothe yýllar sonra aþabilmiþ.

16. yüzyýl Hümanizma dönemine gelince. Ýnsancýllýk anlamýna gelen “Hümanizm”, yukarýda andýðýmýz skolastik düþüncenin sonucu olarak, Tanrý’nýn ve onun bu dünyadaki halefi kilisenin nezdinde hiç bir deðeri olmayan “insanýn” yeniden keþfedilmesidir. Her þeyin ölçüsü sayýlan, hatta tanrýlarýn bile insan görünümünde resmedildiði Antik kültür yeniden örnek alýnmaya baþlanýr; çünkü o dönem bilim adamlarý, antik Romalýlarý hür, neþeli ve hayata dönük insanlar olarak görürler. Yazar Ulrich von Hutten, bilimin kýpýrdadýðý bu yüzyýlda, barbarlýðýn ortadan kalkacaðý umudunu heyecanla dile getirir. Özellikle üniversiteler hümanizmin savunucusu durumundadýr. Salt felsefede deðil ayný zamanda sanatta ve dinde de durum aynýdýr. Ayný dönemin sanat akýmý Renaissance “yeniden doðuþ” anlamýna gelir; tabiki insanýn yeniden doðuþu. Genel ilginin odaðýnda insanýn kiþiliði, onuru, deðeri, özgürlüðü yer almaktadýr.

Martin Luther’in öncülüðünde gerçekleþen Reformasyon’un karþýlýðý ise “yeniden biçimlenme”. Ýnsana raðmen güçlenen kilisenin hakimiyetini kýrmak, insanýn Tanrý karþýsýndaki konumunu güçlendirmek doðrultusunda dinin yeniden biçimlenmesidir söz konusu olan. Ancak eskiyi diriltme çabalarý Luther’i ve yandaþlarýný zamanla Katolik Kilise’den daha katý bir tutuma sürükler, daha hoþgörüsüz bir kimliðe sokar. Bu hal ünlü hümanist filozof Erasmus von Rotterdam’ý Luther’den soðutur. Bu nedenle mezhep kavgalarýndan uzak durur, Katoliklerle Protestanlarýn dogmatik katý tutumlarýna mesafeyle bakar ve dinde Antik anlamda dengeli olmak gerektiðini düþünür.

http://www.aliosmanozturk.8m.com/Luther.gif
Martin Luther

Kilise ve manastýr tahakkümünde geçen bin yýllýk Ortaçað’dan sonra “Ýnsana dönüþ” beklendiði gibi insanlara hemen mutluluk getirmemiþtir. Kurulu düzen kendini savunmak, muhafaza etmek isteyecektir. Örneðin Martin Luther’in insanlara verdiði umut, öncelikle sade vatandaþýn, köylünün baþkaldýrmasýna neden olur. 16. yüzyýlda gerçekleþen köylü savaþlarýnýn, 17. yüzyýldaki Otuzyýl Savaþlarý’nýn nedeni görünürde dinsel ise de, aslýnda, bir bakýma siyasal düzenin kendini yeni geliþmeler karþýsýnda korumak istemesidir. Alman kültür tarihi için Otuz Yýl Savaþlarý’nýn önemini burada vurgulamak gerekir. Ülkeyi temelden sarsan bu mezhep savaþý sonunda küçük prensliklerden oluþan Almanya bir harabeye döndü. 18 milyon nüfus 8 milyona düþtü. Ancak Almanlar bundan aldýklarý dersle artýk hiç bir zaman mezhep ayrýlýðý yüzünden savaþmadýlar. Küçük feodal prenslikler o zamanlar siyasal düzeni korumak adýna, derin hoþgörüsüzlüklerin yaþanmasýna neden olmuþlardýr. Devletin bekasýný saðlamak için Fransa’dan sonra Almanya’da da mutlakiyet rejiminin yerleþmesi, parçalanmýþlýktan doðmuþtur. Herþey devlet içindir, devlet ise mutlak hükümdarýn þahsýnda somutlaþmýþtýr: “hükümdar eli sopalý babadýr, o ne derse o olur. Aðzý olan konuþamaz.” Bu yüzyýlda yeþeren edebiyatta, acý gerçeklerden, dýþardaki ölüm korkusundan, savaþtan, salgýn hastalýktan bir kaçýþ söz konusudur. Bu dünyanýn faniliði, ölüm gerçeði bir kýsým yazarý mistisizme yöneltmiþ. Bu derunî aþkýn yanýsýra, barok sanatýna ve müziðine, ayrýca yaþamýna yansýyan yaþama sevincini ise ben sevgi ve hoþgörü baðlamýnda deðerlendirmek istiyorum. Çünkü ölümün aksi yaþamsa, yaþam sevgidir.

Aðzý olanýn cüret edip konuþmasý, konuþabilmesi ancak 18. yüzyýl Aydýnlanma döneminin arzuladýðý bir özgürlük olabilmiþtir. Ünlü filozof Immanuel Kant þöyle diyordu: “Kendi aklýný kullanmak için cesaretin olsun. Aydýnlanma, insanýn kendi düþtüðü vesayet altýndan kurtulmasýdýr.” Aydýnlanma ya da Akýlcýlýk dönemi geçmiþ yýllarda insanýn mutsuzluðuna sebep olan dine ve duyguya sýrt çeviriþ dönemidir. Ortaçað’da dinler arasýnda, Yeniçað’ýn baþýnda mezhepler arasýnda derin uçurumlar yaratan dinin, din farkýnýn insan sevgisi lehine aþýlmasý gereði üzerinde ilk kez bu dönemde durulur. Gothold Ephraim Lessing 1779 tarihli bir eseriyle gerçekleþtirir bunu: Hýristiyan haçlý þövalyelerine karýsý ve yedi oðlunu kurban veren Nathan adlý zengin bir Yahudi tacir, kaderini, Hz. Eyüp Peygamber gibi, Tanrý’nýn bir imtihaný olarak görür ve kimsesiz Hýristiyan Recha’yý kendi çocuðu gibi büyütür; bu Yahudiliði, Hýristiyanlýðý ve Ýslam’ý Tanrý önünde eþit gören ve doðmatik olmayan bir din anlayýþýdýr. Bu anlayýþýný Sultan Selahattin’e bir “yüzük kýssasý” ile sunar. Özetle anlatmak gerekirse; Bir padiþah’ýn kerametli bir yüzüðü vardýr. Yüzüðe sahip olan kiþi herkesin sevgisine mazhar olur. Bu yüzükten iki kopya yaptýrýr. Artýk üç yüzükten hangisinin hakiki olduðu anlaþýlamamaktadýr. Ölmeden önce, üç oðlunu ayrý ayrý çaðýrýp, bu yüzüklerden birer tane verir. Üçüne de “en çok seni seviyorum, ölünce yerime sen geç” der. Baba ölür ve üç oðul da, elinde yüzük tahta geçmek ister. Bir süre anlaþmazlýktan sonra bir bilgeye danýþýrlar. Bilge “madem ki yüzüðün kerameti, halkýn sevgisiyle belli oluyor, o halde herkes kendi yüzüðünün hakiki olduðunu ispatlasýn diyerek”, çözüm yolu gösterir.

Buradaki yüzükler üç kutsal dini simgeler; Yahudi, Hýristiyan ve Ýslam müminleri, kendi aralarýnda çatýþmaksýzýn, insanlarýn mutluluðu için gönderildiðine inandýklarý dinlerini yaþayarak hakiki olduðunu ispatlamalýdýrlar. Lessing’in bu eseri tolerans fikrine, yani diðer bir dini tolere edebilmeye, katlanabilmeye, hoþ görebilmeye, dahasý tüm dinlerde ortak olan “insaný sev!” ilkesine dayanýr.

Þunu belirtmek gerekir ki, 1789’da aydýnlanmacý birikim sonucunda Fransýz burjuvazisi Fransýz Devrimi’ni gerçekleþtirirken, Almanya’da bu önemli olaya karþý (Ýmmanuel Kant) dýþýnda herkes korkuyla tepki verdiler. Alman aydýnlarý devrimi onaylamadýlar. Fakat her þeye karþýn iç ve dýþ “geliþmeler paralelinde oluþan aydýnlanma hareketi, aklý, insan yaþamýnýn belirleyici ve egemen gücü olarak kabul etti. Ýnsanlar artýk devleti, kiliseyi ve toplumu eleþtirmeye baþladý. Ýnsan yavaþ yavaþ özgürlük, eþitlik, hoþgörü ve insaniyet ideallerine ýsýnýyordu.”

Aydýnlanmacý, akýlcý bu ilke 19. yüzyýlda zirveye ulaþan Alman edebiyatýnýn geneline hakimdir denilebilir. 17. yüzyýlda, bu dünyayý tasavvur edilebilir dünyalarýn en iyisi olarak niteleyen W. Leibnitz’le baþlayan Alman felsefesinin bir diðer adý “Alman idealizmi”dir. Alman idealizmi panteisttir, yani her þeyde tanrýyý görebilir. Bu evren Tanrýnýn bir yansýmasýdýr. Parçada bütünü görür. “Aðzý olan herkese konuþma” hakkýný ve özgürlüðünü verme ilkesi edebiyatta gereken ilgiyi bulur. Fýrtýna ve Deha çaðýnda genç þair ve yazarlar üst güçlere karþý baþkaldýrýrlar, Goethe ve Schiller gibi klasik þairler, ne Romantiklerin geçmiþe dönüþ hayallerine, ne dine ve halk etiðine sýðýnmalarýna, ne de o dönemin solcu güçleri sayýlan liberallerin birey özgürlüðü fikrine itibar etmeden, Antik kültürün denge ilkesini insan iliþkilerine aktarýp doðu-batý, Müslüman-Hýristiyan ayrýmý yapmaksýzýn her insana, her konuya kucak açarlar. Ancak Romantik þairler de halka inerek, halk ürünlerini yücelterek ve ayrýca kitaplarýna tüm dünyadan derlemeleri de katarak hoþgörü fikrinin yerleþmesine katkýda bulunurlar.

http://www.aliosmanozturk.8m.com/goethe.jpg
Johann Wolfgang von Goethe

19. yüzyýlda bütün bunlar olurken, diðer yandan bilimde, sanayileþmede, yani insanýn doðaya karþý direnip, onu kontrol altýna alma yönünde büyük geliþmeler olur. Bertrand Russel’in deyiþiyle, doðaya karþý, insanlara karþý güçlü olmayý bir tutku haline getiren Batý dünyasý, iþte bu güçle, sanayileþmeye paralel olarak doðan hammadde ve ucuz iþgücünü karþýlamak için yeni ideoloji geliþtirir: sömürgecilik. Batý’nýn dünyamýza ettiði en büyük kötülüklerden biri olan sömürü düzeni, baþta kendi halklarýný ezmiþtir. Natüralizm denilen sanat akýmýný edebiyattaki uzantýsý eserlerde bu sömürü düzeninin olduðu gibi yansýtýlmasýný görürüz. Adil olmayan gelir daðýlýmý, adil olmayan bir seçim sistemi, hiç bir sosyal güvence sunulmadan üç vardiya çalýþtýrýlan iþçilerin sömürülmesi, insanlarýn ýrsiyet ve sosyal çevre yüzünden içine düþtükleri sefalet, edebiyatta pozitivist bakýþ açýsýyla sergilenir. Ýnsan haklarýnýn henüz tanýnmadýðý bu dönemde, Genç Almanya akýmýna dahil edilen yazarlar baþta olmak üzere bu konuya parmak basan birçok yazar kovuþturmaya uðramýþ, sürgün edilmiþ, eserleri sansürlenmiþ ya da yasaklanmýþtýr.

Pozitif bilimlerin sayesinde insanýn insana, devletin devlete, devletler ittifakýnýn diðer ittifaklara galip gelme arzusu Batý’ya iki dünya savaþýna mal oldu. Üstünlük inancý Avrupa merkezcilik biçiminde karþýmýza çýkarken, bilim adýna kafatasý ölçerek bunu sayýlara dökme hevesi belirdi. 19. yüzyýl sonundan itibaren baþlayan, kimilerince körüklenen milliyetçilik akýmlarý, dünyayý yeni bir handikapla karþý karþýya býraktý. Ýnsanlar kendilerinden olanlarý severken, baþkalarýný dýþlamaya baþladý. Bu dýþlama o ölçüye vardý ki, bu Almanya, Ýtalya örneklerinde olduðu gibi, baþka ýrktan, baþka dinden insanlarýn insanlýklarýný ve insan haklarýný inkâr etmeye kadar vardý. Almanya’da 1930’lu yýllar iþte bu anlayýþý devlet politikasý haline getirenlerle buna karþý çýkanlar arasýndaki mücadele biçiminde geçer. Kimi iç sürgün, kimi dýþ sürgün olmak üzere yazarlar, düþünürler bir bir yerlerinden yurtlarýndan sökülürken, Yahudiler tarihin kaydettiði en büyük zulüme uðradýlar. II. Dünya Savaþý sonunda yenilen Nazi yönetimi, ayný zamanda kendi halkýna da dünyanýn en büyük lekesini çalýyordu: ýrkçýlýk. Kendinden olmayanlarý gaz odalarýnda boðmak ya da fýrýnlarda yakmak.

Savaþ Sonrasý Alman edebiyatý, kendisine “sýfýr noktasýný” esas alýyor, her þeye yeniden baþlandýðýný ilan ediyordu. Her yeni baþlangýçta sevgiden baþka ne olabilir insaný umutlandýran? Wolfgang Borchert’in, Heinrich Böll’ün, Luise Rinser’in eserlerinde bir dilim ekmek olarak çýkar sevgi karþýmýza bazen; kadýn yemez, kocasýna býrakýr bir dilim ekmeði, ya da koca yemez, çocuðu saydýðý karýsýna yedirir. Yýkýntýlar altýnda ölmüþ kardeþini, fareler yemesin diye bekleyen çocuðu kurtarmak için yalan söylenir. En önemli insan hakký olarak yaþama hakký özellikle vurgulanýr. Buna yönelen, savaþ sanayii, kötü yöneticiler, savaþ kýþkýrtýcýlarý vs. gibi tehditler eleþtirilir.

Günümüz Alman edebiyatýnda her türlü sevgi anlayýþýný bulmak mümkün. Doðum gününde babasýnýn verdiði harçlýkla kendine sevgili satýn alan yazarlar da var, sevgiyi karþýlýk beklemeden vermek anlamýnda tanýmlayanlar da. Birini ayrýþmýþ, bireyselleþmiþ ve bireyler arasýnda iletiþimin koptuðu bir toplumun ürünü sayarsak, diðerini geçmiþe, dine dönüþ mü saymalýyýz? Yoksa ikisinin de ortak paydada birleþtirip, satýn alýnsa da, karþýlýksýz verilse de alýnýp-verilen, ama her halükârda mutlu eden bir sevgiye mi dikkati çekmeliyiz?

Hoþgörü ve insan haklarý bakýmýndan, Alman edebiyatýna söylenecek bir þey yok. Örn. Kuzey Kore’deki aç insanlar veya Ýran’daki taassuptan bunalanlar konulaþtýrýldýðý gibi, Alman iþverenlerin sömürdüðü kaçak Türk iþçileri de eserlerde iþleniyor. Günümüzde de kendi insanýnýn hatasýný göstermekten çekinmeyen, kýlýk deðiþtirip vatandaþýnýn, devletinin iki yüzlülüðünü, çifte standardýný ortaya çýkaran yazarlar yok deðil. Örneðin bir Hans Magnus Enzensberger “Ayrýcalýklý Vukuat” baþlýklý þiirinde, Türklerin evini kundaklayan Alman gençlerine gereken cezayý vermeyen yasalarý ve yargýyý alabildiðine hicveder:



“Ýnsanlarý ateþe vermek yasaktýr. Kanuni bir ikâmet iznine sahip insanlarý ateþe vermek yasaktýr. (…) Federal Almanya’nýn bekasýný ve güvenliðini tehdit etmeyen insanlarý ateþe vermek yasaktýr. (…) Bilhassa, boþ zamanlarýný deðerlendirme imkânlarýndan yoksun bulunduklarý için ilgili kanunlardan habersiz ne yapacaðýný bilemediklerinden dolayý ruhi bunalým geçiren gençlere de, þerefine itibar etmeksizin insanlarý ateþe verme hakký tanýnmamýþtýr. (…) Herkes itiraz etme temel hak ve hürriyetinden faydalanabilir. Ýlgili dilekçeler yetkili makamlara gönderilmelidir”

Avrupa’da þimdi bir de göçmen yazarlar var, her ülkeden. Özellikle Türk yazarlar çok önemli bir yer tutuyor. Bunlar Almanlarý, Avrupalýlarý tiye aldýklarý gibi, Türkiye’yi de eleþtiriyorlar. Öyle sanýyorum ki, karþýlýklý öðreneceðimiz çok þey var.

Sonuç

Alman edebiyatýnda sevgi, hoþgörü ve insan haklarý konularý hiç eksik olmamýþtýr. Bunun uygulanmasý ise, II. Dünya Savaþý’ndan sonra, Hýristiyan hemcinsleri bakýmýndan son derece baþarýlýdýr. Bugün Avrupa’da artýk savaþ olmuyor. Oluyorsa orada muhakkak bir din farký söz konusu. Dinde, felsefede ve edebiyatta sevgi ve hoþgörü ve insan haklarýndan söz eden Avrupa din farkýný neden aþamýyor? Bunu Bertrand Russel’in deðindiði Batý’nýn güç tutkusuyla mý açýklamalýyýz?

Yararlanýlan Kaynaklar

Gürsel Aytaç: Yeni Alman Edebiyatý Tarihi. 3. Baský, Gündoðan Yayýnlarý, Ankara 1992.

Hüseyin Salihoðlu: Alman Kültür Tarihi. Ýmge Kitabevi, Ankara 1993.

Selçuk Ünlü: Sosyolojik Açýdan Yeni Alman Edebiyatý Tarihi (1500-1900), Konya 1996.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.


Yazarýn deneme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Atatürk ve Yabancý Dil Üzerine
Barbara Frýschmuth Konya'daydý
Nasreddin Hoca Þiirden Anlar Mýydý?*
Gördüm Konya'yý
Ulusal Egemenliði Nasýl Algýlýyoruz?
"Baki Kalan Gök Kubbede Hoþ Bir Sefa Ýmiþ"
Türk Halk Türkülerinin Þiirselliði
Dil'de Kirlenme Üzerine
Atatürk'ü Anmak
Öykünün Hikayesine Dair…

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Nasreddin Hoca'nýn Þiiri [Þiir]
Bir Þiirdir Yaþam [Þiir]
Hazan Günü [Þiir]
Rudolf Otto Wiemer [Þiir]
Anladým ki... [Þiir]
Sanal Bayramlar [Þiir]
"Göðsünün üstüne iki yýldýz/gözlerinin üstüne iki öpücük" [Þiir]
Þair [Þiir]
Ezginingünlüðü [Þiir]
Sadece Dostlarýma [Þiir]


Ali Osman Öztürk kimdir?

Akademisyen, çevirmen, halkbilimci, karþýlaþtýrmacý, eleþtirmen.

Etkilendiði Yazarlar:
Bilimsel anlamda Wilfried Buch, Otto Holzapfel, Gürsel Aytaç; edebi anlamda Luise Rinser, Buket Uzuner.


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.