Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman |
|
||||||||||
|
Israrını çok sevdim, beni çağırışındaki, beni görmek isteyişindeki, “göster bana yüzünü” deyişindeki ısrarı. Verdiğin değeri gösteriyordu bu, bana bağımlı oluşun hoşuma gidiyordu, beni sevmen, tapınman bana kendimi özel hissettiriyordu. Ve ne çok nefret ettim aslında bana “gel” deyişindeki, “seni çok özledim, ne olur göreyim seni” deyişindeki ısrarından. Zora soktu beni, gelebilecek durumum olmadığı halde, sana ait zamanlar yaratmaya çalışmak, aslında senin hayatındaki asli insanları ertelemeni ya da onların zamanından çalmanı gerektiriyordu çünkü. Hayatındaki birincillerden değildim biliyordum, bana bu şekilde algılatmanı hem çok sevdim, hem bu yalansıdan nefret ettim. Seninki acıtan, kanatan bir bağımlılıktı. Louis Althusser "Gelecek Uzun Sürer" kitabında karısını sabah masaj yaparken boğduğunu anlatır. Oysa senelerini beraber geçirdiği bir aşktır ama buna karısının ses çıkarmadan boyun eğmesi ve hatta çabalamadan ölüp gitmesi gibi, senin bana tutku derecesinde bağlılığın canımı acıtıyordu, bazen kıskacının etimi kopardığını hissediyordum; ama bundan mazoşist bir zevk alıyordum ve ses çıkaramıyordum. Varlığın benim için önemliydi. Bu kadar net ifade etmen düşündüklerini, hissettiklerini... Bazen beni kötü etkilese, hatta kendimi değersiz biri gibi görmeme neden olsa bile, bu denli cesur olduğun için, hayranlık duymaktan alıkoyamıyordum kendimi. Beni kanatman, hayatımda bana kimsenin kullanmadığı kelimeleri kullanman, beni çok sevdiğini söylemen ve hatta tanrıça gibi tapınman hoşuma gitti. Benimki salt süper egodan başka bir şey değildi, bunu da sana defalarca itiraf ettim. Bunu aslında çok sevdim, aynı zamanda bundan ölesiye nefret ettim. Senin bana bunca bağlı oluşuna, benim bir tanrıça edasıyla izin verip sessiz kalmam, bundan inanılmaz derecede zevk alıp, buna neredeyse bağımlılık derecesinde ihtiyacım olduğunu düşünmemden nefret ettim. Kendimi inanılmaz derecede zayıf, ikiyüzlü ve yalnız hissettim. Konuşmalarımızın orta yerinde, hele de belki tartışmanın en hararetli yerinde, gitmeni sevdim; çünkü kalsaydın, çok daha kızdırabilirdik birbirimizi, sen giderek zaman kazanıyordun, toparlanmamı sağlıyordun, bir anda aslında gereksiz bir tartışmanın ortasında hissediyordum kendimi. Bir yandan da nefret ettim bu halinden bana göre tartışılarak çözümlenmeliydi her şey. Seni hastam gibi gördüm, iyileşmen için elimden geleni yaptım ve başarılı olduğumu da düşünüyordum; ama sen hastalıktan ne yazık ki, doktoruna âşık olarak kurtuldun; belki de daha onulmaz hastalıkların pençesine düştün. Bunu hiçbir zaman söylememeni çok sevdim ama bir yandan da seni onulmaz bir hastalığın pençesine atmama izin verdiğin için, nefret ettim senden. Belki söyleseydin ben de kendime çekidüzen verebilirdim, farkına varabilirdim bazı şeylerin; ama öyle iyiydin ki ben bunu çok sevdim. Bir yandan nefret ettim bu kadar iyi olmandan. Çünkü birden bire “yeter artık” deyişini, bana şimdiye dek hiç göstermediğin için bilemedim tahammül sınırını, belki göstersen bu kadar üstüne gitmezdim ben de kim bilir? İlk zamanki konuşmalarımızdan birini hatırladım şimdi: —Eskiden farklı biriydim ben. O ben değildim. Belki bu bile ben olmayabilirim, dedin —Ne demek şimdi bu? dedim. —Derinlerdeki ben ortaya çıkana kadar bu benle idare edeceksin o kadar, ben de onunla idare ediyorum çünkü... Bir an, biliyorum ki zamanın statükosu paramparça etmeden bulacağım kendimi bir yerde. —Aradığın kendin değilsin bunu hiç düşündün mü? dedim sana. —Kendimi bulurken benim sürecimi takip eden ve bunu kendi çapında yönlendiren arkadaşlara da ihtiyaç duyabilirim elbette. Bunlardan birinin de sen olman belki süreci hızlandıracaktır, bu da farklı bir yorum tabii, o aradığım ben miyim bilmiyorum, ama bu ben değilim, dedin. —Aradığın sen değilsin, sana benzerler aslında. Hep ne kadar biricik olduğumuzu düşünüp sonra da bize benzerler bulduğumuzda şaşırıyoruz; ama Narkisos’un kendi suretine âşık olması gibi aradığımız aynadaki akislerimiz. Neyi ne kadar yansıtıyorsun sen, asıl onu sorgulamalısın. Aşk. Aradığın bu belki de; ama aslında o da kocaman bir yalan —-Yalan hayata dair en acımasız gerçektir aslında diye düşünüyorum. Yalanları küçümsememek gerek, onlar hayata gerçeklerden daha da hâkim çünkü. —Küçümsediğimi kim söyledi ki, aksine kocaman yapıp bazen beni yiyen canavarlara bile dönüştürebilirim onu —Söyle beni de yesinler. —Yok, yemesinler, inan bana sevilesi değil. —Ortada serseri mayın gibi dolaşmaktan daha anlamlıdır bir şey tarafından tüketilmek. —Yaptığın bu aralar kendine acımak. —İlginç bir yorum; ama teknik olarak doğru görünse bile, bu şekilde yorumlamak biraz güç benim durumumu. İlk gün konuşmalarımızın üstünden bir yılı aşkın zamanın geçmesine rağmen söylediklerini, hala aynı şekilde, üstelik artan bir tutkuyla söylemeni çok sevdim ben, yalan değildi çünkü söylediklerin. Her zaman sana “bu kadar iddialı laflar etme inandırıcı olmuyorsun” dediğim halde aslında aynı şeyleri tekrar söylemiş olmanı çok sevdim ben. Aynı zamanda nefret ettim aynı şeyleri tekrar etmenden. Çünkü senden istediğim benim dostum olmandı, aşığım değil. Oysa sen dostluğumu kabul etmiyordun beni âşık çizgisine oturtmak istiyordun, sana söylemiştim âşık olamazdım sana. Dostum olsaydın, sonsuza dek yanımda olabilirdin. Senin sonsuza dek yanımda olmanı istedim ben, âşık olarak bir son olacağı açıktı ve bunu esirgedin benden. Aradan birkaç ay geçtikten sonra da tarzın değişmemişti hatta daha da artmıştı. Bir keresinde neden bu kadar üstüme geldiğini, neden konuştuğumuz konunun sadece ben olduğumu ve neden tüm boşluklarını benimle doldurmaya çalıştığını sorduğumda bana dedin ki: “Elbette tek konu sen olacaksın. Hayatımı daha çok kapsayan başka bir şey mi var yaşamımda? Elbette varım yoğum, işim gücüm tek konum sen olacaksın. Çünkü ben hiçbir şeyi seni istediğim kadar istemedim. İstemem de. Sen benim hayatımın parçasısın artık, ben senin bir şeyin olmasam da, sen benim her şeyimsin.” Bunun üzerine bu kadar iddialı konuşmamanı söyledim sana yapamayacağın şeyleri yapacakmışsın gibi ya da öyleymiş gibi söyleme dedim. “-mış gibi duygularım olmadı hiç benim” dedin “çünkü seni tanıyana kadar duygularım yoktu, hissetmedim hiç bu şekilde, sadece sana özgü inançlarım var artık benim.” Hayatının merkezine beni oturtmanı sevdim. Geçmişimi, şu anımı ve geleceğimi sorgulamadan sadece beni ben olarak görmeni sevdim, ben sana göre dünyaydım ama kapsama alanım sadece kendi varlığım kadardı, dünüm, yarınım yoktu. Olduğum yer kapladığım alanla sana aittim ve bunun ötesinde hiçbir şeyi görmek duymak istemiyordun. Bir yandan da nefret ettim her şeye gözün kapalı olarak bakmandan, anı görmemenden, dünü reddetmenden ve yarın olacakları farz etmemenden. Beni sadece tapınılacak bir beden olarak görmenden, ruhumu anlayamamış olmandan, sana bağımlılığımı aslında doldurulabilir bir boşluk olarak görmenden nefret ettim. Seninle her konuşmamda kasık cinlerimi harekete geçirmiş olmanı sevdim ben. Sanki senin kelimelerinle harekete geçiyorlardı, sesim çıkmıyordu “haydi devam et” diyemediğim gibi, “durma” da diyemiyordum, seviyordum konuşmanı onlarla, onlar da seni seviyordu. Ama bir o kadar da nefret ettim; kirli hissettiriyordu çünkü bana onlar kendimi. Onlara bu kadar yakın durmandan da nefret ettim. Nereye nasıl dokunulacağını bilmen, tüm vücudumu titretmen, unuttuğum anıları hafızamda canlandırıyordu, inanılmaz bir ten uyumumuz olacaktı, bunu biliyordum ve bunu hem sevdim, hem de nefret ettim. Defalarca gittim senden, defalarca kanadı yüreğim her seferinde, “bu kez tamam” dedim “benim etik değerlerime göre bu iş burada biter”; ama her seferinde dönüp arkama baktım, her arkama baktığımda oradaydın ve her duraksamamda koşup yakaladın ellerimi “bırakma” diye ve ben her seferinde kaldım. Bunun için de seni hem sevdim, hem de nefret ettim. Gittiğimde olmasaydın orada unutmaya çalışacaktım ve unutacaktım bir yerlerde seni; bu kadar uzamayacaktı, her uzayışta daha fazla kanamayacaktım; ama anlamadın sen, bunu anlatamadım sana. “Varlığın bile beni mutlu etmezken, yokluğunun nasıl mutlu etmesini bekliyorsun?” dedin ve ben iyileşmen adına, her seferinde daha fazla sokuldum sana ve her sokulmam aslında benden bir parça kopardı attı. Bir gün sana —Hiç vazgeçmiyorsun değil mi? demiştim. —Bir şeyi istememin önkoşulu ondan vazgeçmeyi düşünmeyişimdir aslında. Eğer ki; ihtiyacım olan şey eksikse hayatımda olması gereken şeyleri tabi ki sonsuza dek isteyeceğim, dedin sen de. Ama dayanamadın ve “Benim bir şeyi oldurmaya gücüm olmadığını düşündüm, gerisi boş ve anlamsız, bir şey bana rağmen oluyorsa, oluyor demektir, yapabileceğim fazla bir şey olmadığını görüyorum ve bu kez çok net gördüm. Bende yarattığın en güçlü his boş konuştuğum düşüncesi oldu en son. Acımasız bir rüzgârsın sen. Daha fazla zayıf kalmak istemiyorum karşında. Duygularımın beni basit ve hızlı terk edebilmesini isterdim aslında. İsterdim ki bir bakayım aslında seni sevmiyormuşum. Bir yanılsamaymış tüm hissettiklerim. İstediklerim bir yalandan, anladıklarım bir yanılsamadan ibaretmiş. Hayatımın istediklerime verdiğim emekle geçen döneminin rüyaymış gibi geride kalmasını isterdim aslında. Ben bu değilim. Tanıyorum artık kendimi. Bu yüzden bir süredir kendim de dâhil kimseyi kandırmamak için daha çok kendimi tanımaya adadım kendimi. Özetle eğer bir anlam ifade edecekse, seni seviyorum, ama ikimizin aynadaki yansımasından çok emin değilim. Sana bırakmaya karar verdim kendimi ve ayna yanılsamalarımı. "al beni ne yaparsan yap" hepsi bu kadar aslında.” Dedin ve bu kez gitmeme izin verdin ve baktığım yerde olmadın, aslında sen benden gittin. Sanki bir şarkı öyküsüydü yaşadıklarımız, gittiğinden beri senin de çok sevdiğin bu şarkıyı, dinliyorum ve mutlu olmanı diliyorum. alev alev yanıyorum buzlarım çözülüyor aşka gardım düşüyor, tutamıyorum korkuyorum bakışların çarpınca bana birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık sen ışığını arayan güzel günebakan ben tozuna dumanına hasret bir enkaz alev alev yandığım doğru küllerinden doğar mıyım sana doğru kendimi arıyorken olmaktan korktuğum yerdeyim sendeyim al beni ne yaparsan yap!..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © rey'an yüksel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |