"Kirazlar ve dutların tadını çocuklar ve serçelerden sor." -Goethe |
|
||||||||||
|
Gölge: Sen ve O Zamanın ve mekânın girdabında kaybolan dimağı arındırıp, dünden bugüne kurulan köprülerin iplerini keselim ki yabancı toprakların bataklıklarında kendine yer edinmeye çalışan Sen’i tanımanın ve anlamanın derinliklerine yol alabilelim. Artık Sen’i tanıyorsun. Nasıl ki Gordiva Buda’nın koruluğunda huzuru bulduğunu sandı. Sen de bedeni yabancı topraklarda, duyguların aldatmasıyla örtülen ruhunu avuta dursun biz O’yla yolculuğumuza çıkalım. Bu çileli yolculukta, Sen, benlik arayışındayken O ise benlik savaşı vermektedir. Kama Manas ile Manas arasında bulunan Antakarana (Gümüş İp) sınırında bulunan O’nun, Arjuna’nın yayını gerip, Krişha’ya oku, atamayacağını söylemesi gibi, O’da kendisiyle karşı karşıya kalmıştı. O, doyumsuzdur ve farkındalık sorunu yaşamaktadır. Bilgiye akbabalar gibi saldıran O, sürekli rahatsızdır. Kendi derinliklerine inme, var olanın dışında kalma uğraşındadır. Çünkü her şeyin geçiciliğine inanmaktadır. Değişken, maskeler dolu bir hayattan, zamansız- değişmeyen sarf bir hayata geçiş derdine düşmüştür. Onun için hep ağırdır, birçok şeyden zevk almaz. Sürekli daha mükemmele daha iyiye ulaşma uğraşı verir. O’nun için hataların tekrarı bir zafiyettir. Geçici duygularla oyalanmak, hayvansal tarafını terk edemeyen insanlar içindir. O, sürekli arınma, zafiyetlerinin kökünü kazıma derdindedir. Onun içindir ki kendisinde bulunan duygusal bedenle (astral beden) sürekli mücadele halindedir. Duygusal bedenin atmaya engel olduğunu göstermek ve doyumsuz yanın tatmin edilemeyeceğini göstermek için bunu günaha uzanan yoldan geçerek gösterir. Bedeni arzuları öldürmenin yolu, onları yaşaması, sonrada farklığının bilincine varması ve yolunu belirlemesi gerektiğini bilir. Bazen kontrol altında tutulması gereken duyguların dizginlerini bırakıp dörtnal gitmesine bile izin verilmesi gerektiğini vurgular. O, korku perdesini parçalar. Bedene ait bir şey kalmasın diye. Kalması demek geri dönmek olur. Bugüne iyi yarına kötü ya da bugüne kötü yarına iyi diyen kargaşanın kurbanı olacaktır. Yaşanması gerekeni yaşamalı, kaçınılan her şey insanda yaralar oluşturmaktadır. Ve gözler sürekli yaralar tarlasından geçme arzusundadır. Bu engellenemeyen arzu insanda tıkanıklığa neden olurken, insan özünden uzaklaşmaktadır. Tutku haline gelen yaralar tahtakurusuna dönüşüp, insanı kemirip toz haline getirmektedir. O’nun korkusu kemirilmektir. Tüketmek ve tüketilmektir. Dolaysıyla yaşamın her şeyini doğal karşılamaktadır. Şaşırmamaktadır. Ve insanın kendi haline bırakılması gerektiği inancında olduğundan, insana müdahale anlayışından uzaktır. İnsan kendisini yaşarsa, bir gün kendisini bulması daha kolaydır. Yaşamdan caydırılan insan dönüp dolaşıp eski yerine ulaşacaktır. Ve yaralar insanın peşini bırakmaz. Yaralar kurumadığından dairenin içinde dönüp dolaşacaktır insan. Arzulardan kaçışın insanı gölgeleştirdiğine inan O, arzuların bazen peşine bazen üstüne giderek kendisine, dışardan cazibeli görünen dünyanın elde edilmesinin ne kadar kolay ve yaşananların ne kadar basit olduğunu gösterir. O, yorgunluk içinde diriliği kendisine yaşatır. Bedenin kendisine ait olmadığı düşüncesiyle, bedenin acı çekmesine ve arzularının yaşanmamasına aldırmaz. Ruhu ile bedeni uyum içindedir. Her şeyiyle kendini kabullenen ve seven yapısı, dış dünyayı da her şeye rağmen sevmesini öğretmiştir kendisine. Kendine dürüst olmayan, kendisini sevmeyen, kendisini beğenmeyen (egosantrik değil) insanın; başkasını sevmesi, anlaması, takdir etmesi beklenemez. O, sürekli kendisinin farklılığına inandı. Gün geldi, diğerlerinden farklı olmadığını sadece hissettiklerinin, yaşamlaştırdığı şeylerin farklılığını gördü. Herkes benzer şeyleri yaşıyor, ama birçoğu yaşadığını hissetmiyor. Kalabalılar içinde kalabalıkları hiç görmemecesine yeri adımlamak, diğerlerinin toz tanesi, bir meltem esintisi algısı yaşama arzusunu kamçılar. O, bağlılığı sevmez. Her şeyin kendisine ait olmasını ister; ama tecrübeyi de kendisine rehber edinir. Duygularını yaşanacaklara hazırlar ve bekler. İsimsizlerin ayrıntılarına sahip olur. Ve tanışma zamanı için onları bir kenara bırakır... Sen ve O Birlikteliği Eksiklik, insanı kendini tamamlama ya da telafi arayışının içine atar. Boşluk duygusu insanın istediğini ve kendisinde olmayanı bulmaktır. Aradığını sahiplenmese de şöminenin sıcaklığında mayışmış kedi gibi yanında durmasını ister. Onu gördükçe rahatlar, kendini güvende hisseder, kendisinin bir yansıması veya ifade yolu gibi görür. Böylece kendini mutlu ve huzurlu hisseder. Eksik parçaları böylece tamamlanmış görünür. Eksik parçalara, çabalayıp sahip olmaktansa, seyretmek kolaylığı işe gelen kısımdır. Öyle ya onun başarısı, kendisinin başarısıdır. Kendisinde olmayanı, yaptırmaya çalışarak avunmaktır. Bu durumun kanda sinsice dolaşan zehirden farkı yoktur. Yavaş yavaş zehirlenirsin ve vücudun zehre alışır, temiz, saf kan rahatsızlık uyandırır… İşte Sen ve O’unun arasındaki sıcaklığın bundan farkı yoktur. Yasa onları bir araya getirdi. Sınavı başlattı. İlk zamanların heyecanı, muhabbeti yarını ve kendilerini düşünmekten alıkoyar. Paylaşılanların artması daha sonra tükenmesi, ilişkinin sıradanlaşması ve beklentilerin başlaması soruların sorulmasına, sorgulamaların yapılmasına ve şimdi ne olacak döneminin başlamasına yol açar. Bu dönem kimseyi ilgilendirmez. Herkesin dönemi kendi mahrem alanında sorgulanmalıdır… Biz gelelim gölgeleşmeye. Uyanış saati O’nun buna nasıl ulaştığının muamması da gizlidir. Uykudan gözlerini açar gibi hayata gözünü açar. Çalkantılı hayatta ters gidenlerin farklılığına ve hayattaki misyonu belirleme sürecine girdiğini görür. Sorgulama masumiyetine, kirliliğine bakmadan taşları yerine yerleştirme uğraşı içine giren O, diğerlerinden farklılığının olup olmadığına varsa veya yoksa bunların neler olduğunu, yaşadıklarının kendisine ve başkalarına ait olanlarını ayırma savaşı başlatmıştır. Savaşını yeni başlattığı dönemde Sen, başka dallara bağlanılmaya ve her yöne yüzünü çevirmeye uyumlu bir yapraktır. O, güçlü; sen, zayıftır. O, yönünün yanlışlığının farkındayken, Sen, karanlık labirentte dolaşmakta. O, sistematik olma uğraşı verirken, sen dağınıklığının farkında değildir. O, her şeyin ciddiyetine ve zamanlamasına inanırken; Sen, neyi-nasıl yaşadığını hatta ne olduğunu bilememekte. O, zincirlerini kırmış köle, özgürlüğünün kokusu benliğinin derinliklerini sarmasının sarhoşluğu içindeyken, Sen zincirlerinin farkında değildir. Sarhoşluk O’nun yön belirlemesini zorlaştırmaktadır. Derinliklerde istenen hissedilse de gün yüzüne çıkamayan benlik hâlâ acı çekmektedir. Şaşkınlık, yöntemi belirlemeyi zorlaştırmaktadır. Kaf dağının yeri bilinmese de, yola çıkma gerekliliği belirginleşmiştir. Neyle, nasıl gidilir bilinmez; ama gidilecektir. Bu zorlu ve bilinmeyene gidilen yolculukta Sen’de O’nun yanında yerini almıştır. O, yaşamın her yönüyle meçhul ve gizemliği karşısında durgun ve çaresizdir. Keşiflerde bulundukça elindekinin hiçliğe yakın azlık, onun azmini ve bilgiye olan açlığını kamçılamaktadır. Bu keşif merakı bazen bir yöne kilitlenip etrafındakileri görmesini engellese de pes etmez, onun davası kendini bulmaktır. Kendini bulurken ışığıyla etrafını aydınlatmaktır. O’nun yol arkadaşı Sen en yakınıdır. Aralanan kalbin kapılarıyla yoldaki işaretler karşısında hissedilen, merak, şaşkınlık, engeller, çıkmazlar, tereddütler, kargaşa ve her şeyiyle samimi paylaşımlar. Yolda O hep bir adım öndedir. Sen ise takiptedir. O, izah eder, Sen ise kendinden bir şey ekleme gereği duymadan kabullenir. O için Sen’in varlığı önemlidir. Çünkü O için önemli olan Sen’in kendisini dinlemesi ve anlamasıdır. Yüreğindekini dışa vurması, yalnızlığını dışa vurmasıdır. O anlatır Sen dinler; Sen anlatır, O dinler. Ancak Sen ve O hayatla daha yüzleşmemişlerdir. Sadece fikirlerin getirdiği acılarla yanıp tutuşmuşlardır. Sorular ve şikâyetler birbirini kovalar. Aydınlanma uğraşı kendilerini dış dünyadan koparmıştır. O’nun yaşadığı değişim ve dönüşüm başını döndürürken, gelinen durum Sen’in umurunda değildir. Bağımlılıkların kaderi yalnızlıklarında kendini gösterir. Birilerinin gölgesinde kaldıkları sürece kendilerindeki gücün farkında değildirler. Birilerinin sürekli onları düşündüğü ve sürekli yanlarında oldukları içindir ki kendilerini bir hiç ve değersiz olarak görürler. Yalnızlıktan korkarlar. Beyinleri uyuşur. Çaresizlikten iş göremez olurlar. Bunun farkındadırlar. Dolayısıyla bağlılık hoşlarına gitmese de, takipçi olmayı sürdürürler. Yalnız kaldıkları dönem uyanışları başlar ve olgunlaşma sürecine girerler... Ne var ki Kaf dağına giden yol tek değildir. Yolların arasına sıra sıra dağlar, ağaçlar ve amansız çağlayanlar girer. Ovalarda ve platolarda arada bir birbirlerini görürler. Bu aralarda beraber gülmeye, ağlamaya devam ederler. Ancak artık yol renk değiştirmeye başlamıştır. Ve düzlükler azalmıştır. Artık Sen ve O uzun zamandır beraber yürüdükleri yolu yalnız yürüme mecburiyetinde kalırlar. Bu yalnızlık yeni uyanışların habercisidir. Bu elçinin getirdiği fermanın içinde daha önce kendi dışındakileri okumanın yanında, kendi aralarındaki bağı da okumanın ve acımasızca eleştirmenin renkleri birbirine girmiş satırlar vardır. Sen, O’dan zayıflığını örtmek, güçlü olduğunu göstermek uğraşı içine girer. O’dan kendini ispatlama adına ve geçmişi hatırlamamak için kaçmaya başlar. Sen’in kendini ispatlama adına maymun iştahlılığıyla parlaklığı, göz kamaştıran süslerle kendini gösterişli hale getirmeye başlar. İlgi toplamak, kendisinden bahsedilmesi için yaptığı davranışlara, zevk aldığını, sevdiğini ve bu alanlarda ilerlemek istediğini söyleyip durur. Gerçeklerin sadece kendisiyle sınırlı kaldığını düşünür. O’ya boyun eğmediğini göstermek için onun hoşuna gitmeyen, kabul etmeyeceğini bildiği uğraşlara girer. Ama bu uğraşlarını gizler. Bu uğraşları zamanın silip süpürdüğü bir dilimde söyler. Kırgınlıkların olmaması için gerekçeler sıralanır. Sonra aynı şeyler devam eder, durur. O, sesini kendisine saklar. Kendisini yaşamasını gerektiğini söyler. Bunlar Sen’in daha çok içlenmesine, daha çok tuhaflıklar sergilemesine neden olur. Böylece sen oyununu oynamaya devam eder, O ise kenara çekilip seyreder. Sen, artık yaptıklarının basitliğine aldırmaksızın, hayata karşı duyarsızlaşmaya başlar. Yapılması gerekenleri bilinçli olarak unutma rolleri oynar. Bazen de sonradan meydana gelen gelişmeleri ön plana alıp, öncenin üstünü örter. O, bir defa daha görür ki Sen’e kendine ait hiçbir şey yaptırmaması ve söylememesi gerekmektedir. Sen, giderek O’dan uzaklaşmaya başlar. Çünkü O, Sen’e kendisini hatırlatır. Geçmişinin bugün için gerekliliğini anlatır. Sorumluluklarını, yarını unutmamasını, kendine ait erdemlerin üzerinde yoğunlaşmasını, kendini kendinden uzaklaştırdığını anlatması Sen’in hoşuna gitmez. Boynunu büküp dinlemesi, içindeki yaraların deşilmesinden başka etki yaratmaz. O’nun karşısında kendinin zayıf oluğunu düşünür durur. Ama bir o kadar da yanında olmasını ister. Bu iki duygu arasına sıkışan Sen, ne yapacağını bilememenin şaşkınlığını yaşamaktadır. O, Sen’in dürüst olmasını, bağımlılığı kopararak, beraber yol almayı düşünür. Yinede bilir ki Sen, için yol uzundur ve zayıf noktaları çoktur. Sen, kendisinden zayıf olanlara yönelir. Çünkü onların yanında kendini güçlü ve rahat hisseder. Onlara yol gösterir, fikirler verir. Çevresindekiler ona danışır. Bu gelişmeler Sen’in hoşuna gitmeye başlar. Zayıf olanlar onun yaşamı dışında olsalar da fark etmez. Onların varlığından çok, kendi varlığına kattıklarıyla ilgilenir. Sen bu yörüngede yol alırken O hiçbir zaman o dünyaya yaklaşmadı. Sen’de O’nun yaklaşması için çaba sarf etmediği gibi, Sen’de uzaklarda oyununu oynamayı tercih etti. O buna göz yumdu, O nedenleri bilinen konular etrafında yargılarda bulunmazdı. Sen’i o kadar iyi tanıyordu ki bir gün bunların sona ereceğini, Sen’in içindekilerini dışa vurup, rahatlamasını istiyordu. Sen’in değerlerini yitireceğini bilse de ilişkilerinin sınırları gereği müdahale ederse durumun daha kötüye gideceğini biliyordu. Bütün gelişmelere rağmen paylaşım hiçbir şey olmamış gibi devam etmektedir. Her ikisi de durumu konuşmak için yanıp tutuşmaktadır. Ama içlerine gömerek, bu acıyla yaşamayı konuşmaya tercih ediyorlardı. Birbirlerine uzak kaldıklarında, birbirlerine duydukları hasrete, muhabbete duyulan susuzluğa rağmen, aradaki giz perdesi kaldırılıp konuşulmuyordu. Kim ilk adımı atacak diye bekleniyor. İkisi de sabırlı ve inatçıydı. Birbirileriyle santraç oynuyorlardı. İkisi de birbirine rakip oyuncu gibi, karşısındakinin hamlesini bekliyor ki, kendi hamlesini belirleyebilsin. Birbirlerine öyle hassaslar ki, birbirlerine hamlelerini hissettirmemeye çalışıyorlardı. Sen, O’nun konuşması ve tavırlarını, O ise, Sen’in yüzündeki masumiyeti ve bakışları kullanıyordu. O, bütün bunlara rağmen, Sen’den istediği-beklediği taşın oynatmasını bekliyordu. O, ruhunun mahremiyetini, zihnin labirentlerinde kaybolan düşüncelerini söylemeye hazır, karşı hamleyi bekliyor; ama bütün bunlara rağmen, Sen hamleyi yapmıyordu. Sen ise, O’dan bu beklediklerine kavuşmak için hangi hamleyi yapacağını bilmiyordu. Birçok taşı oynatmasına rağmen, istediğini elde edemiyor, burukluğuyla O’dan ayrılıyordu… O, yıllarca karşısında selvi ağacı gibi duran hamlenin yapılmamasına içerlendi. Belki yerinde oynatılması, akarsuların coşmasına yetecekti. Ama, Sen’in beklediklerini nasıl ulaşacağını bilmediği taşın karşısında O yoruldu. Umut ağlarla örüldü. Fikirlerin tekrarı kuruntulara yol açtı. Bunları şüpheler, tereddütler beslemeye başlayınca da O’nun, Sen’e karşı kararsızlığı artı. Kararsızlık O’ya acıları hediye ediyor, suların köpürmesine yol açıyordu. O, Sen’le aynı veya farklı yollardan Kaf dağına artık beraber yol alamayacağını görmeye başlamıştı. Sen, fedakârlığı unutmuş, O’yla olan muhabbeti rahatlığa neden olduğundan gidişatı sorgulamaz olmuştu. Sen için artık hiçbir şeyin değeri kalmaya başladığından O artık yalnız olduğunu görüyordu. Sen’in kendisini tüketmeye başlamasına hem üzülüyor hem de duygusal bağlılığın ötesinde kendisini anlayan Sen’le ilişkilerinin bu anlamsızlığa bulaşmasının şaşkınlığını yaşıyordu. Her şeye rağmen ufukta O için yolların ayrılığından başka bir şey görünmüyordu. Sonların hayatın parçası olması gibi, O’yla, Sen’in ayrılmaz gibi görünen beraberliği de farklılıklar nedeniyle sonların içinde yerini almaya başladı. Biri gölgeden gelip var olmaya çalışırken, diğeri ise kendi gerçekliğiyle var olma çalışmanın uğraşında olunca, ilk zamanlar bütünlük gibi görünse de aslında farklılıkların zorlayıcı beraberliği idi. Sen, gölgenin küllerini üzerinden atıp, kendi balığını yakalamayı öğrenir mi bilemiyoruz, bilinen o ki, O farklı arayışları sürdürdüğü müddetçe, aralarında akan bir nehir olacaktır. Yakınlaşsalar da beklentilerin farklılığı yüreklerine acı verecektir. İkisi de haklılığına belki inanacak, belki birbirlerini suçlayacak, belki benim sınırlarım buraya kadar bundan ötesine zorlasam da ileriye gidemiyorum, beni böyle kabul diyeceklerdi… Sen için her zaman O’lar ya az olacaktır ya da hiç olmayacaktır, ama O için Sen’ler her zaman olacaktır… Arayış yolumuz uzun ama bu arayış yolunda Sen hiç olmadı. Başkalarını yaşamaya devam edenler, mağaradan dışarıyı seyredip, söylenmeye devam ede dursunlar, biz yolumuza “Ben” olmaya çalışan O’yla devam edeceğiz. sen ve o’nun sonu, ben’nin canlanışı Osman Tatlı osmantatli@gmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © osman tatlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |