Neyse!..Halamın anası olan halamın evindeydik .İki tabak turşu, mis gibi köy ekmeği, haşlanmış patates yemek için toplanmıştık bir araya. Gözümü ayıramıyordum sofradan. Kral sofrası gibi görünüyordu bana; kuru, kepekli ekmeği tomurduğumu hatırlayınca. Patatesler pastaya; turşular salama, sucuğa dönüşüyordu bakışlarımda..Belki de çikita muza!..Öylece bakıyordum onlara. Büyüklerden birinin hadi başlayın! demesini bekliyordum. Bu emri duymadan elimizi bile süremezdik; açlıktan ölsek bile! Bunu anlatırken büyük usta Ahmet Arif in Adiloş Bebenin Ninnisi şiiri geldi aklıma. Onun kalemine ve duygusuna sahip dili, ne güzel anlatıyordu bu halimizi.Hepimiz biliriz o şiiri.O şiirin gerek yapı, gerek dil, gerek duygu yoğunluğuna erişmek haddimize düşmez elbet. Erişmek de istemeyiz zaten! Özellikle ben Ahmet Arif! Bağışla beni ve sana yazdığım şiirimi oku lütfen!
Seni her okuyuşumda Adiloş Bebem!
Bir Ahmet Arif geçer şiirlerden,
Bir de yüreğim!..
Barajlar oluşur gözlerimde
Ve
Kapakları açılır savakların, kendiliğinden...
Topraklar kayar yamaçlardan
Sular basar ovaları....
Yuvası bozulan bıldırcınlar havalanır yükseklere..
Acı yumağıdır figanı...
Ve
Bir mahpus ölür zindanında, sabaha karşı..
Sabaha karşı,
Sular çekildiğinde yani;
Gözlerim yumulur...
Bir bıldırcın yavrusu olurum,
Eli ayağı çamur kınalı...
Anlarsın ya
Biter açlığım,
Biter susuzluğum.
Biter yaşama kavgam, soluğum!...
Ölürüm gayrı..
Acaba nereden, nasıl, kim tarafından verilen emirle !..Bir bilebilsem!..
Biz de almıştık emrimizi halamın anası olan halamızdan.Hadi buyurun! demesiyle birlikte uzandık patateslerin en irisini, yani pastaların en kocamanını alabilmek için. Kabuğunu bile soymadan yiyorduk; ziyan olmasın diye. Turşunun ise bir damlasını bile akıtmadan katık yapıyorduk patateslere. Ne de olsa onlar bizim çikita muzlarımızdı. Bu kral sofrasından karnımız tok kalkmak istiyorduk. Bir ara:Hala!..Ben sana neden hala diyorum dedim .A halanın, ben senin babanın ablasıyım. Babanın gız gardaşlarına hala denir dedi. Demek babamın ablasıydı ve halam oluyordu benim Ebe Halam!.Beni doğurtan; adımı bana sormadan koyan, bize kral sofrası hazırlayan, hatta evimize sık sık gelip giden bu kadını, o tarihten sonra daha çok sevmeye başladım. Kanımdan biri olarak..
İnsan ismiyle özdeşmiş derler. Doğru galiba! Adımın Arapça oluşundan çok; içeriği, yani taşıdığı anlam ilgilendiriyor beni artık. Adların sadece ayraç olduğunu düşünüyorum. Sese ses veren bir engel yapıyor bizi isimlerimiz. Buna EKO deniliyor fen bilimlerinde. Ne garip!..Ekoyu oluşturan iki öğeden ikisinin de insan olabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu...Hangi sesler bize çarpacak acaba?
Var mısınız "SENİ SEVİYORUM!.." diye bağırmaya, hep bir ağızdan...
4.9.2002 (devam edecek)