"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller |
|
||||||||||
|
Atatürk’ e Türk nedir diye sormuşlar. Verdiği yanıtla yüreğime pompalanan kanın akışındaki gücü, bir kez daha tüm hücrelerimde hissetmeme neden oldu. "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Gazi Mustafa Kemal" Ülke yeni savaştan çıkmıştı. Ülke ve insanı bitap ve harap bir vaziyetteyken, üstüne üstelik vatanı uğruna can vermiş, erkek nüfusu da azalmıştı. Ne tarlada çalışacak bir ırgat ve çiftçi ne de hala barut tozları tüten toprakları sürecek, işleyecek kağnılar, traktörler vardı. Öyle ya 12 yaşında Mehmetcikler bile cepheye koşturmuş şehitlik mertebesine varmışlardı. Gelin siz anmayın o yüce şahsiyeti ve minnetle anmayın şehitlerimizi? Varın ardından olumsuz konuşun hala…Oysa bugün onun sayesinde secdeye korkusuzca alnınızı koymaktasınız, Hakkın huzurunda… Bu nankörlük olmaz mı? Tarihte hep Türkler katledilmiş ve zulüm görmüşler. Örnekleri o kadar çok ki. Hangimiz anımsamaz ki ? Büyüklerimizden dinlerdik, yanık bir türkü gibi, okullarda tarih kitaplarında Stalin-in yüzlerce Türk’ü trenlere bindirip, fırınlarda yakıp yok ettiğini, hangimiz unuturuz? Bir de Ermeni Soykırımına çanak tutan, Ermeni Müzik Grubu çıkıyor ve soykırıma destek veriyor, konserlerinde kapı girişlerine; “Türkler ve köpekler giremez” diye yazıp, şarkının finalinde İngilizce “Fucky Turk” diye çığlıklar atıyorlar… İşte bu sözlerin ardındaki insanların fikir ve düşünce kirliliğine bir bakar mısınız? Bu sözlerin ardında duruşlarındaki vahşetin timsali Ermeniler bugün müzik ve sinema gibi sanat araçlarını kullanarak da Türkler-i hedef almışlardır. Bizans kulislerindeki başarısızlıklarını, şimdi de gençlerin beyinlerini hedef aldıkları gibi küresel dünyaya sanat yoluyla seslenmektedirler. Bu ne azimdir, bu nasıl bir öfke ve doymak bilmeyen kana susamışlıktır. Düşündüm de, şeker hastalarının kandaki şeker seviyesi yükselince aşırı su içerlermiş. Normalde günlük su tüketimi 1,5-2 lt. olurken, şeker hastalarının bu miktarı iki üç kat aştıkları görülmüş. Acaba bu Ermenilerin genlerinde bir arıza mı var? Türk ve köpek kanı içmek gibi… Arşivlere inanmazlar… İnanmadıkları gibi kendi arşivlerini de açmazlar… Hani o emperyalist ülkeler, 1915 öncesi ve sonrası Türkiye-den geldikleri gibi gittiklerinde, gözleri artlarında kalmış olmalı ki: “Dışarıdan biz içeriden siz”misali bir komünikasyon halindeler. Neydi bu asırlar öncesi oluşan öc alma? Osmanlı zamanında Paris’te bir sergi açılmış, Sultan Abdülaziz bu yolculuğa Keçeci-zade Fuat Paşayı da yanına alıp gitmiş. O sergide çok önemli tarihi bir konuşma geçer. Davetlilerden askeri vazifesi yanı sıra üçüncü Napolyon’un başvekili olan Compte de Montauban de Palitan ile aralarında siyasi ve çok önemli bir konuşma geçmiş. Başvekil: -Neye beyhude ısrar ediyorsunuz? Hangi kuvvetinize güveniyorsunuz? Osmanlı Hükümetinin ne derece zaafa düştüğünü görmüyor musunuz? Dedi. Çünkü üçüncü Napolyon Süveys Kanalını açtırmak ve Girit adasını da Yunanistan-a verdirmek amacındaydı. Osmanlı sultanı ve Keçec-zade Fuat Paşa da hassas bir konu olan ikinciyi tahakkuk ettirmekte isteksizlerdi.Serasker Fransız Komutanının bu sorusuna Fuat Paşa anında yanıt vermiş: -Hayır Kont! Hayır!… Türkiye hiçbir zaafa düşmemiştir. Bütün kuvvetini muhafaza ediyor ve edecektir Türkiye en kuvvetli, en dayanıklı devletlerden biridir. Üç yüz senedir siz dışarıdan, biz de içeriden yıkmaya çalıştığımız halde bir türlü yerinden sarsamadık! Fransız başvekil bir kahkaha ile Grit Adasını satın alabileceğini anlamış ve sormuş: -Giriti kaça verirsiniz peki? Fuat Paşa bu soruya hiç düşünmeden şu yanıtı vermiş. -ALDIĞIMIZ FİYATA! Nasıl alındığı onlar için önemli mi? Alınmış işte... Ve Keçecizade Fuat Paşamıza, “Hünkarım çok yaşa” dedikleri Sultan Abdülaziz-e Pariste Fransızların o çok meşhur Lejyon Donör nişanı yakalarına takılmış. Bu tarihi anıları okuyunca insan ister istemez eski ve yeniyi karşılaştırıyor. Ermeni Soykırım Anıtını ilk kez yine Fransızlar-ın onayı ile Ermeniler 2003 yılında Gomidas Heykeli dikerek altına Ermeni Soykırımı Anıtı notunu da eklemeyi ihmal etmediler. Şimdi aklımıza şu soru gelir, peki kimdir bu Gomidas? Bir lider mi? Bir halk kahramanı mı? Bir bilim adamı mı? Hayır, hiç biri değil tabi. Gomidas Vartabed, Ermeni müziğinin 1915 yıllarının önemli bir ismiydi. Asıl katliamları yapan yaygaracı, iftiracı Ermenilerin 1915 hadiselerinde tutuklanmış: “ Ben Türküm-Dinim ve cinsim yücedir” mısralarının milli duygularımızı temsil eden şairimiz Mehmet Emin Yurdakul-un devreye girmesi ile özgür bırakılmış. Ayrıca İstiklal Marşımızın bestesini hazırlayan Edgar Manas-ın öğrencisidir Gomidas. Böyle bir isim Fransa-nın başkenti Paris-e 1,5 milyon Ermeni-nin katledilmesine de günümüzde alet ediliyor. Yaşasaydı buna gönlü razı olur muydu acaba? Bu anıt dikme olayından sonra Türkiye-de yeni bir hareketlilik başlamıştı. İskenderun-dan Fransa’ya hem de üç boyutlu bir tepki gelmişti. Dönemin Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu, 2001 yılında sözde Ermeni soykırımını tanıyan Fransa’ya, ‘Soykırım Anıtları’ ile karşılık verileceğini söylemişti ve sözünde de durdu. Özellikle Ermenilerin halen yaşadıkları ve zulümlerini yaptıkları şehirlerimize ERMENİ MEZALİMİ anıtı projeleri çizilmeye başlandı. Ve 16 metrelik ilk anıt İskenderun-da devlet töreni ile açıldı. Bu sözde Ermeni Soykırımını tanıyan Fransa’ya Türkiye-nin bir tepkisi olmuştu. Bir zamanlar Fransızların işgal ettiği Hatay-da böyle bir anıtın dikilmesi Fransızları anında harekete geçirmeye yetti de arttı bile. 16 metrelik anıtın altında çok manidar bir yazı da eklenmiştir: “Dostum isen, dost bağına Ermeni / Düşmanımsan unutma! Ben Türk’üm, sen Ermeni.” Her sene nisan ayı başlarında felaket tellallığına ve komplo teorileri flamaları açan Ermeni kuruluşları bu sene de boş durmadılar. Hollanda-ya bir Ermeni Soykırımı anıtı dikmek için girişimlerde bulundular. Her 24 Nisan-da ardı kesilmeyen ve yinelenen bir kabus gibi Türkiye ve dünya gündemini görsel medya yoluyla “SOYKIRIM” adı altında bir eylemle oyalarlar. Peki, bizim 2001 senesinde o anıtı dikme sonucunda başka ne gibi bir siyasi strateji uygulandı? Önemsendi mi? Sıcak gündemin etkisi ile Kozan Belediyesi Meclisi kendi ilçesinde Ermeniler tarafından fırınlarda yakılan yüzlerce Türkün anısına bir soykırım anıtı projesi başlatma kararı almıştı. Ardından vatan sever öğretmen Osman Özay ve Yavuz Menderes Fransayı AHİM-E şikayet ederek 2 milyar Euro-luk bir dava sürecini başlatmıştır. AHİM işgal davasını usulen kabul etmiş ve bizim aydın geçinen kesim daha farklı bir yol seçerek insanların kafalarını karıştırmıştır. Ardı tıkalı Denizli Horozu gibi öterler, her Nisan ayı gelmeden önce çığırtkanlıklarını medya yoluyla çok iyi başarıyorlar ki, bizim aydınlarımız veya aydın sandığımız insanlar bir kampanya başlatmışlar. Efendim, kampanyanın içeriğini olduğu gibi o siteden alıntı yapmıştım: “…”1915′te osmanlı ermenileri’nin maruz kaldığı büyük felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum....” Bu dilekçeyi okuyunca bende şafaklar attı. Yüksek sesle, isyanları oynadım: “Hala toprak altından fırınlarda yanmış, kuyulardan eti kemiklerinden ayrılmış, ecdadımın naaşları gün ışığına çıkarken,Ermenilerden ben neden özür dileyim, yahu ?” Özür bireysel olmaz. Öyle kafadan imza kampanyası da açıp da Ermenilerden benim adıma, veya başka Türk-ün adına özür dileme hakkını nerden bulmuş ki açıyor? Bu nasıl bir ustur, mantığım kabul etmedi böyle bir şeyi!.. Şimdi çalışmaları yürütülen kampanya internet üzerinden www.ozurdiliyoruz.com adresinde açılıp, kamu oyuna sunulup, emperyalist güçlere uşaklığa davetiye çanağı açılmış. Hem de bunu Türk topraklarında doğup da büyüyen, ekmeğini yiyen , okullarında ve üniversitelerinde devlet bursuyla da okuyup da yetişen, ilim ve fen adamlarımız başlatıyor, bu kampanyayı, olacak iş değil!.. Gel de sinir katsayını arttırma. Keçecizade Fuat Paşa ve Sultan Abdülaziz nasıl bir Lejyön Donör Nişanı uğruna Girit Adası Yunanlılara peşkeş çekildi, bazı yazar ve ilim adamlarımız da NOBEL ödülü almak için o Fransız Horozlarına yağ çekmekteler. Fransa’nın amblemi neden horozmuş, öğrenince de hiç şaşırmadım. “Kendi ayakları b…kun içindeyken şarkı söyleyen tek hayvan horozmuş.” Fransa sonrası Amerika onayladı, ardından İsveç sıradaki yerini aldı. Şimdi 24 Nisan yaklaşıyor, Ermeni kolları yeniden sıvadı. Hollanda-da yaşayan Türkler huzursuz. İmza kampanyaları başlatmışlar, ama seslerini yeterince duyuramıyorlar. Anladım ki günümüzde Fransız Horozları çoğalmaya başlamaktadır. Ya biz ne yapmaktayız? Yazımın finalini “Doğruyu söylemekten korkmayınız” diyen yüce önderimizin duyguları ile kapatacağım: İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, BİZDİR! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal SİZSİNİZ, HEPİNİZSİNİZ. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur! Ne Ermeniyi tanırım, ne Amerikalıyı ne de Fransızı… Fransız Lejyön Donör Nişanı İsteyen mi Var? TÜRKİYE-DEN ZERRE TOPRAK ALAMAZSINIZ EFENDİM! ÇÜNKÜ MEHMETÇİK BEDELİNİ ÇANAKKALE-DE, SARIKAMIŞ-TA ÖDEMİŞTİR!.. Ne mutlu "Türküm" diyene. Emine Pişiren/Akçay 07.Nisan.2010 Haber ve bilgi Kaynağı: http://www.haberler.com/iskenderun-da-mezalim-aniti-dikildi-haberi/ http://www.ermenilerdenozurdiliyorum.com/ http://sozdesoykirim.site90.com/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |