..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > niyazi bircan




15 Mayıs 2010
Gorki"nin Çocukları  
niyazi bircan
–Bu öykü, Maksim GORKİ’nin Soytarı adlı eserinin Seyirciler bölümünden uyarlanmış olup naçizane, kendisine atfedilmiştir…– Sabaha karşı; kargalar ve yusufçuklar…


:AHFE:
Sıcak bir akşam üstü üç çocuk sokak başında oturmuş dinleniyorlardı. Güneşin katı yakıcılığından kaçmaya çalışan kadınlar, babalar, gençler hızlı adımlarla sokağı geçerken o üç çocuk…

“Bir keresinde, sizi daha tanımıyorum o zamanlar… Yukarı mahalleyle evsizlerin yaşadığı mahallenin bitişiğinde,işçi taşıyan bir arabanın; sol ayağını ezdiği bir çocuk tanımıştım. Böyle, nasıl desem, sol ayağının baldırından oluk oluk kan geliyordu. Başında dikilen birkaç yaşlı teyze elleriyle buruşmuş yüzlerini kapatmış, yerde yatan çocuğa acımaktaydılar. Ben ve yaşlı teyzelerden başka hiç kimse çocuğun halini merak edip de bakmamıştı, üstelik mahallenin içinde sıralanan dükkanların sahipleri çocuğa, hemen yattığı yerden defolması için, bağırıp çağırıyorlardı da. Yaşlı teyzelerden biri yoldan geçen arabaları durdurup çocuğun halini anlatmaya çalışıyor bir başkası elinde eski püskü bir yazma ile çocuğun kan bürümüş ayağını tozdan, mikroptan korumak için var gücüyle uğraşıyordu…

Ne var ki, kan durmuyor, çocuk kendinden geçip inliyor, durdurulan ya da durdurulmaya çalışılan tüm araba ve mahalle sakini yerde yatan çocuğun halini hiç umursamıyordu. Çok zaman geçmemişti ki, çocuğu tanıdığını söyleyen uzun boylu kirli bir adam çıkageldi. O gelince mahallenin esnaflarından biri olduğunu bildiğim şişman adam, dükkanından çıkıp yanımıza geldi. Sinirli yüzü ve yüzünü karıştırıp durduğu yağlı elleri çirkin mi çirkindi. Önce, uzun boylu diğer adamın yerde yatan çocuğa davranışını izledi, sonra…

“Kaldırıp götürecek misin bunu yoksa bekçiyi mi çağıralım?”

Uzun boylu kirli adam, yerde yatan çocuğun yüzüne doğru eğildi, elinin tekiyle veremliye dokunur gibi çocuğun yüzüne dokundu. Geri çekilip yaşlı kadına ve bana baktı, tekrar eğilip çocuğun acılı yüzüne tekrar dokundu, hınçla; önce sağa sonra sola çevirdi, canının sıkıldığı pis yüzünde beliren gerginlikten belli oluyordu.

“İşime yaramaz artık. “

Yaşlı teyze dişlerini sıkıp yere çöktü, acılı çocuğun saçlarını okşadı…

“El insaf. Çocuğun hastaneye gitmesi gerek.”

Uzun boylu adam, yaşlı kadını küçümsermiş gibi baktı. Cebinden çıkardığı terden eğri büğrü olmuş sigarasını dudaklarının arasına koydu. Adamın umursamazlığı , yaşlı kadını daha çok sinirlendirmişti. Bense küçüklüğümün çaresizliğiyle olanları izliyordum.

“Ateşin var mı kardeş?” Dedi, o, pis yüzlü adam, kendisine tiksinerek bakan şişman esnafa;

“Kimsesizdir. Haline baksanız anlarsınız ya. Anası kötü yola düşmüş dedilerdi. Bakımını üstlendim, kötü mü ettik kardeş? Benim de çocuklarım var. Şu kadın bana böyle bakarak günahımı alıyor…”

“Uzatma. Madem alıp götürmeyeceksin, bekçi gelsin, ne yapılacaksa yapılsın. Hem artık kalkması gerek, müşteriler hiç hoş bakmıyor. Ben dükkana gidiyorum, çırağı bekçinin yanına göndereceğim. O gelinceye kadar çocuğu kaldırın, böyle yatması hiç uygun değil.”

Uzun boylu adam gerginleşen yüzünü ovaladı. Eğilip; yerde yatan çocuğu kollarından çekmeye çalıştı, ürken yaşlı teyze beni de ürküten bir sesle avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Çevreden geçenler merakla etrafımızda kalın bir çember oluşturmaya başladı…

Uzun boylu çirkin adam korkmuşa benziyordu ama bunu da kimseye belli etmeden yaşlı kadına bağırıp küfretti. Etrafımızda toplanan insanların çoğu bu korkak bağrışmalardan ürküp kendi yollarına gittiler, kalanlar çevrelerinin azalmasıyla tepkisiz kalmayı tercih ettiler. Yolun kenarı meraklı bir kalabalığın oluşturduğu sessiz bir mırıldanmaya dönüştü. Esnafların da çıkıp gelmesiyle meraklı fısıltılar da aniden bitiverdi. Az önce gelip bizi ve uzun boylu adamı uyaran şişman esnaf, çevresindekilere olup biteni anlatmaya koyulmuştu. Yerde yatan zavallı çocuk ise ara sıra gözlerini açıp, kurumuş dudaklarını ısırıyordu.

Artık meraklanıp sinirlenme sırası çevredeki esnafındı. Gökte yükselen güneşin çetin bunaltısıyla kendilerinden geçen terli bedenler, burunlarının uçlarını acıtan bir çocuğun inlemesine karşı asil bir duyarsızlık içindeydiler. İçlerinden biri, ki buradaki dükkanların çoğu onun büyük servetine karışmış kiralık birer maldı…Sıkılgan bir hal ile kalabalığı delip çocuğun yüzüne baktı. Kalabalığı haşin gözleriyle birer birer inceledi.Cebinden üzeri siyah çizgili beyaz bir mendil çıkarıp terleyen yüzünü sildi. Onun gelmesiyle pusan kalabalık hissettirmeden yekpare vücut olmuşcasına geriye çekildiler.

” Ne var burada? Açılın be, açılın! N’olmuş buna? “

“Araba ezmiş. ” Dedi, kalabalığın içinden biri, herkes o sese döndü. Zengin beyefendi elindeki mendili avucunun içinde sıkıp;

“Yok mu bunun anası babası? Siz ne dikilip duruyorsunuz burada? Çağırın anasını, babasını…”

“Kimsesizmiş. Anası da babası da yokmuş dediler.” Dedi, çırağını bekçiye yollayan şişman esnaf. “Şu adam bakıyormuş çocuğa.”

“Kim? Sen misin? Al çocuğu buradan, niye bakıyorsun yüzüme, al git.”

Elleri caplerinde, umursamazlığıyla taşları çatlatan kirli adam, mahallenin aşağısına bakınıp;

“Alamam.”

“Niye alamazmışsın? Bekçiyi çağırın. Gelsin hemen!”

“Çağırdık abi. Çırağı yolladım”

“Ne zaman?”

“Çok olmadı ya. Gelir şimdi.”

“Çekin çocuğu kenara. Yol ortası böyle durulmaz. Çekin hadi!”

Kalabalık hareketleniverdi, hem de o ölü kalabalık, susan, pusan o kalabalık birer birer ayrıldılar kendi bedenlerinden. Bir kısmı kollarından bir kısmı da ayaklarından, davranıp yolun kenarındaki apartman bahçesinin duvar dibine bırakıverdiler. Zengin beyefendi çocuğun kenara bırakılmasını arkasını dönünce unutvermiş gibi yüzünü sile sile alacaklarını toplamaya gidiyordu ki, mahallenin yokuşunu acele acele çıkan bekçiyi ve çelimsiz çırağı gördü, canı iyice sıkıldı. Çocuğun başında bekleşen kalabalık bekçinin geldiğini fark edince üçe beşe ininceye kadar birer birer kayboldular.

“N’oldu? Onca işimin arasında boşa çağırmadınız ya?”

Şişman esnaf yerde yatan çocuğu gösterdi. Bekçi yaşlı kadına baktı. Yerde kuruyan kanları görünce çocuğa yaklaştı.

“N’olmuş?”

“Araba ezmiş.”

“Kim, nasıl ezmiş?”

Zengin beyefendi, iyice sıkılarak;

“Bilmiyoruz Bekçi Bey. Biz de sonradan gördük. Şu adam bakıyormuş çocuğa, ona sorun.”

“Sen misin bunun babası?” Dedi bekçi. Haşmetli şapkasını düzeltip sıcaktan kuruyan dudaklarını yaladı.

“Hayır Bey’im. Babası mabası değilim.”

Bekçi, zengin adama baktı bir an. Adam daha da sıkılarak kendi kendine söylenmeye başladı.

“Ee, biz nereden bilelim babası mı anası mı? Hem az önce babasıyım demedin mi?”

Uzun boylu adam korkuyla sinip dişlerini sıktı, bekçinin inatla kendisini süzdüğünü görünce;

“Haşa Bey’im. Ben öyle demedim. Dedim amma, hani babası değilim ben bunun. Üstü başı benden…”

“Uzatma, kısa kes. Ne demek üstü başı senden sorulur. Yok mu bunun sahici babası?”

“Yok Bey’im. Yani, varsa da tanımıyorum. Anası vardı bir ara…”

“Bir ara da ne demek? Dedi bekçi, düdüğünün ipini bırakıverdi avuçlarından aşağıya..

Sallanan düdüğü gören adam yutkunarak geriye çekildi, elleri karnında merhamet dilenircesine;

“Aman Bey’im. Yanlış anladınız Bey’im. Ben sizin düşüdüğünüz gibi biri… Aman Bey’im olur mu hiç öyle şey? Ben bu çocuğa iyilik ettim. Anası denen kötü yollara düşmüş dediler. Çocukcağız sokakara düşmesin hırlıya hırsıza karışmasın diye yanıma aldım. Sorun Bey’im. Çocuğa sorun, aşağı mahalleye sordurun beni, kimseye …”

“Yeter, kes! Nerede şimdi anası, biliyorsan git çağır, gelsin hemen. Bak bilip de söylemezsen, elbet elime düşersin ya. O vakit tıktırırım seni kodese. Anladın mı, ha? Anladın mı?

“Etme Bey’im. Sorup soruştur dedim ya.”

“Kes, bak hala konuşuyor. Git dedim ya sana. Hadi!”

Adam,korkuyla ve sinirle yerde yatan çocuğa baktı . Korkusunu kime göstereceğini biliyordu ya bu ona her zaman yeterdi…

“Bey’im. Dinle hele. Azıcık dinle Bey’im. Çocuğun anasını bilmem ki nerede. Geçen sene gördüm dü o kadar. Vallahi o kadar Bey’im. Elini ayağını öpeyim Bey’im. Benim de çoluğum çocuğum var. İyilik ettim Bey’im.”

“Sen şimdi bilmiyor musun anası nerede olduğunu?”

“Vallahi de billahi de bimiyorum Bey’im. Dedim ya; geçen sene güzün geldi, çocuğu bırakıp gitti. Ben gelirim her hafta dediydi, ara ki bulasın…”

“Eee? Sen hiç tanımadığın birinin çocuğunu nasıl kabul edersin” Dedi bekçi, sıcak ve mahallenin yarı eski yarı yeni, hafif yosun küflü hafif de badanalı sıcağı ruhunu sıkmıştı. Tepedeki güneşi hissetti bir süre. Kendisine göre çocuğun durumu içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Arkasına dönüp fikir soracakmış gibi bakacaktı ki az önce yanlarında dikilip duran sessiz iki esnafın uzaklaşmaya başladığını gördü, iyice sinirlenip;

“Durun bakalım. Kime diyorum, bakın buraya!”

Esnaflar hemen arkalarına döndüler, şaşırmışlardı. Kendilerine bağıran bekçinin iç gıcıklayan sesine itaat edip çocuğun yanına geri döndüler. Yalnız, zengin beyefendi bu azarlanmaya daha fazla katlanamayarak;

“Niye bağırıyorsunuz. Sağır yok ya karşsınızda, hem işimiz gücümüz var. Bırakın artık, çocuğun babası var ya, ona sorun efendim ne soracaksanız!”

Bekçi, dişlerini sıkıp belindeki küçük jopu sağ eliyle kavradı.

“Bak hele! Hiçbir yere gidemezsiniz. Şahit olacaksınız. Ayrıca zabıt tutulacak. Adama bak, adama bak! Kalkmış bana işimi öğretiyor. Efendi! Efendi! Karşında çocuğun mu var senin? Geçin şöyle, geçin! Kimse bir yere gitmiyor!

Zengin beyefendi için için sinirleniyordu. Ama bekçinin haşin bakışları üzerinde yeterince korku bırakmıştı. Yine de ipleri tamamen salmanın iyi olmayacağını düşünüp yalandan gülümseyerek söze nazikçe başladı;

” Efendim. Yanlış anladınız, inanınız, çok işimiz var. Bakın, babası da burada.”

“Olmaz dedik ya. Gidilmeyecek! Hem babası değilim diyor. Ben nereden bileceğim çocuğu taksinin ezdiğini. Belki siz yaptınız.”

Zengin adam kendinden geçermiş gibi oldu. Gözlerini kısıp;

“Ne ne ne? Siz ne dediğinizin farkında mısınız?Birden güleceği tuttu.” Sakin olmaya çalıştı. Çocuğun babası olmadığını söyleyen adama sonra da gözlerini iyice kısarak yerde artık baygın yatan çocuğa baktı. Sakinleşmek istiyordu ama bu isteğin imkansızlığını öyle içten, öyle derinden hissediyordu ki, bir an bir şey olsa; mesela bir silah, oracıkta öldürebilirdi bekçiyi…

“Bakın Bey’im” Dedi şişman esnaf. “Beyefendi’yi bu muhitte herkes tanır. Kendisi buradaki dükkanların sahibidir, iyiliksever biridir. Efendim, yaptığınız çok kötü. Anlayın, lütfen…”

“Yeter, susun be! Madem ben yapmadım diyor, o zaman şahit olunacak Bey’im.”

Ellerini karnına dayayan şişman esnaf ter döken yüzünü silip;

“Allahım. Hem çağır, hem suçlu ol. Bu nasıl iş? Bu nasıl düzen?” Dedi, mavi göğe baktı bir süre, aklına aniden gelen parlak fikre ve kendisine kahrederek;

“Tabi ya! Bekçi Bey” Dedi titrek sesiyle.

“Bakın şu kadın. Başından beri çocuğun yanında. Ondan iyi şahit mi olur? Şu, şu, neydi yavrum senin adın, bakın o çocuk da hep buradaydı. Söylesene yavrum. Anlat yavrum hadi.”

Bana sesleniyordu ya. Bekçi aniden bana döndü, korku dolu gözlerimi inceledi,bir an ruhumun derinliklerinde hissettim o kusmuklu bakışı. Belki de yaşamım boyunca hiç unutmayacağım bir korku aşıladı bana. Sonra birden yumuşar gibi oldu, hissettiğim şey doğruysa vazgeçmişti benden.

“Olmaz. Çocuk olmaz. Kadını ve sizi şahit yapacağım.”

“Biz niye?” Diye sordu, sinirinden terini silmeyi unutan zengin beyefendi. Şişman kiracısına hışımla bakıp;

“Hem benden önce o geldi. Eğer şahit arıyorsanız onu yazın.”

“Yapmayın efendim, demeyin öyle. Ben merakımdan gelmedim ya. İyilik… Hem şu babası değilim diyen adam zaten, efendim, ben geldiğimde de vardı. Onu yazın. Yapmayın efendim, etmeyin. Başımıza durduk yere iş açmayın. Onca işimizin arasında n’olur Bekçi Bey.”

“Ben anlamam kardeşim. Çocuk hariç herkesin ismi yazılacak.”

“Ama siz de çok oluyorsunuz. Zorla da şahit olunmaz ki. İstemiyorum be adam. A a!”

“Kes ağlamayı. Sana ayrı zabıt tutacağım görürsün. Ben tanımam zengin filan. Herkesin ismi yazılacak dedim mi yazılacak? Üstüne laf istemem! Vallahi yakarım hepinizin çırasını!

Bekçi cebinden çıkardığı küçük not defterine tükenmez kalemiyle yalandan birkaç çizik atıp, birkaç başlık yazdı.Sessizce bekleyip durmadan gözleri yaşaran yaşlı teyzeden başlayarak herkesin ismini, adresini, şusunu busunu yazıp kaydetti. Kendine kahraman bir eda ile;

“Şimdi hastaneye gidiyorum. Kimse bir yere gitmesin, yakarım, affetmem! Unutmadan, çocuk kimliğine kayıtlı mı?”

“Hayır Bey’im. Dedim ya…”

“Tamam uzatma, kayıtlı mı diye sorduk o kadar! Ver bakalım kimliğini. Sen de beyim, sen de! Cevap istemez, ver kimliğini yoksa!

Bekçi, sokağı dönene kadar herkes sessizce beklemişti. Çok değil en geç yarım saate kadar çocuğu hastaneye götürecek görevli gelecekti. Sinirleri iyice gerilen iki esnaf hınçla çocuğu ve onu sahiplenmeyen adamı inceliyorlardı. Uzun boylu adam öyle umursamazdı ki ayakkabısını çıkarıp parmaklarını kaşıyacak kadar pervasız, şişman esnaftan sigara isteyecek kadar yüzsüzdü. Zengin beyefendi artık daha fazla dayanamyarak kendisinin bir işaretini bekleyen kiracsına;

“Yürü.” Dedi.

“Bey’im, Bekçi ne dedi ya? Gitmeyin dedi ya? Nereye Bey’im?

“Sana ne be adam? Kimliğimi vermişim, daha da canımı alacak değil ya. Hem sen ne yüzsüz herifmişsin be! Şuna bak!”

” Ne dedim Bey’im. Sizi düşündüğümden, vallahi sizi düşündüğümden. Sonra başınıza kötü işler açılmasın diye, düşündüğümden Bey’im. Etmeyin öyle.”

“Sana ne? Tehdit ediyor bir de. Allahım biz ne günah işedik de…”

Şişman esnaf istemeden lafa girdi. Eliyle de mal sahibinin kolunu dürttü.

“Susun efendim, bakın bekçi geliyor.”

“Hani?”

“Bakın karşı kaldırımda, doktor bulmuş galiba.”

Bekçi terleyen yüzünü silip şapkasını çıkardı. Doktor eğilip çocuğu inceledi. Alt dudağını ısırıp,çocuğun ezilince parçalanmış baldırını, temkinli fakat aceleci, kurcalayıp eşeledi. Yaranın aşağısında kurumuş ve henüz kurumamış kanın biriktirdiği tozlar vardı. Üst tarafı ise siyaha çalan bir morluğun şişirdiği, her an patlayacak bir bomba gibi ölümcül ve ürkütücü görünüyordu. Yaşlı teyze, ben ve doktor dışında herkes zavallı çocuğa tiksintiyle bakıyordu.

Doktor öne bir adım atıp çocuğun boynuna dokundu, işaret ve orta parmağı bir süre çocuğun boynunda hareketsiz kaldıktan sonra hızla ayağa kalktı, önce bizim sonra bekçinin ve diğer adamların yüzlerini inceledi.

“Bu çocuk ölmüş!”

Meğer, asıl o zaman içime doluveren iki şeyi ömrüm boyunca hiç unutmayacaktım.

-Başta korku ve onu tutarsızca takip eden; sen nesin diye sorduğumda, bekçinin bakışındaki korkun diyen, o garip fakat aşağılık utanç…

–Bu yazı Maksim GORKİ’nin Soytarı adlı eserinin Seyirciler bölümünden uyarlanmış olup naçizane, kendisine atfedilmiştir…–

Sabaha karşı; kargalar ve yusufçuklar…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yayla Öyküleri – 2

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yetenekli Kaybedişler Adına - 1 -
Jointy
Bavul
Yayla Öyküleri
Sokağımda
Ölümlüler

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yağmur Alışkanlıkları [Deneme]
Akşamüstü ve Gölgeler [Deneme]


niyazi bircan kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © niyazi bircan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.