Sesim
Sesine vurulmuşken bu denli
Testiden içilen şarapların öyküsü gibi
Savurganca heybetli
Sarı
Alevli
Kurak
Susuz
Bu derilmiş
Öfkeli
Kıvranıyor kıvrım
Kıvrım
Yılan derisi esmer alınlarında
Damlalarca acıyı içenler
Göç ve sürgündür adı
Bırakılmış topraklarda
Yaban evlerin çatısız masallarıdır
Alev olup göğsümüze süzülenler
Bir terk ediş hikayesi
Belki sürgün
Bir ayrılık destanıdır
Güneşe adadığımız türküler
Ve sonra
Atlılar
Doğudan
Süzülerek geldiler
Savurup yanan kılıçlarını
Zümrütle bezediler
Ufkun yalınayak kollarında
Çırılçıplak düşen kadınları
Ve kan ırmakları suladı
Kan ırmakları
Doğmamış çocukları
Kaçtılar
Kolları ve ayaklarıyla
Sürünerek
Çıplak
Dualar yarıladı gökyüzünü
Yazık
Daha yukarıda oturuyordu tanrı tüm kibriyle
Duymadı
Duyamadı
İstemedi de zaten
Güneş ihanet etti
Toprak yalan söyledi
Ve zehirledi
En masum anında geceyi
Ay ışığının
Kötürüm damlaları
Öldüler
Hep beraber kol kola
Kuyularca
Gömüldüler
Sen gözlerinle ararken kendi anlamını
Onların cesetlerine takıldı öyküm
Sesin sesime karışmışken bu denli
Bu göçü içendir
Şairin yüreği
Dolarken kavanoza ruhumun külleri
Yakılan bir damla arsenik
İşkencelerde kaybedilmeyen
Yani
Sıkıca sarıl hayata
Ölenler
Öldürenler
Zindanlarda dirilenler
Hepsi nasılsa
Senden farklı soludular hayatı
Sarı toprakların öyküsüne aç kulaklarını
Ve dinle
İnsanın çığlığını
Dörtnala sürülen atların
Kılıç şakırtılarına kahramanlık düzerken yaşam
Anla
Hayatın kötürüm çocuklarını
Göçe iliştirilmiş bir avuç sessiz umudu
Vuslat AKTEPE