Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Kemal Düz Suriye ve Lübnan Türkiye’ye yakın iki komşu ve dost ülke. Bu iki ülkeyi vizesiz, gezme-görme imkanı var. Vizeler karşılıklı kaldırıldı. Pasaport yetiyor. Artık çat kapı Suriye’ye kolayca gitmek mümkün. Daha önce Suriye’ye iki defa gitmiştim. Suriye’ye bir defa gitmek, yetmiyor. Temmuz’un sonu, Ağustos’un ilk günleriydi, hava çok sıcaktı. Televizyonlar cehennemi sıcaklarından söz ediyordu. 30 Temmuz 2010 Cuma günü saat: 22.00 de bir otobüsle İskenderun’dan Antakya’ya hareket ettik. Bizi, Aalen –Antakya Kültür Deneği Başkanı Mehmet Karasu karşıladı. Antakya(Antioch), Roma İmparatorluğunun Roma ve İskenderiye’den sonra gelen üçüncü büyük kenti. ”Christian” sözcüğünün ilk kez kullanıldığı kent. İbn Battûta Seyahatname’sinde; “Burası çok büyük ve kadim bir şehirdir. Etrafında sağlam surlar Şam şehirlerinden hiçbirinde yok.” der. Aynı gece saat: 01’de Antakya’dan bir otobüsle yola koyulduk. Reyhanlı-Cilvegözü sınır kapısında çıkış işlemlerini yaptırdık. Hiçbir sorunla karşılaşmadık. Komşularımız bu konuda oldukça kolaylık gösterdiler. İşte Gezi Defterime yazdığım notlardan bir yaprak ASİ’L KENT: HAMA Cumartesi günü sabaha karşı, saat beş gibi, Asi nehrinin içinden geçtiği, Hama kentinde mola verdik. Her yerde Devlet Başkanı Beşir Esad’ın fotoğrafları var. Türk parasıyla alışveriş edilemiyor. Suriye lirası veya dolar geçiyor. Bizlere yakınlık ve çok ilgi gösteriyorlar. Sokaklarda Türkçe bilenlere rastlamak mümkün. Asi nehrinin üzerinde bulunan, tarihi su dolapları çalışır durumdaydı. Su ile ahşap dolapların buluşmasından oluşan göğü delen ses, iki kişi arasında konuşulanları engelleyecek düzeydeydi. Büyük Ozan Yunus Emre, görmüş olduğu bu dolaplardan esinlenerek bir şiir yazmış. Şiirin ilk dörtlüğü şöyle: “Benim adım dertli dolap/Suyum akar yalap yalap/Böyle emreylemiş şalap/ Derdim vardır inilerim. “ Gerçekten de bu dolaplar acı acı iniliyor. Sanki dünyanın bütün yükü bunların omuzlarında. Bize anlatıldığı kadarıyla Asi nehri üzerinde sayıları da 100’den fazlaymış. Şimdilerde, 17 tane kadar kalmış. Biz burada ikisini gördük. Eskiden, su dolaplarının nehirden su kemerlerine taşıdığı sular, kemerler vasıtasıyla tarım alanlarına taşınır, bahçe ve tarlaların sulamasında kullanılırmış. Şimdilerde daha çok turizmin hizmetindeler. Su dolapları Romalılar tarafından tarım alanlarını sulamak amacıyla kurulmuş. Buradan yola devam ettik. Yaklaşık iki saat sonra; lokantası, bakkalı olan bir küçük yerleşim yerinde, yarım saat mola verdik. Etrafı seyrederek, saat 10’da Antik Malula köyüne geldik. MÜNZEVİ GÜZEL: MALULA Malula, tertemiz bir yer. Daha çok bir kasaba görünümünde. Dağın eteğinde, oyulmuş kayalara sığınmış. Dağların arasına sıkışmış bir yerleşim merkezi. Yazar Refik Schami’nin memleketi. Jüpiter Tapınakları üzerine kurulan kiliseler hala kullanılır durumda. İnsanı büyüleyen bir yer. Şam’a 70 km mesafede. Hırıstiyanlarca kutsal kabul ediliyor. Malulla’ yı Papa 2`nci Jean Paul ‘de ziyaret etmiş. Burada ilk önce şehrin dışında yüksek bir yerde bulunan Sergis ve Baccmus Kilisese’sine gittik. Kilisenin bitişinde bulunan Cafe’de, yemek yedik, çay içtik. Sonra kilisenin içine girdik. Giriş kapısı çok eskimiş ve demirdi. İbadet edilen odadaki tahta sıralara oturduk. Görevli bir bayan, müzikal sesiyle kilisenin tarihçesini, burada konuşulan Aramice ve Malula’yı anlattı. Aramice ve Arapça dua etti. Tercümanımız bu duaları Türkçe’ye tercüme etti. Anlatılanlar özet olarak şöyle: Günümüz de Malula’da yaşayanlar Hz. İsa’nın konuştuğu Aramice dilini konuşuyor. Bu dili, Malula dahil Suriye’de üç köy konuşuyormuş. Hz. İsa’ya ilk defa bu köylüler inanmış. Hz.İsa bu köyde saklanmış. Burada beş kilise ve iki cami varmış. Hırıstıyanlar ve Müslümanlar bir arada kardeşçe yaşıyormuş. Sergis ve Baccmus Kilisesi, Hırıstıyanlıktan önce, putperestler döneminde Apollon’un tapınağı imiş. Depremler sonucu yıkılınca yıkıntısı üzerine, aynı taşlar ve ağaçlar kullanılarak kiliseye çevrilmiş. Kilise’nin mevcut hali M.Ö. 297 yılında Roma’dan gelen iki rahip Serkis ve Bahus tarafından yapılmış. Oradan, kayaların arasında yapılan dehliz yoldan geçerek, dağın derinliklerindeki Aziz Tacla Kilisesine ve manastırına yöneldik. Aziz Tacla Konya’dan gelmiş ve burada inancını yaymıştır. Pek çok rahibe ile karşılaşıyoruz. Sakin ve kararlı halleri gözden kaçmıyor. Bir genç, taşların arasından çıkan ’kutsal su’dan, zincirli bakır tas ile konuklara ikram ediyor. Bize de ikram etti. Soğuktu, içtik. Dönüşümüzde bir fırından yeni çıkmış ekmekler, yolun kenarında özel hazırlanmış yerine konuyordu. Kilisenin hemen alt tarafından bulunan kanyonu da gördükten sonra yolumuza devam ettik. Dönüş yolunda dağların tepelerinde, Hz Meryem ve Hz. İsa’nın heykelleri göze çarpıyordu. Yaklaşık bir saat sonra Suriye’nin Başkenti, masalların kent Şam’da idik. Araplar Şam’a Damascus diyorlar. YALNIZ BİR ŞAMAN: ŞAM Kadim şehir Şam: Resmen doğal ve açık bir müze. Her yer tarih; taşı toprağı, güneşi suyu. Aldığımız nefes tarih kokuyor, toprağından tarih çıkıyor. Gizli ilimler yurdu. Nüfusu 6 milyon. Öncelikle, Hz Muhmammed’in torunu, Hz Ali’nin kızı Hz. Zeynep türbesi ve Camiini ziyaret ettik. Kavurucu havaya rağmen insanlar, özellikle bayanlar akın akın türbeye, camiye girip çıkıyorlardı. Sıcak hava, uzun süre kalmamızı engelledi Her taraf insan doluydu ve serin ve gölge bir yer yoktu. Türbe ziyareti sonrası, Osmanlı Valisi Hamdi Paşa tarafından 1870’de başlanan ve 1873'te tamamlanan Hamidiye Çarşısına gittik. Burası kapalı bir çarşı ve çok kalabalık. Yürümekte ve alışveriş etmekte çok zorlandık. Aynen İstanbul’daki kapalı çarşıyı andırıyor. Çarşının bitiminde Emevi Camisi var. Camiyi gezip gördükten sonra, tekrar çarşı içinden geriye döndük. Kapalı çarşının hemen yanında, Selahattin Eyyübi’nin görkemli anıtı var. Orada bulunan su satıcısından bir şişe su satın alıp, park halindeki otobüse kendimizi zor atıyoruz. Sıcaklık alev gibi tüm bedenimizi sarsıyor. Otele dönüşte; Hicaz Tren İstasyonunun önünden geçtik. Burası, 1905 yılında Osmanlılar tarafından yapılan muhteşem bir tren garı. Oradan Merjeh(Merce) meydanında demirden bir sütun (Telgraf Anıtı) var. Bu anıtı Sultan Abdülhamit yaptırmış. Anıtın tepesinde Beşiktaş-Yıldız’daki Hamidiye Camisinin bir modeli var. Şehrin oldukça dışında olan konaklayacağımız otele gelip eşyalarımızı yerleştik. Akşam saat 19.00’da Kasiyon Tepesine yöneldik. Şam’ı Kasiyon tepesinden seyrettik. Oradan Şam bir başka güzeldi. Fotoğraf çektik. Her tarafta renk renk ışık cümbüşüydü. Saat, 22.30’ konaklayacağımız otele geldik. Orada yemek yedik, düzenlenen Arap gecesini izledik. Saat bir’de otelden ayrıldık. Biz ayrılırken eğlence devam ediyordu. Saat sabah 4’e kadar sürüyormuş. Ertesi günü Saat: 8’de Beyrut’a gitmek için hareket ettik. Şam’da gezilecek daha çok yer var. Ben ilk gelişimde şehrin dışında Kasiyun Dağı eteğinde Muhyiddin İbn Arabi’nin de türbesini ziyaret etmiştim. ORADOĞUNUN PARİS’İ : BEYRUT Şam’dan sabah saat 8 ‘de çıktık. Birbuçuk saat sonra, 9.30 da Lübnan Gümrüğüne geldik. Gümrük işlemleri için, üç saat kadar bekledik. Lübnan’ın nüfusu yaklaşık: 4 milyon. Lübnan’da Akdeniz bitki örtüsü ve iklimi hakim. Lübnan özellikle kışın bol yağış alıyormuş. Yılda 2.4 milyar metreküp su taşıyan, Antakya’nın batısında Türkiye topraklarına karışan Asi nehri, Lübnan Dağlarının yağışlarıyla besleniyor. Asi’nin toplam uzunluğu 287 km.: 40 km Lübnan, 159 km. Suriye, 88 km. Türkiye sınırlarından akar.Lübnan, Suriye VE Türkiye ile bağı Asi nehri önemli bir oluşturuyor. Ortadoğu ülkelerinde ki su sorunu burada yok. 280 km’lik sahile sahip. Tahrip edilen kara yolları, tren yolları, havada uçan helikopterler. Trafik polisi dışında polis yok gibi. Her yerde üçer beşer Barış Gücü askerleri dolaşıyor. Ovaları, dağları taşları, yaylaları aştık. Beyrut’a vardık. Beyrut’a inişte, yolun solunda savaşın vahşetini gösteren, içsavaştan kalmış hurdaya dönen arabaların sergilendiği utanç anıtı var. Sahiline indik. Çok lüks binalar, oteller, eğlence merkezleri, iş merkezleri, bakımlı sokaklar… Caddeler, sokaklar tertemiz. Eski binaların duvarlarında mermi izleri hala duruyor. Bugün Pazar: resmi tatil. Sokaklar boş, tek tük insan göze çarpıyor. Kentin merkezinde fazla beklemedik. Dünyanın yedi harikasından biri olduğu söylenen Lübnan’a 20 km mesafedeki doğal, Jeita(ceyta) mağarasına hareket ettik. Mağaranın önü çok kalabalıktı, sadece bilet alabilmek için yarım saat bekledik. Giriş ücreti olarak 12 dolar ödedik. Teleferiğe binmek için de yarım saat sıra bekledik. Mağaranın uzunluğu 2130 metre, 750 metresi gezilebiliyor. Mağara 1836 yılında keşfedilmiş. Dünyanın en büyük yer altı mağarası. Burada iki ayrı mağara var. Biri kuru mağara, biri de ıslak mağara. Kuru mağarayı on dakika gezmek mümkün. Mağaranın içinde korkuluklu merdivenler var, yürüyerek geziliyor. Hemen 30 metre yakınında ıslak mağara var. Onu da botlarla gezdiriyorlar. Dışarının sıcaklığından bunaldığımız için buranın doğal serinliği iyi geliyor. Mağaraya çok büyük ilgi var Gelenlerin daha çok Lübnan dışından geldiğini öğreniyoruz. Yediden yetmiş her yaştan insan. Lübnan’da Hırıstiyanlar yönetimde. Mağaradan ayrılıyoruz. Beyrut’ın merkezine geliyoruz. Beyrut bir batı kenti gibi. Daha çok Fransız mimarisi hakim. Hep taştan binalar. Sokaklar tertemiz. Merkezdeki binalar iç savaşta tahrip olmuş. Orijinal halleri korunarak yeniden yapılmış. Kilseler camiler havralar yan yana. Biz Hırıstiyanların yaşadığı Kuzey Beyrut’u gördük. Müslümanların yaşadığı Güney Beyrut’u görmek için zamanımız yok. Beyrut’a şu adlar yakışabilir. Taşkent veya eğlencekent. Beyrut’tan akşam saat: 21’de hareket ettik. DENİZKENT: LAZKİYE Antik Trablus şehrinin içinden geçtik. Karanlık basmıştı fazla bir şey göremedik. Sadece şunu söyleyebilirim. Yol boyunca bazı evlerin pencerelerine Türk Bayrakları asılıydı. Lübnan Gümrüğünden pasaportları kontrol eden, kayıt yapan bir asker, ayrıca geçişlere izin veren bir memur vardı. Başka bir görevli göremedik. Daha sonra Suriye Gümrüğüne geldik. Orada pasaport ve giriş işlemleri fazla uzun sürmedi. Suriye Gümrüğünden geçtikten sonra, Lazkiye’den geçtik. Lazkiye, Suriye’nin Ortadoğunun önemli bir liman kenti. Suriye’nin her yerinde olduğu gibi burada da; Sünni Araplar, Nusayriler, Ermeniler, Türkmenler yaşıyor. Oldukça modern bir kent. Deniz kentlerinin bütün özelliklerine sahip. Çok eski tarihi eserlere sahip. Yolculuğumuzu sabah saat, 7 ‘de Yayladağı sınır kapısında işlemlerimiz tamamlayarak bitirmiş olduk. Suriye’den, Lübnan’dan anlatılacak çok şey var. En iyisi, gitmek, görmek gerek. Günümüz de Binbirgece Masallarını yaşamak gerek… .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |