Düþmekten yükselme doðar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Kur’an-ý Kerim’deki her bir ayet, Allah’ýn sözü olmasýndan dolayý çok anlamlý mucizelerle donatýlmýþtýr… Bu ayetlere önyargýlý ve inkar niyetiyle bakanlarýn elbette bu mucizeleri anlamasýna imkan yoktur... Hakka suresi 41-43. ayetlerde Allah, bütün kâinata hitaben, Kur’an-ý Kerim’i kendisinin indirdiðini ilan etmektedir: “O, þair sözü deðildir; ne az inanýyorsunuz! Kahin sözü de deðildir; ne az düþünüyorsunuz! Kur’an, âlemlerin Rabbinden indirilmedir.” Bu nedenle Kur’an-ý Kerim adlý kutsal kitapla muhatap olanlarýn, bu kitabý Hz. Muhammed’in sözü olarak nitelendirmeye hakký yoktur, olamaz.. Zira böyle bir önyargýlý bakýþ, Kur’an-ý Kerim’in inceliklerinin ve mucizelerinin anlaþýlmasýnýn da önünde büyük bir engel olacaktýr… Çünkü bütün kitap eleþtirmenleri bilirler ki, edebiyat incelemelerindeki pozitivist anlayýþa göre, her kitap kendisinden daha fazla, o kitabýn yazarýndan büyük izler taþýr. Attila Ýlhan’ýn kendisinin yazdýðýný ifade ettiði „Sokaktaki Adam“ adlý romanýnýn, Ýsmet Özel tarafýndan yazýldýðýný iddia etmek; bu kitabý bu yazarýn bakýþ açýsýyla okumak, ne kadar saçma, yanlýþ ve anlamsýz olacak ise, Kur’an adlý kitabýn yazarýnýn da okurlarýna kendisini Allah olarak tanýtan Sonsuz Yaratýcý’dan baþkasý olduðunu iddia etmek de o kadar saçma olacaktýr... Elbette bu kitabýn yazarý olduðunu bizzat kendisi savunan bir baþka yazar varsa, bu durumda yapýlacak ince tahlillerle Kur’an-ý Kerim’in Allah tarafýndan mý, bu diðer sözde yazar tarafýndan mý oluþturulduðunu o zaman tartýþabiliriz.. Halbuki böyle bir iddia yoktur ve hiçbir zaman da olmamýþtýr. Bu kutsal kitaba en yakýn olan Hz. Muhammed bile böyle bir iddiada bulunmamýþken, hatta Kur’an-ý Kerim’deki Allah sözleri ve dillerde dolaþan kendi sözleri (Hadis) arasýndaki farký her fýrsatta gözler önüne sermiþken, bu kitabýn Hz. Muhammed tarafýndan yazýldýðýný savunanlar, Sokaktaki Adam adlý romanýn Ýsmet Özel tarafýndan yazýldýðýný savunanlar kadar belki de onlardan milyonlarca kat ilahi telif haklarýný yok sayan, saygýsýz ve inkarcý bir tutum takýnmýþ olacaklardýr. Belki bir Profesörün yazdýðý kitabý aslýnda bir anasýnýfý öðrencisinin yazdýðýný iddia etmek kadar saçmadýr bu iddia... Bu iddiada bulunanlarýn, güneþi Allah yaratmadý da tesadüfler, sebepler ya da doðanýn kendisi yarattý diyenlerden de hiçbir farký olmayacaktýr… Çünkü güneþ ne kadar Allah’ýn bir kitabýysa, Kur’an-ý Kerim de Allah’ýn sözle yazýlmýþ bir kitabýdýr ve bu kitabýn satýrlarýnda hakim temel iddia da zaten budur… Orta yerde kitabýn sayfalarýnýn ve dolayýsýyla da o sayfalarýn yazarýnýn sahiplendiði baþka bir iddia da yoktur. Zaten Kur'an-ý Kerim'in ayetlerine ve sayfalarýna baktýðýmýzda bizimle konuþanýn Allah olduðu hissine istemesek de kapýlýrýz... "Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ýn emirlerini) iyice açýklasýn. Allah dilediðini saptýrýr, dilediðini de doðru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" (Ýbrahim 4) "Yahut onlarýn durumu, gökten yoðun karanlýklar içinde gök gürültüsü ve þimþekle saðanak halinde boþanan yaðmura tutulmuþ kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yýldýrým seslerinden parmaklarýný kulaklarýna týkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuþatmýþtýr." (Bakara 19) "Eðer kulumuza (Muhammed’e) indirdiðimiz (Kur’an) hakkýnda þüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eðer doðru söyleyenler iseniz, Allah’tan baþka þahitlerinizi çaðýrýn (ve bunu ispat edin)." (Bakara 23) "Andolsun, sizi yarattýk. Sonra size þekil verdik. Sonra da meleklere, “Adem için saygý ile eðilin” dedik. Ýblisten baþka hepsi saygý ile eðildiler. O, saygý ile eðilenlerden olmadý" (Araf 11) "Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattý. O, müþriklerin ortak koþtuklarý þeylerden yücedir." (Nahl 3) "13. Sonra onu az bir su (meni) halinde saðlam bir karargaha (ana rahmine) yerleþtirdik. 14. Sonra bu az suyu “alaka” (rahim çevesine asýlmýþ spermler) haline getirdik. Alakayý da “mudga” (Embriyo) yaptýk. Bu “mudga”yý da kemiklere dönüþtürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaþka bir yaratýk olarak ortaya çýkardýk. Yaratanlarýn en güzeli olan Allah’ýn þâný ne yücedir! " (Muminun) "1-2Rahmân Kur’an’ý öðretti. 3. Ýnsaný yarattý. 4. Ona beyaný (düþünüp ifade etmeyi) öðretti. 5. Güneþ ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir. 6. Otlar ve aðaçlar (Allah’a) boyun eðerler. 7. Göðü yükseltti ve ölçüyü koydu. 8. Ölçüde haddi aþmayýn. 9. Tartýyý adaletle yapýn, teraziyi eksik tutmayýn. 10. Allah yeri yaratýklar için var etti. 11. Orada meyve(ler) ve salkýmlý hurma aðaçlarý vardýr. 12. Yapraklý taneler, hoþ kokulu bitkiler vardýr. 13. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlýyorsunuz?" (Rahman) Kur’an-ý Kerim’in yazarý olduðunu pek çok ayette haykýran Allah, Kur’an-ý Kerim’in kendi sözü olduðunu inkar eden önyargýlý insanlarýn ruh hallerinden de en ince ayrýntýsýna kadar mucizevi bir biçimde haber vermektedir. Üstelik ilahi telif haklarýný ihlal eden bu insanlara da karþýlaþacaklarý akýbeti hatýrlatmaktadýr: 16- Hayýr, çünkü o bizim âyetlerimize karþý bir inatçý kesildi. 17 - Ben onu dimdik bir yokuþa sardýracaðým. 18 - Çünkü o bir düþündü, ölçtü, biçti. 19 - Kahrolasý nasýl da ölçtü, biçti. 20 - Yine kahrolasý, nasýl ölçtü biçti. 21 - Sonra baktý. 22 - Sonra kaþýný çattý, surat astý. 23 - Sonra arkasýný döndü ve büyüklük tasladý. 24 - "Bu, dedi, baþka deðil öðretilegelen bir sihirdir." 25 - "Bu, sadece bir insan sözüdür." 26 - Ben onu Sekar'a (cehenneme) sokacaðým. (Müddesir Suresi) Meselenin bu yönünü unutmadan, yani yazarýnýn kendi kitabýnýn satýrlarýndaki temel iddiasýnýn kesinliðiyle Kur’an-ý Kerim’in Allah sözü olduðunu devamlý akýlda tutarak, Tebbet suresindeki mucizelerin farkýna varmak için yolculuðumuza devam edelim.. Önce þunu bir tesbit edelim… Tebbet suresi de Kur’an-ý Kerim’in diðer ayetleri gibi bu kutsal sözlerin yazarý ve söyleyicisi olduðunu iddia eden tek zata, yani Sonsuz Yaratýcý’ya nisbet edilecektir… Çünkü Kur’an-ý Kerim’in müellifi olduðunu ondan baþka iddia eden bir kimse hiçbir zaman olmamýþtýr.. Mesela Ýncil yani Yeni Ahid’in içeriðinde böyle bir iddiasý yoktur… Ýncil’in temel iddiasý Hz. Ýsa’nýn “Tanrý sözü” olduðu yönündedir… Halbuki elimizde bulunan bütün Kanonik Ýnciller, birer biyografi kitabý olma özelliði taþýmakla birlikte, elçilerin birbirlerine yazdýklarý samimi içerikli mektuplardan oluþmaktadýrlar. Yeni Ahid’in “Tanrý Sözü” olduðu iddiasý, bütün bu mektuplar derlendikten ve biyografiler dörde indirildikten sonra ortaya atýlmýþtýr inanlýlarca… Zira onlarýn görüþüne göre, bütün bu derleme ve toplama çalýþmalarý, eldeki kanonik Ýncil’in oluþma süreci Kutsal Ruh’un yönlendirmesiyle gerçekleþmiþ ilahi bir süreçtir aslýnda… Eski Ahid yani Tevrat’ta da Kur’an-ý Kerim’de olduðu gibi Hz. Musa ile ilgili bölümlerde “Tanrý Sözü” hüviyeti gözükse de, daha önce yaþamýþ Peygamberlere ait vahiylerin de derlendiði ve de destansý bir bakýþ açýsýyla kainatýn yaratýlýþ öyküsünün kronolojik bir sýralamayla anlatýldýðý, ontolojik, kozmolojik ve biyografik bir tarih kitabý havasý sezinlenmektedir… Hatta Hz. Musa’nýn ölümünden sonra nereye gömüldüðü bilgisi bile bu kitapta yer almaktadýr. Ancak Ýncil’deki pek çok mektupta bile kendisinden iktibaslarda bulunulmasý, hatta Hz. Ýsa’nýn Peygamberliðinin/Mesihliðinin bile kendisine dayandýrýlmasý yönleriyle bu kutsal kitabýn en azýndan Kutsal Yasa olarak tabir edilen pek çok ayetinin Allah’ýn sözü olduðu, kitabýn kendi iddiasýyla sabittir… Hatta Kur’an-ý Kerim bile bu kitaplara inkarcý bir þekilde yaklaþmaz ve onlarýn tahrif edilmiþ de olsalar, özlerinde Allah sözü olduklarýný ilan eder… Kur’an-ý Kerim’in onlardaki bozulan ya da eklenen bölümleri tashih etmek ve de bütün geçmiþ dinlerin özlerindeki hakikati ortaya koymak için indirildiði ifade edilir… “TEBBET” Yukarýda belirttiðimiz temel bakýþ açýsýndan hiçbir sapma göstermeden “Tebbet” suresinin ilk kelimesi olan “Tebbet” kelimesinin anlamýný irdelemeye çalýþalým… Bu kelime Arapça “Tebb” kökünden gelmektedir ve Araplarda yaygýn bir kullaným olan “tebbet!” kelimesi de “Mahvoldu, helak oldu, mahvolsun!, kurusun!” gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelimenin içinde “el” anlamýna gelecek herhangi bir kelime olmadýðý için Allah’ýn burada “elleri kurusun” demek istediðini iddia edemiyoruz… Elbette Allah, sözlerini indirdiði insanlarýn diliyle konuþmaktadýr ve bu dilin içinde o insanlarýn kullandýðý, anladýðý mecazlar, semboller, deyimler, dilekler de bulunmaktadýr… Bunun aksi bir dil kullanýmý indirilen kutsal kitabýn mesajýnýn anlaþýlmamasý gibi bir istenmeyen duruma sebebiyet verecekti ki, bu durum da Kutsal Kitaplarýn iniþ gayesini anlamsýzlaþtýracaktý… Çocuk psikologlarý, çocuklarla anlaþabilmek için onlarýn dillerine indirgenmiþ konuþmalarla onlara hitap etmenin daha anlamlý olacaðýna iþaret etmektedirler… Yoksa entelektüel bir kiþiliðin kendi zihin lügatinde bulunan en aðýr kelimelerle kendi çocuðuna ya da torunlarýna hitap etmesi, onun iletiþimini dumura uðratacak, böyle bir iletiþim tercihi o insaný iletiþimde bulunulmak istenen hedef kitleden daha da uzaklaþtýrabilecektir… Ýþte Allah da kendi yarattýðý ve programladýðý insanlarla yine onlarýn anlayabileceði kelimeleri kullanarak konuþmaktadýr ki, burada bile insanlýða büyük bir iletiþim dersi sunulmaktadýr… “Mahvolsun, Helak oldu!” gibi hitaplarla kendi seçtiði hak dinine en büyük düþmanlýklarý besleyen, Müslümanlara her türlü eziyeti yapan ve bu baskýlarýný her geçen gün arttýran zalimlere hitap etmektedir… Buradaki hitap Allah’a nispet edildiðinde asla bir beddua olamaz. Çünkü Allah ne dua eder, ne de bedduada bulunur… Sadece “ol” der, o da olur… Bu sadece onun bir emri olarak algýlanabilir… Aynen “Ol-Kün!” emri gibi kainattaki görevli memurlara (atomlara, hücrelere, meleklere) verilmiþ bir emir… Yanardaðlarda, güneþin patlamalarýnda, depremlerde, arslanýn pençelerinde ve diþlerinde, yýlanýn; akrebin zehirinde, sellerde ve asla zulüm olarak algýlanmamasý gereken bütün haþmetli iþlerinde görünen celalli, azametli özellikleri gibi, burada da “Kahhar”, “Azim”, “Sultan” gibi özelliklerinin hak eden insanlara yansýmasý için verdiði bir emir ya da inananlara, býrakýn inananlarý, herhangi bir canlýya zulmeden ilgili þahýslarýn bu ismin mazharý olduklarýný ifade eden bir hitap… Bu ifadelerin sýradan ifadeler olmadýðý da bu ifadelerin muhataplarýnýn uðradýðý “mahvoluþlardan” açýkça anlaþýlmaktadýr… Bu ilahi sözleri ve tehditleri duyduklarý halde zulümlerine devam etmiþ olan Ebu Leheb gibi þahýslar, bin bir türlü belaya düçar olmuþlar, kendi çocuklarý bile onlarýn zulümlerinden yaka silkerek onlarý terk etmiþlerdir. “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” sözü geçerliliðini burada tüm keskinliðiyle gözler önüne sermiþtir.. Elmalýlý Hamdi Yazýr, buradaki ifadelerin sadece Ebu Lehebi deðil bütün zalimleri de kapsadýðýný meþhur tefsirinde þu sözlerle ifade eder: “ Ebu Leheb, þahsý gösteren bir künye olmakla beraber lugat itibarýyla asýl mânâsý, alev babasý demektir. O itibarla Peygamber'e ve Ýslâm'a karþý ateþ püskürmek isteyip de, kendini cehenneme atmýþ olan kâfirlerin hepsinin temsilcisi olmasý sebebiyle onun helâki, hepsinin helâkýna misâl yapýlmýþtýr ki, bu da, "Allah'ýn nûrunu aðýzlarýyla söndürmek istiyorlar. Halbuki, kâfirler istemese de Allah, mutlaka nûrunu tamamlamak ister." (Tevbe, 9/32) âyetinin ifade ettiði anlama iþaret olur. Künyeler, alem ismi olmakla beraber yerine göre Hâtem-i Tâi'nin cömertlik, Ebu Hanife'nin ilim ile þöhret bulmasý gibi sýfatlýk mânâsýna gelmelerinden ve Meânî(Manalar) ilminde Ebu Leheb isminin de "ateþ babasý" demek olmasýndan dolayý, kinâye yoluyla "cehennemlik" vasfýna delâlet eden meþhur bir misâl olarak söylenmiþtir. Ayrýca kinâyeler de, hakikatin iradesine engel olmayacaðýna göre burada, söz konusu mânânýn hususi bir önemi vardýr. Yani maksat sadece Ebu Leheb'in þahsýný belirtmekten ibaret olmayýp, onun vasfýna ve bu vasýfta ona benzeyenlerin hallerine de iþaret edilmiþ demektir.” http://www.kuranikerim.com/telmalili/tebbet.htm Bir de zihinlerindeki muhayyel Put Tanrý’yý (Muhyiddin Ýbn-i Arabi'nin tabiriyle Ýlah-ý mütekad, yani gerçek olmayan, zannedilen ilah), kainatta türlü fiillerle icraatlarda bulunan gerçek Allah’la (Ýlâh-ý hakiki ile) karýþtýranlar var maalesef… Bu düþünceye sahip olan kimi dostlarýmýz, Allah’ýn sadece kendi kabullerinin tarzýnda iyilik yapmak zorunda olan bir: "ÝnsanlarýnÝyilikKabullerineGöreHareketEtmekZorundaOlanTanrý" olduðu konusunda o kadar eminler ki, iyilik kavramýnýn bin bir farklý medeniyete ve kültüre göre ne kadar farklýlýklar arz ettiðini de unutmuþ görünmektedirler. Elbette Sonsuz Yaratýcý onlarýn kabullerinin zayýf ipleriyle oynatýlacak basit bir Kukla Tanrý asla deðildir. Ama bunun bilincinde olmadýklarý, bu inanç bilincine henüz ulaþamadýklarý görünüyor... Mesela Afrika’daki bir kavim için en büyük iyilik yaþlanan anne ve babalarý ölmeden onlarý piþirip yemekken, bir kýsým Japonlar için en büyük iyilik, þeref ve onur için intihar etmeyi baþarabilmektir… Halbuki bütün bu farklý iyilikler, Allah’a göre deðil insanlarýn kabullerine göre izafi iyiliklerdir… Kötülük kabulleri için de benzer ifadeleri kullanabiliriz elbette… Mesela bir atý durup dururken ve gereksiz yere öldürmek kötülük kabul edilirken, yaralanmýþ ve acý çeken bir atý vurmak iyilik olarak kabul edilir… Bir Hindu vejeteryenin yemeðine et koymak onun için büyük bir kötülük kabul edildiði gibi bir dindar Müslüman’ýn önüne domuz etinden yapýlmýþ en güzel görünümlü yemeði koymak da büyük bir kötülük olarak kabul edilecektir… Demek ki kötülük kavramý da izafi bir kavramdýr… Kainattaki faaliyetleriyle kendini gösteren Yaratýcý, insanlarýn izafi kabullerine göre deðil, kendi ilahi yasalarýna uygun, daha doðrusu kendi özelliklerinin gerektirdiði doðrultuda icraatlarda bulunacaktýr… Ýnsanlarýn beðeni tartýsý iþte bu sonsuz boyutlu aðýrlýðý tartamamaktadýr… Bu icraatlarýn içinde güneþi insanlar için ýsýtýcý ve aydýnlatýcý bir lamba yapmak olduðu gibi, depremler, seller, yanardað patlamalarý, virüsler, mikroplar, zehirli ve yýrtýcý hayvanlar gibi yaratýlarla insanýn rahatýný kaçýrmak da vardýr… Mesela yaþlanmanýn, ölümün gerekliliðini hiç kimse sorgulamýyor ve bu yaratý süreçlerinin zalimce olduðunu hiçbir Allah inançlý iddia etmiyor… Halbuki madalyonun öbür yüzünde görünen bu yaratma faaliyetleri de Yaratýcý’nýn mutat iþleri olduðu halde bu gibi süreçler bizlere hiç de sevimli gelmemektedir… Ancak Allah’ýn “manzar-ý alasýnda” yani “yüksek bakýþ açýsýnda” bütün bu olaylar bizdeki gibi iyilik ve kötülük kefelerine oturtulup tartýlmamaktadýr… Olan her þey olmasý gerektiði için olmaktadýr/yaratýlmaktadýr ve bunlar olmasaydý biz evrenin þu andaki düzenini koruyacaðýndan asla emin olamazdýk… Bu bakýþ açýsýyla bakýldýðýnda arslana pençeleri ve keskin diþleri veren kimse, o hayvanýn bu aletlerle diðer bazý hayvanlarý avlamasýný isteyen de odur… Bu durum kimilerine göre kötülük gibi gözükebilir ama Yaratýcý bakýþ açýsýndan durum oldukça farklý görünür. Arslanýn saldýrýsýna maruz kalan hayvanlar devamlý tetikte bulunurlar ve zindeliklerini korurlar. Bu da onlarýn soylarýnýn daha saðlýklý devam etmesini saðlar… Arslana verilen kurbanlar da öyle geliþi güzel seçilmiþ deðillerdir. Genellikle sürünün en hasta, yaþlý ve yavaþ üyeleri seçilir… Düzenin devam etmesi için bu süreç gereklidir. Yaratýcý’nýn o arslanýn avlanmasý sýrasýnda yansýyan özellikleri asla kötü özellikler deðildir… Akrebin zehirli iðnesini, kartalýn keskin gagasýný ve güçlü pençelerini, yýlanýn zehirli diþini yaratýrken Allah kötü bir þey yapmak istemiyordu. Ancak bütün bu yansýyan özellikler, bir kýsým insanlarýn iyilik normlarýnýn da dýþýnda özelliklerdir… David Hume gibi filozoflar bu nedenle bu izafi kötülükler hakkýnda “Kötü Tanrý” kavramýný geliþtirmiþler ve evrendeki icraatlarýyla kendini gösteren “Gerçek Tanrý’yý” inkâr etmiþlerdir… Kur’an-ý Kerim ve Kutsal kitaplarýn “Allah’ýný” inkar edenler de, kendi duygusal beðeni ölçüleriyle hareket ettiklerinden dolayý bu inkara saplanmaktadýrlar. Akrebin zehirli iðnesini, Yýlanýn zehirli diþlerini, Güneþin enerjisini, depremleri, virüsleri, arslanýn parçalamaya yarayan diþlerini ve pençelerini yaratan Allah’la uyumlu bir Allah kelamýnýn nasýl olabileceðini tahayyül etmektedirler ki, dinlerin bazý hükümlerini zalimce görüp hemen inkara saplanmaktadýrlar… Arýya, karýncalara kendi kolonilerini korumalarý için savaþmalarý gerektiðini vahyeden Yaratýcý kimse, insanlara da kendilerini yok etmeye gelen düþmana karþý savaþmayý emreden ayný Tanrý olmalý deðil midir? Bütün hayvanlarýn minicik yüreklerine savunmasýz yavrularýna karþý þefkat duygusunu yerleþtiren kimse, insanlara da savunmasýz insanlara, yetimlere, çocuklara yardým etmeyi öðütleyen ayný Yaratýcý deðil midir? Halbuki güneþ bizim istediðimiz renkleri yansýtmak, istediðimiz ölçülerde ve miktarlarda kimyasal patlamalara sahne olmak zorunda olmadýðý gibi, evreni yaratan Yüce Yaratýcý da Deistlerce inþa edilen Put Tanrý zindanýna hapsolmak, kendisine biçilen evrendeki kendi icraatlarýný reddeden “Kendi inkar eden, baþka bir Tanrý gibi davranan “Haþa” Þizofren Tanrý” gömleðini giymek zorunda deðildir. Bilhassa Kur’an-ý Kerim’in Tanrýsý evrendeki icraatlarla en uyumlu Yaratýcý anlatýmýdýr ve Kur’an’ý okuyan Nietzche gibi akýllý adamlar, evrenin doðasýna en uygun dinin Ýslam dini olduðu konusunda bu yüzden hemfikirdirler… Bu yüzden Avrupalý Hýristiyanlarýn kainattan, fýtrattan kopuk iyicil bir Tanrý anlayýþýna sahip olmalarýna kýzmakta ve bu Tanrý’nýn Ölümünü ilan etmektedir. Dawkins’in kitabýnda adeta bir teolojik inancýn esaslarý kurgulanýr gibi iþlenen “doðal seçilim”i parantez içinde yazarak (Ýlahi seçim) olarak düþünsek, diðer bütün dinler vazifelerini tamamladýktan sonra en son Ýslam dininin neden seçildiðini, Ýslam dininin bu kadar hýzlý yayýlmasýna raðmen diðer dinlerin ve sonradan oluþturulan dinlerin neden yaygýnlaþmadýðýný, bu yaygýnlaþmanýn belli bir noktadan sonra tabii bir kesintiye uðradýðýný fark ederiz ve doðanýn, insan fýtratýnýn kanunlarýna en uygun dinin de Ýslam dini olduðunu anlayýveririz… “Tebbet” gibi ifadeler bu ilahi algýlama seviyesinden bakýlarak anlaþýlmaya çalýþýldýðýnda muazzam, yüce bir “baðýmsýzlýk” ve “hakimiyet” duygusunun bu Yaratýcýda var olduðu, kendisine yöneltilen inkarcý ifadeler ve varlýklarýnýn, özellikle kendisini çok seven insanlarýn karþýlaþtýðý bir zulüm karþýsýnda onlarý muhafaza etme eylemlerinin en son mertebede yansýyabildiðini görürüz… Her bir atoma tek tek hükmeden Allah’la elbette o atomlardan oluþmuþ insanlarýn hareketlerine karýþan Allah ayný Allah olmalýdýr… Atomlarýn her türlü özelliðine, yapýlarýna, iç dinamiklerine, hücrelerin yaþam kurallarýna zarlarýna kadar karýþan, alyuvarlarý, akyuvarlarý ve diðer bütün parçalarý düzenleyen Allah kimse, elbette o atomlardan oluþan evrende yaþayan ve o hücrelerden oluþan beden elbisesini giydirdiði insanlara da neler yapmalarý ya da yapmalarý gerektiðini söyleyecek yine odur… Dünyanýn etrafýna ozon tabakasýný yerleþtiren kimse, elbette insanlarý kötülüklerden korumak için onlara sözüyle hitap ederek doðrularý hatýrlatan da yine odur… Böyle bir Allah elbette hususi deðil daha çok umumi konuþur ve hatta konuþmalarýnda bile kendisinden “Biz” diye bahseder… Çünkü onun bakýþ açýsý bir anda her zamaný, varlýðý ve mekaný kuþatan bir akýþ açýsýdýr ve o her an bu sonsuz bakýþ açýsýyla bakarak konuþur… Herhalde bu bakýþ açýsýyla bakan ve devamlý yaratmada, yansýmada ve etkinlikte olan bir Sonsuz Varlýðýn insanlarýn dilleriyle kendisini ifade edebileceði en olasý sözcük yine “Biz” kelimesi olacaktý. “Biz” yani olmuþ olacak, gelmiþ gelecek her þeyi bütün varlýðýyla, eylemleriyle kapsayan, kuþatan Allah! Sonsuz Yaratýcý bakýþ açýsýyla olaylarýn iç yüzüne bakan Allah, elbette zalim olan insanlar arasýnda bu Peygamberin yakýný bu da uzaðý þeklinde bir ayrým yapmayacaktýr… Hayvanlarda bile sürülerin lideri olma konusunda krallýk benzeri bir soy liyakati deðil, güç, hasmýný yenebilecek hayvani bir zeka, topluluðunu dýþ düþmanlara karþý koruyabilecek özel yetenekler, soyun saðlýklý devam etmesine imkan verecek güçlü ve saðlýklý genler aranýr… Bunun için iki hayvan karþý karþýya geçer ve birbiriyle mücadele eder. En yetkin özelliklere sahip olan hayvan sürünün baþý seçilir… Arýlarda bile liderin yani Kraliçe Arý’nýn seçiminde soy liyakati deðil arý sütü ile en iyi beslenebilme özelliði aranýr. Bu larvalardan oluþan Kraliçe arý öldüðünde yerine seçilen yetenekli bir Ýþçi Arý Kraliçe Arý olmak üzere beslenir.. Evrendeki bütün bu örnekler gösteriyor ki, ilahi yasalara uyup uymama konusu önemlidir öncelikle… Ebu Leheb’in Hz. Muhammed’in amcasý olmuþ olmasý onun torpil göreceði anlamýna gelemez. Kainatta hükmeden Tanrý asla böyle duygusal bir ayrýmda bulunmaz… Ebu Leheb insanlara acý çektirdiði, defalarca uyarýlmasýna raðmen “zulmetmeme” ilahi yasasýna uymadýðý için cezalandýrýlmýþtýr. Pek çok toplumda var olan “eden bulur” inanýþý, aslýnda evrende cari olan bir gerçek kuralýn insanlar boyutunda algýlanmasýndan ibarettir. Yaþam ve algýlama boyutlarýnýn en sonsuz alaný madem ki Allah’týr ve Allah ne yaptýðýný bilmeyen sadece onun emirlerini dinleyen hayvani ve bitkisel canlýlarla deðil de elbette kendisini anlayan, bilerek kendisini seven ya da sevmeyen, kendi sevdiklerine kötülük eden ya da etmeyen insanlara karþý bir tepkide bulunacaktýr… Canlý organizmalarýn etkiye tepki verme yasasý olarak da adlandýrýlabilecek bu durum, en küçük canlý organizmalarda bile görülürken Allah-Ýnsan iliþkisinde bunun görülmeyeceðini iddia etmek Evrendeki Yaratýcý’nýn bu doðrultudaki bütün yaratmalarýný da inkar etmek demektir. Elbette organizmalarýn bir kýsým tepkileri kendi yaþamlarýný korumaya yöneliktir. Ancak sonsuz yaratýcýnýn göstereceði tepki elbette bu amaçlý deðildir. Canlý organizmalar sadece kendi þahsi hayatlarýný korumak için tepki göstermezler… Yavrularýný, sürülerini, baþka canlý türlerini korumak adýna da tepki gösterirler… Sonsuz Canlý olan Allah da kendisine inanan insanlarý tehdit eden unsurlara karþý sonsuzluðuna uygun tepkiler gösterir… Mesela onlarý kendi sonsuz bakýþ açýsýyla (sonsuz) mükafatlandýrýr, ya da (sonsuz) cezalandýrýr. O bizler gibi sonlu bakmaz çünkü… Hem insanlarýn sonlu bedenlerine deðil ölümsüz ruhlarýna hitap eder… Bu O’nun, düþünen, seven, yaþayan, karar veren, isteyen, istemeyen, kararýný uygulayan hayat sahiplerinin en üst Sonsuz mertebesi olmasýndan kaynaklanýr. Bu nedenle “Yeda ebi Lehebin ve tebb” (Ateþin babasýnýn elleri kurudu da) hitabýyla aslýnda kendi seçtiði doðaya uygun yasalar bütünü olan Ýslam’a karþý çýkan herkese tepki göstermektedir… Onlarý uyarmaktadýr. Bu ilahi yasalarýn çarkýna parmak sokan bütün eller o çarkýn arasýna sýkýþýp kalacaktýr, demektedir. Yýlanýn ya da arslanýn aðzýna elini sokanlar elbette bu icraatlarýnýn sonuçlarýna da katlanacaklardýr ya da çalýþmakta olan býçký makinesinin býçaðýna ellerini uzatanlar, yaklaþmakta olan trenin raylarýna kollarýný yaslayanlar bu eylemlerinin de sonuçlarýna katlanacaklardýr… Sonuçta bütün o sistemler, kötülük için deðil iyilik için vardýrlar ve bu sistemleri yöneten kurallarla uyumlu hareket etmeyenler “Mahvolacaklardýr” demektedir… Onlarýn mahvolmalarý kendi suçlarýnýn doðal bir sonucudur ve kendi tercihleridir. Mesela bu ayetler indiðinde Ebu Leheb yaþamaktadýr ve yine de yolunu deðiþtirmemiþtir. Yoksa o öldükten sonra inmiþ deðildir bu ayetler… Dönüþ için yine bir þansý vardý ama o eþiyle birlikte bunu kullanmadýðý gibi zulmünü de koyulaþtýrmýþtý… Elbette akrabalýk baðlarý insanlar arasýnda önemli baðlardýr ama akrabalarýn akrabalara karþý iþledikleri bazý suçlar da daha büyük cezayý hak ederler… Çocuðunu öldüren bir anne, hasmýný öldüren bir katilden daha zalim kabul edilir hukuk nezdinde. Yeðenini öldürmek isteyenlere onu öldürmeleri için maddi ve manevi destek olan bir amcanýn bu zalimliði karþýsýnda göreceði ceza, elbette hiçbir hafifletici sebep ödülüne layýk olmayacaktýr… Merhamet beklediði amcasýndan devamlý eziyet gören bir yetim düþünün… Çocukluðunda eziyet gördüðü ve diðer amcasý tarafýndan kollandýðý gibi, eriþkinliðinde de diðer amcasý tarafýndan hiçbir fikrine saygý gösterilmeyen, her fýrsatta aþaðýlanan, zulme uðrayan, dövülen, üzerine taþlar, dikenler atýlan, küfredilen, kendi öz amcasýnýn öldürmek istediði, babasý doðmadan vefat etmiþ, annesi ise altý yaþlarýndayken kendisini terk etmiþ kalbi yaralý bir yetim düþünün… Kendisinden merhamet beklediði yengesi ise, o yetimin gördüðü eziyetin artmasýný saðlamak için kocasýný teþvik etmekle meþgul… Þimdi hangi kanun, yasa, hukuk, sosyal kural bu yetim hakký tanýmayan zalim adamý amca olarak kabul edebilir ki? Yukarýda verdiðim diðer örneklerde görüldüðü gibi bu zulümleri yapanýn zulme uðrayanýn amcasý olmasý, hafifletici bir neden olarak deðil, aksine cezayý aðýrlaþtýrýcý bir neden olarak kabul edilebilir… Ebu Leheb'in yeðenine, çocuklarýna yaptýðý zulümler ortadayken elbette böyle bir zalime “Yuh” da denir, “Mahvolsun” da denir, “Kahrolsun” da denir. Allah’ýn bu ifadeleri kullanmasý asla yadýrganacak bir durum deðil aksine kullarýnýn haklarýna, hele kendisini sevenlere sonsuz düþkün olduðunu gösteren bir merhamet örneðidir. Sokak ortasýnda itilip kakýlan bir kadýn ya da çocuðu gören herkes doðal olarak mazlumu korumaya odaklanacaktýr. Bu olaya bir Baþbakan ya da bir Cumhurbaþkaný da þahit olsa tepkisini gösterir ve adeta “Yuh zalime” diye haykýrýr. O zalimin derdest edilmesi için elinden gelen yetkiyi kullanýr. Bunu kimse demese zaten doðanýn kendi yasalarý diyecektir ve bu yasalarla uyumlu Kur’an da bu evrensel hükmü dillendirmiþtir. Böyle bir insanýn malýnýn, mülkünün ya da zenginliðinin ona bir faydasýnýn olmayacaðý açýktýr…(Ma eðna maluhu vema keseb-Malý ve kazandýklarý ona bir fayda vermedi) Hele bir tavuðun, köpeðin, arslanýn, gorilin, kedinin yavrusunu elinden almaya kalkýþýn da doða nasýl “Yuh” diyormuþ acý bir þekilde öðrenin. Ýþte en ufak ve akýl melekesinden yoksun fertlerinin bile “çocuk” hakký üzerinde titrediði böyle bir doðanýn Yaratýcýsýnýn, çocukluðundan itibaren amcasýnýn saldýrýlarýna maruz kalmýþ bir yetimi, üstelik elçisi ve sevgilisi olan bir yetimi ve de o adamýn zulümde bulunduðu kendi çocuklarý da dahil diðer müminleri koruyamayacaðýný düþünmek, o hükmen yetimlerin, yani koruyucusuz insanlarýn haklarýný bir kenara býrakýp da o iktidar sahibi zalim amcanýn haklarýný savunmaya çalýþmak, o gibi zalim amcalarýn iktidarlarýný yeni zulümler için cesaretlendiren zalimce bir destek olmayacak mýdýr? Zira Arif Nihat Asya’nýn da o amcanýn benzeri zalimler hakkýnda dediði gibi “Ebu Leheb ölmedi Ya Muhammed! Ebu cehil kýtalar dolaþýyor” Ýþte Kur’an-ý Kerim’in bu ayetleri bütün o Ebu Leheblere, Ebu Cehillere hitap eden ayetlerdir… Bu sözde amcanýn bütün bu kötülüklerine raðmen Hz. Muhammed sabretmiþ ve amcasýna asla el ya da kýlýç kaldýrmamýþtýr. Zira Allah'ýn da böyle bir emri olmamýþtýr çünkü. Üstelik Hz. Muhammed kendi iki kýzýnýn (Rukiye ve Ümmü Gülsüm) ilk niþanlarýný Ebu Leheb'in iki oðluyla yapmasýna izin verecek kadar da Ebu Leheb'in bir gün hatalarýndan döneceðine inanmak isteyen bir kimsedir. Ancak bütün uðraþlara raðmen Ebu Leheb kötülük yolunu seçmiþ, gelin adaylarýna ve kýzlarýna yapmadýk iþkenceyi býrakmamýþtýr. Bu zulümlere dayanamayan Hz. Muhammed'in kýzlarý niþanlarýný bozmak zorunda kalmýþlardýr.. Hatta Ebu Leheb'in oðlu Uteybe babasýný telkiniyle Hz. Muhammed'e þöyle saldýrýda bulunmuþtur: "Bunun üzerine, Uteybe Peygamberimiz (a.s.)ýn yanýna gelerek:"Ben senin dinini tanýmýyorum. Kýzýndan da ayrýldým. (3) Artýk ne sen beni sev, ne de ben seni sev-erim. (4) Ne sen bana gel, ne de ben sana gelirim !" (5) dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)ýn gömleðini yýrttý!" Binlerce Ebu Lehep'ten (Ateþin Babasý) ve Ebu Cehil (Cehaletin Babasý)'den sadece birisi olan Abdul Uzza (Uzza Putunun Kulu), geçirdiði hastalýklar sonucu bu ayetlerin indirilmesinden 7 yýl gibi bir süre sonra kendi eceliyle ölmüþtür... Halbuki istese Hz. Muhammed onu çok kolaylýkla öldürebilir ya da öldürtebilirdi... Ama asla böyle bir þey yapmamýþtýr. Bu durum da onun sonsuz merhametini ve sabrýný gösterir... Ebu Leheb'in birisi dýþýnda bütün çocuklarý da Müslüman olmuþtur... Halbuki bir insanýn en çok sahiplenmesi gereken kimse babasýdýr. Demek ki Ebu Leheb evlatlarýna da ne zulümler ve iþkenceler yaptý ki, onlar da Hz. Muhammed'in yoluna girdiler... "Hem baba ocaðý hem de koca evi Peygamber düþmanlýðýnýn birer üssü mesabesinde olmasýna raðmen Dürre binti Ebi Lehep (Ebu Leheb'in kýzý Dürre), Ýslâm'ý kabul etmede tereddüt göstermedi. Sýkýntýlara göðüs gerdi, sabretti. Ta ki, Bedir savaþýnda kocasý ölünce ilk rahat nefesini aldý. Bu savaþtan yedi gece sonra da babasý Ebu Leheb, adese hastalýðýndan öldü. Artýk önündeki bir büyük engel daha kalkmýþ oldu. Bir fýrsatýný bularak Mekke'den ayrýlýp Medine-i Münevvere'ye hicret etti. Ebu Leheb'in oðullarýndan biri Peygamberimizin (a.s) duasýna maruz kaldý. Bir aslan tarafýndan parçalandý. Diðer iki oðlu ve üç kýzý Ýslâm'la þereflendi. Kendisi gibi karýsý Ümmü Cemil de imansýz olarak öldü" Hatta Hz. Muhammed, Ebu Leheb'in kýzý Dürre'nin uðradýðý bir sözlü kýnama karþýsýnda þöyle bir cevap vererek akrabalýk baðlarýna düþkünlüðünü ortaya koymuþtur: "Hz. Peygambere (a.s) biat etmiþ olduðu halde, her nasýlsa, ziyaretine gelen bazý kadýnlar ona þöyle söylediler: "Sen Aziz ve Celîl olan Allah'ýn, hakkýnda, 'Ebu Leheb'in eli kurusun, kurudu da.' dediði Ebu Leheb'in kýzýsýn. Hicretinin sana ne faydasý var?" Onun bu sözlerle kýnanmasý ve rahatsýz edilmesini Hz. Peygambere haber verdiler. Bunun üzerine Resûlü Ekrem Efendimiz (a.s) bir öðle vakti halký toplayýp namaz kýldýrdýktan sonra þöyle buyurdular: "Ey insanlar! Sizin nesebiniz var da benim yok mu? Dürre benim amcamýn kýzýdýr. Onun hakkýnda hiç kimse hayýrdan baþka bir þey söylemesin. Haberiniz olsun ki, kim benim soyumdan gelenleri ve akrabalarýmý incitirse beni incitmiþ olur. Kim beni incitirse Allah'ý incitmiþ olur." Rasûlüllah (a.s) daha sonra þöyle buyurdu: "Diriler ölen yakýnlarý yüzünden rahatsýz edilmezler." http://www.mumsema.com/ahlak-iyi-ve-kotu-ahlaki-soru-ve-cevaplari/89658-peygamberimizin-kizi-rukayyenin-rukiyyenin-ebu-lehebin-oglu-ile-olan-evliligi-h.html http://islam-dini-ahlaki.blogspot.com/2010/08/efendimizin-as-amcas-ebu-lehebin-kz-hz.html Ebu Leheb’in karýsý “Hammeletel Hatab” (Odun taþýyýcýsý) olarak zikredilmektedir devam eden ayetlerde… Burada kastedilen elbette Cehennemin yakýtý olacak odunlar deðildir. Zira Kur’an-ý Kerim’in ifadesiyle sabittir ki Cehennem ateþi odunla ya da kömürle yakýlmamaktadýr. Odun tabiri devamlý mecazi þekilde kullanýlmýþtýr… Mesela zalimler ve Allah’ý inkar edenler için de kullanýlmýþtýr bu tabir. “Siz ve Allah’ý bir yana býrakarak taptýðýnýz ilahlar Cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz!” (Enbiya-94) ayeti kullanýlan odun kavramýnýn sembolik olduðunun kanýtýdýr… Zaten var olan bir Cehennem ve orada ceza görecek zalimler… “Hiç kuþkusuz (Evrendeki ve Kutsal sözlerimizdeki) ayetlerimizi inkar edenleri ileride ateþe atacaðýz. Derileri kavruldukça azabýn acýsýný duysunlar diye kendilerine baþka deriler giydireceðiz. Hiç þüphesiz Allah üstün iradelidir. Hikmet sahibidir.” (Nisa 56) Bu ayetlerde derilerindeki sinirleri yanan canlýlarýn acýyý hissedemeyeceðini bilen bir Zat konuþmaktadýr… Elbette bu zat, o derileri yaratandan baþkasý olamaz. Zira o derilerin benzerlerini yine o derileri yaratan verebilir… Hikmetiyle bunu bildiðine ayetin sonunda da bir iþaret vardýr. Elbette böyle devamlý olan bir azabýn odunla ya da bilmem hangi yakýtla sürekli olamayacaðý açýktýr… Güneþteki ateþi kimyasal reaksiyonlarla milyonlarca yýldýr devam ettiren Yaratýcý kimse, ancak böyle dehþetli bir ateþi yaratabilecek olan da elbette odur… Bu ateþin yoðunluðunu anlatan baþka bir ayete daha bakalým. “Orada ateþ yüzlerini yalar, bu yüzden diþleri sýrýtýr” (Muminun Suresi-104) Bir deyiþiyle insanlarý iskelete çeviren bir ateþ… Elmalýlý Hamdi Yazýr’ýn bu ayetler hakkýndaki oldukça doyurucu tefsirleri de meseleye açýklýk getirmektedir: 1- Kelimesinden hal yapýlmasýdýr ki, karýsý da odun hammalý olarak cehenneme girecek, Ebu Leheb'i götürecek veya onun ateþini artýrmak için, dünyada küfrüne, arzusuna hizmet ettiðinden dolayý cehennemde de azabýna iþtirak ile hizmet edecek demektir. Çünkü "O halde yakýtý insanlar ve taþlar olan, inkârcýlar için hazýrlanmýþ ateþten sakýnýn." (Bakara, 2/24), "O inkâr edenler var ya, ne mallarý, ne de çocuklarý onlara, Allah'a karþý hiçbir fayda saðlamaz. Onlar ateþin yakýtýdýrlar." (Al-i Ýmrân, 3/10) âyetlerinde buyurulduðu üzere cehennemin odunu, çýrasý kâfirler olduðundan küfre hizmet etmek, cehenneme odun taþýmak mânâsýna gelmektedir. Buna göre onun sýrtýndaki cehennem odununun da, Ebu Leheb'in kendisinin olmasý en uygun bir mânâdýr. 2- Kýnama anlamýnda mansuptur. "Yani o odun taþýyýcýsý karý" mânâsýndadýr. Bu durumda, kelimesi üzerinde durmak câizdir. Burada da "hatab"dan maksat Ebu Leheb'dir. Bundan baþka bir de tâbiri, koðucu, ona buna laf taþýyan bozguncu þeklinde mecâzî bir anlam da taþýmaktadýr. Keþþaf sahibi ez-Zemahþerî der ki: "Ýnsanlar arasýnda koðuculuk yapan bozgunculara, "Aralarýnda odun taþýyor." denilir. Bu cümle, insanlar arasýnda ateþ yakmak, þerre sebeb olmak anlamýnda kulanýlmaktadýr. Nitekim "Beyaz insanlarý, yani yüzleri ak temiz kimseleri avlamaya çalýþmadýn, Alçaklýðýn sýrtýna binerek oba arasýnda yaþ odunla yürümedin." diyen þair de bu mânâyý ifade etmiþ, dumaný çok olmasýndan dolayý þiirinde "yaþ odun" tabirini kullanarak þerrin çokluðuna iþaret etmiþtir." Lisanýmýzda bu mânâ, "kundakcýlýk etmek" þeklinde ifade edilmektedir. "Yangýna körükle gitmek" sözünde de ayný anlam söz konusudur. Ancak, Türkçe'de "odun hamalý" tabirinden bu mânâ anlaþýlmaz. Onda sadece küçümsemek anlamý vardýr. Zira izzet ve servet içinde büyümüþ bir kadýnýn odun hamallýðý yapmasý, acýklý bir sefâlet demektir. Esasen bundan, koðuculuk ve bozgunculuk mânâsýný çýkarmak için ya "kundakçý" demek, yahut "hammâlete'l-hatab" tâbirini terceme etmeyerek darb-ý mesel tarzýnda aynen söylemek daha uygundur. Bu anlam, cehenneme girmenin sebebi olan dünyadaki durumu göstermiþ olmaktadýr. Fakat asýl mânâ, dünyadaki aile þerefine, zenginlik ve üstünlüðüne raðmen, ahiretteki sefâlet ve hakaretini duyurmasý ayrýca Ebu Leheb'in arzusuna boyun eðenler içinde en sakýnmasý gereken karýsýnýn bile cehennem ateþinde hakaretle onun azâbýný þiddetlendirmeye hizmet etmekte olduðunu ifade etmesi sebebiyle, diðer anlamlarýný da dikkate almakla birlikte, "odun hamalý" diye terceme etmeyi daha uygun gördük. Nitekim Ýbnü Zeyd ve daha baþkalarýndan gelen rivayetler de, bunu kuvvetlendirmektedir. Denildiðine göre, Ebu Leheb'in karýsý, Resulullah (s.a.v.)'in geçeceði yol üzerine geceleyin diken dallarý býraktýrmak suretiyle ona eziyet etmek isterdi. Onun için bu tabirle kýnanmýþtýr. Mamafih bu rivayet de onun Peygamber'e eziyet vermek ve dinin yayýlmasýna engel olmak için kocasýnýn fikrine hizmet etmek üzere gizlice koðuculuk ve benzeri iþler yapmak suretiyle rahatsýz etmeye çalýþmasý tarzýnda temsilî bir ifade olarak düþünülürse, yukarýda söylenen mânâlarýn hepsine uygun düþmüþ olur. http://www.kuranikerim.com/telmalili/tebbet.htm TEBBET SURESÝNÝN BÝR BAÞKA TEFSÝRÝ ÂYETLERÝN MEALÝ: RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA. 1. Ebû Leheb'in iki eli/iki gücü yok oldu. Ve o da yok oldu. 2. Malý ve kazandýðý þeyler ona fayda vermedi. 3. Yakýnda alevli ateþe atýlacak. 4-5. Karýsý da... Boynunda liften bir ip odun taþýyýcýsý olarak... ÂYETLERÝN TAHLÝLÝ: 1-2. Ebû Leheb'in iki eli/iki gücü ve kendisi kesinlikle yok olacak, helâk olacak, kuruyup gidecek, malý ve kazancý [edindiði gücü, kurduðu teþkilâtý ve çevresi] ona yarar saðlamayacak. Birçok tefsir ve mealde birinci Âyet beddua anlamý verilerek "Ebû Leheb'in iki eli kurusun!" diye açýklanmýþtýr. Bunun sebebi klâsik Arap dilinde haber cümlesinin inþa veya dilek kipi olarak da anlaþýlabilme özelliðidir. Böylece haber cümlesi, asýl anlamý yanýnda dua ya da beddua anlamý da kazanabilmektedir. Örnek olarak, رضى اللّهعنه - radýyâllahü anhu ifadesinin asýl anlamý "Allah ondan razý oldu" demek iken, Arap dilinin yukarýda açýklanan özelliði gereði "Allah ondan razý olsun" þeklinde anlaþýlýr. Yine رحمهاللّه - rahîmehullâhu ifadesi de "Allah ona rahmet etti" demek olmasýna raðmen "Allah ona rahmet etsin" þeklinde anlaþýlýr ve bu anlam kast edilerek söylenir. Beddua anlamýna ise اللّه لعنه - le'anehull'ahu ifadesi örnek olarak verilebilir. Esas anlamý "Allah ona lânet etti" demek olan bu ifade de "Allah ona lânet etsin" anlamýyla söylenir ve anlaþýlýr. تبّت - tebbet kelimesinin kalýp anlamý "kurudu, yok oldu, helâk oldu" demektir. Bu kelime de haber cümlesi içinde kullanýldýðýnda yukarýdaki örneklerdeki gibi "Kurusun, yok olsun, helâk olsun" anlamýnda beddua olarak kullanýlabilir. Ancak burada tebbet sözcüðünü beddua manasýyla alýp gerekeni yapmaktan acizmiþ gibi Allah'ýn "Ebû Leheb'in iki eli kurusun" diye beddua ettiðini düþünmek anlamlý deðildir. Lütuf da kahýr da kendisine ait olan Allah, bunlarý kimden isteyecektir? Allah'ýn dua ya da beddua etmesi, iyi ya da kötü bir þey istemesi söz konusu olamaz. O, her þeyi kendisi yapar. Dolayýsýyla ister dua, ister beddua anlamýnda olsun, bu tür sözcüklerin Allah için kullanýlmasý akýl ve mantýk dýþýdýr. Burada tutulacak yol, Kur'ân'ýn birçok Âyetinde olduðu gibi bu Âyette de, anlatýlan olayýn ileride mutlaka gerçekleþeceðini vurgulama amacýyla fiilin gelecek zaman kipi yerine geçmiþ zaman kipiyle kullanýldýðýný düþünmektir. Bundan dolayýdýr ki, Ebû Leheb'in güçlerinin ileride kesinlikle yok olacaðý, kendisinin de ayný kesinlikle helâk olacaðý kastedilerek Âyet "Ebû Leheb'in iki gücü yok oldu, kendisi de helâk oldu" þeklinde geçmiþ zaman kipiyle indirilmiþtir. Bu anlatým tarzýnýn Kur'ân'da yüzlerce örneði vardýr. Bunlardan biri de Kamer Sûresinin 1. Âyetindeki انشقّ – inþekka = yarýldý fiilidir. Bu fiil "Gelecekte muhakkak yarýlacak" anlamýnda kabul edilmediði için, daha sonraki dönemlerde bir takým rivayetler ortaya çýkmýþ ve Ýslâm tarihine "Þakk-ý Kamer [Ay'ýn yarýlmasý] Mucizesi" diye bir mucize kaydedilmiþtir. Bu konuya örnek olarak Rahmân Sûresinin 37; Hakka Sûresinin 14–16; Ýnþikak Sûresinin 1–5; Ýnfitar Sûresinin 1–4; Nahl Sûresinin 1; A'râf Sûresinin 38, 39, 44, 50; Duha Sûresinin 3; Neml 87. ve Zümer Sûresinin 68–74. Âyetleri gösterilebilir. Özellikle Zümer Sûresinin 68–74. Âyetlerine dikkat edilecek olursa vurgulu fillerin tümünün geçmiþ zamanlý olduðu görülür. (Zümer; 68- 74) Ve sura نف - üflendi. Allah'ýn dilediklerinin dýþýnda göklerde kim var, yerde kim varsa hemen çarpýlýp صعق - yýkýldý. Sonra ona bir daha نفخ - üflendi. Hemen onlar da kalkmýþ bakýyorlardýr/bekliyorlardýr. Ve yer, Rabbinin nuru ile اشرقت parladý. Kitap وضع- kondu, peygamberler ve þahitler جىء - getirildi ve onlar zulme uðramadan aralarýnda hak ile قضى - hüküm verildi. Ne amel yaptýysa herkese karþýlýðý tam olarak وفّيت - ödendi. Ve O, [Allah] onlarýn yaptýklarýný en iyi þekilde bilendir. Ýnkâr edenler cehenneme bölük bölük سيق - sevk edildi. Nihayet oraya جاؤها - vardýklarýnda kapýlarý فتحت - açýldýve bekçileri onlara: "Ýçinizden size Rabbinizin Âyetlerini okuyan, bu gününüzle karþýlaþacaðýnýza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" قا - dediler. Onlar da: "Evet geldi" قالوا - dediler. Ve lakin kâfirler üzerine azap kelimesi حقّت - hak oldu. [Onlara]"Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapýlarýndan قيل - denildi. Büyüklük taslayanlarýn yeri ne kötüdür! Rablerine karþý takvalý olanlar da bölük bölük cennete سيق - sevk edildi. Nihayet oraya جاؤها - vardýklarý zaman kapýlarý açýldý ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, ne hoþsunuz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" قال - dediler. Ve onlar da: "Hamd olsun o Allah'a ki, bize vaadini doðru çýkardý ve bizi cennet arzýna vâris kýldý. Cennette istediðimiz yerde oturuyoruz قالوا - dediler. -Yapýp edenlerin ödülü ne güzeldir! - Yukarýdaki Âyetlerde orijinalleri de verilen fiiller, "Üflenecek, yýkýlacak, parlayacak, konacak, sevk edilecek, diyecekler…" þeklinde gelecek zamanlý olarak anlaþýlmalýdýr. Bu anlatým tekniði, tembih [uyarý] amacýyla uygulanýr. Gelecekteki bir olayý böyle ifade etmenin gerekçesi, anlatýlan olayýn mutlaka ve mutlaka gerçekleþeceðini beyan içindir. Bilindiði gibi, bazý Türkçe ifadelerde de gelecek zaman kipi yerine geçmiþ zaman kipi kullanýlmaktadýr. Örnek: Gerçekleþtirilmesine kesin karar verilmiþ þeyler için bazen henüz o iþe baþlanmadan bile "yaptým gitti" denir. Oysa kiþi o iþi ileride yapacaktýr. Ya da hata etmiþ, suç iþlemiþ birisi için "þimdi belâsýný buldu" denir. Hâlbuki o kimse henüz yaptýðý hatanýn, iþlediði suçun cezasýný tatmamýþtýr, ileride tadacaktýr. Bu ifade tekniði Tebbet Sûresinin ilgili Âyeti için de söz konusudur. Oradaki geçmiþ zamanlý fiil de gelecek zamanlý olarak anlaþýlmalýdýr. Bu takdirde Âyetin anlamý þöyle olur: "Ebû Leheb'in iki gücü ve kendisi kesinlikle yok olacak, kuruyup gidecek." Malý ve kazancý [edindiði güç, kurduðu teþkilât] ona yarar saðlamayacak. Ýbn-i Mes'ud'un وتب - ve tebbe kelimesini وقدتبّ - ve kad tebbe olarak okumasý da bu manayý teyit etmektedir. Âyette geçen ve tebbe ifadesi aslýnda "kendisi de kurudu" anlamýndadýr. Yani "Ebû Leheb'in iki eli kuruyacak, kendisi de kuruyacak, yok olacak" demektir. Âyette geçen يدا - iki el ifadesinin "Cüz'iyyet Mecaz-ý Mürsel"i olarak anlaþýlmasý, yani iki elin zikri ile bizzat ellerin sahibinin kastedilmesi ikinci plândadýr. يد - iki el ifadesi Ebû Leheb'in iki gücünü temsil etmektedir. Sûrenin 2. Âyeti bu güçleri ماله وماكسب - onun malý ve kazandýðý þeyler olarak açýklamaktadýr. Ebû Leheb'in varlýklý bir kiþi olduðu göz önünde tutulduðunda, "kazandýðý þeyler" ile kastedilenin de çevresi, kurduðu teþkilât, oðullarý, uþaklarý ve yetiþtirdiði militanlar olduðu akýl yoluyla çýkarýlabilir. Kur'ân'da yed = el يد sözcüðünün mecazî kullanýmý ile قدرة – güç 'ün kastedildiði bir çok örnek vardýr: Fetih Sûresinin 10; Al-i-Imrân Sûresinin 73; Hadid Sûresinin 29; Ya-Sin Sûresinin 83; Mülk Sûresinin 1 ve Sad Sûresinin 75. Âyetleri gibi. 3. O, yakýnda alevli ateþe atýlacak. Sözlük anlamý itibariyle "alev babasý" demek olan ابو لهب - Ebû Leheb, þahýs için kullanýlan bir künye niteliðindedir. Künyeler aslýnda özel isim olmakla beraber, yerine göre sýfat haline de gelebilirler. Bu nedenle "ateþ babasý" anlamýna gelen Ebû Leheb sözcüðü, kinaye yolu ile "cehennemlik" sýfatýný kazanmýþ herkes için kullanýlabilen meþhur bir örnek haline gelmiþtir. Ebû Leheb künyesi Abdül Uzza'ya baþlangýçta övgü maksatlý olarak yüzünün canlýlýðý, yanaklarýnýn kýrmýzýlýðý ya da hiddet ve þiddeti sebebiyle verilmiþti. Zaten Âyetteki cinas sanatýndan da bu anlaþýlmaktadýr. Bu Sûre ise bize Abdül Uzza'nýn peygamberimize ve davet ettiði Ýslâm'a karþý adeta ateþ püskürmek suretiyle cehennemdeki yerini hazýrladýðýný bildirmektedir. Böylece "ateþ kaynaðý olmak", "ateþi sevmek" vasýflarýný da içeren Ebû Leheb ismi "cehennemlik" unvaný ile özdeþleþtirilmiþ, ortaya koyduðu iþ ve davranýþlarý itibariyle bu unvaný hak edenler için "cehennemin babasý" anlamýnda bir özlü söz olarak kullanýlmýþtýr. 4-5. Karýsý da boynunda liften bir ip, odun taþýyýcýsý olarak alevli ateþe atýlacak. Bizim toplumumuzda olduðu gibi, Araplarda da odun hamallýðý fakir ve sefil insanlarýn yaptýðý bir iþtir. Bu sebeple Ümmü Cemil gibi izzet ve servet içinde büyümüþ bir kadýnýn odun hamallýðý yapmasý, acýklý bir sefaleti simgelemektedir. حمّالةالحطب - odun taþýyýcýsý tabiri ayrýca koðucu, ona buna lâf taþýyan bozguncularýn özelliklerini dile getirirken mecazen de kullanýlýr. Bunun nedeni, bozguncularýn "insanlar arasýnda ateþ yakmak, þerre sebep olmak" gibi fiillerle nitelendirilmiþ olmasýdýr. Nitekim Zemahþerî, Keþþaf adlý eserinde bu özellikteki insanlar için "Aralarýnda odun taþýyor" deyimini kullanmýþtýr. Ancak Âyet, Ümmü Cemil'in cehennemde odun taþýyacaðýný söylemektedir. Cehennemin odunu ve çýrasý kâfirler olduðu için, küfre ve kâfirin arzusuna hizmet etmek de bir anlamda cehenneme odun taþýmak demektir. Buna göre Ümmü Cemil'in cehennemde odun taþýyýcýsý olmasý, gerek dünyadaki küfrü nedeniyle cehennem odunu olan kocasýný sýrtýnda cehenneme taþýyacaðý, gerekse kocasýnýn cehennemdeki azabýna hem hizmet hem de iþtirak edeceði anlamlarýna gelmektedir. Ebû Leheb ve karýsý için verilen örnekler Kur'ân'da Firavun ve avenesi için de dile getirilmektedir: Mümin Sûresinin 41, 45, 46. Âyetlerine bakýnýz. Doðrusunu en iyi bilen Allah'týr. http://www.istekuran.com/index.php?page=tebbet
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Oðuz Düzgün, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |