640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
Türk şiiri İslamdan önce sözlü edebiyat ürünlerinden oluşmaktadır. Koşuk, sagu, sav, destan bu ürünlerdir. Ölçü milli ölçümüz olan hece ölçüsüdür ve bunların 7'li, 8'li, 11'li olanları kullanılmıştır. Dildeki kelime sayısı sınırlıdır. Daha çok doğa, aşk, kahramanlık, yiğitlik ve ölüm konuları işlenmiştir. Türkler bu dönemde Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı, Oğuz Destanı, Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı, Türeyiş Destanı, Göç Destanı gibi destanlar ortaya koymuşlardır. Özgün bir edebiyattır. Bu dönemin en özgün şairi Yollug Tigin'dir. Çünkü Türk edebiyatının en özgün eserlerinden olan Göktürk Kitabeleri'ni Yollug Tigin yazmıştır. Orhun Kitabeleri, Türk kültür tarihinin, bugün için bilinen ilk yazılı belgeleridir. Aynı zamanda Türk dili, edebiyatı ve Türk tarihinin ilk ve ebedi abideleridir.Orhun Kitabeleri, Türk dili üzerinde çalışan alimler için hazine kadar değerli bir kaynaktır. Kitabelerdeki dil, hayran olunacak ve hayret edilecek derecede mükemmeldir. Kitabelerin her cümlesinde şiir lezzeti duyulmaktadır. Cümleler kısa ve kesik olup derin bir anlam taşımaktadır. Herhangi bir kelime, cümleden çıkarıldığında veya ilave edildiğinde hemen bozulacak bir dengeye sahiptir.VIII. asırda yazılan kitabelerin dili ve her satırında ifade edilen fikirler emsalsizdir. Her satırında koyu bir Türklük şuuru ve milliyetçilik yatmaktadır. Bu emsalsiz gelişmişlik, Türk yazılı edebiyatının ve milliyetçilik fikrinin daha önceki devirlerde başladığının ispatıdır. İslamiyetin etkisindeki Türk edebiyatı dönemi ise 10, yüzyıldan itibaren başlamıştır. Geçiş dönemi eserlerindn olan Divan-ı Lügati't Türk özgün bir eserdir. Çünkü Türk kültürünün Araplara tanıtılmasında büyük rol oynamıştır. Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermiştir. Bir sözlük olmakla birlikte, Türk milletinin yüceliğini de anlatan bir abide eserdir.Türk boyları ve coğrafyası ile Türklerin örf ve gelenekleri üzerine önümli bilgiler vermektedir. On beşinci yüzyılda Çağataycanın (Çağatay Türkçesinin) klasik bir yazı dili olarak kimlik kazanmasında Ali Şir Nevai'nin önemi bilinmektedir. Nevai öncesinde ve Nevai’nin çağında, Timurlular devletinde Türkçe yazan sanatçılar azdır. Nevai, Türkçeyi edebi dil olarak kullanmayan, Farsça yazan çağdaşlarına çatar. Çağdaşlarının Farsçanın karşısında edebi dil olarak Türkçeyi yetersiz görmelerini eleştirir; eğer emek verilirse Türkçenin de Farsça kadar, hatta daha fazla anlatım inceliklerine sahip olduğunun görüleceğini belirtir. Bu görüşlerini Muhakemetül-lugateyn'de görürüz. Yine geçiş dönemi eserlerinden Kutadgu Bilig'in özgün bir eser olmadığı savı yanlıştır. Çünkü, Kutadgu Bilig'in önemi hikâyesinde ve şeklinde değil, kitaptaki tartışmaların konu içeriğindedir. Sosyal hayat, ahlâk, bilgi ve özellikle devlet anlayışı hakkındaki fikirler, tamamen eski Türk geleneğinin sonucudur. Kutadgu Bilig'de iyiliği telkin eden sözlerin dayanağı ise, bütün dinlerde ve ahlâkçı felsefe sistemlerinde rastlanabilen evrensel ilkelerdir ve kimsenin malı değildir. Eser üzerindeki çalışmalarıyla tanınan İtalyan Türkolog A.Bombacı, 'tamamen orijinal bir eser olduğu hükmüne varıyoruz' demektedir. Bu tartışmaların dışında, çok yeni olarak, eser üzerinde bir Sümer etkisinden söz ediliyorsa da, bunu temellendirmek oldukça güçtür; yine de hükmü zamana bırakmak gerektir.Bu geçiş döneminde özgün şiirlere de rastlamak mümkünkür. Hoca Ahmet Yesevi, Edip Ahmet Yükneki, Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı Mahmut bu amaca uygun, halkın anlayabileceği bir dille eserler vermişlerdir. Örneğin, Ahmet Yesevi tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadoludaki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Yunus Emre'de Yesevi izlerini şu örnekle verebiliriz: Yesevî Yûnus Aşkın kıldı şeydâ mini Aşkın aldı benden beni Cümle âlem bildi mini Bana Seni gerek Seni Kaygum sinsin tüni küni Ben yanarım dün ü günü Minge sin ok kireksin Bana Seni gerek Seni Hâca Ahmeddür minim atım Yûnusdurur benim adım Tüni küni yanar otım Gün geldikçe artar odum İki cihânda ümîdim İki cihanda maksûdum Minge sin ok kirek sin Bana Seni gerek Seni Anadolu'da ve Rumeli'de Türk varlığının kökleşmesinde en büyük hisse yine Yesevi takipçilerinindir. Osmanlı Devleti'nin manevi kurucuları olan Şeyh Edebaliler, Hacı Bektaş Veliler, Geyikli Babalar, Ahmet Yesevi'nin takipçileridir. Ahmet Yesevi'nin Anadolu'ya gönderdiği Hacı Bektaş Veli, Osmanlı ordusunun belkemiği olan Yeniçeriliğin manevi öğretmeni (piri) idi. Yine, Ahmet Yesevi'nin Hacı Bektaş'a yardımcı olarak gönderdiği Sarı Saltuk, Balkanlarda Müslümanlığı kökleştiren kişidir. Bursa'nın fethini hazırlayan Geyikli Baba, bir başka Yesevi takipçisidir. Yesevi öğrencileri, Anadolu'nun Türkleşmesi yıllarında, 12'nci, 13'üncü ve 14'üncü yüzyıllarda, gerektiği zaman savaşçı dervişler olmuşlar 'Alperen' adını almışlar, savaşmışlar ve savaşın ruhu olmuşlardır. Gerektiği zaman ticarete ahlak ve disiplin getiren ahlak savaşçıları olmuşlar 'Ahi' adını almışlardır. Kadınların aydınlanması yolunda uğraşmışlar 'Bacıyan' olmuşlardır. Boş arazileri canlandırmak ve yeşertmek işini üstlenmişler, yolların güvenliğini sağlamışlardır. Gönüllerde inanç, zihinlere bilgi ışığını saçan aydınlatıcılar olmuşlardır. Osmanlı'nın temeli Gaziler, Ahiler, Bacılar ve Abdal'lardır. Bunun için de insanlık tarihinin en büyük başarısı ortaya konulmuştur. Türkler onuncu yüzyıldan itibaren kitleler halinde İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlardır. İslam kültürünün etkisiyle yavaş yavaş yeni bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Kendine özgü nitelikleri ve kurallarıyla 'Divan Edebiyatı' adını verdiğimiz dönemin oluşumu 13.yüzyıla kadar gelir. Daha sonra bu edebiyat anlayışı 19.yüzyıla kadar etkin bir şekilde varlığını sürdürür. Divan şiiri, özellikle 18. yüzyılda ve Nedim’in şiirleriyle dilde ve anlatımda bir yalınlığa yönelmiştir. Fakat bu şiirin devrim niteliğinde yeni temalar ve buna bağlı olarak da yeni biçim özellikleri ve tonlamalar kazanması, daha sonra, Tanzimat dönemi şiiriyle olmuştur. Bu dönemde özellikle Namık Kemal, şiirlerinin içerdiği yeni kavramlar ve araştırmacıların üzerinde birleştikleri “merdane eda”sı ve “gür ses”iyle, şiirimizin yeni bir evreye girmesinde devrim niteliğinde bir dönüşümün başlangıcında yer almıştır. Tanzimat döneminden sonra gelen Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedide devri, Türk edebiyatında 1860’tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu (Batı edebiyatının lehine) belirleyen aşamadır. Gerçekten yoğun ve dinamik çalışmalarla geçen bu kısa dönem sonunda Türk edebiyatı, gerek anlayış, gerek içerik, gerekse teknik bakımdan tamamıyla Batılı bir nitelik kazanmıştır. Bu dönem sanatçıları olan Tevfik Fikret'tir. Türk edebiyatının Batılılaşmasında en büyük pay Tevfik Fikret’indir. Şiirleri hem biçim hem de içerik olarak yenidir. Parnasizmden etkilendiğiaçıkça görülür. Müstezadı, serbest müstezat yapan, nazmı düzyazıya yaklaştıran, beyitin, aruzun egemenliğine son veren hep Fikret’tir. Ayrıca şair, aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulayan üç büyük sanatçıdan, (Diğer şairler Yahya Kemal ve Mehmet Akif’tir.) biridir. Servet-i Fünun edebiyatı dışında kalan sanatçılarımızdan Mehmet Akif ile Mehmet Emin Yurdakul özgün şairlerimizdendir. Servet-i Fünun şiiri ile hemen ardından başlayan Fecr-i Atî şiirini birleştiren başlıca özellikler arasın¬da, ilk olarak, kullanılan malzemedeki birlik dikkati çeker. Fecr-i Âtî şiirinin baş¬lıca temaları da, Servet-i Fünun şiirinde olduğu gibi, aşk ve tabiattır. Bu aşk, ge¬nellikle, hissî ve bazen romantik olduğu gibi; tabiat tasvirleri de tamamıyla süb¬jektiftir. Dilde Servet-i Fünuncuların metodları takip edilerek, şiir diline Arapça ve Farsçadan yeni kelimeler getirilmiş, konuşma dilinden uzaklaşmağa devam edilmiştir. Vezin, yine aruzdur. Nazım şekillerinde yapılan başlıca değişiklik, Servet-i Fünun devrinde Fikret ile başlamış olan 'müstezâd'ı daha değişik bir na¬zım şekline getirme' işleminin çok ileriye götürülerek, Fransız sembolistlerindeki serbest nazma tamamıyla benzetilmesidir. Servet-i Fünun şairlerinin duygularındaki marazîlik, Fecr-i Âtî şiirinde de daha aşırı bir şekilde devam eder. Tek ayrı¬lık ise, Servet-i Fünun şairlerinin anlamağa çalışmadıkları ve belki de anlayama¬dıkları Fransız sembolistlerini Fecr-i Âtî'nin daha yakından tanımaya çalışması ve bunun kısmen gerçekleştirilmesidir. Bu topluluğun bazı şairlerinde sembolist şiirin bazı özelliklerine rastlanması, bu kısmî tesirin delilleridir. Bu dönemin en özgün şairi hiç şüphesiz Ahmet Haşim'dir. Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını ikinci plana atan, mısralar da geniş ve akıcı bir telkin kabiliyeti arayan ve şiirin kaynağını şuur-altında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı arasında 'yakınlıklar' vardır. Ancak, sembo¬list şiirin esas unsuru olan sembol Haşim'in şiirlerinde yoktur. Onun, anlamı an¬laşılmayan veya değişik yorumlara elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakım¬dan, Haşim'i sembolist bir şair olarak kabul etmek çok güçtür. Fecr-i Ati topluluğunun ardından başlayan Milli Edebiyat dönemi 1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Sade Türkçenin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konulmuştur. “Milli Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır. Bu dönem sanatçılarının şiir anlayışıyla, Fecr-i Ati topluluğunun şiir anlayışı birbirinden pek farklı değildir. “Şiir vicdani bir keyfiyettir” düşüncesinde olan şairleri bireysel konuları işlerler. Daha sonra 1917 yılında yaptıkları bir toplantıda, hece ölçüsünü kullanma, günlük konuşma diliyle yazma noktasında birleşen şairlerin, içerik konusunda her birinin ayrı bir yaklaşımda olduğu gözlenir. Bu dönem sanatçıları Divan edebiyatını, Doğu edebiyatının, sonrasını ise Batı edebiyatının taklitçisi olmakla suçlarlar. Bu dönemin en özgün şiirler yazılmamıştır. Bu dönemdeki özgün şiir yazılamama eksiğini Beş Hececiler kapatmıştır. Bu şairler 19117de Selanik’te “Genç Kalemler” le başlayan Milli Edebiyat akımının ilklerine bağlı olarak, halk şiirimizin özelliklerinden, yerli kaynaklarımızdan yararlanarak, şiirimizin aruzdan heceye geçişinde önemli rol oynamışlardır. Şiirlerinde Anadolu manzaralarını ve Anadolu yaşayışını coşkulu bir dille işlemişlerdir. Hece ölçüsünün genellikle 11’li ve 14’lü kalıbını kullanmışlardır. Daha sonraları, yeni biçimler arayarak oldukça uzun şiirler de yazmışlardır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © osman demircan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |