"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
UYAP BAĞLANMIYOR “Bu öykü mahkemelerin çalışmasını düzenleyen Uyap sisteminin sık sık bağlanma sorunu yaşaması nedeniyle ortaya çıkan aksaklıkların bir eleştirisidir.”: … Her şey Mehmet amcanın eşeğinin bir gece vakti çalınmasıyla başladı. Sabahları hep aynı saatte anırıp sahibini uyandıran, yemini isteyen karakız o gün anırıp sahibini uyandıramamış, Mehmet amca uyandığında da gün adam boyu yükselmişti. Meraklanan Mehmet amca gitti ahıra baktı, yoktu. “İpini kırıp karnını doyurmak için dışarı çıkmış olmalı” dedi kendi kendine; daha kötüsünü düşünmek bile istemiyordu. Aradı taradı, bulamadı. Çalındığını kabul etmeye, kendini buna alıştırmaya çalıştı bir süre. Sonra gitti muhtara danıştı. Muhtar çalınmış olabileceğini, gidip jandarmaya bildirmesi gerektiğini söyledi. … Ama bu işler sanıldığı kadar hızlı yürümüyordu. Aradan altı aya yakın süre geçmiş, neredeyse umudunu yitirmeli olmuştu ki, köye bir çağrı yazısı geldi. Hiç bir devlet dairesi ile başka işi olmadığından olsa olsa eşeğinden bir haber verebilirlerdi. Çağrı savcılıktandı. İçinde bir mutluluk kıpırtısı oluştu. Ertesi sabah soluğu hükümet binasında aldı. Kalem bilir, dediler, kaleme gitti. Başına neler mi geldi Mehmet amcanın? Anlatıyor: … “Gittim memurun karşısına dikildim. Beş on dakika elindeki kağıtlarla, önündeki makinayla bir şeyler yaptıktan sonra beni fark etti: - Buyur. - Ben Mehmet Palancı. Çağırmışsınız da. Memurun bir sıkıntısı olmalıydı, yüzünü buruşturdu: - Amca, dedi, iyi ettin geldin de, “Uyap” bağlanmıyor. Elimiz kolumuz bağlı. Sen şöyle bir saat dolaş gel, şansına belki bağlanır. Çıktım dolaşmaya. Dolaş dolaş, amaçsız gezinmekle de vakit geçmiyor ki. Can sıkıntısıyla saati doldurup ikinci kez memurun karşısına çıktım. Ama memurun yüzünde hiç bir umut ışığı yok: - Hala bağlanmadı. Haydi bakalım bir saat daha çile doldur. O bir saati de geçirdim, üçüncü kez memurun karşısındayım. O da sıkıntılı. Bu kez tek sözcükle: - Bağlanmadı. Ben bir saat dolaşıp gelme konusunda deneyim kazandım ya, üçüncü bir saati parklarda dolaşarak geçiştirip dördüncü kez memurun karşısına çıktım. Memur bu kez bir şey söylemeye bile gerek duymadı, kaşlarını yukarı kaldırıp “Bağlanmadı” işareti yaptı. Bu hareket doğal olarak “Haydi bir saat daha dolaş gel” anlamı taşıyordu. Beşinci gidiş biraz sancılı oldu. Sanki kusur yer değiştirip benim yanıma geçti. Dördüncü gidişte kaşlarını kaldırıp “Maalesef hala bağlanmadı” der gibi davranan memurun beşincide, kaşlarını indirişinden “Başıma bela mısın, defol git!” gibi bir anlam çıkıyordu. Memurun sinirleri gitgide geriliyor ben de boynumu hafifçe bir yana eğip “Bağlandı mı birader?” eylemini istikrarlı biçimde sürdürüyorum. Altıncı gidişte sinir katsayısının yükselme olasılığını göz önüne alarak biraz uzakta durdum. Kedinin ciğere bakışı tarzında bir duruşla kendimi gösterdim. Bu kez sadece baktı. Bir şey demedi, bir hareket yapmadı. Gördüğünü belli etti, o kadar. Anladım ki, uyap hala bağlanamamış. Son gidişimde, çalışma saati dolmak üzereydi. Bütün umutlar tükenmişti. Memur: - Beyamca, dedi. Bu uyabın bağlanacağı yok, cumartesi pazar da çalışma yok, sen en iyisi pazartesi sabahı gel. Bu meret ilelebet kapalı kalacak değil ya, açılır elbet. … Uyap bağlandı bağlanmadı, derken eşekten bir haber alamadan köye döndüm. Şimdi benim eşek bulundu mu bulunmadı mı? Hırsız yakalandı mı yakalanmadı mı? Bütün suç uyapta “Eşeğimi uyap çaldı” desem yeridir. Eve vardım, Uyap yüzünden savcı beyin başlayamadığına hanım başladı. Tabi onun işi kolay; uyapsız ifadeyi dedem de alır. Açıldı açılmadı, bağlandı bağlanmadı derdi mi var. - Heriiif, buldun mu eşeği? Nasıl anlatsam şimdi başıma gelenleri. Daha ben bir şey anlamadım. - Eşek kolay da, Uyap bağlanmıyor. - Bağlanmaz tabi. Yanına ip al, dedim, dinlemedin. - ! … Haftasonunu zor geçirdim. Pazartesi sabahı memurdan önce kalemdeyim. Ama bende de şans yok ki, benim işimi bilen memurun yerinde bir başkası oturuyor. Memur değişince, her şey allak bullak oldu. Şimdi en baştan başla. Bir de o akşama kadar açılmayan, bağlanmayan meredin adını unuttum mu? Neydi neydi? Ha o geldi. Uyak. Namussuz uyak! Bir yerlerden de başlamak gerek. Memur yerine geçince başımı uzattım: - Ben Uyak için geldiydim. Ama bu memur biraz bilgisiz. Daha uyaktan muyaktan haberi yok. Arka tarafta çalışan memur daha deneyimliymiş, yardımcı oldu sağolsun. - Bu beyamca, Rıza’yı soruyor. Hani o ölçülü, uyaklı dizeler döktürür ya, onun için. Amcada da halk ozanı tipi var, meraklı. Ondan bilgi almak istiyor. Amcanın işi Rıza’yla. Söylediklerinden hiç bir şey anlamadım ama, mutlaka benim eşeğin bulunmasına yarayacak laflardır. Deneyimli memur, gereksiz lakırdı etmez. İşi de bildiği belli. Benimle birlikte arkadaki memura kulak veren görevli memur: - Amca Rıza’yla mı? Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım; muhtara haber gelmiş, bekçi gelip savcılıktan beklendiğimi söyledi. Ben de kalktım geldim. Gittim, yine geldim. Hiç kimse elimden kolumdan tutup zorla getirmedi. Her şey rızayla oldu. Şimdi insanlara iftira mı atayım: - Rızayla evladım, rızayla. Görevli memur bunun üzerine elini süpürge sallar gibi salladı: - O izne çıktı amca. On beş gün sonra gel. Hay Allah bu meret izne de mi çıkıyor? İşe gelince ortalıkta yok. Üstelik bu on beş gün nasıl geçer? … Derken, yedinci gün bekçi kapıyı çaldı. Sözde hükümete gitmemişim jandarma almaya gelmiş. Dışarı çıktım kapının önünde bir askeri araç; biri “Savcılığa gitmemişsin” dedi. “Uyak izinden erken mi dönmüş?” dedim, soruma yanıt veren bile çıkmadı. Yine memurun karşısına diktiler. Baktım yine memur değişmiş. Bu kez en sinirlisi: - Adın ne? - Mehmet Palancı. - Seni mi arayıp duracağız. Nerdesin bir haftadır? Hay Allah “Uyak izinde on beş gün sonra gel” dedilerdi sözde: - Uyak iznini kısa mı kesti? Bu soruma çok kızdı. Seni seni, der gibi başını salladı. - Dalgacı Mehmeeet! Sonra bana gel gel edip bir odaya girdi. Ben de ardından. Meğer hasretle bekleniyormuşum. Savcı beye müjdeyi verdi. - Mehmet Palancı geldi savcı bey! Savcı bey de beni çok özlemiş: - Mehmet nerelerdesiiin? - ? - Eşeğini çalan seninle uzlaşmak istiyor, kabul ediyor musun? Bir şey anlamadığımdan, savcı beyin yüzüne boş boş bakarken, memur imdadıma yetişti: - Savcı beeey, uyap yine bağlanmıyor! Savcı bey koltuğuna yaslanıp başını kaldırdı : - Mehmet, en iyisi sen git bir saat dolaş gel.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |